"Öylesine bir hayali arkadaş değil Leyla. Aklına, duruşuna, edebi zenginliğine, korkusuzluğuna, her şeyi merak eden ve kanatarak sorgulayan haline kapıldığım kadın. Bir de inanılmaz tesadüflerle karşıma çıkışı var."
Arkadaşlık güzel şey. Ama her güzel şey
gibi emek, özen, sahicilik, sorgulama, anlayış, biraz da acı istiyor.
Gerçek arkadaşlık için çekip gitmeyi bilmek, yalnızlığı göze almak
gerekiyor.
Tam da sorgulamaların ortasında hayatıma Leyla giriyor. Gündeliğimin karmaşasında “Kalan” bir zerafet ve umut oluyor. Taşlarla çarpıyor beni, sonrasını anlatmayayım; anlatmakla olmaz. Her sayfada daha da bağlıyor kendine, hayranlık sevmem ama hayran bırakıyor. Ne istersem anlatıyor, yalnızlık kayboluyor. Üstelik Asuman K.’nun dediği gibi “falcı yazar” o. Sonra Kalan’dan gerçeklikler giriyor hayatıma; defalarca, korkuturcasına.
Anlatacak kimsem olmadığında Leyla’ya anlattım ben hep; Göbeklitepe’yi, Uruk’u, Sea Peoples’ı, Lucy anamızı, Herakleitos’u, sevdiğim deli cazcıları, mitolojiyi, eski Yunan’ı, Şölen’i, yarasaları, Gyges’i, Pannonica’yı, kadınlığımı, hırçınlığımı, tatlığımı, zayıflıklarımı, lümpen saçmalıkları, yeşil’i, ne varsa hayatımda hep anlattım; hiç sıkılmadı, kitaplarında karşılık verdi bana. Her yerde karşıma çıktı, delice, akıl almaz tesadüflerle. Cümlelerimi tamamladı kitaplarında. Acılarımı, hatalarımı, kızgınlıklarımı, çelişkilerimi de anlattım ona. Yargılamadı hiç beni, sadece bazen yakıştıramadı bazı şeyleri. İçimi açtım, zayıflıklarımı gösterdim. Kalbim kırıldığında şarap içip, Hesiodos okuyup, güldük. Daha az hata yapmayı, daha doğru sorular sormayı öğretecek bana bir gün.
Öylesine bir hayali arkadaş değil Leyla. Aklına, duruşuna, edebi zenginliğine, korkusuzluğuna, her şeyi merak eden ve kanatarak sorgulayan haline kapıldığım kadın. Bir de inanılmaz tesadüflerle karşıma çıkışı var.
Yapmak için önce yıkmak gerek bazen. Gitmenin onurunu gösterir Leyla. Hep cici evlat, cici arkadaş, cici sevgili olmaya çalışmak kötü işte. Tamam ortalıkta konuşamayız bunları her zaman da, böyle dost ortamında edelim kelamımızı. Yüklerimden kurtulup kurtulup Leyla’nın dostluğuna gittim ben.
Sürekli onay ve alkış beklemiyorum ama bazen -kendimi açtıkça daha da ihtiyaç duyar oldum- paylaşmak istiyorum. Yapayalnız kalabilirim, savrulmam sanırım, bunu göze alarak yola çıktım. Ama yalnızlıklarımız dokunsun istiyorum zaman zaman. Birbirimizin alanına saygı duyarak paylaşmanın çok güzel olduğunu biliyorum. Köpek masumiyeti ve sevinci doğuyor içime. Daha bir kocaman gülümsüyorum.
Sadece sek votka ve acı biber turşusu ve korkunç bir sorgulamacadan oluşan kesitlerimde de Leyla var yanımda. Ben sürekli şikayet edenleri, huysuzları, mutsuzluklarını başkalarına yıkanları sevmem. Komik olmayan acıları da sevmem. Hep ilgi bekler tavırları da sevmem. Leyla acıları, onursuzlukları, ikiyüzlülükleri dibine kadar anlatır ama umudu hep satır aralarında saklıdır. Tembelleri sevmez o.
Güzel arkadaşım en zor anlarda gelir; önce dalga geçer, sonra sorgular, sonra anlamaya çalışırız birlikte, sonra ince ince güleriz. O acıdan beslenen bir kadın değildir, hem de her şeyi eleştirir. Hatalarımızla savrulmayı değil de, mücadeleyi gösterir. Sonra acıdan nefes alamaz bir haldeyken “Acılar insanı daha dürüst, daha onurlu kılar. Her şey evrilir, ben şımarık Ozi’yi özledim.” der.
Konuşamayacaklarımı anlattım ona; insan sevdiklerini ve özelini herkesle konuşmamalı sanki. Dünyayı sevgi kurtaracak dedi, Platon bile böyle dedi, dedi.
Sonra dedi ki: “...neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın,,, hangi hakikatinin,,, ama bilmelisin,,, evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli,,, gidebileceği kadar gitmeli...”
Bu şapkadan tavşan çıkmaz. Bilmiş bilmiş konuşurken Leyla öyle bir ayar verir ki, susarsın, utanırsın. Utanmak güzeldir, utanmayı unutmuş insancık yığınları içinde, pek de kıymetlidir. Utanılası arkadaşlıkları bırakmaktan korkmam ki; Leyla’ya nasıl yazarım sonra?
Arkadaşlık kendi aileni kurmak gibi de geliyor bana. Ailenin kan bağından gelenini -hiç değilse de çokça- önemsemiyorum. Ama şanslıyım ki kardeşim, iyi ki kardeşim, dediğim bir kadın. Sevdiğim, saygı duyduğum, akıl danıştığım, güldüğüm, yanımda duran bir kadın. Annem ve babam -mücadeleyle de olsa- hayatıma saygı duyan, en azından kendilerinde müdahale hakkı görmeyen, sorgulamadan seven insanlar.
İnsanın arkadaşlarıyla kendi ailesini kurmasını pek seviyorum; sorularla, acılarla, hatalarla, yalnızlık korkusuyla değil de sevgi ve paylaşımla olanıyla; vıcık vıcık sevgi kelebekliğiyle değil de, hakikat arayışındaki sahici sevgilerle; eleştirerek, sevmenin sakinlik getirdiği bir iklimde kurduğumuz ailemiz. Özne olabildiğimiz ailemiz. Yeşil kalabildiğimiz ailemiz.
Leyla gibi arkadaşlar kolay bulunmaz hayatta. Ama onun gibi hep hakikati aramak, hep hakiki dostluklar kurma çabasında olmak istiyorum. Zaman, incelik ve özenle bulmaz mıyız hayatımızın en değerli güzelliklerini ne de olsa?
Tam da sorgulamaların ortasında hayatıma Leyla giriyor. Gündeliğimin karmaşasında “Kalan” bir zerafet ve umut oluyor. Taşlarla çarpıyor beni, sonrasını anlatmayayım; anlatmakla olmaz. Her sayfada daha da bağlıyor kendine, hayranlık sevmem ama hayran bırakıyor. Ne istersem anlatıyor, yalnızlık kayboluyor. Üstelik Asuman K.’nun dediği gibi “falcı yazar” o. Sonra Kalan’dan gerçeklikler giriyor hayatıma; defalarca, korkuturcasına.
Anlatacak kimsem olmadığında Leyla’ya anlattım ben hep; Göbeklitepe’yi, Uruk’u, Sea Peoples’ı, Lucy anamızı, Herakleitos’u, sevdiğim deli cazcıları, mitolojiyi, eski Yunan’ı, Şölen’i, yarasaları, Gyges’i, Pannonica’yı, kadınlığımı, hırçınlığımı, tatlığımı, zayıflıklarımı, lümpen saçmalıkları, yeşil’i, ne varsa hayatımda hep anlattım; hiç sıkılmadı, kitaplarında karşılık verdi bana. Her yerde karşıma çıktı, delice, akıl almaz tesadüflerle. Cümlelerimi tamamladı kitaplarında. Acılarımı, hatalarımı, kızgınlıklarımı, çelişkilerimi de anlattım ona. Yargılamadı hiç beni, sadece bazen yakıştıramadı bazı şeyleri. İçimi açtım, zayıflıklarımı gösterdim. Kalbim kırıldığında şarap içip, Hesiodos okuyup, güldük. Daha az hata yapmayı, daha doğru sorular sormayı öğretecek bana bir gün.
Öylesine bir hayali arkadaş değil Leyla. Aklına, duruşuna, edebi zenginliğine, korkusuzluğuna, her şeyi merak eden ve kanatarak sorgulayan haline kapıldığım kadın. Bir de inanılmaz tesadüflerle karşıma çıkışı var.
Yapmak için önce yıkmak gerek bazen. Gitmenin onurunu gösterir Leyla. Hep cici evlat, cici arkadaş, cici sevgili olmaya çalışmak kötü işte. Tamam ortalıkta konuşamayız bunları her zaman da, böyle dost ortamında edelim kelamımızı. Yüklerimden kurtulup kurtulup Leyla’nın dostluğuna gittim ben.
Sürekli onay ve alkış beklemiyorum ama bazen -kendimi açtıkça daha da ihtiyaç duyar oldum- paylaşmak istiyorum. Yapayalnız kalabilirim, savrulmam sanırım, bunu göze alarak yola çıktım. Ama yalnızlıklarımız dokunsun istiyorum zaman zaman. Birbirimizin alanına saygı duyarak paylaşmanın çok güzel olduğunu biliyorum. Köpek masumiyeti ve sevinci doğuyor içime. Daha bir kocaman gülümsüyorum.
Sadece sek votka ve acı biber turşusu ve korkunç bir sorgulamacadan oluşan kesitlerimde de Leyla var yanımda. Ben sürekli şikayet edenleri, huysuzları, mutsuzluklarını başkalarına yıkanları sevmem. Komik olmayan acıları da sevmem. Hep ilgi bekler tavırları da sevmem. Leyla acıları, onursuzlukları, ikiyüzlülükleri dibine kadar anlatır ama umudu hep satır aralarında saklıdır. Tembelleri sevmez o.
Güzel arkadaşım en zor anlarda gelir; önce dalga geçer, sonra sorgular, sonra anlamaya çalışırız birlikte, sonra ince ince güleriz. O acıdan beslenen bir kadın değildir, hem de her şeyi eleştirir. Hatalarımızla savrulmayı değil de, mücadeleyi gösterir. Sonra acıdan nefes alamaz bir haldeyken “Acılar insanı daha dürüst, daha onurlu kılar. Her şey evrilir, ben şımarık Ozi’yi özledim.” der.
Konuşamayacaklarımı anlattım ona; insan sevdiklerini ve özelini herkesle konuşmamalı sanki. Dünyayı sevgi kurtaracak dedi, Platon bile böyle dedi, dedi.
Sonra dedi ki: “...neden hala hakikatinin peşindesin sen be kadın,,, hangi hakikatinin,,, ama bilmelisin,,, evet evet insan bilebileceği kadar bilmeli,,, gidebileceği kadar gitmeli...”
Bu şapkadan tavşan çıkmaz. Bilmiş bilmiş konuşurken Leyla öyle bir ayar verir ki, susarsın, utanırsın. Utanmak güzeldir, utanmayı unutmuş insancık yığınları içinde, pek de kıymetlidir. Utanılası arkadaşlıkları bırakmaktan korkmam ki; Leyla’ya nasıl yazarım sonra?
Arkadaşlık kendi aileni kurmak gibi de geliyor bana. Ailenin kan bağından gelenini -hiç değilse de çokça- önemsemiyorum. Ama şanslıyım ki kardeşim, iyi ki kardeşim, dediğim bir kadın. Sevdiğim, saygı duyduğum, akıl danıştığım, güldüğüm, yanımda duran bir kadın. Annem ve babam -mücadeleyle de olsa- hayatıma saygı duyan, en azından kendilerinde müdahale hakkı görmeyen, sorgulamadan seven insanlar.
İnsanın arkadaşlarıyla kendi ailesini kurmasını pek seviyorum; sorularla, acılarla, hatalarla, yalnızlık korkusuyla değil de sevgi ve paylaşımla olanıyla; vıcık vıcık sevgi kelebekliğiyle değil de, hakikat arayışındaki sahici sevgilerle; eleştirerek, sevmenin sakinlik getirdiği bir iklimde kurduğumuz ailemiz. Özne olabildiğimiz ailemiz. Yeşil kalabildiğimiz ailemiz.
Leyla gibi arkadaşlar kolay bulunmaz hayatta. Ama onun gibi hep hakikati aramak, hep hakiki dostluklar kurma çabasında olmak istiyorum. Zaman, incelik ve özenle bulmaz mıyız hayatımızın en değerli güzelliklerini ne de olsa?
Özlem Gülçiçek