Ne Yapmalı?
Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim
Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiç bir sorunu çözemez
Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış
ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz,
kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan,
başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir
insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit
sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç
düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri
gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini
yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar
göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa, toplu eylemlerde
kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir
sınavdan mı geçirmeli?
Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
Ne yapmalı? Bu soruya hemen bir karşılık bulmak istenirse, elbette salt
aklın verisiyle, ya da oradan buradan derlenmiş bir iki düşüncenin
bileşimiyle bazı geçici çareler ortaya atılabilir. İnsan, ilk bakışta bu
geçici çarelerin kendi buluşu olduğunu sanabilir. Oysa, örneğin, salt
aklın verisi diye nitelendirilen kavramın biraz incelenmesi, bunun
çoğunlukla toplumun etkisiyle elde edilen kalıplar olduğunu
gösterecektir. Salt aklın verileri, insanı, gevşetmeye fırsat vermeyen
amansız bir çalışmanın zorunluluğuna itebilir. Oblomovluk ve eğlence
düşkünlüğü, dünyada eşi görülmemiş bir baskıyla yok edilmek istenebilir.
Bütün kişisel bunalımlar, ucuz yaşantılara dönüşle ilgili bütün
buhranlar, birer birer sindirilmek istenebilir. Herkes zaaflarını
gizleyerek yalnız güçlerini ortaya koyar. İşte, görünüşte, toplumsal
eylemi geliştirmek, ileriye götürmek için salt akılla bulunduğu sanılan
ve her çeşit eylem için kaçınılmaz ilkeler olarak ortaya atılan bu temel
davranışlarda bile, kişinin ve çürümüş toplumun değiştirmek
istemedikleri öz varlıklarını bilinçsizce koruma isteminin gizli
baskılarını arayacaksın! Bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını
çekinmeden ortaya atacaksın! Olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını
önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten
böylece kurtulacaksın.
Karşılıklı güven ve dayanışma ancak böyle bir sorunun varlığını
duyduktan sonra sözkonusu olabilir. Fakat, bütün bu sorunlarını yalnız
başına çözeceksin. Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını
birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir
düşkünlerevine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. Birleşecek kişiler önce
birleşecek güçte olmalıdırlar; önce bu duruma gelmelidirler. Onlar, yeni
düzenler kurmak ve ilerlemek için birleşeceklerdir; körle kötürümün
yoldaşlığı gibi bir iş için değil! Kendi sorunlarını çözemeyen bir
kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.
Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir
aşırılığa götürmemelidir insan. Büyük örgütlerin kurulmasından önce,
küçük örgütler oluşurken kişi, çevresinden kendini bütünüyle
soyutlamayacaktır; kişisel sorunlarını çözerken başkalarından da bir
bakıma yararlanacaktır. Yani, bazı insanlarla genel ilişkiler kuracak
onlarla birleşecektir. Ne var ki bu birleşme büyük örgütlerden farklı
bir biçimde olacaktır. Böylece küçük bir çekirdeğin aşağıdaki ayırıcı
özellikleri belirecektir:
1- Birleşenlerin sayısı az olacaktır.
2- Bu topluluk, genişlemeyi amaç edinmeyecektir. (Kendiliğinden bir artma olursa, bu artış da engellenmeyecektir.)
3- Kişiler bu birliğe zaaflarını ve güçlerini koyarak gireceklerdir. (Zaaf konusunda aşırılığa kapılmamak gerekir.)
4- Kişiler, en küçük ayrıntılara kadar anlaşılabilecek insanlar olmalıdır.
(Yani, büyük karakter farkları göstermeyen ve yakın bir ilişki
kurabilecek kadar birbirini seven ve birbirine güvenen kişiler bir araya
gelmelidir.)
5- O güne kadarki gelişmeleriyle nitelikleri bakımından birbirlerine yakın olan insanlar böyle bir eyleme girmelidir. (Büyük örgütlerde zorunlu bir sınıflama olacağından bu şart yalnız küçük birliklerin özelliğidir.)
Bu özellikler, küçük topluluğumuzdaki ilişkilerin sıkı ve karmaşık bir
biçimde oluşacağını göstermektedir. Burada kişi kendini ve topluluğu
aynı anda geliştirecektir. Birlikte gelişmeyi sağlamak için her
toplulukta ve ortak eylemde gerekli gördüğüm şartları şöyle
özetleyebilirim:
1- Her birey, bütün toplu çalışmalara aynı oranda katılmalıdır.
2- Bireyler, birbirinin iyi niyeti ve gücünden kuşku duymamalıdır.
3- Her birey kendi ilerlemesi kadar karşısındakinin gelişmesinden de sorumlu olmalıdır. (Yani, zincirleme bir sorumluluk ilkesi benimsenmelidir.)
Bu topluluğun gelişmesinde en önemli etkenlerden biri -belki de en
önemlisi bireyin, toplu eylem dışındaki yaşantısını nasıl
düzenleyeceğidir. Bu yaşantıyı da ikiye ayırabiliriz:
1- Bireyin, temel ülküsü dışındaki yaşantısı.
2- Toplu çalışmalar için gerekli oluşumu kazanmak amacıyla sürdüreceği yaşantı.
1- Temel ülkü dışında, yani ekmek kavgası için tutulacak yol:
Ekmeğini kazanırken bireyin yapacağı işler, onu bazı ilişkiler kurmak
zorunda bırakacaktır. Bu ilişkilerde, işinin dışında devam edecek
herhangi bir eylemden kaçınmalıdır birey. İş arkadaşlarıyla gerçek bir
dostluk kurmaktan kesinlikle sakınmalıdır. Yalnız, bunu yaparken,
çevreyle ilişkilerini aksatmayacak; bu geçici arkadaşlarında, kendisine
karşı dargınlık, kuşku ve kızgınlık yaratmamaya çalışacaktır.
Çevresindeki kişilerin düşmanlığını kazanmadan ölçülü bir yakınlık
kurmalıdır onlarla.
Birey, en basit ihtiyaçlarını gidermekte elbette bağımsızdır, fakat,
aşırı tutkuların -kumar, içki ve fazla eğlence gibi bir yana bırakılması
ve bunların bir alışkanlık olmaktan çıkarılması gereklidir. Bu çeşit
tutkular, özellikle umutsuz günlerde bireyin yakasını bırakmaz: umutlu
günlerde kurtulmalıdır birey onlardan.
2- Toplu çalışmalar için tek başına yapılacak çalışmalar:
Bireyin tek başına kaldığı zaman kendisini oluşturmak için yapacağı
çalışmalar, ne yapmalı sorununun önemli bir bölümüdür. Kendi değerini
eksiksiz bilen ve her an bu değeri, yeni şartların ışığında
eleştirebilen bir kişi ne yapmalı, ne yapmalı diye bocalamaz. Düzenli
bir çalışma düzeyine girebilmek için üç temel sorunu çözümlemek gerekir:
a) Kendini iyi tanımak
İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve
kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar
karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz
yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kişisel
değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. Yola çıkmadan
önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin
başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar
da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.
Kendini tanıma sorununun çözümünde, Descartes’ın bilime uyguladığı
kuşkuculuğu kullanabiliriz. Bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe
başlamalıyız. Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla
edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan
çıkarmamalıyız. Örneğin, soyut ahlak kavramlarını ele alalım. Namus,
iyilik, iş ahlâkı gibi her toplumun temel dayanakları sayılan kavramlar
vardır. Bu kavramların her toplum için aynı olduğu ve bunlarla ilgili
kurallara her toplumda uyulması gerektiği belirtilmiştir bizlere. Biz,
ancak kendi özlediğimiz toplumda uymalıyız bu kurallara. Onlar ise,
şartlar ne olursa olsun toplumu ayakta tutmak için bizi soyut
kavramlarla uyutmaya çalışırlar. Ben, sadece namuslu olmakla övünen
kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi
gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki
uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için. Benim
de değerlerimin arasına bu çeşit nitelikler karışmışsa atmalıyım onları;
onlarla övünmemeliyim. Bu nitelikler, amacımı gerçekleştirirken bana
zararlı bile olabilir. Gerekirse bir ülkü uğruna hırsızlık da yapmaz mı
insan? Kendi aramızdaki ilişkilerde ahlâklı olmamalı demek istemiyorum;
bize bu çeşit iftiralar atılmamalı. Fakat onların düzenini korumak için
gerekli olan böyle sahte değerlere de hiç önem vermeyelim.
b) Kendini eleştirmek
Bu deyimle Batılıların “otokritik” dediği soruna eğilmek istiyorum. Yukarıda söylediklerim bir otokritik sayılabilirse de ben otokritiği daha çok bir eylem için varsayıyorum. Bir eylemden sonra, o eylemin birey açısından değerlendirilmesidir otokritik, diyorum. Kendini eleştirmenin, kendinden yakınma çerçevesinden de çıkması gereklidir diye düşünüyorum.
c) Dış etkenlerin uyutucu durgunluğuna kapılmamak
Ülkemiz, bugün için durgun bir toplum düzeni içindedir ve insanı toplumsal çalışmalara itecek bir dış etkenin yok olduğu söylenebilir. Peki ne yapalım o halde? Olayların bizi hazırlıksız yakalamasına fırsat mı verelim? Yoksa tehlikesiz çalışmalarla o zamana kadar kendimizi avutalım mı? Bence hemen köklü bir çalışma dönemine girelim. Ben de bu satırları yazar yazmaz söylediklerimi uygulamaya girişeceğim hemen. Daha fazla oyalanmayayım. Müsaadenizle.