Kimi zaman ciddi, kimi zaman gülünç bir düşünce derlemesi olan Burukluk, ilk paragrafından son paragrafına aynı saplantıyı sürdürür: Hem kaygı hem gülümseme dolu bir şüpheyi muhafaza etmek.
Batı
Modern gurur: Değer verdiğim bir insanın dostluğunu kaybettim, ondan daha yozlaşmış olduğumu ona tekrarlamaya yırtındığımdan...
*
Batı boş yere geçmişine lâyık bir can çekişme biçimi aranıyor.
*
Don
Kişot, bir uygarlığın gençliğini temsil eder: Kendine olaylar icat
ediyordu — bizse üzerimize gelen olayların elinden nasıl kurtulacağımızı
bilemiyoruz.
*
Doğu, çiçekler ve feragat
üzerine eğildi. Biz, ona karşı makinaları ve çabayı çıkarıyoruz, bir de o
dörtnala melankoliyi — Batı' nın son sıçramasını.
*
Büyük ulusları biraz ilave gelecek dilenirken görmek ne hazin!
*
Bizim
devrimiz vatansızların Romantizminin damgasını taşıyacak. Artık hiç
kimsenin oturma hakkı olmayacağı bir evrenin sureti şimdiden
biçimleniyor.
Bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır.
*
Bin yıllık savaşlar Batı'yı sağlamlaştırdı; yüz yıllık "psikoloji" ise can havline kaptırdı.
*
Mezhepler
yoluyla kalabalık Mutlak'tan pay alır, bir halk da canlılığını
dışavurur. Rusya'da Devrim'i ve Slav tufanını hazırlayan da mezhepler
oldu.
Katolikliği esaslı bir katılık gösterdiğinden beri
köhneleşme sarıyor; halbuki daha kariyeri bitmedi: Latinliğin yasını
tutması da gerekiyor.
*
Derdimiz tarihin
derdi, tarih tutulması olduğundan, Valéry'nin sözünden ileri gitmek,
onun menzilini artırmak zorundayız: Uygarlığın ölümlü olduğunu şimdi
biliyoruz; kanamalı ufuklara, beterin mucizelerine, ürküntünün altın
çağına doğru dörtnala gittiğimizi...
*
16.
yüzyıl, çatışmalarının yoğunluğuyla bize bütün diğer yüzyıllardan daha
yakındır; ama zamanımızda bir Luther, bir Calvin görmüyorum. Bu devlerle
—ve çağdaşlarıyla— mukayese edilirsek, bilgi belasına anıtsal bir
kadere terfi etmiş pigmeleriz. — Endamımızda bir noksanlık varsa da
onlardan bir puan fazla kaydederiz: Serüvenleri sırasında, onların,
sevgili kullardan biri olma imkânları, korkaklıkları vardı. Hâlâ cazip
kalan tek Hıristiyan fikir olan Alınyazısı, onlar için ikili yüzünü
muhafaza ediyordu. Bizim içinse artık sevgili kul yok.
*
Almanlar
ve İspanyollar kendilerini izah ederken bir kulak verin; kulağınızda
hep aynı nakaratı çınlatacaklardır: trajik, trajik... Uğradıkları
musibetleri veya duraklamalarını size anlatma tarzları, uç verme
biçimleridir bu...
Balkanlar'a doğru dönün; yerli yersiz şunu
işitirsiniz: kader, kader... Kökenlerine çok yakın olan halkların,
etkisiz hüzünlerini kamufle etme yolu. Mağara adamlarının ketumiyeti...
*
Fransızlar'la görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir.
*
Saçma
sapanlıklardan, havaîlikten ve yaklaşıklıktan hazzetmeyen, sözlü
abartmalarını yaşayan halklar, hem diğerleri hem kendileri için bir
felâkettir. Bir hiçin üzerinde durur, fuzuliye ciddiyet, önemsize
trajiklik katarlar. Hele bir sadakat tutkusu ve berbat bir ihanet etme
tiksintisiyle kendilerini doldursunlar, onlardan artık hiçbir şey
umulamaz, yıkımları dışında... Meziyetlerini tashih etmek ve
derinliklerine bir çare bulmak için onları Güney'in yoluna sokmak ve
şaka virüsünü aşılamak gerekir.
Napolyon Almanya'yı Marsilyalılar'la işgal etmiş olsaydı, dünyanın çehresi bambaşka olurdu.
*
Ciddi
halklar güneylileştirilebilirler mi? Avrupa'nın geleceği bu soruya
bağlıdır. Eğer Almanlar, vaktiyle yaptıkları gibi çalışmaya
koyulurlarsa, Avrupa mahvolur; Ruslar eski tembellik sevgisine yeniden
dönmezlerse, aynen. Hem birilerinde hem ötekilerde tatlı gevşeklik,
duyumsamazlık ve siesta düşkünlüğünü geliştirmek, kendini koyverme ve
kaypaklığın zevkleriyle gözlerini almak gerekirdi.
... Maymun iştahlılığa Prusya veya Sibirya'da reva görülen cezalara boyun eğmezsek...
*
Yıkıcı olmayan ne evrim, ne de atılım vardır; en azından yoğunluk anlarında...
Herakleitos'un oluş'u zamanlara meydan okur; Bergson'unkiyse saf teşebbüsler ve felsefî hurdalarla birleşir.
*
Ortaçağ'ın
sonlarına doğru, şehirden şehire dünyanın sonunu ilan etmek için
koşuşturan o keşişler mutluymuşlar! Kehanetlerinin çıkması mı
gecikiyormuş? Ne önemi var! Zincirlerinden boşanabiliyor, ürküntüleriyle
ortalıkta at oynatabiliyor, onları kalabalıkların üzerine
yıkabiliyorlarmış; — paniğin huylar arasına girerek faziletlerini
yitirdiği bizimki gibi bir çağda yanıltıcı bir tedavi yolu.
*
İnsanları
çekip çevirebilmek için, zaaflarını paylaşmak ve bunlara yenilerini
ilave etmek gerekir. Papalara bakın: Kendilerini zinaya, enseste verip,
katletmeye de devam ettikçe asırlarına hükmediyorlardı; ve Kilise'nin
gücü herşeye kadirdi. Dinin buyruklarına uyduklarından beri düşe düşe
bir hal oldular: İmtinaları gibi ılımlılıkları da onlara uğursuz gelmiş
olacak; saygıdeğer hale geldiklerinden, artık kimse onlardan çekinmiyor.
Bir kurumun ibret alınacak batışı.
*
Şeref
önyargısı, gelişiminin başında olan uygarlıklara göre bir iştir. Zihin
açıklığının gelişiyle ortadan yokolur; korkakların, herşeyi "anlamış"
olup artık savunacak hiçbir şeyi kalmayanların saltanatıyla...
*
Üç
asır boyunca İspanya, İşeyaramazlık'ın sırrını kıskançlıkla korudu;
bugün bu sırrın tamamı Batı tarafından biliniyor; aşırmadı, kendi
çabalarıyla, kendi içine bakarak keşfetti bunu.
*
Barbarlık
yoluyla, Hitler bütün bir uygarlığı kurtarmaya çalıştı. Girişimi
başarısız oldu; — ama yine de bu, Batı'nın son inisiyatifi' dir.
Şüphesiz bu uygarlık daha iyisine lâyıktı. Eğer başka kalitede bir canavar çıkaramadıysa kabahat kimin?
*
Rousseau
Fransa için bir âfet oldu, Almanya'da Hegel'in olduğu gibi. Sistemlere
olduğu gibi histeriye karşı da ilgisiz olan İngiltere, vasatlıkla
uyuştu; "felsefe"si ihsas'ın değerini ortaya koydu; siyasetiyse iş'in...
Kıta Avrupası'nın üzerine fazla düştüğü manasızlıklara cevabı
deneycilik oldu; Parlamento ise, ütopyaya, kahramanlık patolojisine
karşı meydan okuması...
Önemsiz şeyler makbul olmazsa hiçbir
siyasî denge olamaz. Belaları kim kışkırtır? Yerinde duramama saplantısı
olanlar, iktidarsızlar, hiç uyku uyuyamayanlar, tacı, kılıcı veya
üniformayı kuşanmış olan başarısız sanatçılar ve onlardan da fazla:
iyimserler, ötekilerin sırtından ümit edenler.
*
Talihsizliği
suiistimal etmek zarif bir şey değildir; bazı halklar da bazı bireyler
gibi bununla o kadar gönül eğlendirirler ki trajedinin şerefine gölge
düşürürler.
*
Zihni açık olanlar,
bezginliklerine resmî bir karakter vermek ve bunu diğerlerine dayatmak
için bir Hayal Kırıklığı Birliği teşkil etmeli. Belki böylelikle tarihin
baskısını yumuşatmayı, geleceği seçmeli kılmayı başarabilirler...
*
Sırayla nice halka taptım ve lânet okudum; — olmak istediğim İspanyol'u inkâr etmek ise hiç aklımdan geçmedi...
*
I. – Oturmamış içgüdüler, hasara uğramış inançlar, takıntı ve mızmızlanmalar. Romalar'ı ve Atinalar'ı kollayan genç Alaric'lerin(*)
karşısında, her tarafta emekliye ayrılmış fatihler, kahramanlık
rantiyeleri; her tarafta hantalların paradoksları. Eskiden salon
nükteleri ülkeleri katediyor, sersemleri ya şaşkına çeviriyor ya da
inceleştiriyordu. Süsüne düşkün ve hırçın Avrupa, ömrünün baharındaydı; —
bugün, tiridi çıkmış olduğundan, artık kimseyi tahrik etmiyor. Bununla
birlikte Barbarlar, onun dantellerinin mirasına konmayı bekliyor ve can
çekişmesinin uzamasına öfkeleniyorlar.
II. – Fransa, İngiltere,
Almanya; belki İtalya. Ya gerisi... Bir uygarlık hangi kazayla durur?
Hollanda resim sanatı ya da İspanyol mistisizmi neden sadece bir an
parlamışlardır? Dehalarından fazla yaşayan onca halk! Gözden düşüşleri
de trajiktir; fakat Fransa'nın, Almanya'nın ve İngiltere'nin gözden
düşmeleri, içlerinde tamiri imkânsız olan bir şeye, bir sürecin sona
ermesine, bir görevin yerine getirilmiş olmasına bağlıdır; tabiidir,
izah edilebilirdir, hak edilmiştir. Başka türlü olabilir miydi? Bu
ülkeler rekabet, kardeşlik ve nefret ruhuyla, birlikte büyümüş ve
birlikte yıkıma uğramışlardır; bununla birlikte, yerkürenin geri kalan
kısmında taze dolandırıcı takımı enerji depoluyor, çoğalıyor ve
bekliyordu.
Buyurgan içgüdüleri olan kabileler büyük bir güç
oluşturmak için toplaşırlar; mütevekkil ve sallantıda oldukları an
gelir, küçük bir rol için can atarlar. Artık istila edilemediği zaman,
istilaya uğramaya razı olunur. Hannibal'in dramı, erken doğmuş olmaktır;
birkaç yüzyıl sonra Roma'nın kapılarını açık bulurdu. İmparatorluk
açıktaydı, günümüz Avrupası gibi.
III. – Batı'nın derdinin tadına
hepimiz bakmışızdır. Sanat, aşk, din, savaş — bu konularda, artık
bunlara inanamayacak kadar çok şey biliyoruz; hem sonra, öyle çok yüzyıl
kendini bunlarla yıpratmıştır ki... Tastamam mükemmeliyetin devri
geçmiştir; şiirlerin konusu mu? Canı çıkmıştır. — Sevmek mi? Ayaktakımı
bile "duygu"yu boşlamıştır. Dindarlık mı? Katedrallere bir bakın: Artık
sadece kifayetsizler diz çöker. Hâlâ vuruşmak isteyen kim kalmıştır?
Kahramanın miadı doldu; bir tek, gayri şahsî kırımlar yürürlükte. İleri
görüşlü kuklalarız, devasızlık önünde numaralar yapmaya ancak yararız.
Batı mı? Yarını olmayan bir mümkün.
IV.
– Dümenlerimizi adalelere karşı savunamadığımızdan, yakında herhangi
bir amaç için gitgide daha az yararlanılabilir olacağız; önüne gelen
bizi kıskıvrak bağlayacak. Batı'yı seyreyleyin: bilgi, şerefsizlik ve
uyuşuklukla dolup taşıyor. Haçlılar, şövalyeler, korsanlar meğer buna
varmak içinmiş, bir görev yerine getirildiğinde kapılınan alıklığa...
Roma,
lejyonlarını geri çektiğinde, Tarih'ten ve alacakaranlık derslerinden
habersizdi. Bizim durumumuz hiç öyle değil. Tepemize ne karanlık bir
Mesih inecek!
*
Dalgınlıkla veya acemilikle, kim insanlığı ilerleyişi içinde birazcık durdurursa onun velinimeti olur.
*
Katoliklik
İspanya'yı, onu daha da bunaltabilmek için yaratmıştır. Kilise'ye
hayran olmak için seyahat edilen bir ülkedir; ve de bir papaz öldürmenin
ne kadar zevkli olabileceğini kestirmek için...
*
Batı
ilerlemeler katediyor, utana sıkıla bunaklık bayrağını çekiyor — ve
Roma'yı batarken görüp, eşsiz ve aktarılması mümkün olmayan bir
üzüntünün sefasını sürdüklerini zannedenlere, şimdiden, daha az
imreniyorum.
*
Hümanizmin hakikatlerinde, insana
ve diğerlerine olan güvende, hâlâ ancak bir kurmaca diriliği, bir gölge
bolluğu vardır. Batı, bu hakikatler idi; artık, o kurmacalar ve o
gölgelerden başka bir şey değil. Kendisi de yoksun olduğundan, onları
teyit etmek elinde değildir. Onları peşi sıra sürükler, sergiler, ama
artık dayatamaz; tehditkâr olmaktan çıkmışlardır. Hümanizme yapışıp
kalanlar da, canı çıkmış, duygusal dayanağı olmayan bir kelimeyi,
hayaleti andıran bir sözü kullanmaktadırlar.
*
Netice
itibarıyla, bu kıta belki de son kartını oynamamıştır. Ya dünyanın
artakalan kısmının ahlâkını bozmaya, kendi pis kokularını oralara da
yaymaya koyulursa? Ona göre, itibarını muhafaza etmenin ve çevresine
ışık yaymanın bir biçimi olurdu bu.
*
Gelecekte
insanlık, işe yeniden başlamak zorunda kalırsa, bunu atıklarıyla, her
taraftaki mongollarla, kıtalardaki döküntülerle yapacaktır; karikatürü
andıran öyle bir uygarlık belirecektir ki, hakikîsini yaratanlar güçsüz,
utanç içinde ve bitkin bir şekilde bakakalacak, yıkımlarının ihtişamını
unutmak için son yer olarak da budalalığa sığınacaklardır.
(*) Önce Atina, sonra da Roma'ya hükmeden istilacı Vizigot kralı. (ç.n.)
metiskitap