27 Mart 2021

2021 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi

https://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2021/03/27/iecrop/exemtqbwuam2fv-_16_9_1616846006-880x495.jpg

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar

Tiyatro ve sinema oyuncuları

27 Mart Dünya Tiyatro Günü sanat emekçilerine, sanatseverlere kutlu olsun. Dionysos şenlikleriyle başlayıp gelişen tiyatro, asırlardır varlığını sürdürüyor. Merkezinde insan olan bu sanat, insan var olduğu sürece yaşayacak.

Edebiyatın en içten bölümlerinden biri olan Tiyatro Edebiyatı'nda, oyun yazarlarına çok gereksinim var. Onlarsız olmaz. Tıpkı seyirci olmadan tiyatro olmayacağı gibi…

Oyuncu – Seyirci – Oyun Yazarı.

Biz bize benzeyen insanlarla üç yüz elli bin yıldır yeryüzündeyiz. Ancak insanı insan yapan, Bilimdir, Sanattır, Tiyatrodur.

Ana malzemesi insan olan bu meslekte, iyi insandan iyi yazar, iyi yönetmen, iyi oyuncu çıkartmak daha kolaydır.

Biz değerler sıralamasında, genelde sanatı en üst sıraya koyarız. Özelde tiyatroyu, sanata en yakın düzeyde düşünüyoruz. Çağımızda; üreme içgüdüsü, beslenme içgüdüsü tatmin olduğunda mutlu olanlara başka popülasyonlara verilen adı veriyoruz. Ancak üreme, beslenme açlıklarından başka açlıklar duyanlara, onları üretip onları tükettiğinde mutlu olanlara insan diyoruz.

Bilgi iletişim çağı ne kadar gelişirse gelişsin, algoritmalar, yapay zekâlar nereye ulaşırsa ulaşsın, Tiyatro insanla yapılır, insanca yapılır, insanlar için yapılır…

TİYATRO İNSANLIĞIN VAZGEÇİLMEZİDİR.

İNSANSIZ TİYATRO, TİYATROSUZ İNSAN OLMAZ.”

‘Ve güzelim tiyatro kültürü biz insanlar burada olduğumuz sürece yaşamaya devam edecek'
 
 
 
 ITI (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü) Üniversiteler Türkiye Temsilcisi Bilkent Üniversitesi (Böl. Bşk. Jason Hale) ve ITI Türkiye Temsilciliği Yönetim Kurulu'nun (Turan Oflazoğlu, Engin Uludağ, Ayşe Emel Mesci ve Savaş Aykılıç) aldıkları ortak karar ile bu yılki Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi ise duayen tiyatro ustaları Müjdat Gezen ve Metin Akpınar tarafından birlikte kaleme alındı.
 
 
 🌼🌼🌼
 
 
https://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2021/03/27/exemtqbwuam2fv-1-1-e1616846357342.jpg 

 2021 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi
 
Helen Mirren, İngiltere

Tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu

Geride bıraktığımız dönem canlı performans dünyası için çok zor geçti; birçok sanatçı, teknisyen ve zanaatkâr zaten belirsizliklerle dolu bu meslekte hayatlarını güçlükle idame ettirebildiler.

Belki de sektörün içinde barındırdığı bu daimi belirsizlik, onları pandemi sürecini daha akılcı ve cesur bir biçimde atlatmaya hazırlamıştı

Hayal güçlerini günün koşullarına uydurarak, tabii ki büyük ölçüde internet sayesinde, yenilikçi, keyifli ve dinamik etkileşim yolları buldular bile.

İnsanlar dünya üzerinde var oldukları günden beri birbirlerine hikâyeler anlattılar. Ve güzelim tiyatro kültürü biz insanlar burada olduğumuz sürece yaşamaya devam edecek.

Yazarların, tasarımcıların, dansçıların, ses sanatçılarının, oyuncuların, müzisyenlerin, yönetmenlerin yaratma güdüsü asla bastırılamayacak ve çok yakın bir gelecekte yeni bir enerjiyle, hepimizin paylaştığı bu dünyaya dair yeni bir anlayışla yine meyvelerini verecek.

Sabırsızlanıyorum!
 

Umut Kandilleri - Adnan Yücel

 https://covers.zlibcdn2.com/covers299/books/17/15/fe/1715fe6cbfe3b3e14c93101cbb1eb377.jpg

Parçalanmış kayalar gibi gece
Tutsak
Ve güzel düşlerden uzak
Hangi kapıyı çalsak bu saatte
Kanayan bir yara çıkar karşımıza
Bir sinsi tuzak
Aşklar ter içinde sanki
Sevdalar çatlamış bir toprak
Ne kar altında tohum çığlıkları
Ne ağaçlarda bir yaprak
Pınarlar susuz
Tarlalar baştanbaşa kurak

Biz ki bağdaş kurup yaşamın yüreğine
Dopdolu sofralar donatmışız
Davul zurnayla kararlar alıp
Halaylarla kavgalar başlatmışız
Avunmanın anlamı yok boş yere
Şimdi geceler düğünsüz
Ağıt karanlığında bütün yıldızlar
Umutlar tükenirken umutsuzluk içinde
Varsın kabarsın içimizdeki sular
Bahar değil işte mevsim
Bahar içinde bir sonbahar
Nerdesiniz ey çocuk umutlar
Yapay umutlar aşık umutlar

Dallardan kopan yapraklar
Koşup duruyor rüzgarlarda
Birbaşlarına ve kimsesiz
Çıplak ayaklı çocuklar gibi sokaklarda

Biz ki uçurum gecesindeyiz şimdi
Önümüzde kuşkunun namluları
Arkamızda bizi koşturan duygular
Ne lambalar açık
Ne kitaplar
Nerdesiniz ey güzel umutlar
Çiçek umutlar gelecek umutlar

Yarım kalmış şiirler gibi gece
Ay da tükenmiş yıldız da
Başka çaresi yok yürümenin
Tutuşturup yüreğimizi
Bir kandil yakıyoruz bağrımızda
Acımız da diniyor ağrımız da.

                                           Soframda Kaval Sesi

 

Ludwıg Van Beethoven’ın Yaşamı Ve Sanatçı Kimliği

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/6f/Beethoven.jpg/200px-Beethoven.jpg Adı,  tüm  19.  yüzyıla  egemen  olan  Flemenk  asıllı  Alman  besteci  Ludwig  van  Beethoven;  16  Aralık  1770  yılında,  Bonn’da  dünyaya  gelmiştir. İlk  müzik  bilgilerini  Prenslik  kilisesinde  tenor  olan  babası  Johann  Beethoven’dan  alan  besteci,  ilk  piyano  konserini 1778’de Köln’de vermiştir.  Rovantini’den keman, Preiffer’den klavsen, van Den Eenden’den org dersleri alan besteci,  sonraları  çalışmalarını  Neefe  ile  sürdürmüştür.  1785  senesinde  ise    sarayın ikinci  orgcusu  olmuştur.  Bestecilik  eğitimi  sırasında  Carl  Phillip  Emmanuel  Bach,  J.S.  Bach,  Caldara,  Pergolesi,  Haydn  ve  diğer  usta  müzisyen  ve  bestecileri;  Fransız  ve  Viyana okullarını incelemiştir. 1787   senesinde   soylu   Breuning   Ailesi’nin   maddi   desteği   ile   Mozart’tan   yararlanması için Viyana’ya gönderilmiştir. Burada Mozart onun doğaçlama yeteneğine hayran    kalmıştır.    Mozart’ın    bu    hayranlıkla    “Bu    çocuk    dünyayı    kendinden    bahsettirecek.” dediği bilinmektedir. Fakat annesinin rahatsızlığı nedeniyle hemen geri dönmek zorunda kalmıştır. 1789’da meydana gelen Fransız Devrimi besteciyi derinden etkilemiştir. 14 Mayıs 1789’da,   Bonn   Üniversitesi’ne   öğrenci   olarak   girmiştir.   Bu   dönemde   Eulogius   Schneider’in  Alman  edebiyatı  derslerini  izlemiştir.  Schneider’in  demokratik  devrimin  ateşi ile yazdığışiirleri bestecinin ruhunda derin izler bırakmıştır.  1792  Kasımında  Waldstein  Kontu’nun  tavsiye  mektupları  ve  maddi  yardımısayesinde  tekrar  Viyana’ya  giden  besteci,  burada;  Haydn,  Schenk,  Albrechtsberger  ile  armoni, Salieri ile de vokal müzik üzerine çalışmalarını sürdürmüştür.
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/6f/Beethoven.jpg/200px-Beethoven.jpg "Beethoven'in 1820'de Joseph Karl Stieler tarafından yapılan portresi." 

Viyana’da  kaldığı  ilk  günlerinde  Bonn’dan  gelen  maaşı  ile  geçinmiştir.  Fakat  maaşı ile ilgili ödenek 1794 senesinde Fransız ordularının Ren bölgesini işgal etmesiyle birlikte  kesintiye  uğramıştır.  Babasının  ölümü  ile  kardeşleri  bestecinin  yanına  göç  etmişlerdir. Besteci, bu dönemde piyano dersi vermiş ve konserlerinden bir miktar gelir elde  etmiş,  bununla  birlikte  yapıtlarının  basılı  notalarını  da  satarak  bütçesine  katkıda bulunmaya çalışmıştır.  Besteciliğinden  önce  piyanistliği  ile  ün  yapan  Beethoven,  halk  önündeki  ilk  profesyonel  konserini  1795  senesinde  vermiştir.  Konserde  Mozart’ın  bir  parçasını, kendisinin de Op. 19, No 2 Si Bemol Majör Piyano Konçertosu’nu seslendirdiği bilinir.  Viyana’da          geçirdiği  günlerde  Prens  Lichnowski’nin  konutunda  kalmıştır.  Prens;  Beethoven’a  ilk  kez,  1796’da  Prag,Dresden  ve  Nürnberg’i  kapsayan  konser  turnesi  düzenlemiştir.  Prensin  bu  jestinden  etkilenen  besteci,  13  numaralı  Pathetique  sonatını Prens’e adamıştır.

Beethoven,  eserlerinin  yayımlanmasıyla  çağdaşlarının  aksine,  iyi  bir  kazanç  sağlamıştır. Yaşadığı dönem içerisinde eserlerinin basıldığını gören ender bestecilerden birisidir.  Clementi,  Pleyel  gibi  besteciler,Beethoven’a    yardım  amacı  ile  yayınevi kurmuşlar ve bestecinin eserlerini basmışlardır. İtalyan asıllı Francesco ve Carlo Artaria kardeşler  de  Beethoven’ın  birçok  eserlerinin  el  yazmasını  toplamış  ve  çoğunu  da  basmışlardır. İlk  kez  1800’lü  senelerde  bestecinin  kulaklarında  sağırlık  belirtileri  başlamıştır. 1802  senesinde  sağırlığının  hiç  geçmeyeceğini,  hatta  tam  tersine  tamamen  artacağınıöğrenen   besteci   ağır   bir   bunalıma   girmiştir.   Sağırlığıyla   birlikte,   bestecinin   dışdünyasıyla  ilişkisini  keserek  içine  kapandığı  dönem  başlamıştır.  Fakat    sağırlığına rağmen 1800-1802 seneleri arasında konserlerde çalarak virtüozitesini kanıtlamıştır.

Besteci,  dostu  doktor  Wegeler’e  yazdığı  bir  mektupta  üzüntüsünü  şöyle  ifade  etmiştir:  “Zavallı  bir  hayat  geçiriyorum.  İki  yıldan  beri  bütün  topluluklardan  kaçıyorum, çünkü   insanlarla   konuşabilmem   olanaksızlaştı;   ben   sağır   oldum.   Eğer   başka   bir   meslekten olsam neyse; benim mesleğimde böyle bir durum korkunç bir şey. Sayısı pek de  az  olmayan  düşmanlarım  ne  diyecekler?  Tiyatroda  oyuncuları  duyabilmek  için  orkestranın  yanı  başında  durmam  gerekiyor.  Eğer  biraz  uzakta  olursam  çalgılardan  ve  insanlardan  çıkan  sesleri  duymuyorum.  Yavaş  konuşurlarsa  çok  zor  işitiyorum.  Öte  yandan,  birisinin  kulağıma  bağırması  benim  için  dayanılması  zor  bir  şey  oluyor...  Dünyaya geldiğime çok defa lanet ettim.”

Beethoven  hiç  evlenmemiştir.  1801’de  dostu  Wegeler’e  yazdığı  bir  mektupta  sevdiği  bir  kadından  bahsetmiştir.  Bu  sevgilinin,  öğrencisi  Giulietta  Guicciardi  olduğu sanılmaktadır.   1803’te   Guicciardi’nin   Kont   Gallenberg   ile   evlenmesi,   besteciye   hayatındaki ikinci bunalımı yaşatmıştır.

 “Bu   aşk,  bu  ızdırap,  bu  bezginlik  ve  bütün  bunlara  karşı  iradesini  kullanarak  gururla  silkinme  çabaları,  bu  dönemde  yazmış  olduğu  eserlerinde  kendini  gösterir:  Cenaze  Marşı  Sonatı,  (Op.26),  Quasi  una  Fantasia  adlı  sonat  (Op.31),  Ay  Işığı  Sonatı, Do  minör  sonat  (Op.30),  Kreutzer  sonat  (Op.47)  ve  Gellert’in  güftesi  üzerine  yazılmışaltı dinsel hüzünlü melodi (Op.48).


Beethoven  yaşadığı   dönemdeki   siyasal   olaylardan   çok   etkilenerek   sınırsız özgürlük  ve  bağımsızlık  yanlısı  olmuştur.  O  dönemde  Fransa’da  genel  oy  hakkıverileceğini  ve  Napoleon’un  bunu  sağlayabileceğini  ummuştur.  Kahramanlık  (Eroica)  Senfonisi adıyla tanınan üçüncü senfonisini, Fransız İhtilali’nin kahramanı Napoleon’a adamıştır. Napoleon imparatorluk tacını giydiğinde ise “Bu da ötekiler gibiymiş! Bu da haklarımızı  çiğneyecek,  yalnız  kendi  tutkularını  yerine  getirmeye  bakacak!”  diyerek  yapıtın üzerindeki ithaf notunu karalamıştır.

Kahramanlık   ve   savaş   teması,   Beethoven’ın   yazdığı   eserlerin   bir   çoğunda hissedilmektedir. “Coriolan Uvertürü (1807), Bismark’ın “Eğer sık sık dinleseydim, daima cesur bir adam olurdum!” dediği Appasionata Sonat (Op.57) ve 1809’da yazdığı Mi bemol majör piyano  konçertosunda  (Op.73)  savaşan  ordular  canlandırılmakta,  askerler  resmi  geçit  yapmaktadır.”

Beethoven,  doğayı  taparcasına  sevmiştir.  Sağırlığının  giderek  arttığı  senelerde  kendini toplumdan soyutlayarak doğaya vermiştir. Bu dönemlerinde doğa, onun için en güçlü ilham kaynaklarından birisi olmuştur. Eserlerinde kuş cıvıltıları, rüzgar uğultularıve  fırtınalar  sık  sık  sezilmektedir.  Altıncı  senfonisi  olan  Pastroal  Senfoni,  baştan  sona  doğayı hissetirmektedir. “Beş  bölümlük  Pastoral  Senfoni’nin  ilk  bölümüne  doğayla  insan  arasındaki yumuşak  ruh  yapısı  yansır,  doğa  betimlemesi  yoktur.  İkinci  bölümde  kuş  sesleri  ve  dördüncü bölümdeki gök gürültüsü ile doğanın sesleri müzikte duyurulur.”61815  senesinden  itibaren  sağırlığı ağır  bir  tablo  çizmeye  başlamıştır. İnsanlarla ancak  yazışarak  anlaşabilmiştir.  Kendisini  tamamen  eserlerine  adamış  olan  bestecinin  bu dönemde bestelemiş olduğu eserler onun için yaşama sevinci olmuştur.

“Beethoven genel provayı yönetmek istedi. Birinci perdeden sonra, sahnede olup bitenler hakkında hiç bir şey duymadığı açığa çıktı. Hareketi geciktiriyordu; orkestra bir taraftan  onun  bagetine  uyarken,  öte  yandan  şancılar  kendi  bildikleri  gibi  seslerini  yükseltiyorlardı. Tam bir kargaşa hüküm sürüyordu.”

7  Mayıs  1824’te  9.  Senfoni’nin  temsilinde,  kendisini  alkışlayan  halkı  ancak  bir  şancının onu seyircilere döndürmesiyle fark edebilmiştir. Son  kuartetini  1826  senesinde  bitirmiştir.  Aynı  sene  içerisinde  genç  yeğeni Karl’ın  intihara  kalkışması,  besteci  için  yeni  bir  bunalım  sebebi  olmuştur.  Yeğeni  ile  birlikte  kardeşi  Johann’ın  evinde  birkaç  hafta  geçirdikten  sonra  evine  dönen  besteci,  yaklaşık üç ay sonra, 28 Mart 1827’de zatülcemb hastalığından dolayı ölmüştür. Müzik   tarihçileri   ve   eleştirmenler,   Beethoven’ın   yaşamını   ve   eserlerini   üç   dönemde   incelerler.   Birinci   dönem;   Haydn   ve   Mozart   geleneğine   bağlı   kaldığıdönemdir. Üslup benzerliği olarak gözlenen bu bağlılık zamanla özgür bir yolda ilerler ve bestecinin kişiliğini daima yansıtır.

“1795-1802  yıllarını  kapsayan  bu  dönemlerin  ürünleri  arasında  Pathetique,  Ay  Işığı,  Waldstein  gibi  çok  sayıda  sonat,  ilk  altı  yaylılar  dörtlüsü,  keman-piyano  için  Kreutzer  sonatı,  Prometheus  balesi,  piyano  için  üç  konçertosu  ve  ilk  iki  senfonisi  seçilir. ”İkinci   dönemle   birlikte   bestecinin   kişisel   üslubu   ve   romantik   eğilimleri eserlerinde  açıkça  kendisini  göstermektedir.  Bu  dönemde  besteci,  yabancı  etkilerden  arınmış; daha çok çalgısal ağırlıklı eserler ve orkestra eserleri bestelemiştir. Piyano için bestelediği  eserlerde  üslubunun  orkestra  eserlerine  yakınlaştığı  görülür.  Senfonilerinde  menuetto nun  yerine  scherzo yu  tercih  etmiştir.  1802-1817  arasında  yer  alan  ikinci  dönem  Eroica  Senfonisi  ile  başlamaktadır.  Bu  dönemin  yapıtları  olan  Pastoral  Senfoni  ve  Eroica  Senfonisi’nde  program  müzik eğilimleri  görülebilir;  fakat  bu  daha  çok  bestecinini düşüncelerini anlatabilme kaygısı olarak adlandırılmıştır.

“4. ve 5. Piyano konçertoları, Op. 53’den başlayan piyano sonatları (Op.101’i de içine  alan  sekiz  sonat),  Op.59,  Op.74  ve  Op.95  katalog  numaralı  beş  yaylılar  dörtlüsü,  Do majör Missa’sı, koral Fantezisi, Fidelio Operası, Op.61 keman konçetosu, Coriolan ve   Egmont   uvertürleri,   3-8   senfonileri   ile   bazı   trioaları   bu   dönemin   ürünleri   arasındadır.”Müzik tarihçilerinin son on sene olarak adlandırdıkları üçüncü dönem ile birlikte Beethoven’ın  eserleri  artık  klasik  üslubun  ulaştığı sınırı  ve  kendi  üslubunu  aşmayolunda  özgür  bir  biçim  kazanmıştır.  Bu  dönem  ile  birlikte  besteci,  tüm  büyük  sanatçıların    yaşamış  olduğu  olgunluk  dönemini  yaşamış  ve  eserlerinde  de  bunu  yansıtmıştır.   Bestelediği   eserlerde   biçim   zorlaması   veya   teknik   sorunların   varlığı hissedilmemektedir.

“Missa Solemnis, 9. Senfoni, Op.127, Op.130,131,132,133,135 yaylılar dörtlüleri, son piyano sonatları (Op.106-111), son yaratıcı dönemini taçlandırır.” Ludwig van Beethoven’ı  tüm  klasik  bestecilerden  ayıran  en  büyük  özelliği, yaşadığı  dönemdeki  demokratik  akımdan  büyük  ölçüde  etkilenmiş  olması  ve  bu  etkiyi  bestelediği  eserlerinde  hissettirmesidir.  Onunla  birlikte  müzik,  soyluların  eğlencesi olmaktan çıkmış, toplumun tüm katlarının ortak duygularını temsil etmeye yönelmiştir. 

nek.istanbul.edu.tr

  

Hallâc-ı Mansûr

HALLÂC-ı MANSÛR

Ebü’l-Mugıs el-Hüseyn b. Mansûr el-Beyzâvî (ö. 309/922)

Tasavvufun gelişmesine önemli katkılarda bulunan ünlü mutasavvıf. 

 

 Tamamı

 tıklayınız.

  Süleyman Uludağ
 

Gen Bencildir - Richard Dawkins

https://i.guim.co.uk/img/static/sys-images/Guardian/Pix/pictures/2015/6/8/1433761005130/00d23285-4d3a-4f4c-a2d5-bebcf3525308-2060x1236.jpeg?width=465&quality=45&auto=format&fit=max&dpr=2&s=c93e3cd1b862c76a51c35d32b70bffd6

Giriş 

Bu kitap bir bilim kurguymuşçasına ya da ona benzer bir şey gibi okunmalı. Düş gücüne seslenmek üzere tasarlandı. Ancak bilimkurgu değil;; bu kitap bilimin ta kendisi. Size kalıplaşmış bir tanım gibi görünebilir ama, "kurgudan daha tuhaf" sözcükleri benim gerçek hakkında hissettiklerimi bütünüyle yansıtıyor. Bizler yaşam kalım makineleriyiz, genler adıyla bilinen bencil moleküllerini körü körüne korumak için programlanmış robot araçlarız. Beni hâlâ şaşkınlığa sürükleyen bir gerçek bu;; yıllardır bilmeme karşın, hiçbir zaman tam alışamadım. Besleyebileceğim umutlardan biri ise, başka insanları şaşırtma konusunda başarılı olabilmek. 

Bu kitabı, yazarken varlıklarım hep yanımda hissettiğim üç düşsel okuyucuya adıyorum. Öncelikle bilime yabancı olan okuyucu. Onu düşünerek hemen hemen hiç teknik terim kullanmadım;; özel sözcükler kullanmam gereken yerlerde de söz konusu bu sözcükleri tanımladım. Neden bilimsel dergilerimizde de terimlerin büyük bir bölümünü sansürden geçirmediğimizi merak ediyorum. Bilime yabancı okuyucunun özel bilgisi olmadığını varsaydım, ancak aptal olduğunu düşünmedim. Aşırı basitleştiren herkes bilimi popüler kılabilir. Bense bazı incelikli ve çetrefil fikirleri matematik dışı bir dil kullanarak ve özlerini kaybetmeden popüler hale getirmek için çetin bir uğraş verdim. Bunda ne dereceye kadar başarılı olduğumu bilemiyorum. 

Fazlasıyla arzuladığım bir başka amaca, kitabın konusunun hakettiği oranda eğlendirici kılınması ve okuyucunun "yakalanmasının" sağlanması amacına ulaşıp ulaşmadığını da kestiremiyorum. Uzun zamandır, biyolojinin başkaları için de gizemli bir öykü kadar heyecanlandırıcı olması gerektiğini düşünüyorum, çünkü biyoloji gizemin ta kendisidir. Konunun verebileceği coşkunun küçücük bir parçasından daha fazlasını açığa çıkarabildiğimi düşünmeye cesaretim yok. 

İkinci düşsel okuyucum uzmandı. Analojilerimin ve mecazlarımın bazılarını okuduğunda soluğunu tutan, acımasız bir eleştirmen. En çok sevdiği tabirler şunlar oldu: "istisnai olarak", "ancak, diğer taraftan..." ve utanma ya da dehşet dolu bir "un!" Onu dikkatle dinledim, hatta bütün bir bölümü onun için yeniden yazdım ama sonunda öyküyü kendi düşündüğüm şekilde anlatmam gerekiyordu. Uzman, yine de olayları koyuş tarzımı görünce memnun kalmayacak. Benimse en büyük umudum, onun bile kitapta yeni bir şeyler bulması, belki aşina olduğumuz fikirlere yeni bir bakış, belki de yeni fikirlerin oluşması. Bu ulaşılmaz bir amaç mı? Öyleyse, en azıdan kitabın uzmanımızı bir trende eğlendireceğini umabilir miyim? 

Zihnimdeki üçüncü okuyucu, bilimle ilgisi olmayan okuyuculuktan uzmanlığa geçmekte olan bir öğrenciydi. Eğer hangi alanda uzman olacağına henüz karar vermemişse, benim alanım olan zoolojiye ikinci bir kez bakması için onu cesaretlendirebileceğimi umuyorum. Zooloji çalışmak için hayvanların genelde benzeşebilmesi ve bu alanın olası 'yararlılığı' dışında daha iyi bir neden var. Bu neden, biz hayvanların bilinen evrendeki en karmaşık ve mükemmel tasarlanmış makine parçalan olduğumuz. Bu sözcüklerle açıkladığımızda, neden başka şeyler üzerinde çalışıldığını görebilmek zor! Kendini zaten zoolojiye adamış öğrenci için kitabımın eğitsel bir değeri olacağını umuyorum. O, benim yaklaşımlarımı temellendiren özgün makaleler ve teknik kitaplarla çalışmak zorunda. Özgün kaynakları özümsemede güçlük çekiyorsa, belki benim matematik dışı yorumlarım, bir giriş ve ek olarak, yararlı olabilir.

Üç farklı okuyucuya çekici görünmeyi denemek, bildik tehlikeleri de beraberinde getirecektir. Sadece bu tehlikelerin farkında olduğumu, fakat denemenin avantajları karşısında hafif göründüklerini söyleyebilirim. 

Ben bir etoloğum ve bu da hayvan davranışları üzerine bir kitap. Eğitimimi aldığım etolojik geleneğe karşı duyduğum borç, kitap boyunca hissedilecektir. Özellikle, Oxford'da on iki sene boyunca yönetiminde çalıştığım Niko Tinbergen'in, üzerimdeki etkisinin boyutları düşünülemez. "Yaşamkalım makinesi" deyimi onun kendi sözcükleri değil;; ama pekâlâ da onun olabilirdi... Ancak etoloji, son yıllarda, geleneksel etolojik kaynakların dışındaki kaynaklardan gelen fikirler sonucu dinçleşmiştir. Bu kitap, büyük ölçüde bu taze fikirleri temel almıştır. Yaratıcıları metinde gereken yerlerde anılmıştır ve G. C. Williams, J. Maynard Smith, W. D. Hamilton ile R. L. Trivers başlıcaları olarak belirmektedir. 

Çeşitli insanlar kitabın ismi için önerilerde bulundular. Bunları, şükran duyarak, bölüm başlıkları olarak kullandım: "Ölümsüz Sarmallar", John Krebs; "Gen Makinesi", Desmond Morris; "Gencilik", Tim Clutton-Brock ve Jean Dawkins (Birbirlerinden bağımsız olarak ve Stepnen Potter'dan özür dileyerek).

Düşsel okuyucular, tutucu umutların ve isteklerin hedefleri olabilirler, ancak gerçek okuyucu ve eleştirmenlerden daha az pratik yararları vardır. Bir düzeltme çılgınıyım. Marian Dawkins, her sayfa için, sayısız taslaklar ve son taslaklarla uğraşmak zorunda kaldı;; biyolojik literatür üzerine olan önemli bilgisi ve kuramsal sorunları anlaması, hiç bitmeyen yüreklendirmesi ve moral desteği ile birlikte, benim için vazgeçilmez olmuştur. John Krebs de tüm kitabı taslak halinde okudu. Konu üzerine olan bilgisi benimkinden fazladır ve önerileri iğneleyici olmaktan uzak ve cömertçe olmuştur. Glenys Thomson ve Walter Bodmer, genetik konulan ele alış tarzımı nazikçe, fakat ısrarla eleştirdiler. Korkarım ki, düzeltmelerimi yine doyurucu bulmayacaklar, fakat bir parça daha geliştirilmiş bulacaklarını umuyorum. Harcadıkları zaman ve gösterdikleri sabır için şükran borçluyum. John Hawkins yanlışlığa yol açabilecek ifadeleri saptamada şaşmaz bir göz oluşturdu ve yeniden yazılmaları için mükemmel yapıcı önerilerde bulundu. Maxwell Stamp'den daha uygun bir "bilim adamı olmayan zeki okuyucu" düşünemezdim. İlk taslağın üslubunda fark ettiği genel ve önemli bir kusur, son şekil için çok yararlı oldu. Belirli konular için yapıcı eleştiriler getiren ve uzman tavsiyeleri sunanlar ise şöyleydi: John Maynard Smith, Desmond Morris, Tom Maschler, Nick Blurton Jones, Sarah Kettlewell, Nick Humphrey, Tim Clut-ton-Brock, Louise Johnson, Christopher Graham, Ge-off Parker ve Robert Trivers. Pat Searle ve Stephanie Verhoven ise, sadece metni daktilo etmekle kalmadılar, bunu yaparken de eğleniyormuş gibi görünerek beni yüreklendirdiler. Son olarak, Oxford University Press'den Michael Rodger'a, taslağı eleştirerek yardımcı olmasının yanı sıra, bu kitabın üretiminin tüm aşamaları ile ilgilenerek görevinin gerektirdiğinin çok ötesinde çalıştığı için teşekkür ediyorum...Richard Dawkins

 

TIK

Gen Bencildir


Göçmenler - Robert Frost


Ne yelkenli ne de buharlı gemi yok
İnsanları bize daha çok topladık
Ama Hacı Mayflower'ı bir rüyada gördü
Onun kıyıya can atan konvoyu oldu

TIK

Mayflower