08 Nisan 2021

Kendisine "ütüsüz ve buruşuk bir ruhun şairiyim" diyen, aykırı şiirlerin yazarı Didem Madak

 https://img.paratic.com/dosya/2017/06/didem-madak-kimdir-kisaca-bilgi.jpg

KALBİM ! NEDEN BEN ?

Didem Madak, kırık kalpli, narin yürekli, şiirlerindeki kahramanlar, yine onun deyimiyle “hep yanlış ata oynayanlardır.” Belki benim de hep yanlış ata oynadığımdandır bu yakınlığım, kim bilir ?

“İnanırım bazen bir kase bal bile umutsuzdur
Gül tutan bir adam aradım yıllarca
Rakamlar büyür, şehir küçülürdü.
Vazgeçtim, vazgeçtim sonra
Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler.
Kalbim neden isli bir şehir?
Kalbim ! Neden ben?
Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.”
(Enkaz Kaldırma Çalışmaları şiirinden.)

“Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu süper oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.”
(Bıktığım Şeyler Ve Yeşil Fanila şiirinden.)

...
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üzerine basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım !
...
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül bir güle derdi ki görse…
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.”
(Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım! şiirinden.)

Şairliğini yine büyük alçak gönüllülükle şu sözleriyle anlatır:

İlkokuldayken, bizim sınıfta hep şımarık zengin çocukları vardı. Müstahdemin oğlu da bizim sınıftaydı. Onu hep iter kakardık. Çok ezik ve sessizdi. Bir gün işi iyice azıtıp onu köşeye sıkıştırdık ve mataralarımızdaki suyu kafasından döktük. Soğuktu. Üşümüştü ve titriyordu. Birden gözlerim onun kapkara, kocaman ve acı çeken gözleriyle karşılaştı. Afalladım ve kalakaldım. Eğer şairler birdenbire şair oluveriyorlarsa ve ben de eğer bir şairsem, işte o gün şair olmuşumdur kesin. Belki o kara ve kocaman acıdan özür dilemek için yazıp duruyorumdur.”

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.”
(Ah’lar Ağacı şiirinden.)

“Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım.
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.”
(Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım? Şiirinden.)

Babasına olan kırgınlıklarını yine şiirlerinde görmek mümkündür.

“Evden kaçabilirsin çocuk,
ama kaderden asla!
Babam
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş
Turuncu kulaklı bir makastan başka.”
(Kedilerin Alışkanlıkları şiirinden.)

Bir ropörtajında şunları söyler:

Sonra içime hatta dışıma kapandım. Küsmek gibi bir şey bir çeşit gölge fesleğeni. Bir çeşit olmayan hayat. Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim.”

“Bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından
Yaşlanıyorum pencereden her bakışımda
Anna Karenina’yı taklit ediyor zaman,
Atıyor kendini raylara.
Neden her aşk
Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.”
(Müsveddeler şiirinden.)

“Bazı yaralar yararlıdır buna inan
Bazı yaraların ortasından küçücük bir el
Sanki geçmişine çiçek uzatır,
Bazı yaralardan sızan kanla,
Tüm geleceğin yıkanır.”
(Karınca Kumu şiirinden.)

Öldükten sonra yayınlanan “128 Dikişli Şiir

… Ve kalmak istemek ahbap…
Füsun’un yeşil ela gözleri var
Ve pembe plastik fincanı ile kahve getirişi var
Ve bana anne deyişi var
Benim pembe fincandan pembe kahve içişim var
Bu kahveleri seviyorum ahbap
İçimi pembe bulutlar kaplıyor
Şekerli ve tatlı bir biçimde havalanıyorum.

Sonra ağrılar, sonra hastaneler ve sonra doktorlar…
Şeker donup yapışıp kalıyor bir kağıda.”

İyi ki doğdun Didem Madak.

 

Kübizm, Pablo Picasso tarafından başlatılan bir sanat akımıdır.



Kübizm, insanları ve diğer formları betimlerken geometrik şekiller kullanan, Pablo Picasso ve Georges Braque tarafından başlatılan bir sanat akımıdır. Zaman içinde, geometrik dokunuşlar daha da yoğun bir hal aldı ve ortaya koydukları asıl biçiminde ötesine geçerek, çok daha saf bir soyut görsellik yakaladılar. Akımın daha güçlü olduğu devir 20.yüzyıl’ın erken dönemleri olsa da,Kübizm akımının  teknikleri ve fikirleri, birçok yaratıcı disiplini etkiledi ve deneysel çalışmaları etkilemeye de devam ediyor.

Kübizm’in İlk Dönemi

Picasso ve Braque, ilk kez 1905’te tanıştılar. Ancak, Kübizm’in başlangıcı, Picasso’nun Braque’a ilk kübist resim olan Avignonlu Kızlar (Les Demoiselles d’Avignon) ‘ı gösterdiği 1907 yılı olarak kabul edilir. Beş fahişenin resmedildiği bu eserde,Picasso’nun son zamanlarda Palaisdu Trocadéro ( Paris’ te bir etnografya müzesi)’ da maruz kaldığı Afrikan aşiret sanatının izleri yoğun bir şekilde görülmektedir.

Geleneksel Batı resminin bütün kurallarını yıkan, temsili ve duygusal açıdan Picasso’nun mavi ve pembe döneminden çok uzakta yer alan eser, büyük bir sıçrayış olmuştur. Picasso’nun bu resmi sergilemek konusunda şüpheleri vardı, bu yüzden  resim 1916’ya dek gizli kaldı.

Fovizm’in etkin olduğu dönemde resmeden Braque, insanı hem iten hem de ilgi uyandıran bir üsluba sahipti. Picasso, Kübist formu geliştirirlerken, onunla özel olarak parçanın ardındaki anlam üzerine çalıştı.Braque,Picasso ile çalışabilecek tek ressamdı. İki yılı aşkın bir süre, bütün akşamları birlikte geçirdiler çünkü her ikisi de ortak noktada buluşuncaya dek, çalışmanın bittiğini dillendirmiyorlardı.

Braque’in, Picasso’nun ilk çalışmasına cevabı 1908’de resmettiği, Paul Cézanne’in tekniklerini ayıltıcı bir etki olarak bu resimle birleştirmesiyle tanınan eseri Large Nude oldu.

Böylece, öznenin tek seferde birden fazla açıdan tasvir edilmesi olarak tanımlanan ve kısıtlı bir renk skalasında çok boyutlu ve kırık bir etki meydana getiren Analitik Kübizm ile ilk dönem başladı.

Kübizm kavramını ilk kez 1908 yılında,Fransız eleştirmen Louis Vauxcelles, Braque’ in manzara resimlerini tarif ederken kullandı. Ressam Henry Matisse daha önce onları Vauxcelles’ e tarif ederken küplerden oluşmuş gibi görünüyor tabirini kullanmıştı. Kübizm terimi, basın 1911’de bu tarzı tanımlamak için kullanana dek sıkça duyulmadı.

1909’da, Picasso ve Braque, Kübizm’i canlı tutabilmek için, Braque’in Violinand Palette’inde de olduğu gibi, odaklarını insanlardan objelere yönelttiler.

Kübist Akıma Diğerleri de Katılıyor

Bu geniş çerçeve ile diğerleri de akıma yöneldi. Polonyalı ressam Louis Marcossis, 1910 yılında Braque’in resimlerini keşfetti.Onun Kübist eserlerinin daha insani bir niteliğe sahip olduğu ve diğerlerinin çalışmalarından daha hafif bir dokunuşu olduğu kabul edilmektedir.

İspanyol ressam Juan Gris 1911 yılına dek kenarda kaldı. Nesnenin soyut halini, aslından daha önemli kılmayı reddederek diğerlerinden ayrılmıştır. Gris, 1927 de öldüğünde, Kübizm onun hayatının önemli bir kısmını temsil ediyordu.

Fransız ressam FernandLéger, ilk olarak ,Paul Cézanne’den esinlendi ve 1911’ de Kübist uygulayıcılarla buluşması üzerine  bu form benimsenince, mimari konulara yöneldi.

Marcel Duchamp, 1910’ların başında Kübizm’le haşır neşirdi ancak, sıklıkla anlaşmazlık içinde oldukları kabul ediliyordu. Onun ünlü resmi Nude Descending a Staircase (No. 2), etkiyi yansıtır ancak hareket halindeki bir figürün özelliklerine sahiptir.

Kübist çalışmalarda genellikle, tuval üzerindeki perspektif çoklu düzlemde bulunduğundan, sanki sanatçı öznenin etrafında hareket ediyor ve tek bir görüntüdeki tüm görünümleri yakalıyor gibi,  izleyici hareketin daha da içinde konumlandırılır.

Kübizm’in İkinci Dönemi

1912 ile beraber, Picasso ve Braque, kelimeleri resimlerde birleştirmeye başladılar ve bu da Sentetik Kübizm olarak bilinen ve kübizmin ikinci dönemini domine eden kolaj parçalarına dönüştü. Bu safhada öznelerin yassılaşması ve renklerin parlaklaşması da belirgin bir hal aldı.

Braque daha sonra kolajla çalışmış ve 1912 yılında guajın içine koyulmuş duvar kağıtları ile hazırlanan Fruit Dishand Glass adlı eserinde de görülen papiercollé tekniğini geliştirmiştir. Kolajın tanınmasıyla, kübist formun renk skalası da genişledi.

Heykeltıraşlar da Kübist biçimi keşfettiler. Diğer Kübistlerin yanı sıra Rus sanatçı  AlexanderArchipenko ilk kez 1910 yılında bunu açıkça gösterdi. Litvanyalı sığınmacı Jacques Lipchitz ise 1914’te sahneye çıkacaktı.

Orfik Kübizm

Orfik Kübizm olarak adlandırılan yeni filizlenmiş bu hareket Puteaux grubu içinde oluştu. 1913 yılında, Fransız ressam  JacquesVillon, erkek kardeşi ve heykeltıraş Raymond Duchamp-Villon tarafından biçimlendirildi. Bu kol, daha parlak tonları ve arttırılmış soyutlamayı barındırıyordu.

Bu kanadın öncülerinden sayılan Robert Delaunay, Leger ile benzer mimari ilgiyi paylaşıyordu. Birçok defa Eyfel Kulesinin ve diğer kayda değer Paris yapılarını kübist biçimde tasvir etmeyi denemişti.

Diğer üyeler Roger de la Fresnaye ve AndreLhote,Kübizm’inormda bir tahribat olarak değil, işlerine düzen ve kararlılık getirmenin ve Georges Seurat’tan ilham almanın bir yolu olarak görüyorlardı. De la Fresnaye’nin en bilinen tablosu The Conquest of theAir, o ve erkek kardeşinin sıcak hava balonundaki Kübist bir oto portresidir.

Kübizm: Birinci Dünya Savaşı ve Ötesi

Birinci Dünya Savaşı, Braque, Lhote, de la Fresnaye ve Léger’in de dahil olduğu bir grup sanatçının göreve çağırılmasıyla, Kübizm’ in organize yapısını sekteye uğrattı. De la Fresnaye 1917 yılında tüberküloz sebebiyle terhis edildi. Hiçbir zaman tam anlamiyla iyileşmedi ancak 1925’te ölümüne dek sanatla uğraşmaya devam etmeye çalıştı.  1917’ de, Picasso resimlerine gerçekçilik katmaya geri dönmüş olsa da, Kübizm yıllar içinde The Three Musicians (1921), TheWeepingWoman (1937) ve A Responsetothe Spanish Civil Wargibi  bazı eserlerinde göründü.  Braque denemelerine devam etti. Sonraki çalışmaları,Kübizm’ in özelliklerini taşıyordu fakat öznelerin soyutlanması konusunda daha az sertlik barındırıyor ve yaşamın gerçekliğini yansıtmayan renkler kullanılıyordu.   Kübist Etki Kübizm, sanat dünyasındaki organize gücünü asla geri kazanamamasına rağmen, Fütürizm, Konstrüktivizm, Soyut Dışa vurumculuk ve daha birçok sanat akımında geniş çaplı etkisi görülmeye devam etti.

Kübizm aynı zamanda diğer alanları da etkiledi. Edebiyatta  James Joyce, Virginia Woolf, GertrudeStein ve William Faulkner; müzikte  Igor Stravinsky; fotoğrafta Paul Strand, AleksandrRodchenkove LászlóMoholy-Nagy; sinema da Hans Richter ve FritzLang, Kübizm’ den ilham alırken, sahne tasarımı ve grafık tasarım dallarında da etkileri sürdü.

Kaynak: https://www.history.com/topics/art-history/history-of-cubism

Hatice Beyza Sezgin / TESA  İngilizce Çevirmeni

Boğaziçi Üniversitesi /Tarih

Zamana Düşüş - Emil M. Cioran

 
"Başkalar zamana düşer; bense zamandan düştüm. Zamanın üzerinde yükselen ebediyetin yerini, onun aşağısında kalan öteki ebediyet alır; o kısır mıntıkada artık ancak tek bir arzu duyulur: Tekrar zamanla bütünleşmek, her ne pahasına olursa olsun ona yükselmek, yerleşilen bir yuva yanılsaması için ondan bir parseli sahiplenmek. Ama zaman kapalıdır, ama zaman erişilmezdir: Bu negatif ebediyet, bu kötü ebediyet de zamana nüfuz etmenin imkânsızlığından ibarettir zaten."

Cioran insana, insanlığa, insan oluşa lanetler yağdırmaya devam ediyor. En başa dönüyor, çünkü ona göre hata en başa ait: İnsan yanlış ağacın, hayat ağacı yerine bilgi ağacının meyvesini yedi. Ebediyetten zamana düşüş, yani Tarih’i başlatan adım böyle atıldı.

Kökleri çok eskiye uzanan bir felsefi geleneğin parçası olan Cioran, insanın varoluşunu küçümseyerek bütün “başarıları”na, “ilerleme”ye de eleştirel yaklaşıyor. Uygarlık eleştirisine girişiyor, ama amacı uygarlığın veya modernliğin foyasını meydana çıkarmaktan ibaret değil; asıl derdi insanın yanlışlığı. Acımasızca çalışıyor onun yumuşak karnına, yüzüne vuruyor kusurlarını.

Başka türlü düşünme imkânını hatırlamamız için duruyor Cioran yanı başımızda, belki de karşımızda.

Hayat Ağacı

İnsanın her saniye insan olduğunu hatırlaması iyi değil. Kendi üzerine eğilmek zaten kötü; saplantılı bir işgüzarlıkla türün üzerine eğilmek ise daha beter: İçe bakıştaki keyfi sefilliklere nesnel bir zemin ve felsefi bir haklılık atfetmek bu. Benliğimizi ezip öğüttükçe, bir kaprise kurban olduğumuzu düşünmekten medet umarız; bütün benlikler bitmek bilmez bir geviş getirmenin merkezi haline gelir gelmez, bir dolambaç üzerinden kendi durumumuzdaki mahzurları umumileşmiş buluruz; kendi kazamız evren düzeyinde geçerli durum, kaide mertebesine erişir.

Önce var olmanın ham gerçeğindeki anormalliği, sonra özgül durumumuzdakini idrak ederiz: İnsan olma şaşkınlığından önce, olma şaşkınlığı gelir. Mamafih şaşakaldıklarımızın ilk verisini halimizdeki uygunsuzluk oluşturuyor olmalı: İnsan olmak, sadece olmaktan daha az doğal. İçgüdüsel olarak hissederiz bunu; nesnelerin mutlu mesut uykusuyla özdeşleşmek için kendimizden yüz çevirdiğimiz her seferinde alınan o haz da buradan gelir. Kendinin karşısına dikilip, hiçbir şeye, garabetimize bile denk gelmediğimizde gerçekten kendimiz oluruz ancak. Bizi bunaltan lanet, yüzünü bilgi ağacına doğru dönmesinden hayli önce ilk atamıza da yük olmaktaydı zaten. Kendinden hoşnut değildi, bilincinde olmadan gıpta ettiği Tanrı’dan ise hiç hoşnut değildi; yıkımının failinden ziyade yardımcısı olan ayartıcının marifetleri sayesinde varacaktı bu bilince. Bilginin içine doğmasıyla, kendinden habersiz bir ilmin içinde, bizden daha kısmetli olanlarla alışverişin doğurduğu kıskançlığın tomurcuklanıp çiçek açmasına elverişli sahte bir masumiyet içinde yaşamaktaydı önceden; üstelik Tanrı’yla görüşme halindeydi atamız, ikisi de birbirini gözetliyordu. Bunun sonucu katiyen iyi bir şey olamazdı.

“Bahçedeki bütün ağaçlardan yiyebilirsin, ama iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yemeyeceksin; zira ondan yediğin gün, kesinlikle öleceksin.” — Yukarıdan gelen ikazın aşağıdan gelen telkinlerden daha az etkili olduğu ortaya çıkmıştır: Psikologluğu daha iyi olan yılan kazanmıştır. Kaldı ki, insanın tek hedefi ölmekti; Yaratıcı’sıyla ölümsüzlük değil de bilgi yoluyla aşık atmak isterken, hayat ağacına hiç yaklaşma arzusu duymuyordu, ilgilenmiyordu bile; Yehova da fark etmişti bunu zahir; çünkü ona yaklaşmayı engellememişti dahi: Bir cahil’in ölümsüzleşmesinden niye çekinsindi ki? O cahil iki ağaca da saldırıp hem ebediyete hem ilme sahip olsa her şey değişirdi. Âdem suç sayılan meyveyi tadar tatmaz, başına kiminle iş aldığını nihayet anlayan Tanrı, paniğe kapıldı. Bilgi ağacını bahçenin ortasına yerleştirip, onun meziyetlerini, özellikle de tehlikelerini abartırken vahim bir temkinsizlikte bulunmuş, yaratığın en gizli arzusuna yol göstermişti. Ona öteki ağacı yasaklamak daha iyi bir politika olabilirmiş. Bunu yapmamış olması, insanın sinsice bir dev vakarına heves ederek şu haliyle fazla erişilebilir ve fazla sıradan olan ölümsüzlük perspektifinden cezbolmayacağını muhtemelen bilmesindendi: Oranın yasası, statüsü değil miydi ölümsüzlük? Buna mukabil başka türlü bir çekiciliği olan ölüm, yeniliğin itibarını da kuşandığında, onun için kendi huzurunu ve güvenliğini tehlikeye atmaya hazır bir serüvencinin merakını uyandırabilirdi. Hayli izafi bir huzur ve güvenlik, doğru; zira düşüşün öyküsü, soyumuzun başlatıcısının Aden’in ortasındayken bir rahatsızlık duymuş olması gerektiğini sezdirebilir bize; böyle olmasa, şeytana bu kadar kolay uymasını nasıl açıklardık? Uymuş mudur? Kendi kaşınmıştır daha ziyade. O mutlu olma beceriksizliği; hepimize miras kalan, o mutluluğu taşıyamama hali zaten görülmekteydi onda. Elinin altındaydı, ilelebet sahiplenebilecekken reddetti ve o gün bugündür bulamadan peşindeyiz; bulsak da yapamazdık onunla. Bir bilgelik ihlaliyle, Yaratıcı’nın bize pay ettiği cehalet yeteneği'ne bir sadakatsizlikle başlamış bir kariyerden başka ne beklenir? Bilgi tarafından zamana itilince, aynı anda bir kader bahşolunmuştur bize. Zira kader ancak cennetin dışında olur.

 

"En Karanlık Gece Cehalettir." Buddha

 

 The darkest night is ignorance. "En Karanlık Gece Cehalettir."

Gotama Buddha

“Aydınlanma deneyimi olmayan insanlar için aydınlanma, gizem dolu, harikulâde bir şeydir. Fakat aydınlanmaya ulaştıklarında, bu, onlar için bir şeydir. Aynı zamanda hiçbir şey değildir. Anlıyor musunuz? Çocukları olan bir ana için, çocuk sahibi olmak özel bir şey değildir. İşte bu, ‘zazen’dir. Bu nedenle, eğer bu uygulamayı sürdürürseniz, gittikçe bir şeyler elde edeceksiniz. Özel bir şeyler değil, ama gene de bir şeyler elde edeceksiniz. Onu pek çok isimle anabilirsiniz, fakat onu elde eden bir insan için o hiçbir şeydir ve aynı zamanda bir şeydir. Gerçek doğamızı ifade ettiğimizde birer insanızdır. Gerçek doğamızı ifade etmediğimizde ise insan değilizdir ve ne olduğumuzu da bilemeyiz.” 

 Zen Zihni Baslangic Zihnidir - Shunryū Suzuki