05 Ocak 2021

Atatürk'ün iki yılbaşı gecesi

Atatürk’ün son yılbaşı gecesi Başkent Ankara’da Çankaya Köşkü’nde geçti. Bir de konuğu vardı; yanında hep milletvekili olarak bulunan ve 9 yıl da Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Dr. Tevfik Rüştü Aras. O gece aralarında duygusal konuşmalar geçti.

“SON YILBAŞI”NDA ATATÜRK’ÜN ARKADAŞLARINA HEDİYELERİ

Atatürk, Aras’a dışarı çıkmak istemediğini, geceyi birlikte Köşk’te geçirmeye ne diyeceğini sordu. Aras, sevinerek kabul etti teklifi. Birlikte giden yılın gelişmelerini, gelecek yılla ilgili konuları değerlendirdiler. Konuşulan konuların içinde Hatay meselesi ve ayak sesleri duyulan İkinci Dünya Savaşı ile Almanya ve İtalya’daki gelişmeler de vardı.

İlerleyen zamanda Atatürk’ün Harbiye’den sınıf arkadaşı İsmail Hakkı Kavalalı gelince de konuşmalar güncel konulara kaydı. Sonra da hep birlikte Atatürk’ün çamaşır dolaplarını, gardroplarını görmeye geçerler. Çünkü Gazi, çamaşır ve elbiselerini, gömleklerini, kravatlarını arkadaşlarına hediye ederdi. Aras, o sırada “Keşke”, diyerek bir görüşünü dile getirdi; bu yılbaşı öncesi keşke Atatürk bütün çamaşır ve kıyafetlerini yenileseydi de eskilerini arkadaşları aralarında kapışsaydı!  

Atatürk bunun üzerine hayıflanarak Dr. Aras’a bu öneriyi neden daha önce yapmadığını söyledi. Dr. Aras, bunun üzerine Atatürk’e önerisini gelecek yıl hayata geçirme teklifiyle karşılık verince Gazi’nin yanıtı ortamı duygu seline boğdu:

“Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?”

Atatürk’ün hastalığı ilerliyor, mukadder sonu görebiliyordu ki bu sözü etmişti. Ortalığı kaplayan sessizliği Kavalalı’nın neşeli sözleri dağıttı. Gazi, gömlek ve pijama hediye etti arkadaşlarına. Dr. Aras, anılarında o geceyi ayrıntılarıyla anlatır.

Nitekim, o yılbaşı Atatürk’ün “son yılbaşı” oldu. Üç arkadaş sade bir şekilde geçirdiler yılbaşını. Memleket meseleleri, akabinde güncel konuları konuşarak; yarenlik ederek. Çünkü, Atatürk o gece girilen 1938’in 10 Kasım’ında saat 09.05’te hayata gözlerini yumdu.

10. YILDAKİ YILBAŞI GECESİ ATATÜRK’E VERİLEN HEDİYELER

Cumhuriyet’in 10. yılına denk gelen 1933’ün yılbaşı gecesine dönelim “son yılbaşı”dan dört yıl önceki. 2 Ocak 1933 günkü Hakimiyet-i Milli gazetesinden aktarıyorum:

“1933 Yılbaşı gecesi, Ankara Palas salonunda Atatürk’ün katılımlarıyla kutlanırken, saat 24’den sonra, Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip, yeni yıl armağanı olarak Atatürk’e üç kitap sunmuştur. Bunlar Birinci Türk Tarih Kongresi Zabıtları, Söz Derleme Klavuzu ve Dil Kurultayı kararlarını içine alan kitaplardı. Millî Eğitim Bakanı kısa bir sunuş konuşmasıyla kitapları vermişler, Atatürk de armağanları alırken yüksek sesle şunları söylemişlerdir:

‘Bu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Kıymetli Millî Eğitim Bakanımızın bu armağanından dolayı kendisine teşekkür ederim. Kendisinden ve diğer bakanlarımızdan her an böyle armağanlar beklerim. Bakan Beyin değersiz dediği bu armağan gerçekte çok değerlidir. Bu değerin herkes tarafından daha iyi anlaşılması için bu kitaptan bir sayfa okumalarını Bakan Bey’den rica ediyorum.’

Atatürk’ün bu sözleri çok alkışlandı. Arkasından Reşit Galip Bey, Gazi’nin emirlerini yerine getirerek armağandan, ayırmaksızın ve seçmeksizin, bir sayfa açtı ve ‘Hepimizin kısmetine’ diyerek okumağa başladı:

‘Kafasını ve vicdanını, en son yükselme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan, bugünün Türk çocukları, biliyor ve bildirecektir ki, onlar dört yüz çadırlı bir aşiretten değil, onbinlerce yıllık, hür uygar olan, yüksek bir ırktan gelen, yüksek yetenekli bir millettir.’ (Sürekli alkışlar). Bir de şunu iyi bilmek gerekir ki, eski Etilerimiz, atalarımız, bugünkü yurdumuzun ilk ve otokton yerleşenleri ve sahibi olmuşlardır. Burasını binlerce yıl önce anayurdun yerine öz yurt yapmışlardır. Türklüğün merkezini Altaylardan Anadolu-Trakya’ya getirmişlerdir. Türk Cumhuriyeti’nin sarsılmaz temelleri bu öz yurdun çökmez kayalarındadır. (Alkışlar).

Bu kutsal yurdun öz mirasçısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin yılmaz koruyucusu o büyük, yüksek, soylu Türk kavminin bugünkü genç ve dinç çocuklarıdır, biziz.’ (Sürekli alkışlar).”


BU YILBAŞI BÖYLE GEÇTİ...

Muzaffer Ayhan Kara

T.S. Eliot Seçme sözler

Unutmayın; hiçbir zaman arkadaş kaybetmezsiniz. Sadece kimlerin gerçek arkadaşlarınız olduğunu keşfedersiniz.

Hayatta her şey ol; fakat birilerinin alternatifi asla olma.

Senin kendini nasıl gördüğün, başkasının seni nasıl gördüğünden çok daha önemlidir.

Yokluğunuzdan korkacak güzel insanlar biriktirin; çünkü diğerleri her an gidebilir.

İyi birisi olmak, insanın kendinden başka herkesin işine yarıyor.

Tanıdığın yanlış insanlara duyduğun öfkeyi, tanıdığın en doğru insana kusma.

İnsanların dediklerine takılma; çünkü onlar yaptıklarının iyi olup olmadığına değil, kendilerine faydalı olup olmadığına bakarlar.

İyi insan ol; fakat bunu kanıtlamak için vakit harcama.

Albert Camus "Sanatçının tutkusu özgürlüktür."

Your Morning Shot: Albert Camus, Paris 1959 | GQ

 

Sanat, yeni bir dünya yaratmak için çaba harcadığına göre bu durum sanatçının özgür olmasını gerektirir. Bu bakımdan, özgürlüğün farkına varıldığı yer de, sanat alanıdır. Sanat özgür olmayı gerektirdiği için de başkaldırmayla birleşir.

 Denemeler ve Bir Alman Dosta Mektup

  Başkaldıran İnsan

Isaac Newton "Her eylem için eşit ve zıt bir tepki vardır."

Önemi ve geçerlilik erimi...Newton yasaları 200 yıldır çeşitli deneyler ve gözlemler ile doğrulanmıştır ve gündelik yaşantımızdaki hızlar ve ölçekler için mükemmel birer yaklaşımdırlar. Newton'un hareket yasaları, yine onun bulduğu evrensel kütleçekim yasası ve kalkülüs'ün matematiksel yöntemleri ile birlikte, ilk kez geniş çaptaki fiziksel olaylar için niceliksel bir açıklama sağlamıştır.

Bu üç yasa, gündelik koşullarda makroskopik cisimlerin hareketi için iyi bir yaklaşıklık ile geçerlidirler. Buna rağmen, çok küçük ölçeklerde, çok yüksek hızlarda veya çok güçlü kütleçekimsel alanların varlığında geçerliliklerini yitirirler. Bu nedenle yasalar, bir yarı iletkendeki elektrik iletimi, maddelerin optik özellikleri, relavite hesaba katılmadan düzenlenen GPS sistemlerindeki hatalar ve süper iletkenlik gibi olayları açıklamakta kullanılamazlar. Bu tip olayların açıklanabilmesi, Genel Görelilik ve Relativistik Kuantum Mekaniği gibi daha karmaşık fiziksel teorileri gerektirir.

Kuantum mekaniğinde kuvvet, momentum veya konum gibi kavramlar, bir kuantum durumu üzerine işlem yapan, doğrusal operatörler ile tanımlanır. Işığın hızından çok düşük olan hızlarda, bu operatörler Newton yasalarına indirgenir. Işık hızına yaklaşık hızlarda, bir cisim için kuvvetin o cismin momentumunun zamana göre türevi olduğunu söyleyen ikinci yasa orijinal halini (F = d (p) / dt) korusa da, ikinci yasanın bazı yeni sürümleri (yukarıdaki sabit kütle yaklaşımı gibi) geçerliliklerini koruyamamaktadırlar.

Kitaplara dair Umberto Eco ile röportaj


   

 
 

Cicero "Ben benden doğdum ve kendime dayanarak yükseldim."


Marcus Tullius Cicero (Çiçeron) Roma söylevcilerinin en büyüğü, ünlü bir devlet adamı, tanınmış bir edebiyatçıdır. Cicero mö.106 yılında Latium'un küçük bir kasabasında Arpinumda doğdu. Plep sınıfından gelen bir ailenin geliyordu. Babası çırpıcıdır.(yazma kumaşları boyaları tutsun diye deniz suyunda çırpma işi) Genç Marcus kendi yetenekleriyle yükselmek zorundaydı. Çünkü arkasında ne bir servet ne de etkili biri vardı. Daha sonra bunu başarmış olmanın gururunu şu sözlerle dile getirmiştir: "Ben benden doğdum ve kendime dayanarak yükseldim." Babası onu kardeşi Quintus'la birlikte eğitim için Roma'ya gönderdi. Burada ünlü hatiplerden hitabet ve hukuk dersleri aldı. Bir söylevcinin çok bilgili olması gerektiğine inandığından yıllarca dilleri inceledi, edebiyat, hukuk, söylev tarihi, felsefe okudu. Yunanistan'ı, Asya'yı dolaştı. İlk hukuk davalarını 26 yaşındayken almaya başladı. 

Cicero bir davada dönemin diktatörü Sulla'yı ve yönetimini eleştirme olanağı bulmuş, halkın söylemeye korktuğu şeyleri yiğitçe dile getirerek, bir günde Roma'nın en ünlü kişisi olmuştur. Cicero hızla ilerleyerek önce praetor ardından mö.63 yılında Konsül olmuştur. Romalılara Yunan felsefesini öğretmeye çalışmış ilk kez Latin diliyle felsefe yazmıştır. Duygulu, ince ruhlu olması, eksiksiz bir konuşma ustalığına varmasına yardım etmişse de, katılık ve atılganlık isteyen politika hayatında gereğince başarılı olmasını engellemiştir. Tüm yaşamı, adalet, politika ve yurtseverlik savaşlarıyla geçmiştir. Julius Caesar döneminde köşesine çekilmiş, yalnızca yazı yazmıştır. 

Roma'nın Cumhuriyet devri, Roma'nın doğu politikası, Hellas ve Küçük Asya eyaletler, Akdeniz'deki korsanlar ve Mithradates savaşları hakkında bilgileri onun yazılarından öğrenmekteyiz. Mö. 46'da kızı Tullia'nın ölümünden sonra büyük ümitsizliğe kapılan Çiçeron yirmi ayda ruhun ölmezliği üzerine "Teselli" adlı yapıtıyla felsefe üzerine "Hortensius" u yazmıştır. Ona göre ruh maddesel değil tanrısaldır. Bu iki eserinden çok az bölümler günümüze ulaşabilmiştir. "De Republica"adlı eserinde örnek bir bağımsız cumhuriyeti betimlemiştir. O Epikürcülüğe ve gezimciliğe düşman görünür. Ona göre Epikürcülük, ahlak ülküsünü alçaltır, yurttaşlık görevlerini yük gibi gösterir, der; bu sisteme karşı, bütün Roma tarihideki büyük kahramanlıkları, karşılık beklemeden yapılmış olan fedakarlıklarını gösterir. Stoacılığın da aşırı yanlarını reddeder. Bugün elimizde Cicero'nun elli sekiz konuşması vardır. Bunlardan vatan haini Lucius Catillin'e karşı yazılmış olanlar, "Philippicae" adı verilen konuşmalar ve Mark Antonius'a sövgüler ilgi çekicidir. Cicero'nun söylevlerinin yanı sıra şiirleri, çevirileri, söz söyleme sanatı hakkında yapıtları, politik ve felsefi yapıtları ile kendisinin yazdığı sekiz yüz mektup dönemin tarihini yansıtan çok önemli belgelerdir. Mark Antonius, Caesar'ın yerine geçince ilk iş olarak Cicero'yu öldürttü. mö.43'de Tarihin en büyük hatibinin başı ve elleri kesildi. Cicero'nun tarih ve söylevcilik üzerine düşüncelerinden bir bölüm aşağıya alınmıştır:

Cicero: Tarih ve Retorik ...
Hatip için tarih yazmanın ne güzel iş olduğunu görmüyor musunuz? Belki de üslupta daha fazla belagat ve çeşitlilik isteyen başka bir tür yoktur. Ve bununla birlikte, retorik ustalarının bu hususları özel kaidelerin konusu yaptıklarına hiçbir yerde rastlamıyorum. Zaten bu kaideler gözlerimizin önünde apaçık durmaktadırlar. Türün (hatipliğin) ilk kanununun, kesinlikle yanlış bir şey söylemeye cesaret etmemek, ikincinin gerçek olan her şeyi söylemeye cesaret etmek, yazarken, en küçük şüphe uyandıracak kayırma ve düşmanlığı bertaraf etmek olduğunu kim bilmez? Evet, işte tarihin temelleri bunlardır ve onları bilmeyen hiç kimse yoktur.

Nihayet binayı yükseltmek söz konusu değil midir? Her şey olgulara ve onları anlatma sanatına dayanır. Olgular, zamanların doğru sırasının takip edilmesini, mekanların tasvir edilmesini gerektirir. Olgular ehemmiyetli ve hatırlanmaya layık oldukları vakit, onların hazırlanışı, sonra icrası, nihayet sonucu bilinmek istendiğinden, yazar her şeyden önce bizzat teşebbüs hakkında düşündüğünü işaret etmek, hadise konusunda sadece söyleneni veya yapılanı değil, fakat bunun hangi tarzda yapıldığını veya söylendiğini göstermek; neticeye gelince, onun sebeplerini, tesadüfe, hikmete, ataklığa bağlı hissesini belirerek, doğru bir şekilde gözler önüne sermek zorundadır. Yazar, şahısların faaliyetlerini de nakledecektir ve hatta, eğer adları parlak bir şöhrete kavuşmuşsa, onların karakterlerini ve hayatlarını tasvir etmeye kadar gidecektir. Diğer taraftan, anlatımla ilgili hususlarda, yazar, hukuk türünün ihtiva ettiği sertliğe ve düşüncenin meydanlarda silah olarak kullandığı sivri davranışlara başvurmaksızın, düzenli bir seyir ve tatlılıkla sırlarını açarak, akıcı ve açık bir üslup arayacaktır.

Isaac Asimov "Şiddet, beceriksizlerin son sığınağıdır."



 
 

Adonis "Hümanizme Özlem "


 

 Arap yazar ve düşünür Adonis, Araplar ile Batı arasında yapıcı bir diyaloğun ve Ortadoğu'da kalıcı barışın önündeki en önemli engelin, tek tanrılı dinlerin, insana ve doğaya bakış açısıyla, bilgiyi sadece teknik açıdan anlaması olduğunu söylüyor.

Akdeniz'in Güney ve Kuzey kıyıları arasında ya da başka bir deyişle Araplar ile Batı arasında; insani, sadık ve yapıcı bir diyaloğun kurulma sının önünde dört engel bulunduğunu belirten Adonis, bu dört engeli şöyle sıralıyor: Tek tanrılı dinlerin insana ve dünyaya bakış açısı, devlet ve siyasi uygulama alanında bilgiyi sadece teknik açıdan ele alması, günümüzde İsrail ile Filistinliler arasındaki savaşın, öteden beri Yahudi – İslam çatışması şeklinde devam etmesi.

Sadece hoşgörüye dayalı değil, aynı zamanda insanlar arasında eşitliğe dayalı, yapıcı bir diyalog kurmak istiyorsak, söz konusu engelleri ortadan kaldırmalıyız. Engelleri aşmaya ya da gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya yönelik, onları tek tek ele alarak ayrıntılı bir şekilde değerlendirmemiz mümkün değildir. Bundan dolayı bu engellere değinerek, onlarla ilgili bazı soruları yöneltmekle yetineceğiz.




 Adonis: "Din, hem hayata, hem de düşünceye hegemonya kurmuştur. Tek tanrıcılık, sadece akıl veya düşünceye hakimiyet kuran bir dini bilgi değil, aynı zamanda insan vücudunu da kontrol eden ve onun üzerinde hegemonya kuran bir yol olmuştur..."

 

 

 

 

 

 

 

Dinin siyasete alet edilmesi
Öncelikle tek tanrılı dinlerin insana ve dünyaya bakış açısına değinelim: İster Musevil ik, ister Hıristiyanlık, isterse Müslümanlık olsun, bütün tek tanrılı dinler, Allah'ın yalnızca kendilerine, -diğerlerinden farklı olarak- mesajlar gönderdiğinden hareket eder. Buradan hareketle her tek tanrılı din uygulamada, Allah ile ilgili yorumunu bir ideolojiye dönüştürmüş, diğer yorumları reddetmiş ve yalnızca kendi yorumunu, Allah'ı anlamanın tek yolu olarak görmüştür.

Burada Allah'ın kelamı, bir iktidar aracına dönüşüyor; yorum, kültürel bir otorite olup, sosyal ve siyasi bir iktidarın kurulması için bir araç olarak kullanılıyor. Böylece, tek tanrılı dinler arasında herhangi bir diyaloğu kabul etmeden önce, şu temel soruları sormamız gerekiyor: Acaba her tek tanrılı din, kendisine özgü vahyini, Allah'ın sonsuza kadar geçerli kelamının bir bütünü olarak mı görüyor, yoksa bunlar Allah kelamının sadece bir parçası ve daha sonraki zamanlarda da gerektiğinde eklemler yapılabilecek bir yapı mı?

TAMAMI  Adonis'in Avrupa- Akdeniz diyaloğuna eleştirisi: Hümanizme özlem