02 Mayıs 2015

Eduardo Galeano

 
Oysa bizim tek bilmek istediğimiz yoksulların neden yoksul oldukları. Sakın onların açlığı bizi doyuruyor ve çıplaklığı giydiriyor olmasın?

Televizyon ailenin en önemli üyesi olmayı bırakacak, ona da ütü ya da çamaşır makinesi gibi davranılacak.

Dünya bir zamanlar uçsuz-bucaksız-sınırsızdı, gerekli tek pasaport ayaklardı... Aynalar

İlk başta ebemiz olan zaman, gün gelecek celladımız olacak. Dün zaman bizi emzirdi ama yarın yiyecek...Aynalar

Kimse gidecek kadar kahraman, kalacak kadar vatansever değil...Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri

Üst sınıf istatistiklerle oynuyordu, orta sınıf borsada oynuyordu, alt sınıfsa spor toto oynuyordu...

Görevliler, görevini yapmaz. 

Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler. 
Seçmenler, oy kullanır ama seçemezler. 
Bilgilendirme medyası bilgilendirmez. 
Okullar cahillik öğretir. 
Yargıçlar, kurbanları cezalandırır. 
Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır. 
Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz. 
Kârlar özelleştirilirken iflaslar kamulaştırılır. 
Para, insandan özgürdür. 
İnsanlar nesnelerin hizmetindedir.

Başarı hep geçici, felaket hep kalıcıdır...

Hayır işlerine inanmıyorum.
Dayanışmaya inanıyorum.
Hayırseverlik çok dikey.
Yukarıdan aşağı iniyor.
Dayanışma yataydır.
Ötekine saygı duyar.

Kaybolan şeyler..
Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında..
Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte..
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay'a gittiğine inanıyordum..
Ne var ki, Ay'a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları buldular..
Eğer bunlar Ay'da değilseler, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?...Aynalar

Çocukların çocuk olma hakları her geçen gün daha fazla reddediliyor.. Dünya zengin çocuklara para muamelesi yapıyor, paranın davrandığı gibi davranmayı öğrensinler diye.. Dünya yoksul çocuklara çöp muamelesi yapıyor, çöpe dönüşsünler diye.. Orta sınıftakileri, ne zengin ne de yoksul olanları televizyona bağlıyor; vakit henüz erkenken tutsak hayatını kader olarak bellesinler diye.. Çocuk olmayı başaran çocuklar çok şanslı, çok büyülüler...Tepetaklak

Beni güldürmeyen hiç bir şeyi ciddiye almamayı öğrendim hayatta…

Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder.

Büyüyün ve çoğalın dedik, makineler de büyüyüp çoğaldılar. Bizim için çalışacaklarına söz vermiştiler. Şimdi biz onlar için çalışıyoruz. Gıda miktarını arttırsınlar diye icat ettiğimiz makineler açlığı çoğaltıyorlar. Kendimizi savunmak için icat ettiğimiz makineler bizi öldürüyorlar. Hareket etmek için icat ettiğimiz otomobiller bizi hareketsiz hale getiriyorlar. Buluşmak için icat ettiğimiz şehirler bizi yalnızlaştırıyorlar. İletişim kurmak için icat ettiğimiz büyük iletişim araçları, ne bizi dinliyorlar ne de bizi görüyorlar. Biz makinelerimizin makineleriyiz. Onlar masum olduklarını iddia ediyorlar. Ve bunda haklılar.

Dünya o kadar hüzünlü ki, gökkuşağı bile siyah beyaz çıkıyor ve o kadar çirkin ki, can çekişenlerin peşindeki akbabalar hemen üstlerinden uçuyor.

Hayat lavabodaki pislik gibi, giderden akıp gidiyor.

Bir yalnızlaşma, yalıtılmışlık düzeni: Her koyun kendi bacağından asılır. Komşun senin ne kardeşindir ne de sevgilin. Komşun bir rakip, bir düşmandır, ortadan kaldırılacak bir engel ya da kullanılacak bir araç. Bu düzen, ne bedeni besleyebilir ne de ruhu. Birçok insan ekmek bulamadığı için açlık çekmeye mahkûmdur; kucaklaşma yoksunluğu yüzünden gönül açlığı çekenlerin sayısı ise daha kabarıktır...Açlık -2

Nazım Hikmet'in Şiir Üzerine Düşünceleri

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır...Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır...Babaye

Yeni şair, şiir lisanı, vezin lisanı, konuşma lisanı diye ayrı ayrı lisanlar tanımıyor... O, bir tek lisanla yazıyor: Uydurma, sahte, sun’i olmayan; canlı, geniş, renkli, derin ve sade lisanla. Bu lisanın içinde, hayatın bütün unsurları vardır. Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır!...Babayef
 
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından [yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur...Memet Fuat’a Mektuplar
 
Sanatkâr, ressam, şair, romancı, mimar, aktör vesaire, her şeyden önce insandır. İnsan her şeyden önce mücerret bir varlık değil, konkre [somut] bir varlıktır. Yani her insan muayyen, belirli, belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetede [toplumda], belli bir sınıfın insanı olarak vardır. Yoksa umumiyetle, mücerret [soyut] olarak insan denilen bir şey, bir anlam mevcut değildir. Birçok mektubumda bu meselenin üzerinde durdum sanıyorum, fakat bunu çok iyi anlamanı isterim. Şimdi, bundan dolayı, sanatkâr da konkre bir insandır. Muayyen bir fizyolojisi, belli bir maddi fizyolojik, biyolojik yapısı vardır. Bu yapı belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetenin içinde yaşar, o belli sosyetede çeşitli sınıflar ve tabakalar vardır. Sanatkâr insan bütün bu şartlar içinde eserini verir. Onun üzerinde doğumundan başlayarak bütün bu sayıp döktüğüm şartlar tesirini gösterir. Ve maddi-şahsi yapısı konkre muhitinden aldığı intibaları, bulunduğu tarih devrine, bağlı olduğu sosyeteye ve sınıfa göre aksettirir. Fakat bu aksettirme işi, bu muhteva esas olmakla beraber, kullandığı aletin, boyanın, kelimenin, notanın filan teknik imkânlarıyla da sınırlanmıştır. Bu suretle muhteva [içerik] ile şekil [biçim] arasında muhteva esas olmak üzere karşılıklı bir tesir vardır. (...) Şairle çevresi arasındaki münasebet pasif bir münasebet değildir. Yani şair sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun değişmesinde derece derece amil de olur...Memet Fuat’a Mektuplar

Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda raslanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur...Babayef

Evvela, bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli : şekilden öze, muhtevaya değil; muhtevadan, özden şekle. İlkönce muhteva [içerik], sonra şekil [biçim]. Şeklin nasıl olacağını tayin edecek muhtevadır. Tabii bu metodoloji bakımından böyledir, yoksa şekille muhteva bir birliktir. Lakin bu birlikte, karşılıklı tesirleri olmakla beraber eninde sonunda tayin edici unsur muhtevadır. (...) Kafiye ve vezin mutlak olarak kullanılmamalı diye bir kaide, her mutlak kaide, her mücerret iddia gibi insanı yobazlığa, softalığa götürür. Tıpkı bunun gibi, konuşma dilinin ahengini mutlak, mücerret [soyut] bir esas olarak kabul etmek de bir yobazlıktır; kafiyeyi, vezni mutlak surette, mücerret bir görüşle inkâr ve umumiyetle konuşma dili ahengi diye bir şey kabul etmek ve bundan başka ahenk ihtimallerini red ve inkâr yenilik değil, kafiyeyi, vezni mutlak olarak kabul ve başka türlü ahengi kabul etmeyenlerinki gibi geriliktir. (...) Öyle muhtevalar vardır ki, onlarda kafiye istemez, konuşma dili - bazen şehirlinin, bazen köylünün, bazen münevverin, bazen işçinin, bazen külhanbeyinin, bazen ev kadınının vs. konuşma dili - ahengi ve imkânları yeter ve en uygun olanıdır. Lakin bazı muhtevalar vardır ki, kafiye ister - kafiye de çeşit çeşit olabilir, kafiye imkânları da hudutsuzdur - ve bazı muhtevalar vardır ki, konuşma dili yetmez, daha geniş, daha mücerret, belki bundan dolayı daha renksiz bir dil ister. Hasılı bu getirdiğim misalleri istediğin kadar çoğaltabilirsin. Yalnız, bir şey yapma, dogmatizme saplanma, gençlikte dogmatizme, değişmeyen, ebedi hakikatlere saplanmak ve bunları kabul etmek ileri bir işmiş gibi gelir insana. Bak ben, yıllardır, hiç kafiyesi olmayan şiirler yazdım, konuşma dillerinin çeşidiyle şiirler yazdım, içinde bol resim olan, yahut hiç resim olmayan şiirler yazdım, kitap diliyle şiirler yazdım, çeşitli kafiye telakkileriyle yazdım, hasılı, muhtevama, o şiirdeki, o muayyen, müşahhas yazıdaki muhtevaya uygun şekli bulmaya çalıştım. Yanlış bir iş yaptığıma da kani değilim. şiirimizin genel olarak - bazen çok güzel şeylere de rastlanıyor - bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit, birbirine zıt iki yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır...Memet Fuat’a Mektuplar

Artık şiirlerimi tiyatro sahnesinden işçilere yüksek sesle okumam imkânı yoktu. (...) Bu durum şiirimin hem muhtevasına, hem de şekline tesir etti. ’Kerem’ gibi bazı şiirlerde, hele hicviyelerde kesin kafiye ve sürprizli hayal imkânlarını kullanmakla beraber, ana hattında, şiirlerimde lirik eleman, bundan sevda elemanını anlamıyorum, gitgide kuvvetlendi, kafiyeler yumuşadı, dil şairin bir kişiyle, yahut birkaç kişiyle konuşması oldu. (...)

Beynelmilel olaylar şiirimde önemli bir yer tutmakta devam ediyordu. Bunları, o günkü memleket şartlarında, bir çeşit dumanla örtmek zorundaydım, ancak böylelikle bunları bastırabilirdim. (...)

Bu bir sıra poemin sonuncusu Bedreddin Destanı’dır. Burada şekil bakımından, halk vezni unsurları, Divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer taraftan bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil imkãnlarının bir muhasebesiydi. (...)

Bu kitaptan sonra, şekil meseleleri, hele hapse girdikten sonra, kafamda bir kat daha berraklaştı sanıyorum. Evvela, hiçbir şekil imkânını, tarzını inkâr etmiyorum. (...) şekli öylesine öze uydurmak istiyorum ki, şekil, özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren, fakat kendisi belli olmayan ince bir çorap gibi. Bu bugün tercih ettiğim şekildir, ama elbette ki, yarın rengârenk şekilleri de tercih edebilirim. (...)

Sanat bahsinde sekterlik [yobazlık] en büyük düşmanımızdır. Sekterlik nihilistliğin [yadsımacılık] bir çeşididir. Sekter, bir şeyden, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün görüşleri inkâr eder. Hele şekil meselesinde sekterliğin kötülükleri sayılamayacak kadar çoktur. Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de, kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler kadar dar kafalıdır. şiir öyle de yazılır, böyle de. Edebiyat dili, hele şiir dili hayallerle, teşbihlerle falanla ortaya çıkar, ancak böyle bir dil şiir dilidir demek ne kadar yanlışsa, tersini kabul etmek de o kadar yanlıştır. Gençliğimde, ben de az sekter değildim. Klasik halk vezinleri ve kafiyeleriyle şiir yazdıktan sonra, şekilde yenilikler aramaya başladım, kendime göre bir çeşit serbest vezinle yazmaya başladım. Bunun temelinde yine de halk şiirinin ölçüleri, hatta bazen aruz vardı, kafiye ve dil bahsinde de öyle, ama şiirin yalnız böyle yazılacağını, bunun biricik şiir şekli olduğunu iddiaya kalkıştım. Uzun zaman sevda şiiri yazmadım. Hatta şiirlerimde ’yürek’ kelimesini kullanmadım, yürek şuurun değil, duygunun sembolüdür diye. Zaman oldu en renkli, en ahenkli şekillerin peşinde koştum. Halka söylemek istediklerimi bu şekillerle söylersem daha hoşa gider, daha kolay dinlenir, daha dokunaklı olur diye düşündüm. Zaman oldu, büsbütün tersine, en sade, en göze görünmez şekillerle halka türkümü dinletmek istedim. Bence öylesi de lazım, böylesi de, daha nice nicesi de. Sanatkâr, halka türküsünü dinletmek için en uygun şekilleri durup dinlenmeden, ömrünün sonuna kadar aramak zorundadır. Bazen bu araştırmalar aylarca süren bir baş ağrısından, sinir bozukluğundan başka sonuç vermez. Olsun. (...) 
Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılaptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum, insana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende, yahut bizde, bütün duyguların ifadesini bulabilsin. 1 Mayıs Bayramı’na dair şiir okumak istediği zaman da bizi okusun, karşılıksız sevdasına dair şiir okumak istediği vakit de bizim kitaplarımızı arasın...Babayef, ’Nâzım Hikmet Kendi şiirini Anlatıyor’, Konuşmalar

Wilhelm Reich " Gerçek bilim ve sanat zincire vurulmaya dayanamaz."

Küçük adam üzerinde” güçlerini uygulamaları için iktidar sahiplerine yetki veriyorsun. Ama kendin dilsizsin; seni temsil etmeleri için güçlülerin ya da kötü niyetli güçsüzlerin daha fazla güçlenmelerine göz yumuyorsun. Her zaman aldatılanın sen olduğunu çok geç fark ediyorsun.
Sana kişisel özgürlük değil ulusal özgürlük vaad ediyorlar. Sana insani özsaygı değil, ulusal büyüklük vaad ediyorlar. “Ulusal özgürlük” ve “devletin çıkarları” ifadeleri bir kemiğin bir köpeğin ağzını sulandırdığı gibi senin ağzını sulandırıyor ve sen onları alkışlıyorsun .Onlar seni bir sembole kurban ediyorlar ve sen onları kendi üzerinde iktidara taşıyorsun. Bütün maskeleri düştüğü halde senin efendilerin senin tarafından yükseltildiler, senin tarafından beslendiler.

“Sende gerçek büyük adamı tanıyabilecek his ve göz yok. Onun varlığı, acıları, özlemleri, kavgaları, senin için verdiği mücadeleler sana uzak ve yabancı şeylerdir.”

Büyük adam yaşamın amacını senin gibi zengin olmakta, kızlarının kurallara göre evlenmelerinde, politik kariyerde, profesör süslerinde görmüyor. Senin gibi olmadığı için onu “dahi” ya da “tuhaf” olarak adlandırıyorsun. Ama o senin boş gevezelik toplantıların yerine kendi düşünceleriyle yalnız kalmayı tercih ettiğinde onun toplumsal olmadığını söylüyorsun. Sen küçük ada, bu sıradan dürüst adamın karşısında yozlaşmışlığın içinde kendini “normalliğin” prototipi olarak çıkarıyor ve ona “anormal” diyorsun. Onu küçücük ölçülerinle ölçüyorsun ve senin normallik ölçülerine uymadığını düşünüyorsun.

Sen “halksın”, “kamu düşüncesisin”, “toplumun vicdanısın”. Bu kelimelerde ne büyük sorumluluk olduğunu hiç düşündün mü küçük adam? Büyük sosyal bakış açısıyla doğanın ya da büyük insani eylemlerin, örneğin bir insanın doğru ya da yanlış mı düşündüğünü kendisine hiç sordun mu? Aksine komşunun ne diyeceğini ya da dürüstlüğünün sana paraya mal olup olmayacağını sordun. Sen büyük adamı yalnızlığa ittikten sonra ona nasıl bir kötülük yaptığını unuttun. Tekrar tekrar anlamsızlıklar, bayağılıklar yaptın ve bir kere daha onu derinden yaraladın.

Dinle küçük adam; insanın sefaleti senin her küçük kötülüğünde gün ışığına çıkıyor.
 
Bütün büyük insanlar yalnızdırlar.

Bu dünyada benim kim olduğuma karar verecek olan yalnızca benim, başka hiç kimse değil. Ben biyolojik ve kültürel bir melezim ve bütün sınıfların, ırkların ve ulusların fiziksel ve zihinsel ürünü olmaktan, senin gibi saf ırk olmamaktan, şovenist olmamaktan ve bütün sınıfların, ırkların ve ulusların küçük bir faşisti olmamaktan dolayı gurur duyuyorum.

Evlilikten doğmuş çocukları meşru, “evlilik dışı” çocukları gayrimeşru olarak ayıran sen değil misin? Yeni doğmuş İsa’yı yüceltiyorsun. Yeni doğmuş İsa evlilik cüzdanı olmayan bir anneden doğmuştu. Sen evlilik dışı doğmuş, evlilik dışı çocuk tanımayan İsa’yı tanrının oğlu katına yükselttin. Ve sonra kendi küçük gerçekliğin içinde gerçek sevgin ve gerçek nefretinle dinsel kanunlara dayanarak çocuklara saldırıyorsun, sen sefil bir küçük adamsın! Sen otomobilinle büyük Galile’nin tasarladığı köprülerden geçiyorsun. Bütün dünyanın küçük adamı, sen büyük Galile’nin evlilik cüzdanı olmadan üç çocuk sahibi olduğunu biliyor musun? Bunu okuldaki çocuklardan saklıyorsun ve Galile’ye bu yüzden acı çektirmiyor musun?

“Senin ve senin topluluklarının bütün zorbalıklarından kurtulması gerekiyor, bu gerçek. Ama büyük adam seni eğitirken küçük bir hata yaptı. O senin özgürlük arzuna ve yeteneğine güveniyordu. O özgürlüğü bir kez ele geçirdiğinde onu güvence altına alacağından şüphe etmiyordu. Ve senin proleterye diktatörü olmana rıza gösterme hatasını da yaptı.
Sana gösterilenlerin içinde yalnızca bir kelime kaldı: diktatör!Bütün diğer şeyleri güverteden aşağı attın; özgürlük, gerçek şeylerdeki temizlik, ekonomik köleliğin çözümü, ileriyi düşünme yöntemleri, bütün bunlar güverteden aşağı uçtu. Bilge adamın bu küçük hatasından sen, yalanlardan, kovuşturmadan, işkenceden, zindandan, cellatlardan, gizli polisten, mareşallereden ve madalyalardan oluşan bir sistem inşa ettin…”

Sen ya ‘yaşasın’ diye bağırır, ya kağıt oynarsın, ya da bir büroda istemeyerek çalışırsın. Ve hiçbir zaman yardım edenin yardımına koşmazsın.”

“Sen mutluluğun için gereken ekonomik koşulları, “mekanizmayla” karıştırdın. Devletin büyüklüğünü insanlığın kurtuluşu; katı, aptal parti disiplinini büyük amaçlar için duyulan fedakarlık arzusu; tankların geçit törenini milyonların uyanışı sandın. Aşkın özgürleşmesini tüm kadınların ırzına geçmekle, yoksulluğun yok edilmesini bütün yoksulları, zayıfları ve yardıma muhtaç olanları yok etmekle, memeye gereksinim duyan bebeleri vatansever yetiştirmekle, doğum kontrolünü on çocuk annesine madalya vermekle karıştırdın.

Senin yakınında küçük adam, mutluluğu yiyip bitirmek kolaydır, ama mutluluğu elde tutmak zordur.

Deha senin satmak için pazara getirdiğin ticari bir markadır. Ancak kaşif bir dahi olursa, onun dünyaya getirdiği mutluluğu daha iyi yiyip bitirebilirsin. Evet onu iştahla yiyebilirsin; çünkü sonra küçük adam gelip seninle birlikte, “dahi, dahi” diye haykıracaktır. Ve insanlar kitle halinde gelip elindeki ürünü yiyip tüketecektir.”

“Yaşayanın izinde olan herkesi onurun ya da akademik unvanın, dinin, para cüzdanın ya da tankın uğruna suçladın, lekeledin, yalanladın, mahkum ettin ya da sakatladın.”

İşte sen busun küçük adam, sen çok iyi boşaltabilir, tüketebilir, kaşıklayabilir ve yiyip bitirebilirsin ama yaratamazsın. Sen hiçbir gelişme göstermezsin, yeni düşünceler için hiçbir şansın yok. Çünkü sen hiçbir zaman vermedin, yalnızca başkalarının senin önüne hazırca sunduklarını kaşıkladın.

Dönüp de senin vatansever dediklerine bak bir kere. Onlar adım atmıyor, hücum ediyorlar. Onlar düşmanlarından nefret etmiyorlar, onlar ezeli düşmanlarını on yılda bir değiştirdikleri ezeli düşman yapmak için ebedi arkadaş yapıyorlar. Şarkı söylemiyorlar, yürüyüş marşları söylüyorlar. Onlar kız arkadaşlarını kucaklamıyorlar, sadece onları becerip bir gecede kaç kez iş bitirdiklerini hesaplıyorlar.

Senin cinsel açlık içinde olduğunu, diğer cinsten insanlara nasıl şehvetle baktığını, dostlarınla aşk meseleleri üzerine pis şakalar yaptığını, pis pornografik fantezilerin olduğunu sen biliyorsun, ben biliyorum, herkes biliyor (…) Senin kafanda her türlü ahlaksızlık marifeti oluşuyor. Benim sevgiyle kucaklayışım senin yaşamında pornografik bir sahne haline geliyor. Benim neden söz ettiğimi bilmiyorsun küçük adam. 
Bu yüzden hep geride kaldın küçük adam.

Sen bir kartal olmak istemiyorsun küçük adam ve bu yüzden de akbabalar tarafından yenileceksin. Sen kartallardan korkuyorsun, bu yüzden de sürü içinde yaşıyorsun ve büyük sürülerin ve kitlelerin yemi olacaksın.Şimdi sen büyük kitleler arasında açlık çekiyorsun, büyük kitleler içinde ölüyorsun ve senin civcivlerini kuluçkalayan kartaldan hala korkuyorsun.

Sen Hitler yanlılarını ancak milyonlarca insanı öldürdükten sonra asıyorsun. Bu milyonlar öldürülmeden önce nerdeydin ve ne düşünüyordun? Doğru düşünmen için bir düzine ceset yetmez mi? İnsanlığın ancak milyonlarca ceset gördüğünde mi ortaya çıkıyor? Senin bu tek tek küçüklüklerin, insan-hayvandaki büyük sefaleti ortaya çıkarıyor.

“Evin hala kum üstünde duruyor, çatı başına yıkılıyor ama senin ‘proleter’ ya da ‘ulusal namus’un var. Su borun patlıyor ve çocuğun boğuluyor; ama sen yine çocukların sopayla ödüllendirildiği eğitim ve düzenden yanasın.”

Boks maçı yerine kitapçıya git, eğlence merkezlerine gitmek yerine uzak ülkelere seyahat et.Doğayı düzetlmeye çalışma, onu kavramayı ve korumayı öğren…

Daha yüzyıllar boyunca dostlarını öldüreceksin ve bütün halkların, proleterlerin önderlerini efendilerin olarak ödüllendireceksin. Bir efendinin ardından diğerini yücelteceksin. Sen yüzyıllar boyunca yaşamı korumak yerine kan dökeceksin, celladının yardımıyla özgürlüğünü temellendirdiğine inanacaksın…

Sen gerçekler konuşulduğu zaman dinlemiyorsun; sen yalnızca gürültüyü dinliyorsun. Ve sonra ‘yaşasın’ diye bağırıyorsun.

Biliyorum küçük adam bir gerçek işine gelmediğinde hemen deli damgası vuruyorsun. Ve sen kendini normal insan kabul ediyorsun. Delileri içeri tıktın ve bu dünyayı normal insanlar idare ediyor…

Senin kamuoyu dediğin şey küçük adam, bütün küçük adamların ve kadınların düşüncelerinin ürünüdür. Her küçük adamın, her küçük kadının içinde bir doğru ama aslında tamamen yanlış bir düşünce vardır.Diğer küçük adamların ve kadınların yanlış düşüncelerinden korktukları için yanlış düşüncelere sahiptirler. Bu yüzden doğru düşünceler ön plana çıkamıyor.
 
“Gerçek bilim ve sanat zincire vurulmaya dayanamaz.”
Dinle Küçük Adam