01 Mayıs 2018

"Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr, asker, doktor kısaca herhangi bir toplumsal kurumda çalışan bir vatandaşın hak, çıkar ve hürriyeti eşittir." Mustafa Kemal Atatürk





1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü

Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez.
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı.
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı.

Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından.
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı.
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı.

Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor.
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor.
Devrimin şanlı dalgası Dünyamızı kaplıyor.

Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider.
Devrimin şanlı yolunda kül gibi savrulur gider.


Barış - Yannis Ritsos

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
            gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! -  diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
                    kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.
Çeviren :Ataol Behramoğlu

Mina Urgan "Öteden beri iki şeyden çok korkmuşumdur biri para öteki iktidar "


Kırkına kadar, yaşadığımız her olayın bir yeri, bir önemi, bir anlamı vardır. Kırkından sonra tempo inanılmaz biçimde hızlanır. Bir bakarsınız daha dün olduğunu sandığınız bir şey on beş yıl önce geçmiştir.

Bir bakarsınız kucağınıza aldığınız küçücük çocuklar kocaman delikanlılar, kızlar oluvermiştir. Bir bakarsınız siz de altmış beş yaşına gelmişsiniz. İşte yaşlılık o sırada başlar. Yetmiş beşine kadar ağır ağır, yetmiş beşinden sonra hızla yaşlanırsınız.


İki şeyden çok korkmuşumdur öteden beri. Biri para öteki de iktidardı. Yoksulluk sınırındaki emekli maaşımla bu iki tehlikenin ikisine de hiç düşmedim. On beş yaşımdan sonra, “dar gelirli” denilen türden bir vatandaş oldum her zaman.

Tam ve mutlak bir iktidarı ise ancak beş dakika yaşadım ömrüm boyunca: Bodrum’da Kasım sonuydu. Şakır şakır yağmur yağıyordu. Ben, sırtımda sarı muşambadan yapılmış, kukuletalı çöpçü yağmurluğum, elimde bir naylon torba, torbanın içinde bir simitle bir Cumhuriyet gazetesi sabahleyin bakkaldan evime dönüyordum. Derken, o daracık tek yönlü Cumhuriyet caddesinde, iki kocaman Mercedes burun buruna geldi. Mercedeslerin direksiyonunda, deve tüyü paltolu, kel kafalı, bıyıklı ve ablak yüzlü, paraları paçalarından akan, birbirine çok benzeyen iki kodaman. O daracık yolda benden başka kimsecikler olmadığı için, trafik polisi rolünü üstlenmek zorunda kaldım. Bir de baktım ki, o güzel huyum dakikasında değişiverdi. Terbiye diye bir şey kalmadı bende. Ece Ayhan’ın dediği gibi, masanın öteki tarafına geçmiştim, yani iktidar bendeydi. Çocuklarıma bağırıp küfretmeyen; torunum küçükken ve akim alamayacağı kadar canavarken ona bile bağırmayan ben, o para babalarına bangır bangır bağırıyordum: “Bu sokak tek yönlü. Bundan haberiniz yok mu, aptallar.” “Sağ yap dedim sana, budala!” “Geriye gitsene be! Şimdi sen, sol yap! Geri bas dedim sana, geri zekalı!” Ben böyle bağırıp küfrettikçe, adamların afrası tafrası kalmamıştı. Ürkek çocuk yüzleriyle bakıyorlardı bana. Beş dakikalık iktidarın bile beni ne hale getirdiğini görünce, kendimden korktum. Trafik sıkışıklığı halledildikten sonra, adamcağızlar bana bir de teşekkür edince, büsbütün rezil olduğumu hissettim. Ve inanmadığım Tanrıya şükrettim bana para bağışlamadığı gibi, iktidar da bağışlamadığı için.

Bir Dinozorun Anıları