07 Ekim 2013

"Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasal meslek, millî siyasettir."M.Kemal Atatürk

Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasal meslek, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; bilimin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen millî bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması gerekir. Millî siyaset dediğim zaman, amaçladığım mâna ve anlam şudur : Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak…Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak…Uygar dünyadan, uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.
1920 Nutuk II, s. 436-437
 
TAMAMI

Atatürk ve Milliyetçilik

 
Türklük duygusu

Ne mutlu Türk’üm diyene!
1933 (Atatürk’ün S.D.H, s. 276)
 
Benim hayatta yegâne övüncüm, servetim Türklük’ten başka bir şey değildir.
(Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlarından Hatıralar, 1955, s. 95)

Bana, insanlar üstünde bir doğuş yöneltmeğe kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir.
(Atatürk’ten B.H., s. 15)

Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.
1923 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 23; Atatürk’ün S.D.H, s. 126)

Türk! Övün, çalış, güven.
1934 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 304)

Türklük esastır. Bu varlığı, tarih içinde araştırmak, birbirini izleyen bir tarih zinciri içinde, belirlenecek Türk uygarlığı ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye lâyık olmak için, bugün çalışmak gerekir. Her alanda, özellikle uygarlık dünyasına eser vermek için çalışkan olmayı hedef
tutmalıdır.
1934 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 304)

Türk milleti, tarihinle övün; çünkü senin ataların uygarlıklar kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir varlıktır. Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip uygarlık kuranların çocuklarısın. Fakat geleceğine güvenebilmek için, bugün çalışman gerekir; çünkü yalnız tarih övüncü bir meziyet sayılmaz.
(Afetinan, Atatürk’ten Hâtıralar,   1950, s. 55 – 56)

Bir Türk, dünyaya bedeldir.
1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İS., s. 14)

Türk’ün tanımı
Atatürk ‘e ait el yazısı metin :
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir seçkin varlığın yüksek belirmesine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, doğanın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, doğanın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları doğanın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Türk’ün Tarifi (Hikmet Bayur’ım verdiği vesika), Millet Dergisi,Sayı: 116, 1948, s. 10-11)

İngiliz Ataşemiliteri Albay Ros’un "Siz hangi soylu ailedensiniz?" sorusuna verdiği cevap:
– Anasının ve babasının soyluluğuyla övünen Teodoz*, İtalya yarımadasına inmek isteyen Türk Attilâ**’ya barış görüşmesinden önce sormuş: "Siz hangi soylu ailedensiniz?" Attilâ da ona cevap vermiş: "Ben soylu bir milletin evlâdıyım!" îşte benim cevabım da size budur!
(Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 54)

Türk’ün soyluluğu
Türk’ün göreneğinde, beyzadelik geleneği yerleşmemiştir. Türk, Türk olduğu için soyludur. Bu Anadolu’nun en ücra köyündeki Mehmetçik, vaktiyle dünyanın yarısını titretmiş bir sınır beyinin soyu olabilir; ama, bundan dolayı hiçbir iddiası yoktur. Çoğumuz, büyük babamızın babasını
hatırlayamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. İşte onun içindir ki cumhuriyet, Türk’ün en doğal yönetim şeklidir.
(Atatürk’ten B.H., s. 69)

Türk milleti büyük bir aslandır. Biz hepimiz onun tüyleri arasına sıkışmış ve sığınmış göz ile görülmez küçük varlıklarız. O aslanın büyük hareketleri ve atılımları ise devrim hareketleri ve atılımlarıdır. Bu aslanı harekete geçirebilmek… İşte, bizim için övünülebilecek rol budur.
1931 (Asım Us, Hatıra Notları, s. 322)

Türk’ün manevî gücü
Ben batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da savaş
alanlarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size güven veririm ki, bizim milletimizin manevî kuvveti bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir. 7920 (Atatürk’ün S.D.l, s. 81)

Türk’ün kahramanlığı
Türk milleti güzel her şeyi, her uygar şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder. Fakat kesindir ki, her şeyin üstünde tapındığı bir şey varsa, o da kahramanlıktır. Bu sözlerim, şüphesiz bugünkü  uyanık Türk gençliğinin kulaklarında yüksek ve etkili yankılar yapacaktır. Yüksek özelliklerine önemle baktığım Türk çocuklarından daha az şey istemem.
1931 (Atatürk’ün S.D.UI, s. 91)

Yugoslovya Baş bakanı’na söylemiştir : Benim bir işaretimle bütün Türkler sınırlarda ölmeye hazırdır; bizim sınırlarımızda ve sizin sınırlarınızda…
1937 (Asım Us, Hatıra Notları, s. 153)

Türk’ün çalışkanlığı
Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğrunda ölmesini biliriz.
(Makbule Atadan Anlatıyor, Nükte Fıkra ve Çizgilerle Atatürk İH, Der: NA. Banoğlu, s. 79)

Türk’e olumlu ve iyi bir şey veriniz; bunu reddetmesi olasılığı yoktur.        
1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma, s.87)

Türk’ün insanlığı
Hiçbir millet, milletimizden daha fazla yabancı unsurların inanç ve âdetlerine saygı göstermemiştir. Hattâ denilebilir ki, diğer din sahiplerinin dinine ve milliyetine saygı gösteren tek millet bizim milletimizdir.
Fatih İstanbul’da bulduğu dinî ve millî örgütü olduğu gibi bıraktı. Rum patriği*, Bulgar eksarhı** ve Ermeni kategigosu*** gibi Hıristiyan din reisleri ayrıcalığa sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların elde ettikleri bu geniş ayrıcalıklar, milletimizin din ve siyaset bakımından dünyanın en güçlük çıkarmayıcı ve yüce gönüllü bir milleti olduğunu gösterir en belirgin kanıttır.
1920 (Nutuk, III, s. 1183)

Hükümetimizin ve milletimizin, Hıristiyan unsurlara karşı adaletli bir şekilde hareket etmekliğimiz, geleneklerimiz ve dinimiz gereklerindendir. Ve gerçekten Hıristiyanlara adaletli davranıldığına en büyük kanıt, memleketimizin her noktasında en ufak köyünde bile Hristiyan unsurların Müslümanlardan daha fazla huzur ve refaha ve servete sahip olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile, malını zorla ve hile ile alarak adaletsiz davranılsaydı elbette bugünkü hal ve durumda bulunmamaları gerekirdi. Bu nedenle, bunun için başka bir kanıt ve sebep söylemeye gerek görmüyorum. Fakat bu Hıristiyan unsurların dışarının kışkırtmalarıyla veya ekmeğini yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zedelemek, bozmak girişimlerinde bulunacakların fenalıklarına engel olmak, pek doğal ve gereklidir. Bugün en büyük, ne kuvvetli ve en uygar milletlerin bu gibi sorunlarda bize oranla pek sert ve zorlayıcı davranışlara girişmekte olduğu herkesçe bilinmektedir.
1921 (Atatürk’ün S.D.l, s. 179)

Memleketimizde yaşayan Müslüman olmayan unsurların başına ne gelmiş ise, kendilerinin yabancı entrikalarına kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak saygısızcasına izledikleri ayrılma siyaseti sonucudur.
1919 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 9)

Türklük bilinci ve ülkedeki gelişimi
14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonunda bir sohbet sırasında anlatmıştır :
Bizim kuşağın gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Arap’lara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle Arnavut’lara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken "kavm-i necib" deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türk’ler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenci iken okuduğum "Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur" mısraıyla başlayan şiirinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım.
Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim* süvari alayı, Hayfa’da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim dönemi yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da deneyimli ve Anadolu’lu kıta çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı.
Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla sevgi ve ilgi gösterir görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Halbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı.
Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu ulusal onurunu ağır şekilde hançerleyen "…Türk!" sözleriyle azarlamaya başlamıştı. "Sen nasıl olur da kavm-i necib-i Arab’a bağlı, Peygamberimiz Efendimiz’in mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın. Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin…" gibi gittikçe anlamsızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu. Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum.
Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat, gerçekten emre uymanın simgesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi.
Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: "O erin bağlı olduğu ulus, bir çok bakımdan soyu temiz olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz ulusun da tarihleri şerefle dolduran büyük ve soylu bir ulus olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün soyluluğu ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir" dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim.
1931 (Faik Reşit Unat, Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Dili Dergisi, Sayı: 146, Kasım 1963, s. 77-78)
Türk Ocakları hakkında

Bu gibi toplumsal ocaklar hep batı memleketlerinde yoğunlaşmıştır. Şimdi doğu, bu boşluğun cezasını çekmektedir. Türk Cumhuriyeti’nin devrimi ocaklara dayanmaktadır.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s.35)

30 Ağustos Zaferi’ni telgrafla kutlayan İstanbul Türk Ocağı Genel Sekreteri’ne verdiği cevap:
Yeni Türkiye’nin dayanağı olan millet ve milliyet fikrinin gelişmesi için yıllarca başarı ile telkinler ve yayınlarda bulunmuş olan Türk Ocağı’nın, Millî Zafer nedeniyle gönderdiği tebriklere teşekkür eder ve özel temennilerine katılırım.
1922 (Atatürk’ün T.T.B.TV, s.480)

Türk Ocakları’nı, Cumhuriyet Halk Partisi ile birleştirme karan hakkındaki demecinden:
Kuruluş tarihinden beri bilimsel alanda halkçılık ve milliyetçilik ilkelerini yaymaya ve duyurmaya bağlılıkla ve imanla çalışan ve bu yolda memnunluğu gerektiren hizmetleri geçmiş olan Türk Ocakları’nın, aynı esasları siyasal alanda ve uygulama alanında gerçekleştiren partimle bütün anlamıyla birlik olarak çalışmalarını uygun gördüm. Bu kararım ise, millî kuruluş hakkında duyduğum itimat ve güvenin ifadesidir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.
1931 (Atatürk’ün S.D.III, s.90)
Millî birlik ve beraberlik

Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve yeteneklerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve korunma aracıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun yönetiminde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz ülküdür. Yüksek ve devrimci bir kültür düzeyine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Pozitif bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir eğitiminde yeteneği artmış ve yükselmiş olan erdemli, güçlü bir kuşak yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir.  
1935 (Atatürk’ün T.T.B.TV, s. 573)

Ulusun, içerde birliğinin hem belli, hem denenmiş olması, gelecek için en büyük güvençtir.
1934 (Atatürk’ün S.D.I, s. 364)

Bugünkü Türk milleti siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin istibdat dönemleri ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman âleti gerici, beyinsizden başka hiçbir millet bireyi üzerinde üzüntüden başka bir etki yapmamıştır. Çünkü bu millet bireyleri de bütün Türk topluluğu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.
Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevî vatandaşlar, yazgı ve talihlerini Türk milletine vicdanî arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, uygar Türk milletinin soylu ahlâkından beklenebilir mi?
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılar, s. 376 – 378)

Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır.
1932 (Cumhuriyet gazetesi, 5.10.1932; Kadri Kemal Kop, Atatürk Diyarbakır’da, s. 4)

Milli benlik

Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen,fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim .Bilelim ki, millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 143)

Şimdiye kadar pek çok milletler birçok darbelerle karşılaşmışlardır. Bu darbelerin sonucu iki manzara gösterir. Birincisi bu darbeler bir milletin benliğini, varlığını yok eder. İkincisi bu darbeler mevcut şekli yıksa bile esas unsuru ortadan kaldıramaz. Bu gibi darbelerle karşılaşan bir memlekette ikinci sonucun oluşması için o memleketin dayandığı milletin çok kuvvetli olması gerekir. İşte Türk milleti böyledir. Türk milleti karşılaştığı darbeler karşısında varlığını korumuştur. Gerçi dışarıdan gelen bu darbelerin sonuncusu Osmanlı Devleti’ni yıktı; fakat esas unsuru olan Türk milletini ortadan kaldıramadı. Türk milleti varlığını devam ettirebilmenin ne gibi sebep ve şartlara bağlı olduğunu takdir ederek onları hazırladı ve yeni bir devlet oluşturdu.
1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s.93)
Milli varlığın savunulması 
      
Millî  varlığımıza  düşman  olanlarla  dost  olmayalım.Böylelerine karşı bir Türk şairi*nin dediği gibi: (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek)
Türk’üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!diyelim. Düşmanlarımıza bu gerçeği ifade ettiğimiz gün,inancımıza, ülkümüze, geleceğimize yan bakan her bireyi düşman saydığımız gün, millî benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kurtuluşa erişeceğiz. Ve sizler gibi aydın, kararlı, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza İnanabiliriz.
1923 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 143)

Felâketler, elemler, mağlûbiyetler, milletler üzerinde birtakım etkenlerin oluşmasına sebep olur. Bu etkenlerin başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin uyanması, ağırbaşlılığını kazanması ve kendi benliğini duymasıdır. Uzun yüzyılların elemli sonuçları, nihayet bizim milletimizde de bu duyguları doğurdu. Milletleri yükselten bu özelliklere bir etken daha ilâve edelim: İntikam hissi… Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, yaşamına, yükselmesine, refahına düşman olanların zararlarını yok etmeye yönelen bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, acizlik ve zayıflıktır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık özelliğinin yok oluşunu ilân etmektir.  
1923 (Atatürk’ün s.D. 11, s. 117)

Yalnız mitingler ve benzeri gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman kurtaramaz ve ancak milletin bağrından gerçek olarak doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
1919 (Reşit Paşa’nın Hatıraları, s. 21)

Geçmişin kararsız, çürümüş düşünüş biçimi ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, değerini, şerefini tanıtacak güce sahiptir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar. Onurunun bir zerresine, vatanının bir avuç toprağına olacak saldırının bütün varlığına vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediğini sanmak, hatadır.
1924 (Atatürk’ün S.D.V, s. 34)

Gelecekte, millet yaşamını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak,vatanını seven bütün millet bireylerinin borcudur. Gerçekten, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek yeterli değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, yönetim ve ekonomi bakımlarından kuvvetli olmak gerekir.    
1922 (Atatürk’ün S.D.ll, s. 46)

Millî varlığın temeli

Yıllar geçtikçe, millî ülkü verimleri, güvenle çalışmada,ilerleme hevesinde, millî birlik ve millî irade şeklinde, daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir;çünkü, biz esasen millî varlığın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 372)

Millî parola 
Türk milletine, Türk Cumhuriyeti Devleti’ne karşı yapmağa mecbur olduğumuz ödevler bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır: "Benim Türk milletine, Türk toplumuna, Türklüğün geleceğine ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözü mü tekrar ediniz." Bu sözler bir bireyin değil, bir Türk ulusu duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere arasız tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk bireyinin son nefesi, Türk ulusunun nefesinin sönmeyeceğini, onun ölümsüz olduğunu göstermelidir. Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin sınırı yoktur. İşte, parola budur!
1935 (Ulus gazetesi, 12.12.1935)

Millî ülkü

Türk milleti!
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir bireyi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluğunda ve kararındayız. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en uygar memleketleri düzeyine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız.
Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.Bunun için bizce zaman ölçüsü, geçmiş yüzyılların gevşetici düşünüş biçimine göre değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale pozitif bilimdir.
Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihî bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekâsını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu arasız ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu bütün insanlığa gerçek huzurun temini yolunda kendine düşen uygar görevi yapmakta başarılı kılacaktır.
Büyük Türk milleti!
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün aynı inan ve kesinlikle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün uygar âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişimiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Sonsuza akıp giden her on yılda bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30.10.1933; Atatürk’ün S.D.II, s. 272)

Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve savaşkanlık-ta değil, fikirde ve uygarlıkta da insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun uygarlıkların övgüleriyle doludur. Varlığına kasteden siyasî ve toplumsal etkenler birkaç yüzyıldır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve kültür mirası, ruhunda eskimemiş ve tükenmez bir güç halinde yaşıyor. Belleğinde binlerce ve binlerce yılın anısını taşıyan tarih, uygarlık safında lâyık olduğun yeri sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir görevdir!
(Türk Tarihinin Ana Hatları, Methal Kısmı, 1931, s. 74)

Türk milletinin dinamik ülküsü
Büyük davamız, en uygar ve en bolluğa, rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir devrim yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik ülküsüdür. Bu ülküyü, en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek zorunluğundayız. Bu girişimde basan, ancak, düzenli bir plânla ve en akılcı şekilde çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda sağlamak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır zorunluklardır. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca görevdir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)

Millî amaç ve çalışmak
Millî hedef belli olmuştur. Ona kavuşacak yolları bulmak güç değildir; önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok gereksinmemiz vardır: Çalışkan olmak! Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık bulamayız; hastalık budur. O halde ilk işimiz, bu hastalığı esaslı şekilde tedavi etmektir.Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu
olan bolluk, rahatlık ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışkanların hakkidir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 59)

Büyük, kutsal hedefler, erişilemeyecek hedeflerdir. Bu sebeple herhangi bir hedefe erişmekle yetinmeyeceğiz. Sürekli olarak daha ilerisine varmak için çalışacağız.
1925 (Atatürk’ün S.D. II, s. 223)

Bugün milletçe hedefimiz, en uygar milletlerin gelişme düzeyine ulaşmak, hatta bu düzeyi aşmaktır. Bu asla imkânsız değildir. Türk’ün zekâsı, Türk’ün doğuştan nitelikleri buna elverişlidir. Yeter ki Türk milleti hedefini iyice seçsin ve bu hedefe varmaya kesin karar versin!
1932 (Âdile Ayda, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1963, s.4)

Yüzyılın bize verdiği dersten, milletimizin gereği kadar uyandığını görüyorum. Milletimizin özel nitelikleri, her işimizde başarımızın kefilidir. Başarımız, şüphesiz birlikte olacaktır. Eğer millet ortak amaca hep beraber çalışarak yürürse, kesinlikle başaracaktır. îşte bunları düşünerek gelecekteki çalışmamızda da başarılı olacağına inanıyorum.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 99)

Millî ülküye tam bir iman ve onun gereklerini duraksama göstermeksizin yerine getirmenin sonucu, elbette başarıdır.
1931 (Atatürk’ün S.D.I, s. 353)

18.7.1936 gecesi Atatürk tarafından yazdırılmıştır :
Türk çocuklarının payına düşen, her başarılı atılımdan hep sevinç veren sonuçlar almaktır. Türk çocukları! Yürüdünüz, yürüyorsunuz, yürüyünüz! Yaptığınız atılımlar sizi yüksek ülküye ulaştırmak üzeredir. Durmayın, yürüyün! Mutluluk, bolluk, rahatlık, sevinç ve hepsinden sonra dünyaya karşı yüksek bir gurur seni bekliyor. Türk çocukları! Son sözümün son kelimesine dikkat!… Gurur, büyüklük, sende zaten vardır; bunu gösterme! Onu, kendi yüksek enerjinin harimine sakla! Gerekirse, büyük alçakgönüllülüğünü göster. Fakat gene gerektikçe, göster ezici yumruğunu! İşte, bu niteliklerinle kanıtlayabilirsin ne olduğunu!.. Benim bugünkü ve yarınki Türk çocukluğundan beklediğim yaradılışından gelen özellik, bu şekilde belirmelidir.
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)

Atatürk tarafından yazdırılmıştır :
Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına sesleniyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânada, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı en sonunda teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o suç da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin, malûm! Fakat zekânı unut, daima çalışkan ol!
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10.11.1941)
  
Türk çocuklarının yüksek yeteneğine inancım tamdır.
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 3. 11. 1933)

Millî ülkü düşmanları
Ülkümüzü açıkça ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve onu hiç yılmadan izlemeliyiz. Kişisel çıkarlarımızdan,insanı küçülten emellerimizden sıyrılmayı, ancak böyle canlı ve alevli ülkü sayesinde başaracağız. Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün yılmazlığa, kararlılık ve dayanıklılığa, meydana getirilen bütün birlik ve beraberliğe rağmen,yine en güzel, en şaşmaz, en doğru düşünüş biçimlerini ve ülküleri bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir.
Öylelerine karşı, bütün millet bireyleri çok sert karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir birlik kitlesi şeklinde belirmemiz, en gerekli bir vicdanî zorunluktur. Zira bu hususta bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü ile davranmak, değer vermek, eğitim işareti değil, belki bir milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara göz yummadır ki, hiçbir zaman, hiçbir birey buna izin veremez. Hiç kimse buna izin vermek hakkına sahip değildir Ve Sizde olmamalısınız.
1923 (Atatürk’ün S.D./I, s. 142)

Milliyet ilkesi
Bir milletin, diğer milletlere oranla doğal veya kazanılmış özel karakterler sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir yapı oluşturması, ekseriya onlardan ayrı olarak onlara paralel ilerleme ve gelişmeye çalışması niteliğine milliyet ilkesi denir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 24, 379-380)

Milliyet ilkesinin gücü
Biz, milliyet fikirlerini uygulamada çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla çalışma ile gidermeye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet kuramını, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların dünya üzerinde uygulanma yeteneği bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hâdiseler ve gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin egemen olduğunu göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde gerçek denemelere rağmen yine milliyet duygusunun öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, 142-43)

Milletimiz en yüksek uygarlaşma derecesinde, en parlak gelişme basamağında, en şanlı ve kuvvetli döneminde iken,diğer birtakım milletler, ancak milletimizin darbeleri karşısında kendi benliklerini bularak o darbeleri geçirdikten sonra bugünkü durumlarına gelmiştir. Biz ise onlardaki uyanışa karşı, çok derin dalgınlıklar içinde kendini bırakıp gelmişizdir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 138)
  
Çağdaş olan milliyet kuralı, uluslararası yaygınlaşmıştır.Biz de Türklüğümüzü korumak için, son derece özen göstereceğiz.
1930 (Atatürklün S.D.III, s.89)

Türk milliyetçiliğinin tanımı
Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda, milletlerarası ilişki ve yakınlaşmalarda, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk toplumunun kendine özgü karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır.
1930 (Afetinan, T.T.K. Belleten, Cilt: XXXII, No: 128, 1968, s. 557)

Milliyetçilik ve millî sınır
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmeye, yüksek ilerleme alanı olmasına çalışmak ülkümüzdür. Fakat bu gelişmenin, uygar ve millî sınır dışında seyretmesini ilkelerimize uygun bulamayız.      1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)

Türk milliyetçiliği ve cumhuriyet
Biz doğrudan doğruya milliyetçiyiz ve Türk milliyetçi-siyiz; cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun bireyleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.
1926 (Atatürk’ün S.D.V, s. 114)

Milliyetçilik ve dil
Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.       
1931 (Vakit gazetesi, 19.2.1931; Taha Toros,Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 39)

Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen ve esas kalacaklar.
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 7.2.1933)

Millî duygu ve insanî duygu
Türk milleti, millî duyguyu dinî duyguyla değil, fakat insanî duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında millî duygunun yanında insanî duygunun şerefli yerini daima korumakla övünür. Çünkü Türk milleti bilir ki, bugün uygarlığın yolunda bağımsız ve fakat kendileriyle paralel yürüdüğü bütün uygar milletlerle karşılıklı insanî ve uygar ilişki, elbette gelişmemize devam için gereklidir ve yine bilinir ki Türk milleti, her uygar millet gibi, geçmişin bütün dönemlerinde buluşlarıyla, yaratılarıyla uygarlık âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin değerini takdir eder ve anılarını saygıyla korur. Türk milleti, insanlık âleminin samimî bir ailesidir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 369-370)

Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir.
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 98)

Türk milleti 
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M .K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 351)

Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır. Türk Cumhuriyeti’nin kurucuları ve sahipleri, bizzat kendileridir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M. K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 465)

Türk milletini yapan insanların tarihleri birdir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün el Yazıları, s.357)

Türk milletinin kuruluşundaki gerçekler 
Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen doğal ve tarihî gerçekler şunlardır: a) Siyasî varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve köken birliği, e) Tarihî ya-
kınlık, f) Ahlâkî yakınlık.
Türk milletinin oluşmasında var olan bu şartlar, diğer milletlerde hepsi birden yok gibidir. Daha umumî bir tarif yapabilmek için diyelim ki; bir topluma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, birarada bulunmak gerekir. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında oluşmamış olduklarına göre Türk milletinde yaptığımız gibi, diğer bir millet ayrı olarak incelenmedikçe, milliyet fikrini umumî ve bilimsel olarak tarif etmek güçtür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 371 – 372)

Türk vatanı 
Türk milleti, Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıt’a yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekler eski ve özellikle yeni tarih belgeleri ile bellidir. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Çünkü derin ve şanlı geçmişin, büyük, kudretli atalarının kutsal miraslarının bu yurtta da korunabileceğinden, o mirasları şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını koruyan eserleri ile

yaşadığı bugünkü siyasal sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 19)

Vatanın her parçası, ayrıcasız, Türk tarihinin maddî ve kesin dayanaklarıdır.
1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma, s. 87)

Vatan sevgisi

Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların lânetlenmeyi gerektiren tutkularına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir.
1921 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 411)

Gerektiği zaman vatan için bir tek birey gibi tek istek ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük bir geleceğe lâyık ve aday olan bir millettir.
1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.536)

Yurt toprağı
Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen, Türk milletini ebedî hayatta yaşatmak için verimli kalacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster.
1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 295)

Millî anıların değeri
Millet için ve milletçe yapıların işlerin anısı, her türlü anıların üstünde tutulmazsa millî tarih kavramının değerini takdir etmek mümkün olamaz.   
1931 (Atatürk’ün S.D.l, s. 353)

Millî karakter
Millî karakteri derin tarihimizin ilham ettiği yüksek derecelere çıkarmak, heyecanla izlediğimiz büyük emellerimizdendir.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 551)

Millî ahlâk ve millî duygu
Milletin toplumsal düzen ve huzuru, bugün ve gelecekte refahı, mutluluğu, güvenliği ve dokunulmazlığı, uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan, her hususta ilgi, gayret, nefsin özverisini ve gerektiği zaman seve seve nefsinin fedasını isteyen, millî ahlâktır. Mükemmel bir millette, millî ahlâk gerekleri, o millet bireyleri tarafından âdeta düşünülmeksizin vicdanî, hissî bir güdü ile yapılır. En büyük millî duygu, millî heyecan, işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin evde, okulda, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her bireyine bırakmaksızın ve sürekli olarak verecekleri millî eğitimin amacı, işte bu yüksek millî duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır.

Ahlâkın millî, toplumsal olduğunu söylemek ve ortak vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlâkın kutsal sıfatını da tanımaktır. Ahlâk kutsaldır; çünkü, aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle ölçülemez.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 361-362)

Millî ahlâkımız, uygar esaslarla ve özgür fikirlerle beslenmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Bu, çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkutma esasına dayanan ahlâk, bir erdem olmadıktan başka güvene de lâyık değildir.
1924 (M.E.İ.S.D. 1, s. 19)

Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk, hiçbir milletin ahlâkına benzemez. Ahlâkın millet oluşmasında yeri çok büyüktür, önemlidir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 358)

Büyüklere saygı iyi bir ahlâktır.
1919 (Atatürk’ün S.D.II, s.2)

Milletlerin özellikleri

Her milletin kendine özgü gelenekleri, kendine özgü âdetleri, kendine göre millî özellikleri vardır. Hiçbir millet,aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun sonucu şüphesiz ki acıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 150)

Bir milletin mutluluk saydığı şey, diğer bir millet için felâket olabilir. O halde bir millet, kendine göre mutluluk sayacağı bir şeye erişebilmek için başvurduğu gerek ve araçlar, kendi ruhundan çıkarsa o zaman amaca varabilir.
1921 (Atatürk’ün S.D.l, s. 198)

Dış Türkler hakkında

Siyasal varlığımızın dışında, başka ellerde, başka siyasal topluluklarla, isteyerek veya istemeyerek yazgı birliği yapmış, bizimle dil, ırk, köken birliğine sahip ve hatta yakın uzak tarih ve ahlâk yakınlığı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bir hadisesinin sonucu olan bu hal, Türk milleti için elim bir anıdır; fakat Türk milletinin tarihsel ve bilimsel oluşmasındaki köklülüğü, dayanışmayı asla bozamaz.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 23; 375-376)

Türk milleti Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hatta bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin özgürlük ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası, siyasî bir mücadele konusu olmadan önce, bilinçli bir ülkü sorunudur. Bilinçli ülkü demek pozitif bilime, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve amaç demektir.
O halde propagandalarda olumlu yöntemlere başvurmak şarttır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıralan kesinlikle hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür sorunlarıyla ilgilenmelidirler. Nitekim, biz Türklük davasını böyle bir olumlu ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.
(Abdülkadir İnan, Türk Kültürü  Dergisi, Sayı: 13, 1963, s. 115)

Azerî Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların arzularına kavuşmaları, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek fazla sevindirir. 1921 (Atatürk’ün S.D.II, s.19)

Türk milleti ve bolşevik ilkeleri
14. 8. 1920 günü 1. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu konuşmadan:
Biz memleket ve milletimizin varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize bağlı bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin kandırıcı vaatlerine aldanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim ilkelerimiz herkesçe bilinir ki, bolşevik ilkeleri değildir ve bolşevik ilkelerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve girişimde bulunmadık. Bizim inanışımıza göre, milletimizin yaşamının sağlanması ve yükselmesi, kendi benimseme yeteneğiyle uygun olan görüşlerdir. Fakat esas bakımından incelenirse bizim görüşlerimiz -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki bu, dünyanın en kuvvetli bir esasi, bir İlkesidir.
1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 97-98)

Türk milletinin yapısı ve komünizm
Kendi elyazısıyla yazılmış "Demokrasi’ye Karşıt Çağdaş Akımlar" başlıklı yazı dizisinden :
Bolşevik kuramının Rusya’da uygulanmış şekline bakalım: Bütün Rus milleti içinden işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık ekonomik esaslara dayanan, komünist partisi adı altında birleşerek, bir diktatörlük meydana getirmişlerdir. Amaçlarında, millî değildirler. Kişisel özgürlük ve eşitlik tanımazlar. Halk egemenliğine saygıları yoktur. İçeride çoğunluğu, zorlama ve baskı ile görüş noktalarına uymaya zorlarlar; dışarıda propaganda ve ihtilâl örgütü ile, bütün dünya milletlerine kendi ilkelerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, evvelâ, bireysel özgürlüğün teminidir. Bolşevik hükümet şeklinde istibdat niteliği görülmektedir. Bir toplumu, bir kısım insanların görüşlerinin, zorla, esiri ve düşkünü yaşatmak şekline, doğal ve uygun bir hükümet sistemi gözüyle bakılamaz.
1930 (Afetinan, M.B. ve MK. Atatürk’ün El Yazılan, s. 420 -422)

Türk milletinin yapısı ve komünizm
Hâkimiyeti Milliye gazetesi muhabirine verdiği demeçten:
Komünizm toplumsal bir sorundur. Memleketimizin hali, memleketimizin toplumsal şartları, dinî ve millî geleneklerinin kuvveti Rusya’daki komünizm’in bizce uygulanmasına uygun olmadığı görüşünü doğrular bir niteliktedir. Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasları üzerine kurulan partiler de bu gerçeği deneyimle kavrayarak faaliyetlerini durdurma gereğine inanmışlardır. Hattâ bizzat Rusların düşünürleri bile, bizim için bu gerçeğin meydana çıkmasına boyun eğmiş bulunuyorlar.
1921 (Atatürk’ün S.D. 111, s. 20)

Kendi arzularını kolaylıkla desteklemek isteyen birtakım kimseler hilekârcasına komünizm ve diğer kuruluşa taraftar olduğumu daima yayıyorlar. Fakat yanlıştır.
1920 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s.351)

Bolşeviklerle ilişkimize gelince, biz onlarla bir dostluk antlaşması yaptık. Başlıca şartlardan biri şu ki, Ruslar memleketimizde propaganga ve kışkırtmalar yapmayacaklar; çünkü Sovyet kuruluşuyla bizim kuruluşumuz arasında esaslı uyuşmazlık vardır.
1921 (Atatürk’ün S.D.V, s.84)

Petit Parisien muhabirine Bursa’da verdiği demeçten:
Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetçiyiz ve dinimize saygılıyız.
Özetle, bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir ve dilimizde bu hükümet, "halk hükümeti" diye anılır. Bu hükümet, doğrudan doğruya milletin arzularını karşılamaya hizmet eder ve millet ve memleketin yönetimine kendisi sahiptir. Bu nedenle kendi yazgısını kendisi belirler. Yönetimsel kuruluşlarımızın hepsinde uygulanacak olan yöntem de budur.
1922 (Atatürk’ün S.D.IU, s. 51-52)

Amerikalı kadın gazeteci Gladys Baker’e verdiği demeçten:
Türkiye’de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Tük hükümetinin ilk amacı, halka özgürlük ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.
1935 (Ayın Tarihi, No: 19, 1935)

Yabancı akımlarla mücadele

5.8.1929 gecesi Eskişehir garında Sakarya gazetesi başyazarına verdiği demeçten:
Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler, boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti, kendinin ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlayamayacak ve onlara hoşgörüyle davranacak bir topluluk değildir. O, şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, ortadan kaldırılmaya mahkûmdur. Bu hususta köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bunda kimsenin şüphesi olmasın!
1929 (Ayın Tarihi, Cilt: 20, Sayı : 65, s. 4791)

Mustafa Kemal Atatürk / Din

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.
 
TBMM...Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.
 
Atatürk'ün Kastamonu Nutku...Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

Bilim ve Teknoloji
Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur. 1922

Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. 1923

Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. 1923

Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır. 1923

Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş, olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupa'ya, Amerika'ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye ok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur. 1923

İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.  
Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.

Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar...Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasından, 1933