Bu kitaba adını ben
Güneşle Kalkmak koyacaktım
Ama gece on, hal, terler fışkırıyor terimden
Dayanamıyorum sıcağa
Ben ki gençliğimde Mozambik'te, Angola'da döğüşmeği kurmuştum
Çiçekleri geride bırakmaktan korkuyorum kururlar diye
Rüzgâr kalleşlik etti inmez oldu gerillam düzlere
Yoksa Kuzguncuk'a göçeceğim Şehir gerillaları üzerine konuşmak için
*
Mekânım Datça Olsun
(NARAYAN CAN’A)
Elimlen bir nar ağacı diktim toprağımıza
Daha ne çiçek açtı ne yemiş verdi
Ama yakındır çiçek de açacak
Yemiş de verecek
Bu dediğim yer ki Datça
Tamamen Keşmir
Gelinimin memleketi
Hindistan’ın taa kuzeyinde
*
Sokak inşaatı yeniden başladı, matkaplar gırla…
Kendimi intihar edeceğim bir gün!
Sf: 9
Cıvıl cıvıl mandallarıyla
Islak çamaşırlar ipte
Yoldan geçen idam mahkumlarını selamlıyor
Gökyüzünün denizinde pare pare kalyonlar
Sf: 15
Elektrikler söndü
Karanlığı koynuma kaptım
Kalçaları ne güzel
Ve burnumda tütüyor
Sönmüş bir mum kokusu
Sf: 17
Bu Datça’da
Bu uzak zürafasında Anadolu’nun
Filizkıran fırtınası esiyor
Eş zamanda İstanbul’da, Gaziosmanpaşa’da
Dal gibi Aleviler kırılıyor
İşte bu Vatanla Milletin
Bölünmez Bütünlüğüdür.
Sf: 20
Bugün Pazar
Koyakta yeşil başlı ördekler yüzüyorlar
Bazı yeşil gözler var
Sapanlarla onları gözlerine kestiren
Bugün Pazar
Yeşil bereliler çıkmış izne
Niye onlar korumadılar ki
Kainat Paşa’nın Çin’den getirdiği ördekleri
Onlar da iki yıl önce
Birlikte yüzüyorlardı aynı bükte
Sf: 21
Aşırı sağır az da bunak
Kol saatini bahçede düşürmüş, bulamıyor
Kim bilir ne kadar güzel bir saat çiçeği açacak yerine
Datça toprağı o kadar bereketli ki
Sf: 22
Bir buçuk ay önce bu beldede
4,7 şiddetinde bir deprem olmuştu
Karşıdaki dede cümle kapısının altına sığınmıştı
Ama ben şimdi deprem olacağını bile bile
Atkısı sedir ağacı bu kapının altında değil
Bu kapının önünde seni öpüyorum
Sf: 24
(FLAŞ)
Gök gürültüsünden korkup yamacıma sokulan sevgilime
Sarıl bana, sarıl, öp, öp, öp beni, dedim
Baksana Allah yıldırımlarıyla resmimizi çekiyor
Sf: 25
Sabah kalkıp
Bütün herkes geliyor
Serçeler kumrular İsa çiçekleri
Bulutları çağırıyorum geliyorlar
Gökyüzü çok fena mavi
Yürüyemiyorum ayaklarım yok
Sanki bir ruhum
Sanki bir bademağ’cıyım
Benim çağlalarımı yiyin
Bir kadeh rakıyla
Dünyada Can’ın yaşadığını hatırlamak için
Şerefinize
Sf: 29
Gecenin gözlerini gördüm
Ela değildi
Sf: 32
Bu kitaba adını ben Güneşle Kalkmak koyacaktım
Ama gece on, hal, terler fışkırıyor terimden
Dayanamıyorum sıcağa
Ben ki gençliğimde Mozambik’te, Angola’da döğüşmeyi kurmuştum
Çiçekleri geride bırakmaktan korkuyorum kururlar diye
Rüzgar kalleşlik etti
İnmez oldu gerillam düzlere
Yoksa Kuzguncuk’a göçeceğim
Şehir gerillaları üzerine konuşmak için
Sf: 38
VI
Ellerim doğuştan erkil
Kırış kırış
Toprakla haşır huşur
Çatlak
Kavrulmuş güneşten
Aynaya bakma artık Güler
Ellerin yeter…
Sf: 39
VII
Işıl ışıl
Kıpırdamıştı ki liman
Tek bir çıplak ayak vardı duran
Ve bir el ıslak örtüden sarkan
Boğulmuş
O akşam
Bunlardı o an kulağıma çalan
Sade (Tek) iki adam
O da sedyesini taşıyan
Yokmuş dostu, arkadaşı
Aktörmüş.
Dokuz yüzük on parmağında
Barlarda sabahlayan.
Vakitsiz de verildi salası
Rüzgar dağıldı
Tam da duyamadan adını.
Kimdi?
O liman
Çıplak ayak
Ve sarkan el
Hiç aklımdan çıkmıyor.
Sf: 43
DUR BE RUHUM!
Beni azdırdığın yeter!
Yanağıma yastık oldun
Üstüme yorgan serdin
Hep papatyalardan…
Altına yatıp hep ölesim geliyor.
Yine de bahar diyorum
Bahar bahar bahar
Güler Yücel
Sf: 47
ÖNSÖZ
Bu resimlerin çerçevesi
Sıcak esen deli rüzgarın sarısıyla
Ağustos böceklerinin sesi
Sf: 48
SÜPÜRGE
Güler’in pazardan aldığı
Mutfak duvarına çivilediği süpürge
Sarışın fingirdek bir genç kız,
Topuz örülmüş saçları
Belinde al kuşağ
Fistolu etekliğiyle
Duvardan göz ediyor bana
Süpür – safa Hanım
Sf: 51
CELİLE’DE
Kendimi çarmıha gerilmiş görüyorum
Sıcağın çarmıhına,
İsa’nın dikenleri sivrisinekler,
Kan değil ter damlıyor burnumdan,
Göğe açacak değilim Medardan.
Datça’nın iki metreden su çıkan
Nemli toprağını seviyorum,
Gökyüzü eminim daha da sıcak,
Ne işim var orda
Durduğum yerde sıcaktan
Geberip durmak varken!
Sf: 52
DUHULİYESİ ÇOCUKLARA BEŞ KURUŞ
Güler resim yapmağa başladı.
Bir ikisini Sütçü Zeybek’e gösterdiğinde
“İnekleri de koy içine!” dedi
Güler de koyuyor artık
Bahçe resimleri içine
Hem sade inekleri değil
Kedileri köpekleri
Gugukçuk kuşlarını
Kargalarını
Uçuç böceklerini
Kelebekleri…
Bahçe değil hayvanat bahçesi…
Sf: 53
SEFERİ
Öyle rüzgar esiyor ki
Deniz üstünde volkanik bir teknedesin sanki,
Yapraklar dallar ağaçlar
Yapraklanan yelkeni bu yarımadanın,
Gidiyorsun allahısmarladıklarla
Güneşi bir gülegüleyle,
Ah, şu karasinekler de olmasa!
Sf: 54
BENDEN DE KOYU MAİ BİR BLUES
Senlen raks rakına kalktıkta
Başım ayaklarımla
Ayaklarım başınla beraber,
Ve oran orama değdikçe,
Evler boşalıyor
Sokaklar boşalıyor
Bahçeler masalar boşalıyordu
Ben boşalıyordum,
Bizden gayrı kalan
Bi tek rüzgar vardı
Yaprakları üfleyen rüzgar…
Senden ayrılınca anımdasın
Dünyanın bu kadar kalabalık olduğunu…
Sf: 55
VATANDAŞ İNEK
Datça’da dostum Zeybek geldi
İneğinden sıcak sıcak sütle yoğurt getirdi.
Ben bira içiyordum ona da verdim
Yoğurdu başka kaba aktardım
O arada bana:
Senin yine bağırıyor diye merak ettiğin inek var ya dedi
Sahibi iyi bakmadığı için öğüren inek,
O inek boynuna ip dolanıp öldü.
Kesemediler de, yazık oldu hayvana,
Postunu T.H.K’na verdiler…
Ben de, Uçar diye herhalde, dedim.
Sf: 56
OFLAMA
Bir vapur geçiyor önünden
Vefa bir fırkateyn
Fora etmiş rüzgarları
Kim bilir hangi karşı yakaya…
Gömleğim yok ki ütüleyim,
Gayrı-muntazam bir seferdeyim hep,
İçkisiz kalmış bir barmen
Kendini içiyor kendini yazıyor
Karaya vurmuş bir denizde…
Nedense el ediyor deniz kızları
Aşna-fişne bir ölümü hatırlatarak…
Oh olsun!
Sen misin saatlerdir yalnız böyle
Bir balkonun balkonunda oturan!
Sf: 59
GÜNEŞ KURSU
Güneşi fethedeceğine
Güneşe teslim ol!
Bak, o iki çocuk da öyle yapmış!
Marsık gibi bedenleri
Kıçlarında kara bir don
Salatalık yiyorlar otobüste ayakta,
Güneşin çocukları…
Rüzgar desen o da öyle,
Güneş güneş esiyor…
Kuran kursu değil bu, Güneş Kursu!
Sf: 60
CEM AYİNİ
Antik Bar’da iki kadeh rakı içeyim
Caz plağı dinleyim dedim,
Baktım, kapı duvar,
Mecbur, eve döndüm,
Taraçadaki sedire oturdum,
Bir bira açtım,
Gugukçular başladı,
Ardından ağustos böcekleri
Kurbağalar
Köpek havhavları
İnek böğürtüleri
Bir caz ki deme gitsin!
Sf: 62
GARA SICAK BAHSİ
Geceleri bu var ya
Cova’dan Karaköy’e vurup
Dağları taşları toprakları geçerken
Isınıp ısınıp
Eski Datça’ya vardığında
Azap azap esen rüzgar
Sıcaktı sıcak
Zülfü kara bir bıçaktı sıcak
Bu sıcak itoğlu it mi itoğlu it
Bu havada insan ya mistik
Ya ezogelin olur
Ya da fetişist
Sf: 71
YILKI ATININ ÖLÜMÜ
İçtiğim biralar yirmiyi bulunca
Yine fazla kaçırdın sen! dedi Güler
Adaam sen de!
Atın ölümü arpadan olsun!
Sf: 74
TÖREN
Körmen Burnu’ndan dönüşte
Bir dostun bostanından
Bir ayçiçeği kopardık,
Yanlış dedim, bir günebakan…
Taraçanın duvarına astık önce,
Sabah oldu oturdum karşısına
Günebakan bana bakar
Ben ona…
Güneş Tanrısına tören bu!..
Adana Cezaevinde de aynı şeyi yapmıştım,
Müdür haber almış, alındı
Aldırttı günebakanı başucumdan,
Adi kopuşlardan mahkumlar da
Katılırlar diye törene…
Sf: 77
AYAYMIŞIM
Gözü Aydın Çubukçu’ya
Dolunay bulutsuz, anadan doğma
Yetmiyormuş gibi kendi üryani eriği
Ağaçları soyuyor karanlıkta
Damları sokakları
En ücra evlere bile yetişip
Sevişmek için soyunmuş
Çiftleri bikez daha soyuyor,
Ben de sıçıyorum ay aydınlığında
Götüm başım meydanda,
Luna Luna Lunapark!…
Sf: 78
ISLAK ÖYKÜ
Yağmur duasına çıkmış köylüler
Aptest almış
Göğe el açıp
Yedi rekat namaz kılmışlar
Üç keçi kesmişler sonra
Sana fazla düştü bana az düştü diye
Çıngar çıkmış aralarında
Tabancalar patlamış
Candarma yağmış üzerlerine
Sf: 79
EŞEKLERLE RÖPORTAC
Mekanı Datça olsun
Vali Özer Türk’ün
Muğla’ya serpiştirdiği
Aktur tesislerinden
Datça’dakinin inşaatında
Çalışan emekdar eşekleri
Araziye salmışlar,
Çiftleşip çoğalıp yabanlaşmışlar
Sayıları beşyüzü, altıyüzü bulmuş,
Dere-tepe, insanlardan ırak
Tepişip duruyorlarmış,
Şunlarla bir can sohbeti edeyim dedim,
Bıkkıntı getirmiştim
Ana-karayla konuşmaktan
Cemal’in cipine atlayıp
Düştük yollara,
Yastıkiçi’ne vardık, yoklar
Yılanlı’da da yoktular,
Vakit erken, suya inmiyorlar,
Alavara yöresinde baktık
Bir kayanın üstünde iki tane
Biri gebeş, biri erkek,
Cipten inip seslendim davudi sesimle
Sayın eşekler
Sizinle röportaja geldim, diye,
Dişisi beş kez kuyruğunu salladı,
Anlamadım diye haykırdım tekrar,
Yine kuyruğunu salladı beş kez,
Dangetti kafama: duymuş bu
Güneş Taner’in piposunu tüttürerek
Röportaj başına beşbin dolar
İstediğini TV kanalizasyonlarından…
Sayın eşek, o kadar para bende ne gezer!
Diye küskün küskün,
Kıçımıza baka baka
Eli boş döndük fakiraneye
Sf: 81
ŞİPŞAK
Sabah saat altı
Alarga sesi bir,
Derken bacanın ardından
Havada açılıp kapanan kanatlar,
Bana Vangogh’un
Belki de kendimin
Ölümünü anımsattı
Sf: 85
KEYF
Bugün yine sıcak diyordu peder
Gine ateş fışkıracak götümüzden
Biz de Körmen’e uzanırız
Serin olur orası
Bir heveng de sokkan balığı alırız
Tele dizilmiş öyle
Mangal yaparız
Akşamın bitek atar açılırız
Denize gökyüzüne yıldızlara
Bugün gene kıyak diyordu peder
Sf: 86
HAYKAY
Yavru kuş kondu dala
Dal salıncak
Sallandı sallandı
Sf: 88
ŞU ALÇAK
Yüksek solunum sistemi
Fena sıkıştırıyor beni
Soluyum dedikçe dünyayı içime
Bir gıcıktır tuttu,
Ossun!
Bu kadar dünyalık bana yeter
Sevgili Cemal’i yadederek!
Sf: 90
RIZA
Karasinekler o kadar bol ki
Ama da yine
Vurmuyorum kırmıyorum
Kıkışlamıyorum bile,
Konsunlar konsunlar
Konsunlar hayasız hayalarıma
Çünkim ben zaten
Ve şimdiden ölüyüm
Bu ıssıcakta
Ben babamın kokuşmuş dölüyüm…
Sf: 81
AFRO AFRO AFRODİT
Taraçada ipe asılı çamaşırlar azmış
Ben zaten azgın
Fırlamışım tarlaya
Gökte Zühre Yıldızını aramaya
Düşmüşüm bir antik çukura
Yarı içkiden yarı sallantıdan sersem
Afrodit’siz ama, olsun!
Sf: 81
ÇAĞRIŞIM
Fener balığı aldım çarşıdan
Emekli fener bekçisini götürüyorum eve
Hani şu kırçıl bıyıkları
Rüzgarda uçan ağarmış saçlarıyla
Yanımızdan motosikletle geçen ihtiyar.
Su dolu tencereyi ateşe koydum
İçine iki baş soğan iki diş sarımsak
İki defne yaprağı attım
Balığı da kaydırdım aralarına,
Kaynar suyun kabarcıklarını seyrederken düşündüm
Kim bilir ne denizler ne denizler
Ne lodoslar ne poyrazlar
Görmüş geçirmiştir o emekdar
Tekir Burnu’ndaki fenerden diye.
Sf: 94
CAZZ-CIZZ
Köpek havlamalarıyla aklıma düştü
Beynimin soğancığından mukim
RİTM RİTİM RİTM…
Ayaklarım kırkayak
Dudaklarım yaprak yaprak
Ve tenim çırılçıplak
Gözüme giren sokak lambasını
Tek kurşunla iptal ediyorum,
Gayrı uzak gözlüklerimde üryan,
Nazım’ın lacivertdi beşiğinde
Yıldızlar ayaküstü sevişiyorlar
Bi yakın bi uzak
Kerterek birbirlerini,
ŞAH ŞAH ŞAH
Ah Aah Ahh
Beli geliyor gökyüzünün
Bir yıldız yağıyor üstüme…
Sf: 97
VAKİTSİZ DİNLENTİ
Na’apıyorsun Ağustos böceği,
Daha Temmuzdayız
Cır-cır-cır
Zor çıkarsın Ağustosa!
Ne bileceksin ama
Ozan tabakasının delindiğini,
İklimin değiştiğini,
Temmuzun Ağustosa karıştığını…
Sf: 98
YÜZGÖRÜMLÜĞÜ
gözünaydın çubukçu’ya
Yağmur duasına çıkmadan
Toprak kokusunu bekliyordum
Toprağın burnumda tüteceği anı
Geldi O
Islak ayva tüyleriyle karışık
Bir fincan kahvenin kahverengi dumanı
Yeşili unutturan
Yeni bir yeşile peşrev
İri damlalarla düşen Sonbahar
Al sana bir yüz görümlüğü
Sf: 99
CAZI
Düşümde giderken tozlu yollarda
Ardımda ihtiyar bir dilenci kadın
Allah sen beni fıldırfüdürün mü
Sandıysan diye bir ilahi okuyarak
Değneğini taşlara kakıyordu
Sf: 101
SÜNNET YAHNİSİ
Bi hazırlık bi hazırlık
Somya indirdiler pikaptan
Üstüne pamuk şilte
Kıl pranga kızıl çengi analar
Etekleri oyalı çarşaflar serdiler,
Rubalı giysiler kuşanmış kız çocukları
Haset gözlerle seyrediyor töreni,
Ağaçlara da gelin telleri astılar,
Kirveleri altı çıplak iki çocuk getirip
Yatırdılar kocaman yatağa,
Belki de dedim kendi kendime
Bu, oğlanların çükleriyle görecekleri
İlk ve son saltanat!
Sonra döndüm yanımdaki Muhtara:
Fenni sünnetçi Sayın Belediye Başkanı
Bıraktı gayrı bu işi,
Sen piyasadaki sünnetçiden
Toplayıver şu sünnet derilerini
Ne güzel soğanlı yahnisi olur dedim
Yedirirsin sonradan Müslüman olmuş gavurcuklara
Sf: 102
YAZ GELDİ
Dutlar düşüyor pıtır pıtır
Memet Topçu’nun traktör gök gürültüsüyle
Yaz geldi paldır küldür
Yunus Emre indi
Suya havaya toprağa,
Kulak’ın köpeği Demokrat
Yol üstüne yatmış soluyor,
Işık değişti
Işığın yolları değişti
Gölgeler ışığa çaldı
İçinde sarmanlar dolaşıyor
Böyle bir akşamüstü
Hiç ölmek istemezdim
Sf: 105
DATÇA’DAN GARA GALEMLER
Güneş yanığı dazlak kafasını kaşıyarak
Kahvede deyip durdu Gulak:
O goca memeli gızın goynuna giresen
Göyceğiz gaplıcasına girmiş gader olusun!
Sf: 106
II
Bakkal Hasan’ın orda
Gulak daha önce gelmiş dükkana
Bana bir guru fasule, dedi
Buz dolabından ossun!
Ben de kuru fasulye buz dolabında
Ne arıyor? diye sordum.
Biz şaraba guru fasule deriz, dedi
Sf: 107
III
Horoz ötecek
İnek böğürecek
Eşek anıracak
Gız onyedisinde olacak
Gayrola da gıcır da gıcır
Gıcırdaacak
Sf: 108
IV
Vancouver British Cloumbia
Medical Center’dan
Kapı gibi raporlu Cemal
3 dönüm karpuz ektiydi
Babadan kalma toprağına,
Kargalar erken cücüklenen karpuzları
Didik didik etmişler,
Cemal de Tarım Müdürlüğü’nden
“Vur” emri çıkartmış,
Cemal hükümatla hır çıksın istemiyor,
Akşamdan kalmış sabah uykusunu
Gavur eden imamı
Turgut Özal Meydanında kovalamaktan
14 ay cezası var
Temyizde bekleyen,
Niye raporunu göstermedin o zaman?
Deyince ben,
Daha büyük suça saklıyorum onu, dedi
Mesela camiyi uçurmak gibi…
Sf: 109
V
Saksafoncu uçuk Tülbent
Reşat’ın orda
Cebinden bir kaset çıkarıp
Şunu lütfen teybe koy da
Dinleyelim, dedi,
Benim Paris’ten bir grupla
Çaldığım parça…
Saksafoncusu kadar uçuk
Bir musikidir başladı,
Sustuk dinliyoruz…
Derken Tülbent’in yüzü ekşidi
Çenesi sarktı,
Bu baterist var ya işte, dedi,
Bir parti vermiştim evde
O partide, benim evimde galiba
Benim yatak odamda galiba
Benim kızı becerdi galiba
Neyse neyse…
Deyip kalktı ayağa
Heyheyleri tutmuştu galiba,
İskeleyi turlamaya gitti…
Sf: 111
VII
Zeybek aşağı mahallede oturuyor
İnek besliyor
Küçücük bir evi küçücük bir bahçesi var
Sardunyalar içinde
Saçları ağarmış
Sesi getirdiği süt kadar sıcak
Günaydın diyor parasını alıp gidiyor
Güneşi bir yüzü var her daim gülen
Gittiğinde taraça kekik kokuyor uzun uzun
Sf: 112
VIII
(GULAK’IN SİYATİĞİ)
Elli metrodan fazla yürüyene
Dizlerim geriliyor,
Antepli hekim garıya çıktım,
Sen iflah olmasın, dedi bana
İlaç da gar etmez bu derde
Sen bu sancıyla ölene kadar sürünecen
Sen siyaset olmuşun, dedi kesti
Ben de ağnamadım nerden bildi
Bizim köpeğe “Demokrat” dediğini
Sf: 114
X
Kendi halinde bir arkadaş Kutay
İçine kapalı huysuz biraz da
Susurluk’tan sonra iyice kötüledi garibim
Eve kapandı büsbütün
Kahveye bile inmez oldu,
Evinin önünden geçiyordum geçen gün
Baktım elinde kazma, çukur kazıyor
Kolay gelsin ağbey! diye
Seslendim duvarın üstünden
Gene ne ekiyorsun bakalım?
Kazmasına tutunup doğruldu
Elmanın armudun demi geçti gayri, dedi
Bu deyyuslar buraya da gelirler yakında
Ona göre mayın dikiyorum, evlat, mayın!
Sf: 115
XI
Pisi pisi otları rüzgarda
Nasıl sallanıyorsa bir yandan bir yana
Bizim muhtar da aynen öyle sallabaş,
Hazretteki muhabbet dilsizlere ziyafet
Hem kol hem çengi hem pantomima…
Cava Adasına gidip “Cava” motoruyla
Ordaki Monikalara klarnet çaldırma sevdasına
Düşe kalka (tövbe) allahsızın günü
Boksör olmuş suratı, malülen sigorta…
Çaresiz kalınca o da karar verdi
Muhtar değil mi ele aldı muhtariyeti
Mahallen, kendi mahallesinde yapacaktı bu seyahati
Restorantına ilanla iki mini-garson getirtti
Şansa bak, kızlardan biri çıkmaz mı sana travesti!
Sf: 116
XII
Zen Budistlerden bizim Zendost Mustafa
Üç direkli bir yat yanaşırcasına limana
Usulca yanaşıyor her önüne gelen kadına
Yat, yat yatalım diye mırıldana mırıldana
Sf: 117
XIII
Televizyondan acans dinlerken
Kahveden arkadan biri
Boyacı Ali var ya, dedi
Hani şu iskelede
Köpeğine gıravat takıp
Gezdiren Ali…
Ben de atıldım
Ceza yasalarını pek bildiğim için,
Arkadaş, bunun
Milletvekilleriyle bir ilgisi
Yok elbette, dedim
Sf: 121
XVII
(CEZANNE’IN UYUYAN İSKAMBİL OYNAYANLARI)
Bilmiyorum ne alemdeyim
Bilemiyorum öbür dünyada mıyım
Dörder dörder oturmuşlar masalara
Yanlarında iki-üç seyirci
Başlarında beyzbol kasketleri
Uyuyarak “batak” oynuyorlar
Kahveci çaylarını getiriyor önlerine
Uyuyarak içiyorlar,
Arada bir birisi koz gibi bir laf çakıyor masaya
Şimdi sıçtım ağzınıza diye…
Televizyonda ağır-aksak bir dizi
Feci karnım ağrıyor
Altıma sıçıyorum uzak bir masada
Yani bir dünyadan dışarı çıkıyorum
Nafile bir ikindi namazı kılıyorum
Teyemmümle
Sf: 121
LUNAÇARSKİ’YE
Ay parçası değil ki bütün bütüne,
Nerden gelmiş garbımıza garibimize
Meçhul,
Işıktan ışıktan örümcek ağlarının
İçinden geçer gibi geçip ben
İçmelerde duruyorum içmeye,
Oysa O dolaşacak dolaşacak daha
Haydan gelip huya giden uydularıyla
Bu huysuz bu yıldız bu poyraz körfezi,
Sulara salınmış bin bir iğneli paraketesi
Sikerine bir dolunay denizamlarından doğma
Balıklıova’ya bir dolu ki yağmakta aşkla
Valiler, veliler, leylalar, leylaklar
Ve vaveylalarla,
Halikarnas’tan bir balıkçı tut ki sıkıysa
Ele avuca ve ölümlere sığmaz…