14 Şubat 2020

Chanson "Şarkı" - Jacques Prévert



bugün günlerden ne
bugün günlerden her gün
sevgilim
bugün bütün bir hayat
güzelim
sevişiyor ve yaşıyoruz
yaşıyor ve sevişiyoruz

ama hayatın ne olduğunu bilmiyoruz
ve günün ne olduğunu bilmiyoruz
ve aşkın ne olduğunu bilmiyoruz..

Türkçesi : Orhan Suda

💕

Quel jour sommes-nous
Nous sommes tous les jours
Mon amie
Nous sommes toute la vie
Mon amour
Nous nous aimons et nous vivons
Nous vivons et nous nous aimons
Et nous ne savons pas ce que c'est que la vie
Et nous ne savons pas ce que c'est que le jour
Et nous ne savons pas ce que c'est que l'amour. 

 

Mary Wollstonecraft " Toplumda aşkın dışındaki bütün ilişkilerde cinsiyet ayrımının ortadan kalktığını görmek istiyorum."

Benim hayalimdeki aşk, iki insanın birbirini sahiplenme duygusundan çok daha öte bir şey. Friedrich Nietzsche

Bir erkek ilgi duyduğu zaman sevimli, cesur, dikkatli ve cana yakın olabilir. Ama gerçekten aşık olduğunda bir koyun gibi görünmekten alamaz kendini. Agatha Christie

Her şeye karşın herkes sevdiğini öldürür. Kimi bunu sert bakışıyla yapar, kimi de yüze gülen bir sözcükle, korkak kişi bunu bir öpücükle, cesur adam bir kılıçla. Oscar Wilde

Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup, bunu aşk sanıyorsunuz. William Shakespeare 

Hiçbir şey yaratıcılığı aşk kadar teşvik etmez, tabi aşkın gerçek olması koşuluyla. Erich Fromm

Kadınlar kulaklarıyla severler, erkekler gözleriyle. Oscar Wilde

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir. Mevlana

İlk aşkımız biraz sersemlikle, bir hayli meraktan ibarettir. Bernard Shaw

Aşk, dört nala giden at gibidir, ne dizginden anlar, ne söz dinler. Konfüçyüs

Kadınlar bizi kusurlarımız için severler. 
Eğer yeterince varsa her şeyi affedebilirler, zekamızı bile. Oscar Wilde

Bir gerçekliğin belirsiz, kavranamaz ve istikrarsız olması onun var olmadığı anlamına gelmez. Aşk da buna dahildir. Amin Maalouf

Eğer aşk için kelime gerekseydi, Dilsizler nasıl sevecekti. E. E. Cummings

Ozanlar aşktan öyle söz ettiler ki, artık kimse aşka inanmıyor. Oscar Wilde

Uzaklık aşkı koruyor, uzaklığı ortadan kaldırdığınızda aşkı da ortadan kaldırma tehlikesiyle karşılaşırsınız. Amin Maalouf

Aşk sadece türün hayatta kalması, soyunu devam ettirmesi ihtiyacıdır. Arthur Schopenhauer

Hiçbir kadın bir adamla parası için evlenmez. Kadınlar bir milyonerle evlenmeden önce ona aşık olacak kadar akıllıdır. Cesare Pavese

İnsan kendini bir kadına duyduğu aşk yüzünden öldürmez.Aşk bizi tüm çıplaklığımız, sefilliğimiz, düşkunlüğümüz ve hiçliğimizle açığa vurduğu için öldürür. Cesare Pavese

Aşktan korkmak, yaşamdan korkmak demektir ve yaşamdan korkanlar şimdiden üç kez ölmüşlerdir. Bertrand Russell

Ağlamak anlamsız. İnsan doğar ve yalnız ölür. Cesare Pavese

Aşk, gerçekliğin ilk ışığında yok olacak bir sistir. Charles Bukowski

Gerçek adam her kadını fethedebilen değil, aynı kadını defalarca fethedebilendir. Rudyard Kipling


Allen Ginsberg - Şarkı


Dünyanın ağırlığı
Aşktır
Yalnızlığın yükü altında

memnuniyetsizliğin
yükü altında

Ağırlık
Taşıdığımız ağırlık
Aşktır

Kim yadsıyabilir?
Düşlerimizde
O bedene dokunur
Düşüncemizde
yapılanır.

bir mucize
düş içinde
kaçışlardan
doğana kadar
insanlığın içine
kalbin dışından bakar
yaşamın yükü için
saflık içinde yanarak.
Aşktır, o
ama taşırız bu ağırlığı
yorulsak bile
dinlenmeliyiz
onun kollarında
en sonunda
dinlenmeliyiz kollarında
aşkın

Aşksız
Rahat yok
Düşsüz
Uyku yok
Aşkla
deli divane ol yada huzurlan
meleklerle senli benli gibi
yada makinalarla
son isteğin
acı olamaz
aşktır o
yadsınamaz
sürdürülemez
eğer yadsınırsa

Yük çok ağırdır

verilmelidir
karşılıksız
düşünce gibi
verilir
herşeyin içindeki mükemmelliğin
aşırılığında

sıcak bedenler
birlikte parlar
karanlığın içinde
bir el hareket eder
etin merkezine doğru
bedenler titrer
mutluluk içinde
ve ruhun çıka gelir
neşeli gözlerinden bir bakışla

Evet,evet
Budur
İstediğim
Hep istediğim
Her zaman istediğim
Geriye dönmek
Doğduğum yere
Vücuduma.

Çeviri: Erkut Tokman

Nilgün Marmara

Daktiloya Çekilmiş Şiirler
 
Olmak kış konuklarından bu yeryüzünün ve beklemek...
 
Güzün utancımızı örttüğü yapraklarımızı düşürdük karşı­lıklı,
Kış çırılçıplak geçti, örtünülmesi gerek bir 
dahaki güze dek 
Geri dönmüyor yapraklar yerine, kapanmıyor yaralar, 
açık herşey
Bu üzüntü bedeninde, yeniden varolduğunu mu 
sanmalıyız yaprakların? 
 
Bir ansıma penceresi asla diye yanıtlar; arzusu kış çıplaklığıdır, uzlaşmacı örtünme değil, yalın bir şimdilenmesidir üşümenin. Utanç sıcaklığı değil hiç bir zaman.
 
Öğretmen,
Hiçbir şeyi öğretiyordu,
Geri alıyordu çift katlı korkudan
Bilme sevincini.
Naylon bir peruka saç yerine -kafası kazılıydı-
Naylon bir hayat ve plastik korku.
İnce kolları ince bacaklarıyla düğümlenmiş,
Tebeşire tahtaya ve harflere.
Öğretmemek için geliyordu sınıfa,
Kapatmaya ve öğrenme arzusunu
yargılamaya; bir kitap tıkayıp
boğazlara, susturmaya zaman hakkını.
Korkuyordu, çoğunluk sandığı
bu azınlıktan.
 
Kendinden başka her neni geri iten ve titreten öz; oluş doğrusu, çemberin içkinliği… Saydam yankılamşlarla sunar düşürtücü sevincin ateşini. Ak bedeni kuştüyünün yeniden ve yine her konmayışı toprağa, uçucu teması onun suyla, geri dönüşü bir gökkuşağına. Karanlık ruhu özlemin, ışıltı yükledikçe o densiz din bölgesine, ay dansı acının yayılır geçmişten sonsuza doğru… İncecik uluyarak ince çağrısı yaralı köpeğin, kıpırtısız göl ve çevresi ve dönen MANDALA gözle gök arasında. Sular sular sular. Kızıl, mor, kahverengi, yeşil, mavi, kalın ağır sular… Biriktirilen artmayan akış… Nurdan çehresi yağmurun, kasnağın tepinişi kendi bağnaz çevriminde, çekilişi bir o yandan bu öbür yana yalnızlık ısrarıyla. Una., una., e una çığlığıyla o olanın o olmayanı yadsımasından dağılan yaş bağışıyla… sürdürülen canevi yıkımı, sis, buhur ve ıslaklık yemini. Bu bir içim su tığıyla, işlediği dantellerle sonlunun çukurunu sonsuzla dolduran kayra yükü. Coşku külü, ben yangınından sonra doymuş inancın kanıtı.
 
 

Dünya Öykü Günü’nüz kutlu olsun!


14 Şubat  Kasım 2003 ‘te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde Onaylanan Dünya Öykü Günü Kutlu Olsun!


"2070'ten mektup var!..

2070 yılındayız. 50. yaşımı yeni kutladım ama ben 85 yaşında bir adam gibi görünüyorum. Yeterli su içemediğim için böbrek hastasıyım. Yaşayacak fazla vaktim kaldığını sanmıyorum. Toplumumuzdaki yaşlı insanlar arasındayım.

5 yaşında küçük bir çocuk olduğum günleri gayet iyi hatırlıyorum. Parklarda yüzlerce ağacın olduğu, evleri kocaman bahçelerin kuşattığı günlerdi o günler. Dilediğimizce duş yapabiliyorduk. Oysa bugün sadece derimizi özel yağlı havlularla silerek temizlenmeye çalışıyoruz.

Önceleri kadınlarımızın harika uzun saçları vardı. Oysa şimdi su kullanmadan temiz tutabilmek için kadını erkeği saçlarımızı kazıtmak zorundayız. Eskiden babam evimizin bahçesinde hortumla arabamızı yıkardı. Şimdi çocuklarım suyun bu türlü pervasızca kullanılabileceğini kabul bile edemiyorlar.

Küçükken her tarafta "SUYU KORUYUN, İDARELİ KULLANIN" yazan afişler vardı. Televizyon ve radyolar sık sık bu konuyu gündeme getirir, insanları uyarırdı. Ama hiç kimse aldırış etmedi. Hepimiz suyun sonsuza kadar yeteceğini sandık. Oysa şu anda tüm nehirler, göller, yeraltı suları, barajlar kurumuş durumda.

Endüstri durma noktasında, işsizlik korkunç boyutlarda. Çalışanlar maaşlarının bir kısmını içme suyu olarak alıyorlar. Bir kavanoz su için suç işleyenlerin sayısı her gün artıyor. Yiyeceklerin %80'i sentetik.

Eskiden insanlara günde 8 bardak su içmeleri önerilirdi. Bugün ise yarım bardaktan fazla içme şansım yok. Tek kullanımlık giyeceklerimiz var. Bu da atık madde miktarını büyük ölçüde artırıyor. Tuvalet için özel tanklar kullanıyoruz çünkü su kaybından dolayı kanalizasyon sistemi çalıştırılmıyor.

İnsanların dış görünüşleri içler acısı. Susuzluktan kurumuş, kırışmış vücutlar, ozon tabakasının yok denecek seviyeye gelmesinde sonra oluşan yüksek radyosyon nedeniyle büyük lekeler. Deri kanseri, bağırsak enfeksiyonları, böbrek hastalıkları ölümlerin başlıca nedenleri.

Derideki kuruluk nedeniyle 20 yaşında 40 yaşında görünen insanlar dolaşıyor etrafta. Bilim adamları üzerinde çalışıyor ama henüz bir çare bulmayı başaramadılar.

Su üretilemiyor. Ağaçların yok olmasıyla birlikte oksijen ve bitkisel gıdalarda yok olmakta. Bu da insan zekasının giderek durgunlaşmasına neden oluyor.

Erkeklerin sperm morfolojisi şekil değiştirmiş durumda. Bebekler genellikle zeka gerilikleri, şekil bozuklukları ile beraber doğuyorlar.

Yetişkin her insan günlük 137 m3 hava için para ödemek zorunda. Bu parayı ödeyemeyenler, güneş enerjisi ile çalışan mekanik ciğerlerde üretilen hava üflenen bölgelere alınmıyorlar. Hava kalitesi iyi değil ama en azından insanlar nefes alabiliyorlar. Ortalama yaşam süresi 35 yıl civarında.

Bazı ülkelerde nehir kenarlarında yeşil alanlar halen mevcut. Bunlar da ordu korumasında. Su altın ve gümüşten daha değerli bir servet artık.

Yaşadığım yerde hiç ağaç yok. Çünkü yağmur yağmıyor. Ara sıra serpiştiren de sadece asit. Mevsimler yok oldu denilebilir.

Çevreye sahip çıkmamız konusunda çok uyarıldık ama hiçbirimiz aldırış etmedik.

Bazen oğlum çocukluğumu anlatmamı istiyor. Ona yeşil tarlaları, yağmuru, o güzelim çiçekleri, içemeyeceğimiz kadar çok suyu ve sağlıklı insanları anlatıyorum. Oğlum dinliyor, dinliyor ve soruyor: "Baba, peki bu suya ne oldu?" İşte o zaman sanki boğazım sıkılıyor. Çünkü suçlu olan neslin üyesiyim. Çevreyi hiçe sayan, uyarılara kulan asmayan bir neslin ferdiyim. Ve şimdi bu büyük suçun faturasını bizim çocuklarımız ödüyor.

Yakın bir gelecekte, geri dönülmez bir noktaya gelen bu çöküş Dünyayı üzerinde yaşanılamaz hale getirecek. Ah keşke elimde bir güç olsa ve geçmişe dönüp insanlara "Dünyayı kurtarmak için hala bir şansınız var!" diyebilsem  LÜTFEN SİZİN ORALARDA SU VARSA ŞİMDİDEN ÖNLEMİNİZİ ALIN.


İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına - Furuğ Ferruhzad

ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde,
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
     başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü

zaman geçti
zaman geçti ve saat dört kez çaldı
dört kez çaldı
bugün aralık ayının yirmi biridir
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum
kurtarıcı mezarda uyumuştur
ve toprak, ağırlayan toprak,
dinginliğe bir belirtidir.

zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

sokakta rüzgâr esiyor
sokakta rüzgâr esiyor
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
cılız, kansız saplarıyla goncaları,
ve bu veremli yorgun zamanı
ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
yukarı süzülmüştür
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorlar
-selam
-selam
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

soğuk bir mevsimin eşiğinde
aynaların ağıtı topluluğunda
ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

gitmekte olan o kimseye böyle
dayançlı
ağır
başıboş
nasıl dur emri verilebilir.
o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
    zaman diri olmadığı.

sokakta rüzgâr esiyor
inzivanın tekil kargaları
sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
ve merdivenin boyu
ne kadar kısa

onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına götürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek?

sevgili, ey biricik sevgili
ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu
      bekleyen.
uçuş düşlediğin bir yolda bir gün
o kuş belirdi
sanki yeşil hayal çizgilerindendi
esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar
sanki
pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
lambanın masum düşüncesinden başka bir şey
değildi.

sokakta rüzgâr esiyor
bu yıkımın başlangıcıdır
senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
sevgili yıldızlar
kartondan yapılı sevgili yıldızlar
gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl
     sığınılabilir?
biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize
    varırız ve o zaman
güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.

ben üşüyorum
ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç
yıllıkmış?"
bak burada
zaman nasıl da ağır
ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?

ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
ben üşüyorum ve biliyorum
yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
birkaç damla kandan başka
hiçbir şey arda kalmayacak.
çizgileri bırakacağım
sayı saymasını da bırakacağım
ve sınırlı geometrik biçimler arasından
enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
ben çıplağım, çıplağım, çıplak
sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve aşktandır tüm yaralarım benim
aşktan, aşktan, aşktan.
ben bu başıboş adayı
okyanusun devriminden geçirmişim
ve dağ patlamasından.
ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
en değersiz zerresinden güneş doğdu.

selam ey masum gece!

selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren!
ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık
    dünyasından geliyorum
ve bu dünya yılan yuvasına benziyor
ve bu dünya
öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki
seni öpüyorken
kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.

selam ey masum gece!

pencereyle görmek arasında
her zaman bir aralık var.

niçin bakmadım?
bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki
      gibi...

niçin bakmadım?
annem o gece ağlamıştı sanırım
benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece
benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
İsfahan'ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece
ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün
     içine dönmüştü
ve ben onu aynada görüyordum
ayna gibi duru ve aydınlıktı
ve ansızın çağırdı beni
ve ben akasya başaklarının gelini oldum.
annem o gece ağlamıştı sanırım.

bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık
      uğradı
niçin bakmadım?
tüm mutluluk anları biliyorlardı
senin ellerinin yıkılacağını
ve ben bakmadım
ta ki saatin penceresi
açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü
dört kez öttü
ve ben o küçük kadınla karşılaştım
gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
baldırlarının kımıltısında giderken sanki
benim görkemli düşümün kızlığını
kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.

acaba saçlarımı yeniden
rüzgârda tarayacak mıyım?
acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
ve sardunyaları
pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?
dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?
kapı zili acaba beni
yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?

"bitti artık" dedim anneme
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

boş insan
güvenle dolu, boş insan
bak dişleri nasıl
çiğnerken marş söylüyor
ve gözleri nasıl
yırtıyor dikizlerken
ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
dayançlı,
ağır,
başı boş.

saat dörtte,
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
yukarı süzülmüş oldukları an
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorken
-selam
-selam
sen asla o dört su lalesini
kokladın mı hiç?...

zaman geçti
zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
gece pencere camlarının ardında kayıyor
ve soğuk diliyle
geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.

ben nereden geliyorum?
ben nereden geliyorum?
böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?
mezarımın toprağı tazedir hâlâ
o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum...

ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
ne de sevecendin yalan söylerken
ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken
ve avizeleri
tel saplarından koparırken
 ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına götürürken
ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın
   buğu uyku çimenliğine oturdu
ve o karton yıldızlar
sonsuzun çevresinde dönerlerdi.
sözü neden sesli söylediler?
bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
neden okşayışı
kızoğlankız saçların arına götürdüler?
bak burada nasıl
sözle konuşanın
bakışla okşayanın
ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı
sanı direklerinde
çarmıha gerilmiştir.
ve gerçeğin beş harfi olan
senin beş parmağının dalı
onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!

suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
ben susuyorum fakat serçelerin dili
doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar.
serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem.
serçelerin dili fabrikada ölüyor.

bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
birlik anına doğru yürüyen
ve her zamanki saatini
matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla
      kuran
bu kimdir bu, horozların ötüşünü
gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.

demek sonunda güneş
aynı zamanda
umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
sen mavi çini tınlamasından boşaldın.

ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz
      kılıyorlar...

mutlu cenazeler
üzgün cenazeler
suskun düşünür cenazeler
güleryüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
belirli saatlerin duraklarında
ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
ve boşunalığın çürük meyvalarını satın alma
     şehvetinde...
ah,
kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
ve bu, dur düdüklerinin sesi
zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi
gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
ıslak ağaçların yanından geçen adam...

ben nereden geliyorum.

"bitti artık" dedim anneme,
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

selam sana ey yalnızlığın garipliği,
odayı sana bırakıyorum
kara bulutlar her zaman çünkü
arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
ve bir mumun tanıklığında
apaydın bir giz var onu
o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor

inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere.
bak nasıl da kar yağıyor.

belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili

inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.


Dünya Radyo Günü Kutlu Olsun!

UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı) tarafından Kasım 2011’de Dünya Radyo Günü olarak ilan edilen 13 Şubat Dünya Radyo Günü Kutlu Olsun!

Türkiye’de resmi olarak 1927’de yayın hayatına başlayan ve eğitim, haberleşme, eğlence, reklam gibi içerikleriyle topluma geniş bir yelpazede yayın hizmeti sunan radyo, ‘bireyden bireye iletişim aracı’ olarak, teknolojinin gelişmesiyle daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor.


Frank Herbert


Frankherbert ile ilgili görsel sonucu
“Bilinçdışımızın derinlikleri, anlam ifade eden mantıklı bir evren  ihtiyacıyla kaplıdır. Ama gerçek evren daima mantığın bir adım ötesindedir.”

“Mutlak güç mutlaka yozlaştırmaz, yozlaşmaya yatkın kişileri kendine çeker.”

“Din ve siyaset aynı arabada yolculuk ederken, arabadakiler hiç bir şeyin karşılarında duramayacağına inanır. Aceleci davranırlar, hızlandıkça hızlanırlar. Engeller akıllarından çıkar ve körlemesine bir uçuruma yuvarlanabileceklerini unuturlar.”

“Hükümetler, ömürleri uzadıkça elitleşme eğilimindedir. Tarihte bu şablonun dışına çıkabilmiş bir hükümet olmamıştır. Aristokrasi geliştikçe, hükümet de yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlar; bu sınıf kalıtsal kraliyet, finansal imparatorlukların oligarkları ya da yerleşik bürokrasi olabilir.”

“Deli değiller. İnanmak üzere eğitilmişler, bilmek üzere değil. İnanç manipüle edilebilir. Tehlikeli olan bilgidir.”

“Doğa hata yapmaz. Doğru ve yanlış, bizim uydurduğumuz şeylerdir.”

“Bir süreci durdurarak anlayamazsınız. Anlayış, sürecin akışıyla beraber hareket etmeli, ona katılıp onunla birlikte akmalıdır.”

“Bilginin başlangıcı, anlamadığımız bir şeyin keşfidir.”

“Çoğu medeniyet korku üzerine kuruludur. Korkaklığı öğreterek medenileştirmek o kadar kolaydır ki…Cesareti getirecek standartları seyreltirsiniz. İradeyi kısıtlarsınız. İştahları düzenlersiniz. Ufuklara çitler çekersiniz. Her hareket için bir yasa yaparsınız. Kaosun varlığını reddedersiniz. Çocuklara bile yavaş nefes almayı öğretirsiniz. Evcilleştirirsiniz.”

“Geçmişte yaşamak imkansız, şimdide yaşamak zor, gelecekte yaşamak ise israftır.”

“Son derece iyi organize edilmiş araştırmalar, yeni bir şey üretmemenin garantisidir.”

“Bana tamamen düzgün yürüyen bir operasyon gösterin, size hataları örten birini göstereyim. Unutmayın ki gerçek gemiler sallanır.”

“Gerçek, daima kendisini ifade etmek için kullanılan kelimelerin muğlaklığını taşır.”

“Asla haklı olduğunu bilen biriyle mantıklı bir tartışmaya girmeye çalışma!”

“İyi yönetim yasalara değil, yönetenlerin kişisel niteliklerine dayanır. Yönetimin dişlileri daima makineyi çalıştıranların iradesine tabidir. Dolayısıyla yönetimin en önemli ögesi, lider seçme yöntemidir.”

“Hukuk dilinin karman çorman cümleleri, içimizdeki şiddet duygusunu kendimizden gizleme ihtiyacımızdan doğmuştur. Bir insanın hayatından bir saat almak ile o insanın hayatını almak arasında yalnızca derece farkı vardır. Bir saatle bile ona şiddet uygulamış, enerjisinden tüketmiş olursunuz.”

“Anayasalar nihai tiranlığa dönüşür,” dedi Paul. “O kadar büyük ölçekte organize bir kudrettir ki, başa çıkılamaz. Anayasa harekete geçirilmiş toplumsal güçtür ve vicdanı yoktur. En yüksekteki kadar en alttakini de ezebilir, haysiyeti ve bireyselliği ortadan kaldırabilir. Kararsız bir denge noktası vardır ve önünde hiç bir kısıtlama yoktur.“

“Muhtemelen bir insanın yaşayacağı en korkunç aydınlanma anı, babasının bir insan olduğunu keşfettiği andır.”

“Tek çıkışı olan mağaraya sığınanlar ölmeyi hak eder.”

“Çoğu insan hayatta hiç bir meydan okumayla karşılaşmaz, ta ki son ana kadar.”

“Din denen şeylerin büyük kısmı, yaşama karşı bilinçsiz bir düşmanlık tavrı taşıyagelmiştir. Gerçek din, hayatın Tanrı’nın gözüne hoş gelen zevklerle dolu olduğunu, eyleme dönüşmeyen bilginin boş olduğunu öğretmelidir. Tüm insanlar, dini kurallar ve hareketler üzerinden öğretmenin bir kandırmaca olduğunu görmelidir. Gerçek öğretim kolayca fark edilir. Asla kaçıramazsınız çünkü içinizde, size bunun aslında daima bildiğiniz bir şey olduğunu söyleyen bir his uyandırır.”

“İnsanın kendisine tahammül etmesi, evrendeki en zor görev olabilir.”

“Temkin, vasatlığın yoludur. Çoğu insanın hayatta başarabileceklerini düşündükleri tek şey, süzülen, tutkusuz vasatlıktır.”

“İsyanlar ve komedi sadece içinde bulundukları zamanın semptomlarıdır ve son derece aydınlatıcıdırlar. Psikolojik tonu, derin belirsizlikleri… Ve daha iyi bir şey arzusuna eşlik eden, hiç bir şeyin değişmeyeceği korkusunu yansıtırlar.”

“Güç, hafifçe tutarak kullanılır. Çok sıkı tutmak, güç tarafından ele geçirilmek, dolayısıyla gücün kurbanı olmaktır.”

“Gerçekten bencil olmayan bir asi görülmemiştir, tüm asiler ikiyüzlüdür; bilinçli ikiyüzlüler ya da bilinçsiz ikiyüzlüler, sonuç değişmez.”

“Hapishaneler, sadece mahkemelerin ve polisin işe yaradıkları yanılsamasını yaratmak için gereklidir. Bir tür iş güvencesidir.”

“Hemen anlamak, genellikle reflekssel bir tepkidir ve en tehlikeli anlayış türüdür. Öğrenme yeteneğinizin üzerine bir anda kalın bir perde çeker. Uyarıyorum. Hiç bir şeyi anlamayın. Her anlayış geçicidir.”

“Hırslar, gerçeklerden etkilenmeme eğilimindedir.”

“Şu an yetişkin olmak isteyen bir çocuksun. Yetişkin olduğunda, boş yere eskisi gibi çocuk olmak isteyeceksin.”

“Aptallık neden kendini bu kadar monoton bir kesinlikle tekrar eder?”

“Mantık, güçlü duyguların ilk mağdurudur.”

“Doğru bilgi verenleri uzaklaştırırsanız, etrafınızda sadece duymak istediklerinizi söyleyenler kalır. Kendi düşüncelerinin kokusunda çürümekten daha zehirleyici bir şey düşünemiyorum.”

“Başkaları üzerinde güç sahibi olmak isteyen küçük ruhlar, önce başkalarının kendilerine beslediği inancı yok eder.”

“Geçmiş, yastığınızdan daha uzakta değildir.”

“Kollarımız ve bunları kullanma özgürlüğümüz olduğu sürece, gelin adalet hakkında atıp tutmayalım.”

“Elit bir kitlenin önemli özelliklerinden biri, kendinden daha güçlülere karşı zayıf olmasıdır. Elit güç, doğası gereği bir güç hiyerarşisine doğru çekilir ve daha fazla kişisel fayda vaat eden bir yapıya sımsıkı, itaatkar şekilde yerleştirir. İşte orduların, polisin ve bürokrasilerin Aşil Topuğu buradadır.”

“Sonsuz savaş, tüm devirlerde birbirine benzeyen kendi sosyal koşullarını doğurur. İnsanlar saldırıları uzaklaştırmak için daimi bir uyanıklık durumuna girer. Otokratın mutlak hükmü ortaya çıkar. Tüm yenilikler, tehlikeli sınır bölgeleri haline gelir; yeni gezegenler, sömürülecek yeni ekonomik alanlar, yeni fikirler ya da cihazlar, yeni ziyaretçiler, her şey şüphe altındadır. Feodallik, kimi zaman bir politbüro veya benzeri yapı halinde olsa da daima kök salar. Hükümdarlık babadan oğula değil, güç hatları doğrultusunda geçer. Güçlünün kanı hükmeder.”

“Büyük bir nüfusun, gardiyanlarına saldıracağı önemli koşulları biliyoruz.
1. Bir lider bulduklarında: Bu, güçlülerin karşısındaki en büyük tehdittir; liderlerin kontrolü elden bırakmamaları gerekir.
2. Halk, zincirlerini fark ettiğinde: Halkı kör ve sorgulamaz halde tutun.
3. Halk esaretten kurtuluş ümidi sezdiğinde: Kaçışın mümkün olduğuna bile asla inanmamaları gerekir!”

“Bir ekosistem hakkında ekolojik açıdan cahil olanların anlamadıkları şey, bunun bir sistem olduğudur. Bir sistem! Bir sistem, sadece küçük bir köşesindeki hatalı bir hareket tarafından yok edilebilecek akışkan bir stabiliteye sahiptir. Sistemde, bir noktadan diğerine akan bir düzen vardır. Eğer bu akış engellenirse, düzen yıkılır. Bilgisizler bu yıkımı çok geç olana kadar fark etmeyebilir. Bu yüzden, ekolojinin en büyük işlevi, eylemlerin sonuçlarının anlaşılmasıdır.”

“Parasal sistemin nasıl çalıştığı öğretilmeyen ama tüm bilgisizliği içinde ekonomik maceraların içine çekilen bir nüfusun bilgilendirilmiş rızası olması mümkün müdür?”

“Tüm medeniyetler, ürettiği bireylerin niteliklerine dayanır. Eğer insanları aşırı organize ederseniz, aşırı yasalaştırırsanız, içgüdülerini bastırırsanız, insanlar çalışamaz ve medeniyet çöker.”

“Dini kurumlar ahlaksal bir efendi-köle ilişkisini sürdürür. Tüm o miyop önyargılarıyla beraber gururlu, güç arayan insanları çeken bir arena yaratırlar.”

“Güç sahibi insanlar ne kadar hayranlık duyulası görünürse görünsün, tüm eleştirel becerilerinizi onlara devretmeyin. Kahraman maskesinin altında, insanca hatalar yapan bir insan bulacaksınız. İnsanca hatalar, bir süper kahramanın erişebildiği devasa boyutlarda yapıldığında, devasa sorunlar ortaya çıkar. Kimi zaman da başka bir sorunla karşılaşırsınız. Güç yapılarının, gücün kendisi için güç isteyen insanları çektiği ve bu insanların önemli bir bölümünün de dengesiz ya da deli oldukları kanıtlanabilir.”

“Dengeli zihinlerin yargısını her zaman yasalara tercih ederim. Yasalar ve rehberler şablonlu davranışlar yaratır. Şablonlu davranışların eğilimi ise sorgulanmamak ve yıkıcı bir momentum kazanmaktır.”

“Tüm toplumsal düzenlerin oluşumunda belli bir kötücüllük bulunduğunu hatırlayın. Bu, yapay bir varlığın varoluş mücadelesidir. Despotluk ve kölelik hemen sınırlarında gezinir. Bir çok zarar oluşur ve dolayısıyla yasalara ihtiyaç doğar. Yasa kendi güç yapısını geliştirir, daha fazla yaraya ve yeni adaletsizliklere yol açar. Bu travmalar yüzleşme ile değil, işbirliği ile tedavi edilir. İşbirliği talebi, şifacıyı tanımamızı sağlar.”

“Haddinden fazla şeyi, yalan söylemek için gayet iyi sebepleri olabilecek insanların açıklamalarına dayanarak kabul ediyoruz.”

“Bir kalabalığı bir halktan ayıran şeylerden biri de, bir liderdir. Bireylerin seviyesini korur. Çok az birey olursa, halk kalabalığa dönüşür.”

“Günümüz omuz silkme günü. Hakkındaki tüm hikayeleri bildiğimi biliyor ve umursamıyor. Medeniyetimiz, harici bir saldırı önünde diz çökmeden önce umursamazlıktan ölebilir.”

Dünya dört şeyin üzerinde durur: Bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti.

Kendinizi boş, çaresiz ve yararsız hissediyorsanız kötü…Bu demek oluyor ki, tez elden despot bir yönetimi başınıza efendi olarak getireceksiniz. Kurnaz despot bunu bildiği için köleleri arasında yararsızlık ve çaresizlik hissini pekiştirmeye çalışır.

Kalemim kayboldu. Onu düşürdüğümü biliyorum. Ne iyi ettim de onu değil, kendimi aradım. Kalemimi düşüremeyeceğim nereler varsa oraları gördüm. Düşünerek gördüm. Kalemim ne iyi etti de düştü. Duymadıklarımı duydum. Düşünmek artık benim için zor da değil.

Hazırlayan: Mengü Gülmen
www.bilimkurgukulubu.com