12 Şubat 2021

"Eğer söyleyebiliyor olsaydım, dans etmeme gerek kalmazdı." Anna Pavlova

 Anna Pavlova the Russian ballerina in the company of a swan at her London home, Ivy Lodge in Hampstead. 

 Russian Ballet dancer Anna Pavlova , regarded as the prima ballerina of her era.

Ballerina Anna Pavlova , who danced all over the world, dressed for her most famous role the solo dance 'The Dying Swan' created in 1905 by Mickhail... 

Anna Pavlova *12.02.1881-+ Ballet dancer, Russia Principal artist of the Imperial Russian Ballet, St Petersburg 

Anna Pavlova in 'Dying Swan' , c1905. 

Anna Pavlova and Mikhail Mordkin , Russian ballet dancers. 

 

Aykırı Bir Doktorun İtirafları - Robert S. Mendelsohn



Eğer bir tıp doktorunuz yoksa bu kitabı okuyun.
Eğer tıp doktorunuz varsa bu kitabı okuyun.
Eğer tıp doktoru olmak istiyorsanız bu kitabı okuyun.
Eğer tıp doktoru iseniz bu kitabı okuyun.
Her yıl sadece ABD’de yaklaşık iki buçuk milyon kişi ve bütün dünyada da milyonlarca insan gereksiz yere ameliyat edilmektedir.
Sadece New York’ta, altı hastanede yapılan rahim alma ameliyatlarının yüzde kırk üçünün ameliyat için geçerli bir sebep olmaksızın yapıldığı kanıtlanmıştır.
Çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalarda, doktorların greve gittikleri dönemlerde, grev süresince ölüm oranlarında hatırı sayılır bir düşüş kaydedilmiştir.
Modern tıp, ona duyduğumuz inanç olmadan hayatta kalamaz çünkü modern tıp ne bir sanattır ne de bir bilim; o bir dindir! Modern tıp dininin tapınakları olan hastaneler gerçek birer mikrop yuvasıdır ve modern tıp dininin ruhban sınıfını oluşturan doktor papaz efendiler de gerçek birer hastalık yayıcısıdır...Robert S. Mendelsohn

“Halkın Doktoru” unvanıyla tanınan; bir zamanlar, Illinois Üniversitesi Tıp Fakültesi profesörü ve Chicago Michael Reese Hastanesi’nin başhekimi olan, dünyaca ünlü doktor ve hasta hakları savunucusu Dr. Robert Mendelsohn tıp dünyasını sarsan açıklamalarıyla büyük tartışmalar yaratmış aykırı bir tıp adamıdır. Modern tıbbın yöntemlerinin, hastalıklardan çok daha tehlikeli olduğunu kanıtlarıyla ortaya koyduğu bu kitabında, gereksiz ameliyatlardan, ilaç şirketleriyle yapılan pazarlıklara; önleyici tıbbın verdiği büyük zararlardan sezaryen doğumun tehlikelerine kadar pek çok konuda olay yaratacak açıklamalarda bulunmaktadır.
 

Sylvia Plath - Karaağaç

Ruth Fainlight’e

Tanıyorum dibi, diyor. Büyük ana köklerimle tanıyorum onu:
Korktuğun şeydir bu.
Ben korkmam: bulundum orada.

Deniz midir bende duyduğun,
Onun hoşnutsuzlukları mı?
Yoksa çılgınlığın olan hiçbir şeyin sesi mi?

Aşk bir gölgedir.
Nasıl da uzanır ve ağlarsın ardından
Dinle: bunlar onun toynak sesleri: çekip gitti, bir at gibi.

Bütün gece dörtnala gideceğim böylece, coşkunca,
Başın bir taş, yastığın küçük bir çimenlik olana dek,
Yankılanarak, yankılanarak.

Yoksa zehirlerin sesini mi getirmeliyim sana?
Şimdi yağmurdur bu, bu büyük sukût.
Ve budur onun meyvesi: kalay-beyazı, arsenik gibi.

Günbatımlarının gaddarlığından eza çektim.
Kavruldum köke dek
Kızıl liflerim yandı ve dayandı, tellerden oluşan elim.

Sopalar gibi uçuşan parçalara bölünüyorum şimdi.
Böylesi şiddetli bir rüzgâr
Hoş görmez hiçbir seyirciyi: çığlık atmalıyım.

Ay da insafsız: sürüklerdi beni
Kıyasıya, boşu boşuna.
Parlaklığı yaralar beni. Yoksa ben belki yakalardım onu.

Bırakırım gitsin. Bırakırım gitsin
Eksilmiş ve donuk olarak, esaslı bir ameliyattan çıkmış gibi.
Kötü düşlerin nasıl da hükmeder bana ve donatır beni.

Bir çığlık oturur bende.
Geceleri çırpınır uçar
Çengelleriyle, seveceği bir şey aramaya.

İçimde uyuyan
Bu karanlık şey korkutur beni;
Bütün gün hissederim onun yumuşak, tüylü dönüşlerini, kötülüğünü.

Bulutlar geçer ve yayılır.
Bunlar aşkın yüzleri midir, şu solgun telafisizler?
Bunlar yüzünden mi kışkırttım kalbimi?

Daha fazla öğrenmeye yeteneğim yok.
Nedir bu, bu yüz
Öyle cani dallarının boğmalarıyla? –

Onun yılansı asitleri tıslar.
Taşlaştırır iradeyi. Yalıtılmış, yavaş hatalardır ki bunlar
Öldürür, öldürür, öldürür.

Çev: İsmail Haydar Aksoy

 

René Descartes

Descartes genellikle doğa bilimlerini geliştirmek için aklın kullanılması gerektiğini vurgulayan ilk düşünce insanı olarak tanınır. Onun için felsefe bilgiyi somutlaştıran bir düşünce sistemiydi ve bunu şu şekilde ifade etti :

“ Tüm felsefe bir ağaç gibi olduğundan; metafizik kök, fizik gövde, ve diğer bilimler bu gövdeden dallanan dallardır, bu dallar üç ana başlığa indirgenebilir : Tıp, mekanik ve etik. Ahlakın bilimiyle, bilgeliğin son derecesi olan, diğer bilimlerin en yüksek ve en mükemmel bütün bilgisini anladım.”

Onun Metot Üzerine Konuşma’sında, herhangi birinin şüphe olmadan, gerçek olarak bildiği temel prensiplere varmaya çalışır. Bunu başarmak için hiperbolik/metafizik şüpheyi, bazen metotolojik şüphecilik olarak adlandırılan metodu kullanır: şüphelenilebilecek herhangi bir düşünceyi reddeder ve onları gerçek bilgi için sağlam dayanak elde etmekle yeniden kurar.

Başlangıçta, Descartes sadece tek bir prensibe varır: düşünce vardır. Düşünce ben'den ayrılamaz, dolayısıyla, ben varım.(Metot Üzerine Konuşmalar ve Felsefenin İlkeleri) Ünlü cümlesi cogito ergo sum (“Düşünüyorum, öyleyse varım”) bu ilke üzerinedir. Dolayısıyla, Descartes eğer şüphe duyarsa, herhangi bir şey ya da herhangi biri şüphelenebilir ve kendi varoluşundan şüphelenmiş olur. “Bu söz öbeğinin basit anlamı eğer biri varoluşundan şüpheliyse, bu edimin kendisi onun var olduğunun kanıtıdır.”

Descartes düşündüğü için varoluşunun kesin olduğu kanısına varır. Fakat ne biçiminde ? Bedenini duyu kullanımı aracılığıyla algılar; fakat, duyular kimi zaman güvenilmezdir. Dolayısıyla Descartes kendisinin düşünen bir şey olduğunu kesin bir şekilde ifade eder. Düşünmek, ne yaptığıdır ve gücü özünden gelmelidir. Descartes düşünceyi (cogitatio) “hemen bilincimde olduğum, içimde ne olduğudur ve bunun da farkındayımdır.” Dolayısıyla düşünme edimi insanın hemen bilinçli olduğu her aktivitedir.

Descartes duyuların limitlerini göstermek için mum argümanını kullanır. Bir mumu ele alır, duyuları onu mumun kesin karakteristiği ile ilgili bilgilendirir; şekli, dokusu, boyutu, rengi ve kokusu gibi. Mumu ateşe doğru tuttuğunda, bu karakter özellikleri tamamı ile değişir. Fakat, görüldüğü üzere, hala aynı şeydir: duyuları onu farklı bir şekilde bilgilendirse de, o hala aynı mumdur. Dolayısıyla mumun doğasını uygun bir şekilde kavraması için, duyularını bir kenara bırakmalı ve aklını kullanmalıdır. Descartes şu sonuca varır:

“Ve dolayısıyla, gözlerimle gördüğümü düşündüğüm aslında aklımdaki muhakeme yeteneği ile kavrandı.”

Boris Pasternak - Fırtınadan sonra

Hava, gelip geçen fırtınayla dolu.
Canlandı her şey, ve bir cennet ferahlığında solmakta
Leylak, bir tazelik akımını çekmede içine
Her yana dağılmış mor salkımlarıyla

Hava değişimi diriltti her şeyi,
Doldurmada çatı oluklarını yağmur;
Fakat gitgide aydınlığa doğru değişmede gök
Kara bulutların ötesi masmavi

Sanatçının eli daha bir güvenle
Arındırmada her şeyi tozundan, kirinden;
Yaşam, gerçeklik ve olup bitenler
Yepyeni çıkmada onun atölyesinden

Yaşanmış yarım yüzyılın anıları
Gelip geçen fırtınayla tersine dönmede şimdi,
Yüzyılımız çıktı vesayetinden onun
Geleceğe yol açmanın zamanı geldi

Yeni yaşamın yolunu arındıracak olan
Artık sarsıntılar ve dönüşümler değildir;
Bir şeylerle alevlenmiş ruhun
İçtenliği, fırtınaları ve cömertliğidir...


"Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemektir." Bertolt Brecht

 

Biri Eğer Gözlerini Senden Kaçırıyorsa...Emin Ol ki o Gözlerde Sana Ait Bir Şeyler Vardır - Fyodor Dostoyevski

Biri Eğer Gözlerini Senden Kaçırıyorsa... Emin Ol ki o Gözlerde Sana Ait Bir Şeyler VardırUzak doğuda bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün bu tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerideki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeri aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman ihtiyaç vardır.