05 Aralık 2013

5 Aralık 1934’te Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkını Sağlayan Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e Saygı İle


Edip Cansever - Flaş

Hava poyrazladı yağmur yağacak
 Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
 Yukarda
 Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
 Patladı patlayacak
 Olanca hışmıyla kentin.
 Sensin
 Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
 Her şey rengine göre kanar bilirsin
 Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
 Pespembe kanar
 Ve herbir renkte kanayan gözlerin
 Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
“İçinde uçtuğum gözlerin
 Yolların gidişine
 Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
 Öylesine anlamlı ki insan
 Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
 Yağmur yağacak.
 Yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
 Isıtıcı bir soğuk bu, değişik
 Sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
 Bir elimizdeki kitaplarda
Şiirler okuyoruz bugün
 Limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa
 Uykuya yatmış gibi bütün balıklar
 Gemileri kaptansız tayfasız
 Gidip gidip geliyor kimi zaman da
 Anayurduna dağlara
Şiirler okuyoruz bugün.
 Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
 Saatlendiriyoruz günü
 Bölüyoruz dakikalara
 Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
 Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
 Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
 Penceremizden
 Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
 Dışarıda küçük bahçemizde
 Ayak izleri gibi gökyüzünün
 Hatmiler
 Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
 Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
 İyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
 Çırpına çırpına yükselen duman
 Bir tutam saçın öne düşüşü
 Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
 Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
 Doluyor içimize öyle
 Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
 Yağmur yağacak.
 Yaşını çoktan aştım Orhan Veli’nin
 Ölümle duruyorsa eğer yaşlanmak
 Onun bir sonbahar yağmuruna gömülü ölüsü
 Yağdı yağacak
“Ölünce kirlerimizden temizlenir
 Ölünce biz de iyi adam oluruz...”
Sade ve ince
 Dünyaya uzun parmaklarıyla dokundu dokunacak.
 Yorulduğun zaman söyle
 Susalım, hiç konuşmayalım istersen
 Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
 Açık denizler gibidir zaten elimde
 Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
 Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
 Dışarıya da parlamalı biraz
 Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
 Sensin, iyi anlarsın beni
 Gözlerine başka türlü bakıyorum
 Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
 Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
 Ve yaslı ve mahzun
 Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
 Memleketimin gözleri
 Yağmur yağacak.
 Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
 Dam saçak demeyecek, yağacak
 Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
 Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
 Patladı patlayacak
 Alacak sonunda kendi rengini.

Michel de Montaigne - Denemeler

   Kendinden söz etmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur; çünkü kendinden bahsetmek her zaman kendini övmek gibi görünür. Kendini övmekse herkesin zıddına gider. Ama kendinden söz etmeyi yasak etmek, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.
TIK

Ahmet Hamdi Tanpınar - Zaman Kırıntıları

Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!
Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!
Dünya bize öyle kapattı kendisini…

Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu…
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nerden bilelim bunları!

Albert Camus - Sisifos Söyleni "Uyumsuz Özgürlük "


 
 
Şimdi işin başlıcası yapıldı. Ayrılamayacağım birkaç kesin gerçek var elimde. Bildiğim, kesin olan, yadsıyamayacağım, atamayacağım, işte önemli olan bu. Benliğimin belirsiz özlemlerle yaşayan bu bölümünden, bu birlik isteğinden başka, bu çözme isteğinden başka, bu aydınlık ve uygunluk gereksiniminden başka her şeyi yadsıyabilirim. Beni çevreleyen, bana çarpan ya da beni götüren bu dünyada, bu kaostan, bu her şeyin başı rastlantıdan başka, kargaşadan doğan bu tanrısal denklikten başka her şeyi çürütebilirim. Bu dünyanın kendisini aşan bir anlamı var mı, bilmiyorum. Ama bu anlamı bilmediğimi, öğrenmenin de benim için şimdilik olanaksız olduğunu biliyorum. Kendi koşulumun dışında olan bir anlamın benim için anlamı ne? Ben ancak insan ölçüleriyle anlayabilirim. Dokunduğum şey, bana karşı direnen şey, işte budur benim anlamadığım. Bu iki kesinlik, saltıklık ve birlik isteğimle bu dünyanın usa ve mantığa uygun bir ilkeye indirgenmezliği, bunları uzlaştıramayacağımı da biliyorum. Yalana başvurmadıkça, benim olmayan, benim kendi koşulumun sınırları içinde hiçbir anlam taşımayan bir umudu araya sokmadıkça, bundan başka hangi gerçeği tanıyabilirim?

Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu yaşamın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi tüm yakınlık gereksinimimle onun karşısındayım. Öylesine önemsiz olan bu us, işte beni tüm evrenin karşıtı yapan bu. Bir kalemde yadsıyamam onu. Öyleyse doğru olduğuna inandığımı bırakmamalıyım. Bana karşı bile olsa, alabildiğine açık bulduğumu alıkoymalıyım. Bu uzlaşmazlığın, dünya ile düşüncem arasındaki bu kırılmanın temeli, bu konudaki bilinçliliğim değil de nedir? Demek ki onu sürdürmek istiyorsam, her zaman yenilenen, her zaman gergin ve kesintisiz bir bilinçle sürdürebilirim. Şu sırada uyumsuz, aynı zamanda hem alabildiğine açık hem de fethedilmesi alabildiğine güç olan uyumsuz, bir insanın yaşamına dönüyor, yurdunu yeniden buluyor. Gene de, bu sırada, düşünce açık görüşlü çabanın kısır ve kurumuş yolunu bırakabiliyor. Şimdi günlük yaşama giriyor. Adsız kişinin dünyasını yeniden buluyor, ama artık başkaldırısı ve açık görüşlülüğüyle dönüyor buraya. Umut etmemeyi öğrendi. Şimdiki zamanın cehennemi, onun ülkesi burasıdır artık. Tüm sorunlar keskinliklerini yeniden kazanıyor. Soyut açıklık biçimlerin ve renklerin içliliği karşısında geri çekiliyor. Tinsel uzlaşmazlıklar cisimleniyor, insan yüreğinin düşkün ve görkemli sığınağını yeniden buluyor. Hiçbiri çözüme ulaşmadı. Ama hepsi de yüz değiştirdi. Ölecek mi, yoksa sıçrayıp kurtulacak mıyız, kavram ve biçimlerden kendi ölçümüze uygun bir ev mi kuracağız? Yoksa parçalayıcı ve olağanüstü uyumsuzu mu seçeceğiz? Bu konuda son bir çaba daha harcayarak tüm sonuçları çıkaralım. Beden,- sevgi, yaratım, eylem, insan soyluluğu, bu dünyada yerlerini yeniden alacak o zaman. İnsan orada büyüklüğünü besleyen ilgisizlik ekmeğini ve uyumsuzun şarabını yeniden bulacak sonunda.

Yöntem üzerinde duralım gene; dayatmak söz konusu. Uyumsuz insan yolunun belli bir noktasında kışkırtılmıştır. Tarih ne dinden yoksundur ne peygamberden, tanrısızları bile vardır. Ondan sıçraması isteniyor. Verebileceği tek yanıt iyi anlamadığı, bunun açık olmadığı. Kişi de yalnızca iyi anlamadığını yapmak ister. Ona bunun gurur günahı olduğu, belki de işin sonunda cehennemin bulunduğu söylenir, ama bu garip geleceği gözlerinin önüne getirmesine yetecek imgelem gücü yoktur; ölümsüz yaşamı yitirdiği söylenir, ama bu ona önemsiz görünür. Suçluluğu benimsettirilmek istenir ona. O kendini suçsuz bulur. Doğrusunu söylemek gerekirse, yalnız bunu duyar, çaresiz suçsuzluğunu. Her şeyi bu sağlar ona. Böylece kendi kendinden istediği yalnızcabildiğiyleyaşamak, elindekiyle yetinmek, araya kesin olmayan hiç bir şey sokmamaktır. Hiçbir şeyin böyle olmadığı söylenir ona. Ama hiç değilse bu bir kesinliktir. İşi onunladır: hiçbir şeye sarılmadan yaşanıp yaşanamayacağını bilmek ister.

"Çev." Tahsin Yücel, Can Sanat Yayınları. İstanbul (2014)

Seçilmiş Düşünceler - Friedrich Nietzsche

XIX. yüzyılın en önemli ve en etkili Alman filozoflarından F. W. Nietzsche, felsefenin temeline, çağının düşünce ve değerlerine toptan bir karşı çıkışı kor. En büyük amacı, insanı kurtarmak, onu kuru akılcılıktan uzaklaştırarak kendisinin ne olduğu üzerine düşündürmektir. Nietzsche’nin önemli spekülatif düşünceyi yadsıyarak düşünce ile yaşam arasında canlı bir bağlantı kurmaya çalışmış olmasındadır. Filozofun çeşitli eserlerinden derlenmiş özdeyişleri içeren "Seçilmiş Düşünceler"

- Şen Bilgi
“İnsan kendisini kendi yaptığı yanlışlarla eğitmiştir: Önce kendi kişiliğini yarım yamalak görebilmiştir. Ancak sonra da hayali meziyetler yakıştırmıştır kendine. Bu yanlışları bilmezden gelmek insanlığı, insancıllığı ve insanlık haysiyetini yok etmek olur.”
“Büyük bir zaferin en iyi yanı zaferi kazananda yenilgi korkusu bırakmamasıdır.”
“Derin olduğunu bilen kimse, kolay anlaşılır olmaya çalışır. Kalabalığa derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlaşılmaz olmaya çalışır. Kalabalık dibini görmediği her şeyi derin sanır çünkü.”
“Düşüncelerimiz duygularımızın gölgesidir.”
“Yüksek sesle konuşan kimse ince şeyleri düşünemez hemen hemen.”
“Bu adam bu davanın çürük olduğunu görüyor ama inat olsun diye vazgeçmiyor;Fakat ‘sadakat’ adını veriyor bu hale.
“Her alışkanlık elimizi daha becerikli, aklımızı ise daha beceriksiz hale sokar.”
“İnsanın işi başından aşkın oldu mu her türlü sıkıntıdan da uzak kalır.”
“ Neye inanırım ? Şuna: her şeyi yeniden teraziye vurmaya.”
“En insancıl davranış, birisinin utanmasını önlemektir.”
- Zerdüşt
Size insandan üstün olmayı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir nesnedir. Onu aşmak geçmek için ne yaptınız?
Doğrusu şu ki insan kirli bir nehirdir. Kirli bir nehri kirlenmeden içine alabilmek için bir deniz olmak gerek. Görüyorsunuz insandan üstün olmayı öğretiyorum size: Üst insan bu denizdir.
Öğrenmek için yaşayanı ve günün birinde üst insanın yaşaması için öğrenmek isteyeni severim.
Özdeyişler halinde ve kanıyla yazan kimse okunmayı değil, ezberlenmeyi ister.
Dünya yeni değerler bulanların çevresinde döner.
Soydaş sevgisinin üstünde uzağın ve geleceğin sevgisi vardır.
Sevinç, her nesne sonsuz olsun ister.
- Toplum
Tam şu sırada bizi tehdit eden iki korkunç hastalık var: İnsandan derin bir tiksinme ve insana derin bir acıma!
İçimizden kendi kendimize yaptığımız konuşmalarda başkalarının şerefini pek korumuyorsak, halk içinde pek dürüst kişiler değiliz demektir.
Elimizde kudret olmadığı sürece özgürlük isteriz. Fakat, elimizde kudret olunca üstünlük isteriz.
Kolay yaşamak istiyor musun ? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut
- İnsan
Ne kadar yükselirsek, uçmak bilmeyenlere o kadar küçük görünürüz. Sonuçlar karşısında korkaklık : Modern bir kusur.
Bir inancı sırf adettir diye kabullenmeye namussuzluk, korkaklık, tembellik denir.
Bir insanın yüksekliğini görmek istemeyen kimse, kendinden aşağı ve üstün körü olan her şeye daha dikkatle bakar. Bu bakışla da kendini ele verir.
Kendinin derin olduğunu bilen kimse aydınlığa yönelir; Kalabalığa derin görünmek isteyen kimse ise karanlığa yönelir. Kalabalık, dibini görmediği her şeyi derin sanır.
İnsan bütün bir yıl sustu mu gevezeliği unutur ama konuşmayı öğrenir.
Büyük eğitimcide tabiat gibidir. Engelleri yığmak zorundadır: Sonradan bunları aşmak için. İsterim ki ilkin kendine saygı gösterilmekle işe başlansın: Gerisi gelir artık.
Bir büyük adamı tutanlar onu övmek için kendilerini kör etmeye alışıktırlar.
Uçurumları sevenin kanatları olmalı
- Düşünce
Deri değiştiremeyen yılan ölür. Düşünce değiştirmesine engel olunan kafalar da öyle ; Bunlar kafa olmaktan çıkarlar.
En kuvvetli ilaç hangisidir? Zaferdir.
Bizi bir kez olsun diğer kitapların ötesine götüremeyen kitap neye yarar?
‘Doğru’ deyince bu zihninde muhakkak yanlışın tersine değil, fakat sadece en esaslı hallerde çeşitli yanlışların birbirlerine oranla durumlarını gösteriyor.
Bir nesneyi hem sevebilen hem onunla alay edebilen kimse, dehaya erişmiş demektir.