21 Haziran 2017

İlhan Selçuk'un Anısına

Birinci Ergenekon İddianamesi
İlhan Selçuk, Türk siyaset tarihinde önemli bir yer eden ünlü akrostişini Ziverbey Köşkü’nde yazmıştı. 12 Mart döneminde gözaltına alınan Selçuk, zamanın işkenceleriyle ünlü karargahı olan Ziverbey Köşkü’ne götürülmüştü. Yatağına zincirliydi ve hemen yanındaki komidinin üzerine ifadesini yazması için bir kağıt ile kalem bırakılmıştı.

Selçuk, ifadesini yazarken dışarıya da bir mesaj vermek için her cümlenin sondan ikinci sözcüğünün baş harflerini kullanarak akrostiş yaptı. Bu sözcüklerin baş harfleri yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda “İşkence altındayım. Zincire vuruluyum. Ölüm tehdidi var. Bu yazı zorla yazdır. İşkence, zulüm var. Ölüm var. Baskı altındayım” mesajları çıkıyordu.

İşte Selçuk'un şifreli ifadesi

Selçuk'un akrostiş yöntemiyle dışarıya mesaj gönderdiği ve Ziverbey Köşkü'nde yaşananları açığa çıkardığı ifadesinin tam metni şöyleydi:

"12 Mart'a doğru Türkiye iflasa gidiyordu. Demirel iktidarı giderek yoğunlaşan şaibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta üniversite binalarının çatıları altında katlediliyorlardı. Devletin güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri endişe içindeydiler. Gidiş normal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurları ve sorumluların, siyasi iktidar adeta ceza tertipliyordu. Siyasi iktidar aydın yazarları ezmek amacındaydı. Toplum yaşamında anayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi lüzumlu görülüyordu. Politikacı topluluğu şuursuzdu.
Memleketseverler ıstırap çekiyorlardı.
Bu durumda ne yapmalıydı? Önce bir fikir dağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu, Atatürkçülük'te görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutlarıyla yorumlamak gerekiyordu. İşte Devrim dergisi bu ihtiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak gerçekten mesele idi".


'Bağırmamak için kendimi tutuyordum'

İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü adlı kitabında, o yıllarda yaşadığı işkenceyi şöyle anlatıyordu: “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım (...) ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (...) Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun..."

'İlhan Selçuk uyanıklığı'

Birinci Ergenekon iddianamesinde, Selçuk'un "Ziverbey Köşkü" kitabından alıntı yapılarak, yazılı savunmasının içine yerleştirdiği "akrostişlerle" işkence altında olduğunu kanıtlamasının, kendisinin ne kadar zeki ve uyanık olduğunu gösterdiğinin belirtildiği ifade edilmişti. İddianamedeki bu ifade eleştirilere neden olmuştu.


Ahmet Muhip Dıranas - Gölgeler ve Çıkmaz


 Ahmet Muhip Dıranas’ın Oyun Yazarlığı

Adam ayakları yerden kesilmiş ama ölmemiş de düşünceye dalmış gibiydi. Acındırmaktan uzak bir hal. Derken, bir damda bir karga gözüme ilişti: Gün ağarırken eğer uyanıksanız ve de etrafı seyrediyorsanız, daha çok, yukarıları, örneğin yapıların üst katlarını, saçakları bacaları görürsünüz Uzatmayayım, karga asılmış adama bakıyordu sanki. Sabah rüzgarıyla adam da sallanıyordu, karga da. O anda aklımdan geçen bakın: Şu karga, bu adamın ruhudur, dedim.

Komşu –Benim gençliğim mi? Yoksun ve mutsuz bir gönül; o kadar. Hep karşılıksız sevgiler İpleri kopmuş uçurtmalar gibi Havada Yine mutsuzum ama artık önemsiz. Mahallemizin en güzel kızı değildi  Ama sevmiştim. Bana: ‘Size mi kaldım ben? Dedi, aynaya bakmıyor musunuz hiç?

Baba – Deniz görünüyordu bir kemerin altından. Güneşli bir yaz günüydü; Tanrının insanlara cabadan verdiği günlerden biri Bir bahçede idik Çiçekler içinde. 

Şu portreye benzemesini istiyordunuz, belki

Sahne kararmaya başlar.
Bir tatlı loşluk olur. Ve ikinci bölümün camekanından bir akşam kızıllığı vurur. Baba ile Komşu karşılıklı oturmaktadırlar.
Yalnız yüzleri aydınlıktadır. Ansımalar içinde bir düşte yaşar gibidirler. Kopuk kopuk, ağır, mırıldanır gibi konuşurlar. Bir diyalog vardır aralarında, fakat uzak dünyalardan gelen uzak seslerle sürer bu diyalog

Yine susar ve artık bütün bu sahne süresince bir daha konuşmaz. Aralıklarla o eli okşar. Kısa susuştan sonra iyice kararmış salonda birden bire Delikanlı belirir. Kız Delikanlı’nın hayalini görmemektedir. Babasının dalgın ve düşünceli hâliyle ilgilidir. Şimdi yalnız yüzler aydınlıktadır

Salon bir an boş kalır. Sonra, ana girişin camlarında Baba’nın silueti belirir. Baba ağır ağır yürüyerek içeri girer. Ortalık iyiden iyiye kararmaktadır. Baba, giderek karanlığa gömülüyor gibidir. Bir koltuğa oturduğu ayırt edilebilir. Bu sırada, portrenin bulunduğu köşeden, karanlıklar
içinden, alevden bir sütun halinde nar çiçeği rengi giysili kadın belirir; aynı anda, ışığı ondan alıyormuşçasına ‘BABA’nın yüzü aydınlanır
   Sen benim aşkımın aynasında ölümsüz güzelliksin / Aşkın bir taç gibi ruhumu süslüyor
   Olmadı, olmadı / Ve bitti / Beynime asılı bir gölgeydi / Uçtu, kurtuldum / Güneşler açtı.
  Parayı, para için erdemlerine, onurlarına varıncaya kadar her şeylerini verebilenlere bırakalım.

 Hava karardıkça mangal ateşleri nasıl daha parlak görünürse, ömrün akşamına doğru anılar da öyle parlak görünüyor.

 Hayriye – (Duvardaki resimlere bakarak) Güzel resimler. Şu da çok güzel. (Bir tanesine çok dikkatli bakar) Bu ne? Ne biçim resim bu böyle? Kadın resmi mi bu?
Sabri – Sözde Şeytanın ta kendisi, (Gülerek) kadın kılığına girmiş bir günah.

 İşin içyüzü bambaşka Şuralarda bir yerde vaktiyle büyük bir ev vardı Bir gün yandı. Be o evde doğmuşum. Arada bir gelirim böyle Geçmiş günleri gözetlerim zaman çatlağından< anamı, babamı Çoktan toprak oldular ya Yaşar gibidirler, öyle, kibar kibar

Leyla – Ruhunu ne yapacaksın?

Emin – Ruhunu eğiteceğiz. Yani bir güzel binanın içini istediğin gibi dayayıp döşemek elinde.
Leyla – Sen enikonu saçmalıyorsun.
Emin – Hayır; dosdoğru konuşuyorum. Ruh bilim var mı? Var; ruh sağlığı var mı? Var; ruh iyileştiriliyor mu? Evet.
Ne diyor Yunus: Hamdım, piştim Diyor; kutsal kitaplarda özün: ruhu yüceltme O halde ruh eğitilebilir. Kadı ki iyi bir bedende, siz bozmazsanız, iyi bir ruh bulunur

Böylece Dıranas, her insanının iyilikle donatılarak dünyaya geldiğini, ruh’un sonradan çirkinleştirildiğini ileri sürmektedir.