Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?
28 Aralık 2012
Sis - Haydar Ergülen
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?
Bertolt Brecht - Sevinçler
★★★
"İnsanlara kırmızı bir kuyruklu yıldız göster, onları belirsiz bir kaygı ile korkut ve göreceksin ki, insanlar evlerinden koşarak çıkarken bacaklarını kıracaklardır. Fakat onlara mantıklı bir cümle söyleyip bunu yedi sebep ile kanıtlarsan, sana sadece güleceklerdir."
Protagoras “İnsan her şeyin ölçüdüsür; var olan şeylerin var olduklarının, var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsü.”
İnsan her şeyin ölçüsüdür. Var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsü.
Her şey, insana nasıl görünüyorsa öyledir.
Rüzgar, üşüyen için soğuktur, üşümeyen içinse soğuk değildir.
* * *
PROTAGORAS (M.Ö. 490/480 – 420)
Bilgi ve Varlık Görüşü (II)
Protagoras’tan geriye kalan ve onun şahsında Sofist Düşünmenin çekirdeğini ifadeye ilişkin ikinci bir soru da yanıtlanmalıdır. “İnsan tüm şeylerin ölçüsüdür, olanların olduklarının ve olmayanların olmadıklarının”
Analiz Sorusu 2: Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür (...)” dediğinde, ardından “(var- )olanlar” derken epistemolojik-konumlanışı bağlamında “şey” terimine nasıl bir anlam yüklemektedir ve buna bağlı olarak da Protagoras’ın örtük ontolojisinin mahiyeti nedir?
Olası Yanıt: Bu önerme sadece duyum nesneleri ile ilgilidir. Buna bağlı olarak da duyuma konu/nesne olan / olabilen şeyleri kapsamaktadır. Bu durumda en primitif biçimden en karmaşık biçime kadar dünya / gerçeklik ile kurduğumuz ilişkinin diğer yanı her zaman için değişken ve göreli haldedir.
Olası Yanıt (2): Bu önerme esas olarak aksiyolojinin konusu olan geniş anlamıyla değerlerle ilgilidir. Buna bağlı olarak da ahlaki, dini, siyasi ve estetik yüklemlemelerle varlığa gelen ya da bu yüklemlemeleri taşıyan şeyleri kapsamaktadır. Bu yanıt, çok fazla tartışma yapmaksızın doğrudan deneyim ile tespit edilebilen kültürel fark ve çoğulluk ile uyumludur. Mevcut dünya, ahlaki değerlerin, politik kurumların ve dahi sosyal örgütlenme biçimlerinin, estetik görüşlerin ve dini kanaatlerin, inanışların ve ritüellerin toplumdan topluma, insandan insana değiştiği bir farklılıklar bütünlüğü olarak bize verili görünmektedir. Protagoras’ın ilgili ifadeyi her iki yanıtı da içerecek biçimde kullandığı anlaşılmaktadır. Ancak, dini inanışın konusu olan Tanrının varlığı hakkında görelici (rölativist) olmaktan ziyade bilinemezci (agnostisist) olduğu da belirtilmelidir. Bu, onun ‘her şeyin ölçüsü ifadesinde bir gedik (istisna) olarak görülebileceği gibi, çıkışının epistemoloji yani bilgi problemi üzerinden olduğu hatırlandığında tutarlı bir konum alış olarak da görülebilir.
Tam da bu noktada öne sürülebilecek bir itiraz mevcuttur: Matematik önermeleri ya da geometrik nesneler hakkındaki çıkarımların durumu / statüsü ne olacaktır? Üçgenin iç açılarının toplamının 180º olmasının ölçütü insan mıdır?
Bu itiraza Protagoras’ın ya da Sofist Düşüncenin yanıtı şöyle olacaktır: Edimsel somut dünyada doğal ve verili hiçbir geometrik nesne yoktur. Bu nedenle de insan- dışı bir nesnel ölçüt söz konusu değildir. Matematik ve matematik nesneler insan icadından ya da soyutlamasından başka bir şey değildir. Ek olarak, eğer sofistler 19. Yüzyılda geometride ortaya çıkan gelişmeleri görüp, üç olanaklı geometri sisteminin açığa çıktığına şahit olsaydılar, şüphesiz ki yukarıdaki yanıtlarından daha güçlü bir şeyi de ‘gösterebilir’ hale geleceklerdi. Ayrıca araştırınız: Öklid-dışı geometriler (non-euclidean geometry).
Bu durumda, Protagoras’ın ‘şeyler’ derken ne kastettiğini daha iyi anlayabilmek için orijinal kullanımının anlamında derinleşmek gerekmektedir. Protagoras, ‘şeyler’ olarak Türkçeleştirilen sözcüğü Antik-Yunanca Khremata (chremata) olarak kullanmaktadır. Khremata, genelde varlık, varolanlar ya da nesneler değil, ancak bizimle (insanla) özel bir ilişkisi ve bizlerle bir ilgisi olan şeyler, kullandığımız ya da kendilerine ihtiyaç duyduğumuz şeyler, bizim işimiz olan şeyler, bizi etkileyen olay ve durumlar anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle, şeyin kendisi ya da ne olabileceği değil, o şeyle olan ilişki vurgulanmaktadır.
Khremata’nın ne, nasıl ve hangi ölçüde olduğu, onun kendisinden soyutlanamayacağı kullanım alanında belirlenir, kullanım alanı tarafından tanımlanır; kısacası o, tümüyle kullanım alanının dolayımındadır. İleri Okuma Önerileri: Ahmet ARSLAN, İLKÇAĞ FELSEFE TARİHİ, SOFİSTLERDEN PLATON’A (Cilt 2), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Ahmet CEVİZCİ, İlkçağ Felsefesi Tarihi, ASA Kitabevi. Lazslo VERSENYI, Sokratik Hümanizm, Sentez Yayıncılık.
internetten
Emil Michel Cioran - Burukluk
Kimi zaman ciddi, kimi zaman gülünç bir düşünce derlemesi olan Burukluk, ilk paragrafından son paragrafına aynı saplantıyı sürdürür: Hem kaygı hem gülümseme dolu bir şüpheyi muhafaza etmek.
Batı
Modern gurur: Değer verdiğim bir insanın dostluğunu kaybettim, ondan daha yozlaşmış olduğumu ona tekrarlamaya yırtındığımdan...
Bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır.
Katolikliği esaslı bir katılık gösterdiğinden beri köhneleşme sarıyor; halbuki daha kariyeri bitmedi: Latinliğin yasını tutması da gerekiyor.
Balkanlar'a doğru dönün; yerli yersiz şunu işitirsiniz: kader, kader... Kökenlerine çok yakın olan halkların, etkisiz hüzünlerini kamufle etme yolu. Mağara adamlarının ketumiyeti...
Napolyon Almanya'yı Marsilyalılar'la işgal etmiş olsaydı, dünyanın çehresi bambaşka olurdu.
... Maymun iştahlılığa Prusya veya Sibirya'da reva görülen cezalara boyun eğmezsek...
Herakleitos'un oluş'u zamanlara meydan okur; Bergson'unkiyse saf teşebbüsler ve felsefî hurdalarla birleşir.
Şüphesiz bu uygarlık daha iyisine lâyıktı. Eğer başka kalitede bir canavar çıkaramadıysa kabahat kimin?
Önemsiz şeyler makbul olmazsa hiçbir siyasî denge olamaz. Belaları kim kışkırtır? Yerinde duramama saplantısı olanlar, iktidarsızlar, hiç uyku uyuyamayanlar, tacı, kılıcı veya üniformayı kuşanmış olan başarısız sanatçılar ve onlardan da fazla: iyimserler, ötekilerin sırtından ümit edenler.
I. – Oturmamış içgüdüler, hasara uğramış inançlar, takıntı ve mızmızlanmalar. Romalar'ı ve Atinalar'ı kollayan genç Alaric'lerin(*) karşısında, her tarafta emekliye ayrılmış fatihler, kahramanlık rantiyeleri; her tarafta hantalların paradoksları. Eskiden salon nükteleri ülkeleri katediyor, sersemleri ya şaşkına çeviriyor ya da inceleştiriyordu. Süsüne düşkün ve hırçın Avrupa, ömrünün baharındaydı; — bugün, tiridi çıkmış olduğundan, artık kimseyi tahrik etmiyor. Bununla birlikte Barbarlar, onun dantellerinin mirasına konmayı bekliyor ve can çekişmesinin uzamasına öfkeleniyorlar.
II. – Fransa, İngiltere, Almanya; belki İtalya. Ya gerisi... Bir uygarlık hangi kazayla durur? Hollanda resim sanatı ya da İspanyol mistisizmi neden sadece bir an parlamışlardır? Dehalarından fazla yaşayan onca halk! Gözden düşüşleri de trajiktir; fakat Fransa'nın, Almanya'nın ve İngiltere'nin gözden düşmeleri, içlerinde tamiri imkânsız olan bir şeye, bir sürecin sona ermesine, bir görevin yerine getirilmiş olmasına bağlıdır; tabiidir, izah edilebilirdir, hak edilmiştir. Başka türlü olabilir miydi? Bu ülkeler rekabet, kardeşlik ve nefret ruhuyla, birlikte büyümüş ve birlikte yıkıma uğramışlardır; bununla birlikte, yerkürenin geri kalan kısmında taze dolandırıcı takımı enerji depoluyor, çoğalıyor ve bekliyordu.
Buyurgan içgüdüleri olan kabileler büyük bir güç oluşturmak için toplaşırlar; mütevekkil ve sallantıda oldukları an gelir, küçük bir rol için can atarlar. Artık istila edilemediği zaman, istilaya uğramaya razı olunur. Hannibal'in dramı, erken doğmuş olmaktır; birkaç yüzyıl sonra Roma'nın kapılarını açık bulurdu. İmparatorluk açıktaydı, günümüz Avrupası gibi.
III. – Batı'nın derdinin tadına hepimiz bakmışızdır. Sanat, aşk, din, savaş — bu konularda, artık bunlara inanamayacak kadar çok şey biliyoruz; hem sonra, öyle çok yüzyıl kendini bunlarla yıpratmıştır ki... Tastamam mükemmeliyetin devri geçmiştir; şiirlerin konusu mu? Canı çıkmıştır. — Sevmek mi? Ayaktakımı bile "duygu"yu boşlamıştır. Dindarlık mı? Katedrallere bir bakın: Artık sadece kifayetsizler diz çöker. Hâlâ vuruşmak isteyen kim kalmıştır? Kahramanın miadı doldu; bir tek, gayri şahsî kırımlar yürürlükte. İleri görüşlü kuklalarız, devasızlık önünde numaralar yapmaya ancak yararız.
Batı mı? Yarını olmayan bir mümkün.
IV. – Dümenlerimizi adalelere karşı savunamadığımızdan, yakında herhangi bir amaç için gitgide daha az yararlanılabilir olacağız; önüne gelen bizi kıskıvrak bağlayacak. Batı'yı seyreyleyin: bilgi, şerefsizlik ve uyuşuklukla dolup taşıyor. Haçlılar, şövalyeler, korsanlar meğer buna varmak içinmiş, bir görev yerine getirildiğinde kapılınan alıklığa...
Roma, lejyonlarını geri çektiğinde, Tarih'ten ve alacakaranlık derslerinden habersizdi. Bizim durumumuz hiç öyle değil. Tepemize ne karanlık bir Mesih inecek!
(*) Önce Atina, sonra da Roma'ya hükmeden istilacı Vizigot kralı. (ç.n.)
metiskitap