22 Temmuz 2024

Yeni Duyarlılık

 

Biz, hayat hakkında bilgimizi genişletmek için de yazarız. Başkalarını çekmek, büyülemek ve avutmak için yazarız. Sevdiğimize bir serenat sunmak için yazarız. Yaşamdan çifte tat almak için yazarız: İlki yaşadığımız anda, ikincisi geriye dönüp bakarken. Biz, Proust’un deyimiyle, önce şeyleri ebedileştirip sonra onların ebedi olduğuna inanmak için yazarız. Yaşantımızın sınırlarını aşıp onun da ötesine geçebilmek için yazarız. Kendimize, başkalarıyla konuşmasını, labirentler içindeki gezilerimizi anlatmasını öğretmek için yazarız. Kendimizi boğuluyor, daralıyor ya da yapayalnız hissettiğimizde dünyamızı genişletebilmek için yazarız. Biz, kuşların ötmesi gibi, ilkel kavimlerin dans etmesi gibi yazarız. Sizin için yazmak nefes almak, bir haykırış veya şarkı değilse -o zaman yazmayın, çünkü bizim kültürümüz onu değerlendiremeyecektir! Yazmadığım zamanlar dünyamın daraldığını hissederim. Kendimi hapishanede gibi hissederim. Ateşimi ve rengimi kaybettiğimi hissederim. Yaratmak bir gereksinim olmalı, hani deniz nasıl yükselip alçalır, öyle. Buna benim verdiğim ad: Nefes almak
 
"Yeni Duyarlılık ” Anaïs Nin 

 “Hayat bir olma sürecidir, içinden geçmemiz gereken süreçlerin bir kombinasyonudur. İnsanların burada başarısız oldukları nokta; bir durum, kendilerine bir hal seçip orada kalmak istemeleridir. bu bir nevi ölümdür.”

Yaşadığım Gibi

  

Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ağaç

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiir ve nesirlerinde ağaçların özel bir yeri vardır. Tanpınar’ın eserlerinde çiçek ve ağaçlar çoğu zaman hayatın devam ettiğini haber verir ve insanoğlunu karamsarlıktan, ölüm fikrinden uzaklaştırır. Bu anlayışın bir sonucu olarak “Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasında tek başına fırlamış bir erguvan ağacını her bahar bir kerecik olsun ziyaretine gider”. Bu erguvan ağacı Tanpınar için “ezelî ve ebedî arzunun, daima yenileşen hayat aşkının bir timsalidir.”

Çınar ağacıyla ilgili yazdıkları da insan-tabiat ilişkisinin derinliğini vurgular:


“Ben bu çınarda, milyonlarca yaprağın arasında bir yaprağım. Mesele benim devamım değil, bu çınarın devamıdır. O devam ettikçe ben devam etmiş olacağım. Sonsuz zaman içinde onun vakarlı gövdesinin yükseldiğini bilmek benim için yetişir. Milyonlarca kuş her akşam onda toplanacak, her sabah şafakla oradan geniş mekânı fethe uçacak.Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiir ve nesirlerinde ağaçların özel bir yeri vardır. Tanpınar’ın eserlerinde çiçek ve ağaçlar çoğu zaman hayatın devam ettiğini haber verir ve insanoğlunu karamsarlıktan, ölüm fikrinden uzaklaştırır. Bu anlayışın bir sonucu olarak “Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasında tek başına fırlamış bir erguvan ağacını her bahar bir kerecik olsun ziyaretine gider”. Bu erguvan ağacı Tanpınar için “ezelî ve ebedî arzunun, daima yenileşen hayat aşkının bir timsalidir.” Çınar ağacıyla ilgili yazdıkları da insan-tabiat ilişkisinin derinliğini vurgular: Mevsimler değişecek, devirler geçecek; fakat o daima kendisi kalacak. Başı muzaffer aydınlıkta yüzecek; kökü karışık ağlarıyla toprağın derinliklerini yoklayacak. Fırtına, yıldırım, her şey onu deneyecek; fakat o daima zamanın ve mekânın hâkimi kalacak... (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi).

*

Dergi ve gazetelerde dağınık olarak duran bu yazılar bir kere okunduktan sonra unutulmuşlardı. Kimse onları bir arada toplu olarak görmemişti, yazarın kendisi bile. Şimdi okumak zevki olan herkes, Türkçe’nin bu güzel yazılarını okuma saadetine kavuşacak.
 
Bir araya gelen bu yazılar, Tanpınar’ın alâka ve düşünce sahasını, ana fikirlerini daha açık bir şekilde gösteriyor.
 
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen Yaşadığım Gibi yazarın, şair, hikâyeci, roman ve edebiyat tarihçisi olarak milli kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Cevat Şakir'in Bodrum'u

 
"Burası engin göklerin memleketidir. İçten gelen bir türküyü kapıp koyuverin, uzaklaştıkça türkü gökte masmavi olur. Işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz, aydınlattığı maddeyi değiştirir ve görülen bir şair rüyasına çevirir. Başka yerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır.

Yokuşbaşına geldiğinde Bodrum'u göreceksin, sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler…" 

 

Kayayı Delen İncir

Turgut Uyar’ın Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü alan kitabı “Kayayı Delen İncir”

Yapı Kredi Yayınları, toplu şiirler ve öyküler ciltlerinde öne çıkan kitapların ayrı basımlarını sürdürüyor. Bu kapsamda, Turgut Uyar’ın şiir kitabı “Kayayı Delen İncir” yeniden bağımsız biçimde okuruna ulaşıyor. Kitap, 1982 yılında çıkmış şiir kitapları arasından seçilerek Necatigil Şiir Ödülü’ne değer görülmüştü.

“Kayayı Delen İncir”, 12 Eylül öncesi ve sonrası öne çıkan sorunlar ve duyarlıklar gereği, şairin önceki hiçbir kitabında rastlanmayacak ölçüde “yüklü” bir toplumsal içeriğe sahiptir. Ancak dönemin şairlerinden farklı olarak Turgut Uyar bunu şiir dilinden, estetik yaklaşımından ödün vermeden, yani şiirini slogan söyleyişe alet etmeden gerçekleştirmiştir. Birey olarak yine yalnızdır, çıkışsızdır ama bireysel kurtuluşu toplumsal kurtuluşta gören bir bilince her zaman sahiptir.

Uyar’ın bütün şiirlerini kapsayan Büyük Saat kitabı içinde yer alan “Kayayı Delen İncir” herhangi bir değişiklik olmadan yayına hazırlandı. Ayrıca, şairin kitap dosyasını hazırlarken yaptığı karton kapak bu baskının kapak görseli oldu.

“şimdi nedir ilk bakışta yitirilen
ey gözleri maden
ey ilk güneş saatinin çubuğu
de ki aşk pusudadır ve bir dükkânda
 
- - - - - 
 
Denizi anlatıyor 
Adı çok duyulmuş bir ozan değildi 
Tonyalı balıkçılar arasında 
- onlar ki her türlü balığı tutarlardı denizden 
- Ama iyi bir ozandı 
Bütün söylentilerin tersine 
Denizde de olabilirdi sandalla 
Uzun geçmişli denizde 
Gün batınımda var olan Ve gün doğumunda da 
 
Alıştırdılar bir kere 
Sigara alkol afyon tarih esrar 
marihuana eroin tarih kokain morfin seks 
onaltı silindir hız deniz kayağı dağ 
nerde olursa olsun kırım kıyım 
çiçeklerle sapları 
artık söylemek zorundayız 
Aşk bağımlıdır ayia 
ve senin bir gün ölmeyeceğin 
mutlu ediyor beni 
Belki bu rüzgardan gelendir 
şuraya buraya sallarken her şeyi 
örneğin beni seni 
ışıklı reklamlarla 
bakla çiçeklerini 
Biliyor musun uluşamadım bir türlü 
yani istanbul’a bir türlü 
Şimdi karanlığım da 
belleğim de yok 
otlar mı dereler mi 
Kim yaşadı o tadına doyulmaz günleri 
bir turuncunun dinginliğindeki 
yeri doldurulmaz 
o turuncunun yani 
Kimin ay’ıdır aşk 
örneğin perşembe günleri 
Ama bütün bunları 
bütün bunları yeniden yorumlayabiliriz şimdi 
 
Eski bahçenin bir evi 
Uzun süre düşündüm, nedir ağzımdaki yaban tad 
üvez değil, 
karadut değil, sevdiğim bir şey değil 
ama bana yabancı gelmiyor 
ve alıştırıyor kendine 
bir ses, bir açıklama bir 
evet ya da hayır değil 
 Eski bir şey, 
evi olan eski bir bahçe
Alnım değişmez biçimini buluyor sanki 
karadut karasından, üvez kokusundan 
birisi geliyor karşıma oturuyor bahçede 
bir ölüm olayına ilişkin bir şeyler soruyor 
önce çayınızı için diyorum, hayır diyor 
ısrar ediyorum hayır diyor ben hiç çay içmem 
özellikle alacakaranlıkta hüzün verirmiş ona 
Birden usuma vuruyor haklı olduğu 
evet alacakaranlıkta herkesin sahipsiz olduğu 
ölüme ilişkin o konuşmayı da hatırlıyorum 
ölümler sahipsizdir yoldaki kötü çukurlar gibi 
gelip gitmezler bile kendileriyle kalırlar 
1918’deki bir ölüm eski bir bahçedir belleğimizde 
ve evi yoktur üç odalı, duvarları resimli 
bir adam çıkar o evden belki bir yere gider 
Sonra ölüm konuşulur fısıltılar düzeyinde 
aşkm adı geçmez ama belleğin bir yerlerindedir 
çocuk gibi defne dalı gibi rüzgar gibi bir şey olarak 
lambanın sönmesini durdurur ocaktaki ateşi tazeler 
susulur saygı duyulur oturulur oturulur 
Ey evsiz eski bahçe bir evin olmalıdır 
suya da dayanıklı ateşe de ve hayata 
çatlak tabakların eskimiş giysilerin kokusunu taşıma 
karadut defne ve tüylü ayva 
Gecikmiş önemsenmemiş yıpranmış aşkları hep hatırla 
Nasıl kıpkızıldı bir sabah tanyeri hiç unutmam 
deli gibi vuruyordu ahşap kaplamalara