Attila İlhan’ı keşfedişim 18 yaşıma rastlıyor. O zaman TRT 2’de yayınlanan Attilâ İlhan’la Zaman İçinde Bir Yolculuk programını devamlı izliyordum. Şiir kitaplarıyla başlayarak kitaplarını okumaya başladım Attilâ İlhan’ın siyasi yazıları çok etkileyiciydi ve değişikti. Onun gibi tespitler yapan başka hiçbir yazar yoktu bence, hala da yok. Attila İlhan tam anlamıyla bir sanatçıydı, edebiyat, siyaset, müzik ve senaryo alanlarında çok başarılı çalışmalara imza attı. O tam bir Türk aydınıydı. Attilâ İlhan’ın benim için bir ayrı yeri ise Karşıyaka’da yaşamış olmasıdır. İzmir doğumlu olması ve Karşıyaka’da oturması beni çok etkilemiştir. Onun yürüdüğü yollarda yürümek eski evinin önünden geçmek beni her zaman cezbetmiştir. Attilâ İlhan’la 2004 yılında TÜYAP kitap fuarında tanıştım ve kendisiyle sohbet etme imkanım oldu. Son derece dinç ve çok zeki cevaplarla yanıtladı sorularımı. Aynı yıl telefonla görüşmelerimiz başladı ve benim müzik yazılarım üzerine konuşmaya başladık. Ona projelerimden bahsettim ve bir yazar adayı olduğumu anlattım. Bana seve seve yardımcı olabileceğini söyledi ve her soruma içtenlikle cevap verdi. Hatta konuşmalarının arasında ‘İki gözüm’ dedi birkaç kez bana. Daha sonra öğrendim ki keyiflendiği zaman böyle dermiş. Ne mutlu bana…
Bu yıl İzmir Enternasyonal Fuarı’nda konuştuk ve “Bu sohbetimizi röportaj olarak kullanabilir miyim” diye sorduğumda “Tabii ki” demişti. Sorularım yarım kalmıştı ve mail olarak attım diğer kısmını, fakat cevap gelmedi. Bir ay sonra ise Attilâ İlhan’ın ölüm haberiyle yıkıldım. An geldi Attila İlhan öldü ve ardında büyük bir okur kitlesi bıraktı. O Attilâ İlhan ki 1949 yılında bir avuç gençle Paris’in yollarını tutmuştu Nazım Hikmet’i kurtarmak için. Kendine göre bir sosyalizm anlayışı vardı ve onu Türkiye’ye nasıl uygulayabiliriz diye yıllarca kafa yordu. Ulusal kültürümüze çok önem verirdi ve toplumcu olmayan sanatçıları her zaman eleştirirdi. Kendisine Barış Manço hakkında bir kitap hazırlıyorum dediğimde çok sevindi ve “Barış halkla direk iletişim kuran bir adamdı” dedi bana. O her sanatçının insanlarla olan iletişimine bakıyordu. Müzik anlamında da Türkiye’ye hizmetleri oldu. Nur Yoldaş’ın seslendirdiği Sultan-ı Yegah şarkısı o yıllarda çok popüler oldu. Ergüder Yoldaş’ın bestelediği şarkının yankıları uzun süre devam etti. Nur Yoldaş’ın bir sonraki albümüne de şarkı verdi. Timur Selçuk’un bestelediği Karantinalı Despina’da sıradışı sözleriyle dikkat çekti.
İşte gerçek bir sanatçı gitti aramızdan. Benim yazarlık yapma fikrimin kafamda oluşmasını ve büyümesini sağlayan birkaç isimden biriydi Attilâ İlhan. Benim defalarca telefon açmam onu hiçbir zaman sıkmadı ve bıktırmadı. Ben genç bir yazar olarak ondan yardım istedim, O da karşılıksız cevapladı sorularımı. İzmir-Paris-İstanbul üçgeninde bir yazar üstelik Karşıyakalı. Hapislerde de yatmış Paris’in cafelerinde yazılarını da yazmış, acaba Türkiye’de yaşadığı o sıkıntılı yıllarda O’na “Devlet televizyonunda program yapacaksın” deselerdi ne cevap verirdi bilmiyorum ama böyle değişik bir durumda geldi başına. Attilâ İlhan’ın vefat ettiği gün Nobel Edebiyat Ödülü kime verilsin tartışması yaşanıyordu, Türkiye’den de bir aday vardı. Sanırım Attila İlhan en iyi cevabı vefatıyla da bazı çevrelere verdi. Unutulmamalı ki o hiçbir zaman yabancı bir devlet başkanının ağzına zorla sıkıştırılmış bir cümlede yer almadı. Her zaman halka yakın kimliğiyle bizden biri oldu. Bir siyasi partinin sözcüsü de olmadı. Zaten bazı çevrelerin ölüm haberinden sonra taziyelerini belirtmemesi kasıtlı olarak yapıldı. Beni üzen diğer bir olay ise büyük bir gazetenin bir yazarının Attilâ İlhan’ın vefatından sonra sağlığında onun yüzüne söyleyemediklerini çok çirkin bir tavırla köşesinde yazmasıdır. Ayrıca yazdıkları ipe sapa gelmez şeylerdi. Sanatçı kaprisleri, halktan uzak şımarık tipler ve zar zor birkaç kitap yazmış yazarlar O’nun sevmediği şeylerdi. Toplumcu olmak ayrı bir şeydir. Maalesef günümüzde aydınların bir kısmı halktan uzak yaşıyorlar. Attila İlhan toplumcu olmayan aydınlara tarihten çok güzel bir örnek veriyordu, diyordu ki; “Zaten 200 yıldır Türkiye’yi aydınlar batırıyor halk kurtarmıyor mu?”
O her kesime kendini kabul ettirmiş vatansever bir aydın olarak yaşadı ve öldü. Attilâ İlhan’ı anlamak isteyenler onun kitaplarını anlayarak okumalılar.
Nur içinde yat Attilâ İlhan. Sen bu ülkenin yetiştirdiği en önemli insanlardan birisin. Nazım Hikmet gibi, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi, İlhan Selçuk gibi bu ülkenin yetiştirdiği en önemli aydınlardan birisin. Ne demiştin son yazında “PAROLA; VATAN-İŞARETİ; NAMUS aksi takdirde sen yoksun hiçbirimiz yokuz.”
Bu yıl İzmir Enternasyonal Fuarı’nda konuştuk ve “Bu sohbetimizi röportaj olarak kullanabilir miyim” diye sorduğumda “Tabii ki” demişti. Sorularım yarım kalmıştı ve mail olarak attım diğer kısmını, fakat cevap gelmedi. Bir ay sonra ise Attilâ İlhan’ın ölüm haberiyle yıkıldım. An geldi Attila İlhan öldü ve ardında büyük bir okur kitlesi bıraktı. O Attilâ İlhan ki 1949 yılında bir avuç gençle Paris’in yollarını tutmuştu Nazım Hikmet’i kurtarmak için. Kendine göre bir sosyalizm anlayışı vardı ve onu Türkiye’ye nasıl uygulayabiliriz diye yıllarca kafa yordu. Ulusal kültürümüze çok önem verirdi ve toplumcu olmayan sanatçıları her zaman eleştirirdi. Kendisine Barış Manço hakkında bir kitap hazırlıyorum dediğimde çok sevindi ve “Barış halkla direk iletişim kuran bir adamdı” dedi bana. O her sanatçının insanlarla olan iletişimine bakıyordu. Müzik anlamında da Türkiye’ye hizmetleri oldu. Nur Yoldaş’ın seslendirdiği Sultan-ı Yegah şarkısı o yıllarda çok popüler oldu. Ergüder Yoldaş’ın bestelediği şarkının yankıları uzun süre devam etti. Nur Yoldaş’ın bir sonraki albümüne de şarkı verdi. Timur Selçuk’un bestelediği Karantinalı Despina’da sıradışı sözleriyle dikkat çekti.
İşte gerçek bir sanatçı gitti aramızdan. Benim yazarlık yapma fikrimin kafamda oluşmasını ve büyümesini sağlayan birkaç isimden biriydi Attilâ İlhan. Benim defalarca telefon açmam onu hiçbir zaman sıkmadı ve bıktırmadı. Ben genç bir yazar olarak ondan yardım istedim, O da karşılıksız cevapladı sorularımı. İzmir-Paris-İstanbul üçgeninde bir yazar üstelik Karşıyakalı. Hapislerde de yatmış Paris’in cafelerinde yazılarını da yazmış, acaba Türkiye’de yaşadığı o sıkıntılı yıllarda O’na “Devlet televizyonunda program yapacaksın” deselerdi ne cevap verirdi bilmiyorum ama böyle değişik bir durumda geldi başına. Attilâ İlhan’ın vefat ettiği gün Nobel Edebiyat Ödülü kime verilsin tartışması yaşanıyordu, Türkiye’den de bir aday vardı. Sanırım Attila İlhan en iyi cevabı vefatıyla da bazı çevrelere verdi. Unutulmamalı ki o hiçbir zaman yabancı bir devlet başkanının ağzına zorla sıkıştırılmış bir cümlede yer almadı. Her zaman halka yakın kimliğiyle bizden biri oldu. Bir siyasi partinin sözcüsü de olmadı. Zaten bazı çevrelerin ölüm haberinden sonra taziyelerini belirtmemesi kasıtlı olarak yapıldı. Beni üzen diğer bir olay ise büyük bir gazetenin bir yazarının Attilâ İlhan’ın vefatından sonra sağlığında onun yüzüne söyleyemediklerini çok çirkin bir tavırla köşesinde yazmasıdır. Ayrıca yazdıkları ipe sapa gelmez şeylerdi. Sanatçı kaprisleri, halktan uzak şımarık tipler ve zar zor birkaç kitap yazmış yazarlar O’nun sevmediği şeylerdi. Toplumcu olmak ayrı bir şeydir. Maalesef günümüzde aydınların bir kısmı halktan uzak yaşıyorlar. Attila İlhan toplumcu olmayan aydınlara tarihten çok güzel bir örnek veriyordu, diyordu ki; “Zaten 200 yıldır Türkiye’yi aydınlar batırıyor halk kurtarmıyor mu?”
O her kesime kendini kabul ettirmiş vatansever bir aydın olarak yaşadı ve öldü. Attilâ İlhan’ı anlamak isteyenler onun kitaplarını anlayarak okumalılar.
Nur içinde yat Attilâ İlhan. Sen bu ülkenin yetiştirdiği en önemli insanlardan birisin. Nazım Hikmet gibi, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi, İlhan Selçuk gibi bu ülkenin yetiştirdiği en önemli aydınlardan birisin. Ne demiştin son yazında “PAROLA; VATAN-İŞARETİ; NAMUS aksi takdirde sen yoksun hiçbirimiz yokuz.”
Kaan Çağlayangöl