19 Ağustos 2018

Honoré de Balzac - Eugenıe Grandet

“Bir gün bir arkadaşı Balzac’ı ziyarete gider. Balzac’ın evine girer girmez içeriden bir ağlama sesinin geldiğini duyar ve hemen koşar. Balzac’ın çalışma odasına girince bir bakar ki, Balzac masasının önünde oturmuş önünde yığınla defter, kitap hüngür hüngür ağlıyor. Adam iyice merak eder; ‘Balzac ne oldu?’ der. Balzac kayıtsız bir yüzle başını kaldırıp ‘o öldü’ der. Adam iyice şaşırır ve ‘kim öldü?’ der. ‘Son yazdığım romanın baş kahramanı’ der Balzac. ‘Delirdin mi sen, bu mu derdin? Bu kadar üzüldüysen dirilt madem’ deyince, Balzac ciddileşir. ‘Roman kahramanlarımın kaderi benim elimde değildir ve sanat dediğimiz şey de tam olarak budur. Çünkü sanat, sanat için vardır.’ 
 
*

Eugénie Grandet, büyük Fransız yazarı Honoré de Balzac’ın “İnsanlık Güldürüsü” genel başlığı altında tasarlayıp gerçekleştirdiği çok sayıda romandan oluşan o dev yapıtın en çok okunan yapıtlarından biri. 1833’de yayınlanan bu romanında Balzac, taşra insanlarını ve onların özellikle para ile olan ilişkilerini eşsiz bir gerçeklikle anlatır. Cimrilik ve Aşk bu romanın işlenen iki ana tema’sıdır. Balzac, bu romanında, Grandet Baba’nın büyük malvarlığını alınteriyle açıklanamayacağını gözler önüne serer. Grandet Baba, büyük Fransız Devrimi sonrasında, dönemin siyasal koşullarından ustaca yararlanmasını bilmiş, her türlü aldatmacayı geçerli kılan bir yöntemle büyük bir malvarlığının sahibi olmuştur. Bu zenginliğin içinde alınterinin payı, denizde bir damla gibidir. Eugénie Grandet’nin tertemiz aşkının ve yüce gönüllüğünün, bütün bu pisliklerin yanında yeri nedir? İşte Balzac’ın büyüklüğünün tartışılmaz yanı burada ortaya çıkıyor. Bu roman öylesine sevilmiş, öylesine yaygın bir okur kitlesi bulmuştur ki, “Eugénie Grandet’nin yazarı” diye anılmak sonunda Balzac’ı bile kızdırmıştır.
 

Yalnız insanlar düşünceleri içinde bir derinlemesine görüş edinirler ve dokundukları çok az şeye karşı da büyük bir duyarlılıkları vardır. 
 
Zaman her acıyı sağaltır, ben bunu deneyimle öğrendim
 
Büyük ruhlu kişiler hiçbir zaman dalkavukluk etmezler. Bu, çevresine girmek istediği insanın yüreğine daha kolay sızabilmek için kendisini silen, bayağı, küçük ruhlu kişilerin işidir. Dalkavukluk, kendi çıkarını kollama dürtüsünden kaynaklanır.
 
 Bütün yaşamı, gücünü mutluluğa ulaşmak için harcayıp durmakla geçmişti ve onu destekleyen gücünü
yenileyen hiçbir şey olmamıştı.
 
 Ruh da, beden gibi yaşamak için soluk almak zorundadır.
 
Soylu ve değerli düşüncelerin arasında yaşamaya alışmış ruh sonunda en kaba çizgilere bile damgasını basar.
 
Aşkın başlangıcıyla yaşamın başlangıcı arasında hoş benzerlikler vardır.

Herkesin yaptığı, çocuğu ninnilerle, tatlı bakışlarla oyalamak, geleceğini pırıl pırıl edecek masallar anlatmak değil midir? Umudun ışıltılı kanatlan hep onun zevki için açılmaz mı? Acıyla olduğu kadar sevinçten de gözyaşları dökülmez mi? Hiç yoktan örneğin sallantılı bir saray yapmaya çalıştığı taşlar, ya da toplar toplamaz unuttuğu çiçekler için huysuzlanmaz mı? Zamanı yakalayıp ardına koymaya, yaşam işlerini sürdürmeye istekli değil midir? Aşk, ruhun ikinci değişimidir.
 
Bütün insan gücü, sabır ve zamanın bileşimiyle ortaya çıkar. En başarılı insanlar istemlerini «bekle ve göre ayarlayanlardır. Bir cimrinin yasamı, sürekli bir, bütün insan yeteneklerini kendi kişisle hizmetinde kullanma çabasıdır. Cimri, yalnızca iki duyguya önem verir; gururu ve kendi çıkarı. Ama çıkarı gururuna somut, elle tutulur bir destek olduğundan, gerçek üstünlüğünün sürekli kanıtı olduğundan; gururu ve çıkarı için uğraşması bir tutkunun iki yüzüdür, bencilliğin. Ustalıkla sahnelenen cimrilerin uyandırdığı müthiş merakın nedeni belki de budur.