18 Kasım 2018

Eluard'da Aşk Ve İnsanlık


Kesiksiz Şiir: Gerçi, Eluard'ın son kitaplarından birinin adıdır bu, ama yalnızca bütün eserlerinin değil, bütün yaşamının da adı olabilir. Nitekim, şiir onun yaşamında Ölmemekten Ölmek, Barış Şiirleri, Halk Gülü, Eksiksiz Şarkı, Unutulmayan Vücut gibi eserlerin yazarına bir başka ad bulmak için bir "doğal akış" olmuştur. Evet, Eluard yok artık, fakat söylediği ile yaptığı arasındaki birlik, şimdi daha iyi görülüyor, Eluard'ın sesi, ilk şiirlerini yazışından susuncaya değin, hep kendine bağlı kalmıştır. Seslerin en temizidir o: Gerçeküstücülerin düşlerini çok güzel dile getirmiş, akışını derinleştirerek, hiç değilse sonradan kaybolmaksızın ve inkâr edilmeksizin genişlemenin yolunu bulmuştur.

Eluard'ın sesinden daha tekil, daha içten bir ses yoktur. Öyleyken, hiçbir ses bize onunki kadar derinden dokunmamıştır. "Ben" sözüne hemen hemen her şiirinde, her dizesinde rastlarız; gelgelelim - Pierre Emmanuel'in de haklı olarak belirttiği gibi - bu sözde hiçbir bencillik, hiçbir kısır soyutlama görmeyiz. Kendi adına konuşurken, kendi doğrularını bildirirken bile şair sanki hepimiz adına, herkes adına konuşmaktadır. Gençliğinde birliktecilik (unanimisme) akımının etkisinde kalmıştır; onda kendi gerçeğini bulmuştur. Ama bu, Jules Romains ile çömezleri için bir kafa gerçeği olmasına karşın, onun için bir yürek gerçeği olmuştur. Aşk, Şiir’i çok daha sonra yazması da bundan olsa gerektir.

O, delikanlılığından beri şunu anlamıştır: içinde oluşan her hareket, varlığını bütün varlıklara ve onları kucaklayan dünyaya doğru götürmektedir. Fakat yalnızlık ve umutsuzluk bu yönelişi önler, hatta bazen büsbütün ortadan kaldırırlar. Bunun için, türlü kılıklara girerler. Örneğin, yüreğe olduğu kadar bedene de kolayca kayıveren ölümün maskesini takarlar; yahut yoksulluğa, baskıya ve kıyıma uğramış bir halka uzanırlar.

Aşk, Şiir sevgidir, dünyanın türküsüdür. Ne var ki, sevgi de, dünya da ancak aşkın ve kadının türküsü arasından yükselebilir. Eluard, "şair, esin (ilham) alandan çok esin veren kişidir," der. Elbette, başkalarına esin vermesi için onun da sevgilisinden bir armağan alması gerekir. Bu yüzden, şairin yaratışı ve alınyazısı hep bu çatışmaya, aşk ile aşkın ölümü arasındaki bu çekişmeye bağlı kalmıştır. Gene de, en acı yaşantılara karşın, son söz hep aşkın olmuştur. Breton'a göre Çılgın Aşk, kendi dışında kalan her şeyin atılmasıdır; Eluard'a göre ise aşk yıldan yıla başkalarına daha çok yaklaşma halini alacaktır. Bir kadın ister ihanet etsin, isterse çekip gitsin, yalnızlığın gecesi yeni bir aşk doğuracak ve şair-insan kendini güpegündüz öbür insanların arasında bulacaktır.

Eluard'ın şiiri apaydınlıktır; gerçi içinde geceye özgü zenginlikler de vardır, ama ışığı ne dışarıdan gelmedir ne de soğuktur. Derinliklerden fışkıran bir alevdir sanki; öylesine ruhun hareketleriyle beslenmiştir, tıpkı bir yangının sık ağaçlarla beslenmesi ya da gizli özsuyunun ışınlarla beslenmesi gibi... İşte şair, bu iç ateşle güneşin dış ateşini özdeştirir.

Aslında, kendisi de efsanelik bir ateştir; insanoğlunun Promete'cil gücünü gösterir, nasıl ki âşığın da gücünü gösteriyorsa... Yaşamanın, istemenin, kardeşliğin sıcaklığı bu alevle tutuşur, ruhsal ve cinsel yönden erkekçe bir onur onunla birlikte boy atar. Bu eserde, gizli ateşle herkesin güneşi birbirine karışır; insanları daha iyi yaşamaya, kendi tarihlerinde olduğu kadar, asıl tarihte de yalnızlığı yenmeye çağırır, bunun için durmadan parıldar. Hastalık ve savaş (ki o da bir toplumsal hastalıktır) genç şairi çarpar, 1918'de aşağıdaki dizeleri yazar; bunlar, gür bir eserin kapısını açan anahtarlardır; bir savaşın ertesinden öbürüne değin uzamış, çeşitlenmiş, fakat özleri değişmemiştir:

Bir ateş yaktım bırakınca beni gökyüzü
Bir ateş yaktım olayım diye dostu
Bir ateş kış gecesine gireyim diye
Bir ateş daha iyi yaşamaya doğru

Gün bana ne verdiyse verdim ben de ona
Ormanları fundaları buğday tarlalarını asmaları
Ve yuvaları ve yuvalardaki kuşları
Ve evleri ve anahtarlarını evlerin
Ve böcekleri ve çiçekleri verdim ve kürkleri ile şenlikleri

Yaşadım yalnız alevlerin çıtırtısıyla
Sıcaklığının kokusu yetti bana
Bir gemiydim sanki kapalı suda batan
Sanki bir ölüydüm ortada kalmış yapayalnız


Bu ilk ateşe ilk aşk bütün gücünü verir. Aşka güvenini açıkladığında Eluard, yirmi yaşındadır: "Gök açık da olsa, kapalı da olsa, insan sevmedikçe onu göremez." 1951'de, ölüme yaklaştığı bir sırada, "Başından beri aşka tapmıyordum ben," diye itiraf eder ve şunları ekler:

"Onların ne odu vardı, ne de ocağı / Ateşi buldular sonradan / insanları buldular."

Rimbaud, "Aşkı bulmak insanı ve eylemini (yani ateşi) bulmak değil midir?" diye sorar. Aşkın değişimini hiçbir şair Eluard kadar güzel duyuramaz bize. Bu değişimin aşırı yalınlığı ve katkısızlığı gerçeküstü imgelerle çiçeklenir, olağanüstü bir nitelik verir onlara. Öyle bir nitelik ki kimse karşı koyamaz ona: "Bütün yaşamım seni dinler..." "Bütün dünya senin saf gözlerine bağlanmış / Kanım onların bakışıyla dolaşıyor damarlarımda..."

Eluard'da bakışla, okşamayla, gözle, elle yapılan bir çeşit aşk ayini vardır. Görmeyen şair kördür, ancak sevilen gözlerin aydınlığıyla ışığa kavuşabilir. Bu kadıncıl aydınlığı yaratmak şaire düşer:

"Bir tek okşamayla pırıl pırıl ettim seni." Öte yandan, yalnızlık ve ayrılık yaşamın yadsınması demektir: "Ve sen orada bulunmayınca / Uyuduğumu sanırım / Düş gördüğümü sanırım / yaşamadığımı." "Ne kadar sevmekteyim onu bilemiyorum / O mu yok olan, ben mi ayıramıyorum." Aşkın yokluğu bir uçurumsa, varlığı da sınırsız bir vaattir, sabırsız ve açık bir vaat:

"Gel, çık artık. Birazdan, gök dalgıcı, en hafif tüyler boynundan yakalayacak seni.

Yer ancak gerekeni taşır ve güzel kuşların gülümser. Aşkın gerisindeki gölge gibi, üzüntünün ülkesinde, görünüm örter her şeyi. Çabuk gel, koş. Vücudun düşüncelerinden daha hızla gitsin ve hiçbir şey - anlıyor musun? Hiçbir şey - geçemesin seni."

Çiftler sürekli bir değişim içinde bulunurlar: Âşık alev olur, sevgili su olur: "Bol ışıkla biçimini değiştiriyordum senin. Nasıl ki, bir pınarın suyu bardağa konunca değişiyorsa, insan da elini bir başka elin içine koyunca değişiverir. “Ya o sevdiğine döner ya da sevdiği ona. Bu karşılıklı dönüşümün birliği yaşamın bütün özelliklerini değiştirir.- Düş parıldar, güneş hayale dalar, sessizlik konuşur:

Dinelir gözkapaklarımın üstünde
Saçları saçlarımın içinde
Ellerimin biçiminde elleri
Gözlerimin renginde gözleri
Yitmiş gitmiş kuyusunda gölgemin
Göğe fırlatılan taş gibi

Gözleri açıktır hep açık
Uyutmaz beni bir türlü
Düşleri ışıl ışıl düşleri
Güneşleri bastırır güneşleri
Güldürür ağlatır güldürür beni
Konuşturur bilemezken ne diyeceğimi


Eluard'ın özellikle gerçeküstücü şiirlerinde aşk süreklidir, ama durgun değildir-, yaralanıştan coşkunluğa, şefkatten şiddete dönüşebilir. Değişmeyen tek şey, onun saflığıdır. Bu saflık dilin saflığıyla bir birlik oluşturur.

Acılarla dolu aşk, gerçeküstücülükte görülen tasayla ilişkilidir; ama, bu tasa, insana vergi coşkunluk durumuyla da alttan alta çelişmektedir.

Günbatımında bir yüz
Bir beşik ölen yapraklarda
Çıplak bir yağmur demeti
Gizlenen güneş
Suyun dibinde kaynakların kaynağı
Kırık aynaların aynası
Bir yüz terazisinde sessizliğin

Günün son ışıklarının sapanları için
Çakıltaşları arasında bir çakıltaşı
Unutulmuş bütün yüzlere benzeyen bir yüz


İsteğin gözyaşından ayrılmadığı, okşayışın tatlılıktan çok acılık doğurduğu sarsıcı bir aşkla gelen baş dönmesi. Acının Başkenti, Dolambaçsız Yaşama, İnsan Piramidi gibi eserlerdeki şiirlerle bizi sarar. Önce bir aşkın, sonra bir kadının ölümü şairin yaşamında iki kez tekrarlanır ve bu, onu, ancak Rimbaud'nun Cehennemde Bir Mevsim'indekiyle karşılaştırılabilecek bir yıkımdan geçirir. Gerçi Rimbaud cehennemden çıkar, ama şiiri de bırakır. Oysa, Orpheus Euıydike'sini yitirir, ama lirini bırakmaz, onunla gene aşkını yani yaşamını dile getirmeyi sürdürür. Onun gibi, Eluard da, yitirilmiş aşkın ötesinde anılarla kazanılacak mutluluğun süregelen varlığına bizi inandırır. Acı bir ayrılmadır bu, ama bir daha buluşmama değildir. Nitekim, sevişme anları gizemli bir biçimde yaşayadurur:

Bulutlar adına söyledim onu sana
Deniz ağaçları adına söyledim
Dalgalar adına dallardaki kuşlar adına
Gürültü taşları adına

Sevişen eller adına söyledim
Bakan göz bakılan göz adına
Göğü bezeyen uyku adına
Pusulu geceler adına
Yoldaki parmaklıklar adına söyledim

Ak alın açık pencere adına
Düşündüklerin konuştukların adına
Sonu gelmesin diye söyledim
Bu okşayışın bu güvenişin bu inanışın
Sonu gelmesin diye

Neyse ki yeni bir aşk doğar ve onunla birlikte Rönesans başlar. Sevgi, yaşam, şiir gene yürürlüğe girer; ama tutkuda, yaşamayı karşılayışta, dilde yeni ayrımcıklar (nuanres) belirir. Özellikle gerçeküstücü dil özgürlüğü ve imge demetleri dışarıdan çelişik görünen, ama karşılaşmaları kendisine çekici bir güç veren iki Öğeyi birleştirir: Bir yandan; şiire serpilmiş şaşırtıcı, hatta yapmacık buluşların doğal zenginliği; öte yandan derin doğrulamalar, deyişler ve tam bir anlatım yalınlığı. (...)

Dildeki bu çifte hareketi şiirlerin bağrındaki sıralanış karşılıyor gibidir: Görülmedik imgeler (şairin kendiliğinden bilinç üstüne çıkmalarına göz yumduğu bu alışılmadık harikalar) ile aşırı bir basitliği olan ve en beylik, en gündelik verilerden alınan imgeler art arda gelir. Olağandışı imgeler en olağan imgelerle gerçeklenir ve olağan imgeler olağandışı imgeleri canlandırır: Bilinenle bilinmeyen, görünenle görünmeyen birbiri içinde erir. Örneğin, Dolambaçsız Yaşama da- ki bir şiirde bu, böyledir:

"Bir gülüş sarı salkım saçlarda" dizesi "Güzün dumanları / Kış külleri" dizeleriyle kapı komşudur. Halk Gülü'ndeki şu dizelerde şair, aşkın büyülerini ve onların yüceltici sunularını günlerin güzelliğini belirten en alışılmış gözlemlerle pekiştirir:

Geceyi bekleyelim geceyi
Hava döşek gibi güzel
Tapılası kızların en tatlısı en ateşlisi
Sevgilisinin uyuyan heykeli önünde diz çökmüş
Uyumayı düşünmüyor bile
Geceyle gündüz güzelleşiyor gitgide

Aslında, Breton'un da belirttiği gibi, gerçek ile gerçeküstü Eluard'ın şiirinde bileşik kaplara benzer. İçlerinde bilinen ya da bilinmeyen, alışılmış ya da alışılmamış imgeler yanarlar, ama geride dışık (cüruf) değil, —Eluard'ın da değindiği üzre— şiirlerde görülen o "büyük beyaz boşluklar"ı bırakırlar; ateşli anılar "sessizliğin bu büyük boşluklarında geçmişi olmayan bir coşku yaratmak için erirler." Eluard'ın şiiri, bu yüzden, oldum olası yalınlığa yönelmiştir. Herkesin her günkü sözcükleri ve imgeleri şiirlerde gittikçe daha çok yer kaplar; öyleyken, gerçeküstücülerde rastlanan o dil ve hayal gücü azalmaz.

Çekilen acılar şaire oldukça durulmuş bir dünya getiren yeni bir aşkla el ele yürür. Nitekim, Dolambaçsız Yaşama gene doğru ve arınmış varlığı sarsan şiirleri kucaklar. Ancak, aşkın can çekişme- sidir ki evrenini daraltarak şairi yoksullaştırır. Gelgelelim, bir başka aşkın doğuşu bu temel seçmeyi doğrular, yaşamayı dolgunluğa kavuşturur. O zaman nesneler de, varlıklar da ayrışmaktan kurtulurlar, artık yalnızca kendilerini anlatmaya, geleceğin taşıyıcıları haline gelmeye şairin ve karısının baktığı gözler gibi verimli olmaya başlarlar; Verimli Gözler şarkı söylemeye koyulurlar.

"Gene de kuvvet yaşamanın dayanakları olarak kalır." Bunlar öyle dayanaklardır ki, Eluard, bundan sonra şiirden hep onları ortaya koymasını, sağlamlaştırmasını ve çoğaltmasını bekler. Eğer aşk sözlerinde hâlâ kendini kuşatan gizli bir tehdit seziyorsa, bunun nedeni, gölgenin son kez geri gelişi değil, ateşin bir daha sönmeyişidir.

Bir şey istemedim seni sevmekten başka
Fırtınalar doldurdu vadiyi
Balıklar kıyıları

Yalnızlığımdan bir kavuk ördüm sana
Bütün gece saklansın diye içine
Geceler gündüzlerle barışsın diye
Göreyim diye gözlerinde
Yalnız seni düşündüğümü
Senin hayalinle donanmış dünyayı

Yalnızlığımdan bir kavuk ördüm sana
Görmeyeyim diye geceyi gündüzü
Gözlerin onları düzene sokmamışsa

Geceler ve gündüzler "Doğal Akışı"na kavuşur, ikinci ve sevgili karısı Nuseh'un yardımıyla şair yeri, göğü, yıldızlan, kuşları, bitkileri, hayvanları ve insanı yeniden karşısında bulur.

- "Günümüzde şairlerin yalnızlığı siliniyor. İşte, onlar da insanlar arasında birer insan oldular, işte onların da birer kardeşleri var." Yalnızlık yenilince, eskiden kötü olan şeyler iyiye yönelir, eskiden umutsuzluk getiren şeyler umuda çevrilir. Böylece, eskiden kötü bunaltıyı gizlemeye yarayan, ama şimdi yaşamı değiştirme tutkusunu taşıyan irade, gecenin belirsiz girişimlerinden gündüzün kesinliğine ulaşır: Eskiden yalnızca iki kişinin yaşamını mutlulukla değiştiren aşk, şimdi bütün insanların mutluluğunu ister, gelecekte herkesin mutlu olmasına çalışır:

Gökyüzü genişleyecek
Yerimiz olacak oturmak için
Yıkıntılarında uykunun
Sığ gölgesinde dinlenişin
Bırakılmışlığın yorgunluğun

Toprak canlı gövdelerimizin biçimini alacak
Rüzgârlara kapılacağız hepimiz
Gözlerimizden geçecek gündüzler geceler
Gene de değişmeyecek gözlerimiz
Bizim temiz havamız belirli yerimiz
Giderecek alışkanlığın oyduğu gecikmeyi
Hepimizin yeni anıları olacak
Duygulu bir dili birlikte konuşacağız


Eluard, "Duygulu bir dili birlikte konuşacağız," der. Lautremont ise "Şiiri bir kişi değil, herkes birlikte kurmalı," der. Ortaklaşa sözün baştacı edilmesini bekleyen şair konuşur: "Bütün gözlerin görmesi için /Düşünen bütün gözlerin" "Konuşmak kucaklamak kadar bereketli olsun diye." Sonra şunu öne sürer: "İnsan isteseydi, güzellikten başka bir şey olmazdı dünyada." Ardından da şunu söyler: "Her insan Promete'nin kardeşidir."

1936'da Eluard "Şiirsel Açıklık" başlıklı yazısında şairlerin hak ve görevlerini şöyle açıklar: "Vakit geldi, artık bütün şairlerin hak ve görevi öbür insanların yaşamına, ortak yaşama katılmaktır." "Evet ekmek şiirden daha yararlıdır, ama, sözcüğün bütüncül ve insancıl anlamıyla aşk, sevmek tutkusu şiirden daha yararlı değildir." Eluard daha sonra yaşamın şiirsel birliğini çok iyi belirten şu görüşü savunur: "İnsan zekasının kavrayıp yaratabildiği her şey, aynı damardan gelir; eti, kanı ve kendisini çevreleyen dünya ile aynı maddeden çıkar."

İspanya Savaşı, dostlarının şiirinde olduğu gibi Eluard'ın şiirinde de umut uğruna yapılan kavgayı belirtmeye yönelir. Guernica Zaferi 1942'de yayınlanan Şiir ve Doğruluk adlı eserdeki kısa ve dokunaklı ürünleri haber verir:

Ödettiler size ekmeği
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın


Bu dönemde aşk korkudan daha güçlü görünür, neden derseniz, kadın var olan her şeyi erkeğe iletir, süreyi ve uzaklığı ortadan kaldırır, şairin görüşünü yeniler de ondan:

Her şey yenilendi her şey gelecek oldu

... Barışın son yıllarını gölgeleyen bütün tehlikeler, sevginin ve ondan doğan kardeşlik duygusunun Eluard'a sağladığı iç barışı bozamaz. Bir Eksiksiz Şarkı’dır bu, düşlerin ve bilincin şarkısıdır:

"Hiçbir uyuşmazlık yok, ışık ile bilinç geceler ve düşler kadar, sırlar ve yoksulluklar kadar eziyor beni."

Evet, bir şarkıdır bu-, çiftlerin şarkısıdır, dolayısıyla bütün insanların, bugünün ve onun bilinmeyen mutluluğunun şarkısı, mutlu geleceğin, yarının şarkısı:

Ne varsa bizimle yaşayacak
Hayvanlar altın sancaklarım benim
Ovalar tatlı geçmişim
Canım yeşillikler içli kentler
İnsanlar size gelecekler

Gözyaşları yaralar terler size gelecek

Düşlerin güllerini dermeye
İnsanlar işte şurada duygulu iyi
Atmışlar ölümden de hafif yüklerini
Ne güzel uyuyorlar güneş altında nar gibi


Eluard, eserlerini doğurduğu gibi iradesini de belirleyen bu içten gelme umut adına, şiirle karışan gerçek adına, gölgeler arasından çıkıveren ışık yani şiir adına konuşacaktır; kaçınılmaz bir işkenceye boyun eğmiş Fransa'da başkaldırışın ve sıkıştırılmış ama yenilmemiş aşkın çığlığını duyuracaktır.

1936'da şöyle diyordu: "Gerçeküstücülük düşüncenin herkese vergi olduğunu göstermeye çalışıyor-, insanlar arasındaki ayrımları azaltmaya uğraşıyor; bunun için, eşitsizliğe, alçaklığa ve hilekârlığa dayanan saçma bir anlayışa hizmet etmeye yanaşmıyor."... "Bir sözcük var ki coşturuyor beni, duyunca ürpermeler geçiriyorum; büyük bir umuttur o, umutların en büyüğüdür, yıkıcı güçleri ve insanları ezen ölümü yenmenin umududur: Bu sözcük, kardeşleşme'dir."

Gerçeküstücülüğün bu gönüldeşliği ile Eluard'm 1942'de yaptığı şu çağrı arasında bir uyuşmazlık yoktur:

Yıkık sığınaklarıma
Sönük fenerlerime
Duvarlarına sıkıntımın
Yazarım adını
İsteksiz yokluğa
Çıplak yalnızlığa
Ölümün basamaklarına
Yazarım adını
Düzelen sağlığa
Kalmayan tehlikeye
Anısız umuda
Yazarım adını
Ve bir tek sözün gücüyle
Başlarım yeniden yaşamaya
Seni tanımak için doğmuşum
Seni çığırmaya
—Özgürlük


Herkese açılan şiirin yolu üstünde, en büyük baskıya karşı koyan sesleri, Şairlerin Onuru'nda duyurmuş olmak şerefi Paul Eluard ile arkadaşı Jean Lescure'ün olacaktır. Dünya Savaşı'ndan sonra Eluard, kendine pek ağır gelen mutsuzluğu tanıyacaktır: Sevgilisinin ölümü... Yeniden o dayanılmaz yalnızlığa bir daha gömülecektir. Fakat, ölmezden önce, üzerinde bütün varlığının ve eserinin bir tek alev halinde çiçeklendiği o gerçeği yeniden bulacaktır: Aşk... Sevişen bir çiftin şiiri bugün olduğu gibi yarın da herkesin yaşamında işler. Sevilen yüz yararlıdır, yer ve zamanın sınırlarını aşarak herkese ışınlar gönderir:

Nicedir yüzüm yararsızdı
Ama şimdi
Sevilesi bir yüzüm var
Mutlanası bir yüzüm

İyilik dans ediyor dudaklarımda

Ölümsüzdür evim benim

En büyük kural:
Yıkana karşı çıkandır
Sevilmeye layık olan


Böylece, alabildiğine duyarlı ve mutsuzluğu aşmış olan Eluard'ın şiiri, katıksız bir mutluluk türküsü olarak kalır. Şairin soluması gibi duru, kendiliğinden, içten gelen bu şiir en kardeşçe, en evrensel dili konuşur. Öylesine yalındır, gündelik sözcüklerle kurulmuştur, en alışılmışların yanında en az görülenleri de kapsar. O, öyle bir alevdir ki, bağrında güzel, verimli, ateşli, insancıl ile öğeleri, nesneleri, düşleri, varlıkları birlikte taşır:

İnsan oldum taş oldum
İnsanda taş taşta insan oldum
Gökte kuş oldum kuşta gök
Ayazda çiçek oldum güneşte ırmak
Çiyde pırıltı
Kardeşçe yalnız kardeşçe özgür 

Çeviren: Asım Bezirci 
 G. EMMANUEL CLANCIER
 Asıl Adalet
 

Aşk - Marcel Proust

Bir insanın, bilinmeyen bir hayatın parçası olduğunu ve ona olan aşkımız sayesinde bu hayata nüfuz edebileceğimizi zannetmek, bir aşkın doğasında en temel unsurdur ve başka hiçbir şeyin önemsenmemesine yol açar. bir erkeği sadece fiziksel görünümüne bakarak değerlendirdiklerini iddia eden kadınlar bile, bu görünümde özel bir yaşayışın yansımasını bulurlar. işte bu yüzden askerlerden, itfaiyecilerden hoşlanırlar; üniforma çehreyi beğenmeyi kolaylaştırır; zırhın altında farklı, maceracı ve şefkatli bir yüreği öptüklerini zannederler; genç bir hükümdarın, bir veliahtın, ziyaret ettiği yabancı ülkelerde, en çok arzulayacağı gönülleri fethetmek için, belki bir sarraf için şart olacak düzgün bir profile ihtiyacı yoktur.

Şüphesiz, aşk denilen olgunun bütünüyle öznel yapısını ve aşkın fazladan bir kişi, bu dünyada aynı ismi taşıyan kişiden ayrı, özelliklerinin çoğunu bizden almış bir kişi yaratmak anlamına geldiğini çok az insan kavramıştır. yine pek az insan, kendilerinin gördüğü varlıkla aynı olmayan bir varlığın bizim için zamanla dev boyutlara ulaşmasını doğal kabul edebilir. 

Aşk başladığında, sevdiğimiz kişinin gözünde, sevebileceği yabancı olarak kalmak isteriz; ama ona ihtiyaç duyarız; bedeninden çok dikkatine, kalbine dokunma ihtiyacı hissederiz. ilgisiz kadını bizden bir ricada bulunmak zorunda bırakacak bir fesatlık sıkıştırırız bir mektubumuza; aşk, yanılmaz bir teknikle, nöbetleşe olarak sevmemenin de, sevilmenin de artık mümkün olmadığı çarkı bizim için çalıştırır.
 
Ne var ki, genellikle felaketlerin sebebini gözlerden gizleyen muamma, aşk söz konusu olduğunda, aynı şekilde, ani birtakım mutlu çözümleri de kuşatır. mutlu ya da en azından öyle görünen çözümlerdir bunlar; çünkü isteklerinin yerine getirilmesi çoğunlukla acının yerinin değişmesinden başka işe yaramayan türden bir duygu söz konusu olduğu zaman, gerçekten mutlu olan bir çözüm yoktur denebilir. bununla birlikte, bazen bir mola verilir ve insan bir süre iyileştiği yanılgısına kapılır.
 
Mutluluk, aşkta anormal bir durumdur; görünürde çok basit, her an ortaya çıkabilecek bir aksaklığa bu aksaklığın kendi başına içermediği bir ağırlık yükleyiverir. O büyük mutluluğun nedeni, kalpte değişken, durmadan tutmaya çalıştığımız, yer değiştirmediğinde neredeyse fark edilmez olan bir şeyin varlığıdır. aslında aşkta sevincin etkisiz hale getirdiği, gizli bir güce indirgediği, ertelediği; ama -istediğimizi elde etmesek, uzun süredir zaten olacağı gibi- her an çekilmez olabilecek, daimi bir ıstırap mevcuttur.

 

İlhan Berk - Güzel ırmak


Güzel ırmak
Küçüğüm, bu senin sesin, güzel ırmak
Önce rüzgârın öptüğü, sonra benim öptüğüm
Bu bitmemiş şiirler senin ayakbileklerin
Soluğun, kokun, karnın, gölgeli gözlerin
Bu böyle çözülü göğsün, enine boyuna dudakların
Sabahlara kadar ki büyük gözlerin böyle
Bu dal gibiliğin, saçların, kırmızı ağzın
Bu üstünde onca seviştiğimiz yatak sonra
Sonra bu benim anı artığı eski yüzüm
Tüylerin, tay boynun, küçücük çocuk ellerin
Böyle yukarıdan aşağı gidiyorum seni
Karışıyor, korkunç, ellerimiz ayaklarımız
 

Sait Faik Abasıyanık - Ceylan-ı Bahri


Neremden geliyor bu sevinç?
Sana baktıkça çocuğum:
Maviliklerin, badem ağaçlarının,
Metruk havuzların kurbağa seslerinin
Güzelliğini
İskele çımacısının altın yüreğini…
Gelecek bir sabah vakti, güneşten;
– Derin elemlere rüzgar-
Bastonunda kış armutları asılı
Küpeştesinde ekmek ayvaları,
Kirli yelkenine fırtınalar sarılı
Kavunlarında sulh ve sükun
Halatlarında mesut sahillerle
Bir ceylan-ı bahri…