Birinci Ergenekon İddianamesi
İlhan Selçuk, Türk siyaset tarihinde önemli bir yer eden ünlü akrostişini Ziverbey Köşkü’nde yazmıştı. 12 Mart döneminde gözaltına alınan Selçuk, zamanın işkenceleriyle ünlü karargahı olan Ziverbey Köşkü’ne götürülmüştü. Yatağına zincirliydi ve hemen yanındaki komidinin üzerine ifadesini yazması için bir kağıt ile kalem bırakılmıştı.
Selçuk, ifadesini yazarken dışarıya da bir mesaj vermek için her cümlenin sondan ikinci sözcüğünün baş harflerini kullanarak akrostiş yaptı. Bu sözcüklerin baş harfleri yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda “İşkence altındayım. Zincire vuruluyum. Ölüm tehdidi var. Bu yazı zorla yazdır. İşkence, zulüm var. Ölüm var. Baskı altındayım” mesajları çıkıyordu.
İşte Selçuk'un şifreli ifadesi
Selçuk'un akrostiş yöntemiyle dışarıya mesaj gönderdiği ve Ziverbey Köşkü'nde yaşananları açığa çıkardığı ifadesinin tam metni şöyleydi:
"12 Mart'a doğru Türkiye iflasa gidiyordu. Demirel iktidarı giderek yoğunlaşan şaibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta üniversite binalarının çatıları altında katlediliyorlardı. Devletin güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri endişe içindeydiler. Gidiş normal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurları ve sorumluların, siyasi iktidar adeta ceza tertipliyordu. Siyasi iktidar aydın yazarları ezmek amacındaydı. Toplum yaşamında anayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi lüzumlu görülüyordu. Politikacı topluluğu şuursuzdu.
Memleketseverler ıstırap çekiyorlardı.
Bu durumda ne yapmalıydı? Önce bir fikir dağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu, Atatürkçülük'te görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutlarıyla yorumlamak gerekiyordu. İşte Devrim dergisi bu ihtiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak gerçekten mesele idi".
'Bağırmamak için kendimi tutuyordum'
İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü adlı kitabında, o yıllarda yaşadığı işkenceyi şöyle anlatıyordu: “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım (...) ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (...) Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun..."
'İlhan Selçuk uyanıklığı'
Birinci Ergenekon iddianamesinde, Selçuk'un "Ziverbey Köşkü" kitabından alıntı yapılarak, yazılı savunmasının içine yerleştirdiği "akrostişlerle" işkence altında olduğunu kanıtlamasının, kendisinin ne kadar zeki ve uyanık olduğunu gösterdiğinin belirtildiği ifade edilmişti. İddianamedeki bu ifade eleştirilere neden olmuştu.
Selçuk, ifadesini yazarken dışarıya da bir mesaj vermek için her cümlenin sondan ikinci sözcüğünün baş harflerini kullanarak akrostiş yaptı. Bu sözcüklerin baş harfleri yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda “İşkence altındayım. Zincire vuruluyum. Ölüm tehdidi var. Bu yazı zorla yazdır. İşkence, zulüm var. Ölüm var. Baskı altındayım” mesajları çıkıyordu.
İşte Selçuk'un şifreli ifadesi
Selçuk'un akrostiş yöntemiyle dışarıya mesaj gönderdiği ve Ziverbey Köşkü'nde yaşananları açığa çıkardığı ifadesinin tam metni şöyleydi:
"12 Mart'a doğru Türkiye iflasa gidiyordu. Demirel iktidarı giderek yoğunlaşan şaibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta üniversite binalarının çatıları altında katlediliyorlardı. Devletin güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri endişe içindeydiler. Gidiş normal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurları ve sorumluların, siyasi iktidar adeta ceza tertipliyordu. Siyasi iktidar aydın yazarları ezmek amacındaydı. Toplum yaşamında anayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi lüzumlu görülüyordu. Politikacı topluluğu şuursuzdu.
Memleketseverler ıstırap çekiyorlardı.
Bu durumda ne yapmalıydı? Önce bir fikir dağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu, Atatürkçülük'te görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutlarıyla yorumlamak gerekiyordu. İşte Devrim dergisi bu ihtiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak gerçekten mesele idi".
'Bağırmamak için kendimi tutuyordum'
İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü adlı kitabında, o yıllarda yaşadığı işkenceyi şöyle anlatıyordu: “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım (...) ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (...) Taa kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım; çünkü ne kadar çabalarsan çabala sesine gem vuramıyorsun. Önce hırıltı başlıyor, ardından feryada dönüşüyor, hayvanlaşıyorsun. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun..."
'İlhan Selçuk uyanıklığı'
Birinci Ergenekon iddianamesinde, Selçuk'un "Ziverbey Köşkü" kitabından alıntı yapılarak, yazılı savunmasının içine yerleştirdiği "akrostişlerle" işkence altında olduğunu kanıtlamasının, kendisinin ne kadar zeki ve uyanık olduğunu gösterdiğinin belirtildiği ifade edilmişti. İddianamedeki bu ifade eleştirilere neden olmuştu.