Biz, hayat hakkında bilgimizi genişletmek için de yazarız. Başkalarını
çekmek, büyülemek ve avutmak için yazarız. Sevdiğimize bir serenat
sunmak için yazarız. Yaşamdan çifte tat almak için yazarız: İlki
yaşadığımız anda, ikincisi geriye dönüp bakarken. Biz, Proust’un
deyimiyle, önce şeyleri ebedileştirip sonra onların ebedi olduğuna
inanmak için yazarız. Yaşantımızın sınırlarını aşıp onun da ötesine
geçebilmek için yazarız. Kendimize, başkalarıyla konuşmasını,
labirentler içindeki gezilerimizi anlatmasını öğretmek için yazarız.
Kendimizi boğuluyor, daralıyor ya da yapayalnız hissettiğimizde
dünyamızı genişletebilmek için yazarız. Biz, kuşların ötmesi gibi, ilkel
kavimlerin dans etmesi gibi yazarız. Sizin için yazmak nefes almak, bir
haykırış veya şarkı değilse -o zaman yazmayın, çünkü bizim kültürümüz
onu değerlendiremeyecektir! Yazmadığım zamanlar dünyamın daraldığını
hissederim. Kendimi hapishanede gibi hissederim. Ateşimi ve rengimi
kaybettiğimi hissederim. Yaratmak bir gereksinim olmalı, hani deniz
nasıl yükselip alçalır, öyle. Buna benim verdiğim ad: Nefes almak…