Yıl 1846’dır. Genç Dostoyevski, ilk romanı
İnsancıklar’ı tamamlar tamamlamaz ev arkadaşı yazar Grigoroviç’e okutur.
Grigoroviç o kadar heyecanlanır ki birkaç kez kalkıp Fyodor’un boynuna
sarılmak ister; fakat arkadaşının aşırı duygu gösterilerinden
hoşlanmadığını bildiği için yapmaz. Grigoroviç ertesi gün romanı yazar
ve yayımcı Nekrasov’a götürür; kitaptan çok etkilenen Nekrasov da
eleştirmen Belinski’ye... “Yeni Gogol doğdu!” der, Nekrasov, daha kapı
ağzında. Aynı günün akşamı, Belinski’ye tekrar uğradığında onu heyecan
içinde bulur: “Nerede kaldınız? Nerede bu Dostoyevskiniz? Genç mi? Kaç
yaşında? Hemen getirin bana onu!”
Belinski’nin evine getirilen
yirmi üç yaşındaki genç yazar, daha sonra orada olanları şöyle
anlatacaktır: “Ve işte... beni onun yanına götürdüler. Belinski’yi
birkaç yıl önce heyecanla okumuştum, ama bana ürkütücü ve sert gelmişti
ve benim İnsancıklar’ımla alay edecek diye düşünüyordum. Beni çok
saygılı ve ağırbaşlı bir şekilde karşıladı; ama daha bir dakika bile
geçmeden her şey bambaşka oldu... Ateşli ateşli, alevli gözlerle
konuşuyordu. “Siz kendiniz anlıyor musunuz?” diyordu bana tekrar tekrar,
alışkanlığı olduğu üzere bağırarak, “Ne yazmış olduğunuzu anlıyor
musunuz?.. Bütün bu korkunç gerçeği, bizlere göstermiş olduğunuz bu
gerçeği siz mi düşündünüz? Olamaz, sizin gibi yirmi yaşında birinin
bütün bunları anlamış olmasına imkân yok... Gerçeği keşfetmiş ve bir
sanatçı olarak ilan etmişsiniz, size bir yetenek verilmiş, yeteneğinizin
değerini bilin ve emin olun, siz büyük bir yazar olacaksınız.”
Yıl
2013. 167 yıl sonra Dostoyevski her kuşağın başucu yazarlarından olma
özelliğini koruyor ve İnsancıklar, onun dünya edebiyatına ilk
armağanı.
***
Eğer hepimiz Tanrı'nın kulları isek; neden genç bir kız basma entari bulamazken kokanalar ipeklere bürünsün? Neden biri üç gün aç yatarken öbürü tıka basa yesin? Ben öyle sanıyorum ki; bunlar Tanrı'nın bile gücüne gidiyordur.
İnsan kendisine olan saygısını, onurunu ve güvenini yitirdiği an işi bitmiş demektir. Alabildiğine bir baş aşağı düşüş yaşar.