Bugün ben de evime dönüyorum...” Sonra üzüntüyle,
“Çok daha uzak... Çok daha zor...” dedi. Olağandışı bir şeylerin
olduğunun farkındaydım. Küçücük bir çocukmuş gibi kollarımda tutuyordum
onu, ama bana öyle geliyordu ki hızla korkunç bir uçuruma doğru
gidiyordu ve onu kurtarmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu...
Bakışları çok uzaklarda bir yere bakıyormuş gibi donuklaşmıştı.
“Küçük adamım,” dedim. “Korkuyorsun sen...”
Korktuğu kesindi. Ama hafifçe güldü.
“Bu akşam daha çok korkacağım...”
Buz gibi hissettim kendimi yine, onarılmayacak, geri getirilemeyecek
bir şeylerin sezgisiyle. Onun gülüşünü bir daha hiç duymayacak olmayı
kaldıramayacağımı biliyordum. Benim için çölün ortasında bir tatlı su
kaynağıydı o.
“Küçük adam,” dedim. “Gülüşünü duymak istiyorum yine.”
Ama o, “Bu gece, tam bir yıl olacak,” dedi. “Yıldızım, bir yıl önce Dünya’ya indiğim yerde tam tepemde olacak bu gece...”
“Küçük adam,” dedim. “Ne olur bunun yalnızca kötü bir düş olduğunu
söyle bana; şu yılanla konuşmanın, buluşma yerinin ve yıldızın filan...”
Ama yakarışıma kulak asmadı. Onun yerine, “Asıl önemli olan, gözle görülmeyendir...” dedi.
“Evet, biliyorum...”
“Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu
gezegenimin yerini gösteremem sana. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım
senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün
yıldızlara bakmayı seveceksin... Hepsi senin dostların olacak. Hem sana
bir armağan vereceğim...”
“Ne söylemek istiyorsun?”
“Yıldızlar bütün insanların,” diye yanıtladı. “Ama her insan için
aynı değiller. Yolcular için, yıldızlar yol gösterici. Ötekiler için
yalnızca gökyüzündeki pırıltılar. Bilim adamları için hepsi birer
problem. İşadamı için zenginlik. Ama bütün yıldızlar sessiz. Sen...
Yalnızca sen yıldızlara herkesten farklı sahip olacaksın...”
“Ne söylemek istiyorsun?”
“Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım. Ben gülüyor olacağım bir
tanesinde. Ve geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor
gibi olacak... Yalnızca senin gülen yıldızların olacak!”
Sonra yine güldü.
“Ve üzüntün hafiflediğinde (zaman bütün acıları hafifletir) beni
tanımış olmak hep seni mutlu edecek, dostum olarak kalacaksın. Benimle
gülmek isteyeceksin. Bunun için de arada bir pencereni açacaksın...
Dostların gökyüzüne bakıp bakıp güldüğünü görünce çok şaşıracaklar!
Onlara ‘Yıldızlar hep güldürür beni!’ diyeceksin. Deli olduğunu
düşünecekler. Sana nasıl bir oyun oynadığımı görüyorsun...”
Sonra yine güldü.
“Sanki sana yıldızlar yerine gülmesini bilen bir sürü küçük çan vermişim gibi olacak...”
Ve yine güldü. Sonra birden yüzü ciddileşti.
“Bu gece... Biliyorsun... Gelme.”
“Seni bırakmayacağım,” dedim.
“Acı çekiyormuş gibi bakacağım. Biraz da ölüyormuşum gibi... Evet, öyle. Bunu görmeye gelme. Görmeye değmez.”
“Seni bırakmayacağım.”
O gece yola çıktığını görmedim. Hiç ses çıkarmadan kalkıp gitmişti.
Ona yetiştiğimde çabuk ve kararlı adımlarla yürüyordu. Beni görünce,
“Demek geldin,” dedi yalnızca.
Elimden tuttu. Endişeliydi hâlâ.
“Gelmemeliydin. Acı çekeceksin. Ölmüşüm gibi olacak, ama ölmeyeceğim...”
Bir şey söylemedim.
“Anlamalısın. Çok uzak. Bu gövdeyi oraya taşıyamam. Çok ağır.”
Bir şey söylemedim.
“Atılmış, eski bir deniz kabuğu gibi olacak. Bunda üzülecek bir şey yok...”
Bir şey söylemedim.
“İşte burası. Bırak, yalnız gideyim.” Ve oturdu.
Ben de oturdum. Ayakta duracak halim kalmamıştı.
“İşte hepsi bu...”
Biraz daha durakladı, sonra ayağa kalktı. Bir adım attı. Ben kımıldayamadım.
Ayak bileğinin dibindeki sarı bir parıltıdan başka hiçbir şey
görülmedi. Bir an hareketsiz kaldı. Çığlık atmadı. Bir ağaç gibi yavaşça
devrildi. Kuma düştüğü için hiç ses çıkmamıştı.”