Unutuşun Kolay Ülkesine Bir Hatırlatma: Erdal Eren
12 Eylül 1980 darbesiyle idam edilenlerden biri de henüz 17 yaşında olan Erdal Eren’di.
“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
Unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında
Ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım
Durmadan düşünüyorum
Ne kadar çok öldük yaşamak için.”
Onat Kutlar
Şu Metris’in Önü – Ali Asker
Ben hep onyedi yaşındayım.
Her ayak sesinde ürperirim.
Demirkapının her açılışında,
Göğsümün kafesine sığmaz yüreğim.
Her türlüsünü tattım, acıların ayrılıkların.
Herseye biraz alıştım.
Bir seni beklerken kendimi yenemedim…..
Şu metris’in önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
Senin hasretindir hücreme dolan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
gerisi yalan
Hücremdeyim hasretinle yanarım
Senin ıçin her gün her gün ağlarım
Kanım hep ıçime akar kanarım
Beni anlamadın ona yanarım
ona yanarım
Şu metrisin önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
(Şu metrisin önü Enver Karagöz e ait bir
şiirdir. Ali Asker türkü olarak söyler. Enver Karagöz Artvin’de çalışan
edebiyat öğretmeni, darbeyle tutuklanıp işkencede boğazına kaynar su
dökülerek sesini kaybetmiş. Almanya’da mülteci olarak ölene kadar
yaşamış. )
Erdal Eren
için, Gülten Akın tarafından yazılmış şiir. Grup Yorum, 1986 yılında
“Büyü” adlı bu şiiri besteleyerek ” Sıyrılıp Gelen ” adlı albümünde yer
vermiştir.
Büyü
büyü de baban sana büyü de büyü
acılar alacak yokluklar alacak büyü de baban sana
büyü de baban sana büyü de büyü
bitmez işsizlikler açlıklar alacak büyü de baban sana
büyü de baban sana büyü de büyü
baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak
büyü de baban sana büyü de büyü
büyüyüp de onyedine geldiğinde
baban sana idamlar alacak
Gülten Akın
BİR FOTOĞRAFTAN 12 EYLÜL ŞARKISI
Eren’i
idamından on altı saat önce ziyaret eden Gazeteci Savaş Ay, Eren’in son
fotoğraflarını çekti. Ve o fotoğraflar bir Sezen Aksu şarkısına, ‘Son
Bakış’a ilham oldu.
Savaş Ay, ‘Son Bakış’ın hikayesini şöyle anlatıyor: “Erdal Eren’i son anlarında çektiğim o fotoğrafları, milyonlarca kişi
gibi Sezen Aksu da görmüş ve çok etkilenmiş. Anlatırken, “Öylesine
masum, öylesine ölümden uzak, öylesine genç ki… Hikayesini de okudum.
Ama beni esas vuran o ‘son bakış’ fotoğrafıydı Savaş.
‘AĞIT GİBİ’
Aysel Gürel’e gösterdim o fotoğrafı. Birlikte bir şeyler yazdık. Onno’ya
verdik besteledi (Tunç). Şarkıdan çok ağıta benzedi. Yürekten kopup
gelen, saf, duru, sahici…” dedi. Ve işte o ağıtın sözleri.
SON BAKIŞ
Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir an duruşu gibi ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda
Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda
Aman aman?
Sezen Aksu’nun seslendirdiği Son Bakış, sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Onno Tunç’a ait.
Çocuğu astılar – Yıldırım Türker
Bu yazıyı 12 Eylül dönemine tanık olmaya yaşı yetmeyenler okusun isterim. Genç arkadaşlarıma anlatmak istediklerim var.
Bugün, lanetli bir yıldönümü. Mutsuzluğumuzun uzun hikâyesine buradan başlayabiliriz.
Daha önce de mutlu değildik. Ama hevesimiz vardı. Mutluluktan çok hevese
yazılırdık zaten. Şimdiki kadar sakar, şimdiki kadar umutluyduk. Ama o
zamanlar umut diyegeldiğimiz, neredeyse bütün insanlığı kucaklayan bir
rüyaydı. Güzeldi. Aşka benzer bir yanı vardı.
Dünyanın tanımı farklıydı o
zamanlar. Henüz koparılıp alınmamıştı bizden. Sanki dünya elimizin altındaydı da biz onu okşadıkça yepyeni bir dünya dönecekti
aşkımızdan. O zamanlar kimse kimseyi romantik olmakla suçlamazdı. Sizin
kadar genç, sizin kadar uyanıktık. Ne sizden az, ne sizden fazlaydık.
Sadece sanki daha sık bakardık birbirimizin gözlerine. Bir de sanki
şimdi sizin sıkıldığınız kadar sıkılmazdık. Dünyayla aşık dalaşına
girmiştik ya. Şimdi neredeyse bir şakaymış gibi anılıyor ana-babalarının
yaşadığı o korkunç dönem.
Bir sabah, şimdi Marmaris’te yaşayan, Yener Süsoy’un ‘Alaşehirli afacan’
dediği, büyük medyamızın sevimli bir dede olarak yansıttığı Kenan
Evren’in nefret dolu gevrek sesini duyduktan sonra kuruldu sizi okşamayı
bilmeyen bu dünya. Şimdi mütekait paşa, “Artık 12 Eylül 1980’i
unutmalıyız” diyor ya, siz unutuşun gölgesine doğdunuz zaten.
Ana-babalarınızın, büyüklerinizin işkencecileri, katilleri
yargılanmadığı gibi kendilerine yönelik saygıda kusur edenler hâlâ
hedefte. Cunta paşası 25 yıl sonra çıkıp “Unutulacaaaak! Unut!” komutu
verebiliyor. Belki de dünyadaki meslektaşlarının başına gelenler onu
kaygılandırmaya başladı.
Gökçe Fidan
Bu lanetli yıldönümünde 12 Eylül’ün ilk kurbanlarından birini, “Gökçe Fidan”ı, Erdal Eren’i analım istiyorum.
Erdal, siyasi inançları kuvvetli bir lise öğrencisidir. ODTÜ’lü Sinan
Sümer, duvarlara slogan yazarken dönemin MHP’li bakanı Cengiz Gökçek’in
koruması tarafından vurularak öldürülür. 2 Şubat 1980 günü, ölümünü
protesto etmek için toplanan 2 bin kişi arasında Erdal da vardır.
Gösterinin sonuna doğru silahlı bir inzibat timiyle göstericiler
arasında çıkan çatışmada bir inzibat askeri vurularak ölür. Yakalanan
Erdal’ın yanında silah olduğu için cinayet onun üstüne kalır. Oysa
otopsi raporunda da askerin Erdal’ın bulunduğu tarafa koşarken sırtından
vurulduğu belirlenmiştir. Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülen Erdal
şiddetli işkenceden geçirilir. Daha sonra, Orada gördüklerimi Emniyet’te
bile görmedim” diyecektir. Sonra Mamak Askeri Hapishanesi’nde bir
hücreye konulur. İdamla yargılanmaktadır. Mamak, vahşetin üslerindendir.
Kullanılan işkence yöntemlerinin yaratıcılığı insanı derinden sarsar.
Erdal, duruşmada, “Benim hakkımda peşin bir yargılama yapıldığı son
derece açıktır. Nitekim benimle ilgili olayın ertesinde Genelkurmay
Başkanı’nın ‘Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek’
şeklinde demeç vermesi benimle ilgili idam kararıdır. Ve size de bu
konuda ulaştırılan emirlerin açıkça dışa vurulmasıdır” der.
Söz konusu Genelkurmay Başkanı, Kenan Evren’dir. Bir gazeteciyle yaptığı
söyleşide, “Parlamentodan şimdiye kadar bir tek idam çıkmadı ki..
Davalar yavaş gidiyor, görevliler korkuyor, parlamento gecikiyor”
demiştir.
Askeri Erdal’ın öldürdüğü iddiası çok zayıftır, deliller yetersizdir. En
önemlisi, Erdal, suç işlendiği tarihte henüz 17 yaşındadır. Erdal
doğduğunda babası 1962 yılının Mart ayında doğmuş olan oğlunu okula
erken gidebilmesi için 6 ay büyük yazdırmış. Nereden bilsin, olacakları.
Yargıtay 3. Dairesi idam kararını ‘yeterli delil olmadığı’ gerekçesiyle
iki kere üst üste bozar. Sonunda 20 Kasım günü toplanan Askeri Yargıtay
Genel Kurulu, 3. Daire’nin ısrar kararını kaldırarak Sıkıyönetim
Mahkemesi’nin Erdal’ın idamına ilişkin kararını onar. Bir tatbikat
sırasında kendisine Erdal’ın idamı hakkında soru sorulduğunda Kenan
Evren, şanlı tarihimize yazılan o ünlü cümleyi sarf edecektir:
“Asmayalım da besleyelim mi?” 12 Eylül’ün ruhunu daha iyi açıklayan bir
cümle bulamazsınız.
Mahkeme Erdal’ı öldürülecek kadar yetişkin bulmuştur bir kere. Erdal’ın
dış görünümü ve tahsil durumuna bakarak yaş durumunun tespitine ilişkin
talebi reddeder.
Erdal’ın duruşmalarda kendisine işkence yapıldığını belirtmesi de
mahkeme başkanı tarafından “Bunların dava ile ilgisi yoktur” sözleriyle
karşılanır.
Şimdi bize sanki biraz yorgun, biraz küs ama hülyalı gözlerle
siyah-beyaz fotoğraflardan bakan çocuk kısacık ömrünün son günlerini
zulüm altında ruhunu karartmamaya çalışarak geçirdi. Bir gün onu almaya
geldiler. Ceketini giyerken bir asker yardım etmek istedi. Erdal,
‘Kendim giyerim’ dedi. Kelepçe vurulmasını istemedi sadece. Son isteğini
sordular. Sigara, dedi. Ailesine yazmış olduğu mektupları iç
çamaşırının içinden çıkardı: “Cezaevinde yapılan (neler olduğunu
ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında
inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki,
bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm
korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş
haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son
vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak ne
pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün
öldürüleceğimi bile bile” diyordu. Kız kardeşine, “Seni biraz
kızdırdığımı yazıyorsun. Fena mı? Havalar iyice soğudu ama kızarsan
üşümezsin. Ben burada üşüyünce (kızamadığım için) ‘Koşar adım’ ‘marş
marş’ eğitim yapıyorum” yazıyordu. Babasına, “Mektubunda bu acıya
dayana-mayacağını söylüyorsun. Ben nice dayanılmayacak acılara
dayanıldığına tanık oldum. Kaldı ki sen güçlü bir insansın. Kendini
kapıp koyvermediğin sürece ve biraz da benim bakış açımla bakmaya
çalışırsan böyle bir şey olmaz inancındayım” yazmıştı son mektubunda.
Babası, dayanamadı. Oğlunun ince narin boynuna ilmeğin geçirilişinden
sonra bir yıl içinde öldü. Anası Erdal’ı hâlâ rüyalarında 17 yaşındaki
haliyle görüyor.
Zamanının geldiğine karar verildikçe yapılan kimi anketlerde ordumuz
milletin en güvendiği kurum çıkar. Şimdiye dek mutlaka farkına
varmışsınızdır. Dilimizi gerçekten öğrenmek için her sözcüğün sırtında
nasıl bir yükü olduğunu anlayacak kadar yaşamak gerek. En güvenilir
demek, en korkulur anlamına geliyor. Maalesef henüz güven konağımızı
korkudan uzak yere inşa edebilmiş değiliz. Bu görev de size düşüyor.
Hayatımızın duvarlarını yıkabilmek için korkularımızla değil,
vicdanımızla bakabilmeyi öğrenmeliyiz. Belki 12 Eylül’den geçmiş
olanların ömrü vefa etmez bu cuntanın ve işbirlikçilerinin
yargılandığını görmeye. Ama siz de unutmayın. Unutturmayın. Suskunluk ve
bunaklık üstüne kurulacak bir barışın sahte olduğunu bir an olsun
aklınızdan çıkarmayın. Unutmayalım. Erdal, bize bakıyor hâlâ.
78’liler Girişimi yaptığı yazılı açıklamada Eren’le ilgili bilgileri şöyle paylaşıyor:
2 Şubat 1980’de ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in katledilmesini protesto
gösterisi nedeniyle gözaltına alınan 24 kişi arasında Eren de vardı.
Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü
iddiasıyla tutuklanan Eren tarihin belki de en hızlı yargılamasıyla 19
Mart 1980’de idama mahkum edildi.
Eren, idam edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Eren’in öldürdüğü iddia
edilen erin otopsi raporlarında, ölüme neden olan kurşunun G-3 piyade
tüfeğinden çıktığına dair görüşler yer almasına rağmen otopsi raporları
karartıldı. Askeri Yargıtay 3. Dairesi’nin, önce “Delillerin noksanlığı”
nedeniyle esastan, ardından da idamın müebbet hapse çevrilmesini
gerektiren TCK’nin 59’uncu maddesinin uygulanmaması” nedeniyle usulden
bozmasına rağmen, Daireler Kurulu iki kararı da reddetti.
“Milli Güvenlik Konseyi” tarafından onaylanan karar, “İdamı
Engelleyelim! Erdal Eren idam edilemez” kampanyasına rağmen 13 Aralık
1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edildi.
Erdal Eren’in Hayatı
Erdal Eren (25 Eylül 1964,
Şebinkarahisar, Giresun – 13 Aralık 1980, Ankara), 12 Eylül Darbesi
öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve
asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara
Yapı Meslek Lisesi öğrencisi. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi
ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980
tarihinde Milliyetçi Hareket Parti’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması
Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.[1] Erdal Eren,
Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen
gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında
çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan
Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de
Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edildi.
Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler
Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının
altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük
olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul
edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını
ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret
olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı
dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.
Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu belirten
Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal’ın kimsesizler
mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
18 YAŞINDAN KÜÇÜK OLDUĞU ARAŞTIRILMADI
Eren’in avukatlarından İsmail Sami Çakmak, geçen sene Cumhuriyet
Gazetesi’ne verdiği röportajda idam kararıyla ilgili olarak şunları
söyledi: “Yargıtay Üçüncü Dairesi, kararı son derece yasal ve hukuka
uygun gerekçelerle bozdu. Bunlar otopsinin usul ve yasaya aykırı
yapıldığı, ölenin vücudundan çıkan kurşunun Erdal?ın tabancasından çıkıp
çıkmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, olay yerinde keşif yapılmadığı,
tanıkların dinlenilmediği Erdal?ın 18’inden küçük olup olmadığının
araştırılmadığı, takdir hakkının kötüye kullanıldığı gibi gerekçelerdi.
Gerçek de buydu. Ama başsavcılık hemen harekete geçti, bozma kararına
itiraz etti. Dosya gitti geldi, sonunda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu
idam kararını onayladı.”
“Oğlunuz Erdal” Gösterimleri
“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin
Unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz
Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında
Ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım
Durmadan düşünüyorum
Ne kadar çok öldük yaşamak için.”
Onat Kutlar
Vakfımızın
1974 – 1983 Dönemi Çalışma Grubunun uzun soluklu bir çalışma ile
gerçekleştirdiği belgeselin ilk gösterimini 18 Ekim 2010 Pazartesi günü
Beyoğlu sinemasında yaptık.
Biliyorduk:
Erdal sadece bir terör ve zulüm döneminin hukuksuzluğuna kurban gitmiş
bir devrimci değildi, sadece devrimci bir geleceği isteyenlerin yoldaşı
da değildi. O aynı zamanda halkın belleği idi.
Ve
gösterim büyük bir coşkuyla gerçekleşti. Salona sığmamıştık. Sosyal
Araştırmalar Vakfı (SAV) olarak söz verdik: Oğlunuz Erdal’ın Türkiye’nin
dört bir yanında gösterilmesi, olabildiğince fazla kişi tarafından
izlenmesi için elimizden geleni yapacaktık.
Başta
78lilerin Dernekleri ve Federasyonunda örgütlenmiş arkadaşlarımız, ve
tabii ki partilerimiz, ve tabii ki demokratik kitle örgütlerimiz ve
tabii ki gençlerimiz – SAV ile iletişim içinde – birçok merkezde amacı
?Oğlunuz Erdal?ın gösterilmesi olan etkinlikler organize ettiler.
Katledilişinin
31. yıldönümünü de kapsayan bugünlerde Erdal bir kez daha hiçbir zaman
bitmeyecek tarihsel görevini yerine getirecek; devrimci bir geleceği
isteyenlerin gücüne güç katacak.
SAV YK
Erdal Eren, veda mektubunu hücresinde yazmış ve iç çamaşırında taşıyarak avukatına ulaşmasını sağlamıştı.
ERDAL EREN’DEN SON MEKTUP
Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma
olanağımız ve görüşmemizde olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi
anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda
hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle
böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) Bu nedenle sizlere
anlatacağım, konuşacağım çok şey var.
Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu
anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla
söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük
bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna
rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci
olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem,
böyle davranmam,halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden
korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde
anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım.
Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam
gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan
verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi
engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi
hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.
Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz
sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o
kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline
geldi. İşte bu durumda Ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan
bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar
ederek yaşamına son vermesi içten bile değildir. Ancak ben bu durumda
irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de
ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın
nedeni yaşamaktan bıktığım yada meselenin önemini, ciddiyetini
kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu
yapılanlar,başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve
mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi.
Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten
başka amacım yoktur.
Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.
Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay
kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını
biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara
bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki,
sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek,
yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve
onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar.
Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba
göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni
yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o
kadar mutlu edersiniz.
Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar
Oğlunuz Erdal