Dostoyevski’nin bütün kahramanları, yaşamın anlamını inceleyip
kavramaya çalışırlar. Yenilikleri hurdadır; gülünç olmaktan korkmazlar.
Yeni duyarlığı klasik duyarlıktan ayıran şey, berikinin ahlaksal,
ötekininse metafizik sorunlarla beslenmesidir. Dostoyevski’nin
romanlarında, sorun öyle bir şiddetle ortaya atılmıştır ki, ancak aşırı
çözümler getirebilir. Varoluş asılsızdır ya da ölümsüzdür. Dostoyevski bu
incelemeyle yetinseydi, filozof olurdu. Ama düşüncenin bu oyunlarının
bir insan yaşamında doğurabileceği sonuçları inceler, sanatçılığı da
buradadır. Bu sonuçlar arasında sonuncusu, Bir Yazarın Günlüğü’nde
kendisinin mantıksal intihar diye adlandırdığı şey çeker onu. Gerçekten
de Aralık 1876 tarihli bölümünde “mantıksal intihar” uslamasını tasarlar,
ölümsüzlüğe inanmayan bir kimse için insan yaşamının tümden
uyumsuz olduğuna inanmış olduğundan, umutsuz kişi şu sonuçlara varır:
“Mutluluk konusundaki sorularıma karşılık olarak, bilincimin
aracılığıyla, ancak büyük bütünde, uyum içinde mutlu olabileceğim,
anlayamadığım, hiçbir zaman da anlayacak duruma gelmeyeceğim
bildirildiğine göre, bu açık...”
“... Sonra, bu durumda, aynı zamanda hem davacı, hem dinleyici, hem
sanık, hem yargıç rolünü yüklendiğime göre, doğanın bu güldürüsünü
tümden saçma bulduğuma göre, kendim de bu oyunu oynamaya boyun
eğmeyi alçaltıcı saydığıma göre...”
“Tartışma götürmez davacı ve dinleyici, yargıç ve sanık niteliğimle
beni böylesine düşüncesiz bir umursamazlıkla acı çekmek üzere dünyaya
getiren bu doğayı suçluyorum, kendimle birlikte yok olmaya mahkûm
ediyorum.”
Bu tutumda biraz mizah da var. Bu insan kendini öldürür, çünkü, metafizik düzlemde, incinmiştir. Belirli bir anlamda, öcünü alır. Bu onun “tutsak edilemeyeceğini” tanıtlama biçimidir. Bu arada aynı konunun en hayranlık verici genişlikle Kirilov’da, Cinler’in yine mantıksal intihar yanlısı kahramanında kişileştiği bilinir. Mühendis Kirilov bir yerde canına kıymak istediğini, çünkü “düşüncesinin bu olduğunu” bildirir. Sözcüğü gerçek anlamında anlamak gerektiği iyice anlaşılıyor. O, bir görüş, bir düşünce için hazırlanır ölüme. Üstün intihar denir buna. Kirilov’un maskesinin ağır ağır aydınlandığı sahneler boyunca, kendisine yön veren ölüm düşüncesi gösterilir bize. Gerçekten de mühendis, Günlük’ün uslamalarını baştan ele alır. Tanrı’nın gerekli olduğunu, varolması gerektiğini sezer. Ama varolmadığını ve varolamayacağını bilir. “Bunun kendimizi öldürmemiz için yeterli bir neden olduğunu nasıl anlamıyorsun?” diye haykırır. Bu tutum, onda uyumsuz sonuçların bazılarına da yol açar. İntiharının küçümsediği bir dava yararına kullanılmasını ilgisizlikle kabul eder. “Bu gece bunun benim için hiçbir şeyi değiştirmediği kararına vardım.” En sonunda edimini başkaldırma ve özgürlükle karışık bir duygu içinde hazırlar. “Boyun eğmezliğimi, yeni ve korkunç özgürlüğümü kesinlenmek için öldüreceğim kendimi.” Öç değil, başkaldırma söz konusudur artık, öyleyse Kirilov, uyumsuz bir kişidir, ama kendisini öldürmesi gibi temel bir sınırlamayla. Bu çelişkiyi kendisi açıklar, hem de öyle açıklar ki, aynı zamanda uyumsuz gizi de bütün duruluğuyla ortaya çıkarır. Gerçekten de olağanüstü bir hırs ekler ölümcül mantığına; bir Tanrı olmak için kendini öldürmek ister.
Uslama klasik bir açıklıktadır: Tanrı yoksa, Kirilov Tanrı’dır. Tanrı yoksa, Kirilov kendini öldürmelidir. Öyleyse Kirilov, Tanrı olmak için kendini öldürmelidir. Bu mantık uyumsuzdur, ama gereken de budur. Bu arada ilginç olan, yeryüzüne indirilmiş bu Tanrı’lığa bir anlam vermektir. Şu öncülü aydınlatmak demektir bu: “Tanrı yoksa, ben Tanrı’yım”, ama bu da oldukça karanlık kalmaktadır. İlkin bu çılgın savı ortaya atan adamın pekâlâ bu dünyadan olduğunu belirtmek gerekir. Sağlığını sürdürmek için, her sabah, jimnastiğini yapar. Karısına kavuşan Chatov’un sevinciyle duygulanır, ölümünden sonra bulunacak bir kâğıt üzerine, “onlara” dilini çıkaran bir yüz resmi çizmek ister. Çocuksu, öfkeli, tutkulu, yöntemli, duyguludur. Üstün insanın yalnız mantığı ve değişmez düşüncesi vardır onda, insanınsa bütün sicili. Ama sakin sakin Tanrı’lığından söz eden de odur. Deli değildir ya da o zaman Dostoyevski delidir, öyleyse onu çırpındıran şey, bir kendini beğenmişin yanılsaması olamaz. Ve, bu kez, sözcükleri gerçek anlamlarında anlamak gülünç olabilir.
Kirilov da daha iyi anlamamıza yardım eder. Stavrogin’in bir sorusu üzerine, bir Tanrı insandan söz etmediğini açıkça belirtir. Bunun İsa’dan ayrılmak kaygısından geldiği düşünülebilirdi. Ama gerçekte onu da kendine bağlamak söz konusudur. Gerçekten de Kirilov, bir an, ölen İsa’nın kendini cennette bulmadığını tasarlar. “Doğanın yasaları İsa’yı yalanın ortasında yaşattılar ve yalan için öldürttüler”, der, mühendis. İsa yalnız bu anlamda bütün insan dramını kişileştirir. En uyumsuz insan durumunu gerçekleştirmiş olduğu için kusursuz insandır. Tanrı insan değildir, insan Tanrı’dır. Her birimiz onun gibi çarmıha gerilebilir, aldatılabiliriz, bir dereceye kadar da öyleyiz.
Öyleyse söz konusu olan Tanrılık, tümüyle dünyasaldır. “üç yıl boyunca Tanrılığımın niteliğini aradım ve buldum,” der Kirilov. “Tanrılığımın niteliği bağımsızlıktır.” Şimdi Kirilov’un öncülünün: “Tanrı yoksa, ben Tanrı’yım” sözünün anlamı fark ediliyor. Tanrı olmak, bu yeryüzünde özgür olmaktır yalnızca, ölümsüz bir varlığa hizmet etmemektir. Her şeyden önce de bütün sonuçlan bu acılı bağımsızlıktan çıkarmaktır kuşkusuz. Tanrı varsa, her şey ona bağlıdır ve istemine karşı hiçbir şey gelmez elimizden. Yoksa, her şey bize bağlıdır. Nietzsche için olduğu gibi, Kirilov için de Tanrı’yı öldürmek, kendisi de Tanrı olmaktır. Kutsal Kitap’ın söz ettiği ölümsüz yaşamı bu yeryüzünde gerçekleştirmektir.{XXVIII}
Ama bu metafizik cinayet, insanın tamamlanmasına yetiyorsa, ne diye intiharı da eklemeli buna? Neden kendini öldürmeli insan, neden özgürlüğü fethettikten sonra bu dünyayı bırakmalı? Çelişkili bir şey bu. Kirilov iyi bilir bunu, şöyle ekler: “Bunu duyuyorsan, bir çarsın ve kendini öldürmek şöyle dursun, şanın doruğunda yaşayacaksın.” Ama insanlar bunu bilmezler. “Bunu” duymazlar, Prometheus’un zamanında olduğu gibi, kör umutlar beslerler içlerinde{XXIX}. Kendilerine yol gösterilsin isterler, kalıplaşmış öğütlerden vazgeçemezler. Öyleyse Kirilov, insanlık aşkıyla öldürmelidir kendini, ilk kendisi büyük ve çetin bir yol göstermelidir kardeşlerine. Eğitici bir intihardır bu. Kirilov böylece kurban eder kendini. Ama çarmıha gerilmiş de olsa aldanmayacaktır. İnsan Tanrı olarak kalır, geleceksiz bir ölüme inanmış, İncil’in hüznü içine işlemiştir. “Ben dertliyim, çünkü özgürlüğümü kesinlemek zorundayım” der. Ama kendisi ölünce, insanlar en sonunda aydınlanınca, bu yeryüzü çarlarla dolacak, insanın şanıyla aydınlanacaktır. Kirilov’un tabancasının sesi, son devrimin göstergesi olacaktır. Böylece, onu ölüme götüren şey umutsuzluk değil, benzerlerine olan aşkıdır. Anlatılmaz bir tinsel serüveni, kan içinde sona erdirmeden önce, Kirilov, insanların acısı kadar eski bir söz söyler: “Her şey iyidir.”
Öyleyse Dostoyevski’de intihar yönelimi uyumsuz bir yönelimdir. Yalnız daha ötelere gitmeden önce, yeni uyumsuz yönelimler getiren başka kişilerde de Kirilov’un belirdiğini söyleyelim. Stavrogin’le Ivan Karamazov, günlük yaşamda uyumsuz gerçeklerin uygulamasını yaparlar. Kirilov’un ölümüyle kurtardıkları onlardır. Birer çar olmaya çalışırlar. Stavrogin “alaycı” bir yaşam sürer, bu yaşamın ne olduğu yeterince bilinir. Çevresinde kin uyandırır. Yine de, bu kişinin anahtar sözcüğü, veda mektubunda bulunur: “Hiçbir şeyden nefret edemedim.” ilgisizlik içinde çardır. Ivan da düşüncenin büyük güçlerini bırakmaya yanaşmamakla çardır. Kardeşi gibi, yaşadıkları yaşam yoluyla, inanmak için alçalmak gerektiğini tanıtlayanlara, bu durumun insana yakışmadığı karşılığını verebilirdi. Onun anahtar sözcüğü “Her şeye izin vardır” sözüdür, bu sözde de kendisine uygun düşen bir keder ayrımı vardır. Tanrı katillerinin en ünlüsü Nietzsche gibi onun da yolu çılgınlıkta biter. Ama bu göze alınacak bir tehlikedir ve bu acıklı sonlar karşısında, uyumsuz düşüncenin temel davranışı, “Bu neyi tanıtlar?” diye sormaktır.
Böylece Günlük gibi romanlar da uyumsuz sorunu ortaya atarlar, ölüme dek mantığı, coşkunluğu, “korkunç” özgürlüğü, çarların insansallaşmış yüceliğini kurarlar. Her şey iyidir, her şeye izin vardır, hiçbir şey nefreti hak etmemiştir; uyumsuz yargılar bunlar. Ama bu ateşten ve buzdan varlıkları bize öylesine yakın gösteren bu yaratım ne şaşırtıcı bir yaratım! Yüreklerinde homurdanan tutkulu ilgisizlik dünyası hiç de öyle aykırı, hiç de öyle tüyler ürpertici gelmez bize. Orda günlük bunalımlarımızı buluruz. Uyumsuz dünyaya böylesine yakın, böylesine kıvrandırıcı etkiler vermesini de hiç kimse Dostoyevski kadar başaramamıştır kuşkusuz.
Ama vardığı sonuç nedir? Anacağım iki sözü, yazarı başka buluşlara götüren metafizik yıkılışı gösterecektir. Kimi eleştirmenler mantıklı intihar edenin uslamasma karşı çıkınca, Dostoyevski Günlük’ün sonraki bölümünde tutumunu uzun uzun anlatır ve şöyle bağlar: “Ölümsüzlüğe inanç, insanoğluna (o olmayınca kendini öldürmek yolunu seçtirtecek kadar) gerekliyse, insanlığın doğal koşulu bu olduğu içindir. Bu böyle olduğuna göre, insan ruhunun ölümsüzlüğü hiç kuşkusuz gerçektir.” öte yandan, son romanının son sayfalarında, Tanrı’yla o büyük savaşın sonunda, çocuklar Alyoşa’ya sorarlar: “Karamozov, dinin söylediği doğru mudur, ölüler arasında dirilecek miyiz, birbirimizi yeniden görecek miyiz?” Ve Alyoşa karşılık verir: “Elbette, yeniden göreceğiz birbirimizi, bütün olup bitenleri birbirimize sevinçle anlatacağız.”
Böylece Kirilov, Stavrogin ve İvan yenilmiştir. Karamazov’lar Cinler’i yanıtlar. Alyoşa’nın durumu prens Mişkin’inki gibi bulanık değildir. Miskin hastadır, gülümsemelerle, ilgisizlikle belirlenen, sürekli bir “bugün” de yaşar, bu mutlu durumda sözünü ettiği sonsuz yaşam olabilir. Buna karşılık, Alyoşa, açıkça: “Birbirimizi yeniden bulacağız”, der. İntihar ve delilik söz konusu değildir artık. Ölümsüzlükten ve sevinçlerinden kuşkusu bulunmayan kişi için ne gereği vardır bunun? Kişi Tanrı’lığını mutlulukla değişir. “Bütün olup bitenleri birbirimize sevinçle anlatacağız.” Böylece Kirilov’un tabancası Rusya’ da bir yerde patlamış, ama insanlar kör umutlarını kurmayı sürdürmüşlerdir, insanlar “bunu” anlamamıştır.
Öyleyse, uyumsuz bir romancı değil bize seslenen; varlıkçı bir romancı. Burada da sıçrama duygulandırıcıdır, kendisini esinleyen sanata büyüklüğünü verir. Kuşkularla yoğrulmuş, kararsız, ateşli, dokunaklı bir bağlanmadır. Karamazov’lardan söz ederken, Dostoyevski şöyle yazıyordu: “Bu kitabın bütün bölümlerinde izlenecek olan başlıca sorun, bütün yaşamım boyunca, bilinçli ya da bilinçsiz olarak acısını çektiğim sorunun ta kendisidir: Tanrı’nın varlığı.” Bütün bir yaşamın acısını bir romanın sevinçli bir kesinliğe dönüştürdüğüne inanmak güçtür. Bir yorumcu{XXX}, haklı olarak belirtir bunu: Dostoyevski, İvan’la birliktir. Karamazov’ların olumlu bölümleri üç aylık çaba istemiştir, oysa “sövmeler” diye adlandırdıklarını üç haftada, coşku içinde yazmıştır. Bir tek kahramanı yoktur ki, etinde bu dikeni taşımamış, onu kışkırtmamış ya da kimi zaman duyumda, kimi zaman ölümsüzlükte ona bir çıkış yolu aramamış olsun{XXXI}. Ne olursa olsun, bu kuşku üzerinde duralım. İnsanı gün ışığından daha çok saran bir yarı karanlıkta, kişinin umutlarıyla çarpışmasını gösteren bir yapıt işte. Son noktaya gelince, yaratıcı kişilerine karşı bir seçim yapar. Böylece bu çelişki işin içine bir ayrım katmamızı sağlar. Burada söz konusu olan bir uyumsuz yapıt değil, uyumsuz sorununu ortaya atan bir yapıttır.
Dostoyevski’nin karşılığı alçalış, Stavrogin’in deyimiyle “utanç”tır. Oysa uyumsuz bir yapıt karşılık sağlamaz, işte bütün ayrılık burada. Son olarak iyice dikkat edelim; bu yapıtta uyumsuzla çelişen, Hıristiyan niteliği değil, gelecek yaşamı muştulamasıdır, insan hem Hıristiyan, hem de uyumsuz olabilir. Gelecek yaşama inanmayan Hıristiyan örnekleri vardır. Sanat yapıtından söz açılmışken, uyumsuz çözümlemenin daha önceki sayfalarda sezinlendiğini sandığım bir yönü belirtilebilir. “Kutsal Kitap’ın uyumsuzluğunu” ortaya atmaya götürür bu çözümleme. Ayrıca, sıçramalar bakımından pek verimli olan şu görüşü, kanıların inanmazlığı önlemediği görüşünü aydınlatır. Bu yolları iyi bilen Cinler yazarınınsa sonunda pek farklı bir yola saptığı görülür. Gerçekten de, yaratıcının kişilerine, Dostoyevski’nin Kirilov’a verdiği şaşırtıcı karşılık şöyle özetlenebilir; varoluş yalancı ve ölümsüzdür.
Albert Camus Sisyphos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe) Fransızca’dan Çeviren: Tahsin Yücel