İnsan kendine özgü şekilde olağandışı bir yaratıktır. Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı. Ama aynı zamanda hemcinslerine savaş açmaktan, çevresini yok etmek gibi yanılgılara düşmekten bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine aptallığı koyduğunuzda neredeyse dengede kalır.
Bilgi, en iğrenç işlemlerden sonra bile fizik bütünlüğünü koruyan bir
madeni paraya benzemez; kullanıla kullanıla epriyen çok güzel bir
giysiye benzer daha çok. Gerçekten kitabın kendisi de böyle değil midir?
Gençler artık hiçbir şey öğrenmek istemiyorlar, bilim geriliyor. Tüm
dünya tepetaklak olmuş, körler körleri yönetiyor ve onları uçuruma
sürüklüyorlar. Kuşlar, daha uçmayı öğrenmeden yuvadan ayrılıyor, eşekler
çalıyor, öküzler oynuyor…
Deliler ve çocuklar her zaman doğruyu söylerler.
Şimdi, kitapların oldukça sık başka
kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını
fark ediyordum... Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir
başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı
bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok
zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da
varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
Gülmenin kötü olan yanı nedir? Gülmek korkuyu öldürür ve korku olmadan
inanç olmaz. Şeytan korkusu yoksa, Tanrıya ihtiyaç kalmaz.
Kitaplar inanmak için değil, araştırmak için yazılır. Bir kitap
karşısında onun ne dediğini değil, ne demek istediğini sormalıyız kendi
kendimize; kutsal kitapların eski yorumcuları bu düşünceye açık seçik
sahiptiler.
Kitabın iyiliği okunmasındadır. Bir kitap imlerden oluşur, bu imler
başka imlerden söz ederler; onlar da nesnelerden söz ederler. Onu okuyan
gözler olmazsa, bir kitap kavramlar üretmeyen imler taşır; bu nedenle
de dilsizdir.
Çok bilgelikte çok acı vardır; bilgisini arttıran acısını da arttırır.
Ulbertino söze karıştı: Yaşamını tehlikeye attığını biliyor musun?
‘Olsun’ diye yanıtladı Michele, ‘Ruhumu tehlikeye atmaktan iyidir.’ “
Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; gerçeği güldürmektir; çünkü biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.
İnsan gereğinden çok konuşarak da, gereğinden çok susarak da günah işleyebilir.
İyiyi istemekle kötüyü istemek arasında küçük bir adım vardır; çünkü söz konusu olan hep aynı isteği yönlendirmektir.
Bazı şeyler yürekle sezilir. Bırak yüreğin konuşsun; yüzleri sorguya çek, dilleri dinleme.
Biliyorum biliyorum ama hayal kurmak bedava.
Eski sevgiliyle yeniden başlamak, ev tişörtüyle dışarıya çıkmak gibi. Rahat, bildik ama özel değil. Hep bir huzursuzluk ve keşke giymeseydim hissi...
Bir akımın sunduğu inancın önemi yoktur; önemli olan sunduğu umuttur.
Bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini, ama belki de yapmaması gerekenin bilinmesini de içerir.
Belki de insanları sevenlerin görevi, onları gerçeklere güldürmektir; gerçeği güldürmektir; çünkü biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.”
Bir yazar kendi yapıtı üstüne yorum yapmamalıdır, yoksa bir roman yazmamış olur, çünkü roman yorumlar üreten bir makinedir. Yazar yorumlamamalıdır. Ama niçin ve nasıl yazdığını anlatabilir.
Ya siz?” dedim çocukça bir küstahlıkla. “Hiç yanlış yapmaz mısınız?
Bizler cüceleriz,” diye onayladı William, “ama bu devlerin omuzlarına çıkmış cüceler. Küçüğüz, ama kimi zaman ufukta onlardan daha uzağı görebiliyoruz.
Gerçeğin gücü öyledir; tıpkı iyilik gibi kendiliğinden yayılır.
Gerçek bilim, imlerden başka bir şey olmayan kavramlarla yetinmemeli,
nesneleri kendilerine özgü gerçekleri içinde ortaya çıkarmalıdır.
Eskilerin bilgisine sahip değiliz biz; devlerin çağı geçti.
Çeviren: Şadan Karadeniz