23 Ocak 2020

Tahsin Yücel - Vatandaş

 
Kimileri ilk olmayı sever. Tahsin Yücel'se, en güzel kitaplarından biri olan Vatandaş'ı,Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı, Camus'un Düşüş'ü, Sait Faik'in Haritada Bir Nokta'sı gibi yapıtlarının yönünde bir anlatı olarak niteliyor. Ona göre, bu yapıtların en belirgin özelliği, aynı zamanda hem bir öykü, hem de dünya ve insan üstüne bir söylem olmalarıdır. Belki de bu yüzden, Vatandaş'ın oluşumu kırk yılı aşkın bir süreye yayılmış; 1954'te kısacık bir öykü olarak doğmuş; 1964'te, bir başka dille daha uzun ve daha derli toplu bir öykü olmuş; 1975'te, roman diye nitelenebilecek bir anlatıya dönüşmüş; şimdi, 1996'da, birtakım değişikliklerle yeniden karşımıza çıkıyor. Bu son biçimiyle daha bir akıcı ve daha bir yoğun. Öte yandan, ülkemizde ideolojilerin, 1954'ün gençlik yapıtı, 1996'da çarpıcı bir gerçeklik ve geçerlilik kazanıyor.


Açın artık gözlerinizi, hepiniz sürüdensiniz.
*
Yeterince konuşmak için, gerekeni gerektiği yerde söylemek için, biraz olsun durup düşünmek gerekir; insanlarsa konuşmadan duramıyorlar bir türlü, duramadiklari için de hep ezbere konuşuyorlar, beylik kalıpları aşamıyor, bilineni dört bir yanda söyleneni yinelemekle kalıyorlar. Dillerine kolay kolay içten bir söz gelmiyor. Gelince de atıyorlar çoğu kez, başka şeylere geçiyorlar, alışmış şeylere.
*
Ne de olsa en büyük kazığı kimden yerse, onu başına taç eden bir halkın içinden çıkmıştım. Ne çıkması, hep bu halkın yazgısını paylaşıyordum.
*
İki türlü vatandaş bile istemiyordu bu adamlar, arılar, karıncalar gibi değişmez vatandaşlardı istedikleri, aynı elden bile değil , aynı çarktan çıkmış uyruklardı. Bu durumda, kendi karşılıksız ve değişmez söylemleri dışında, hiçbir söyleme hak tanımayacakları kesindi: Bu nokta da, bana kalırsa özgürlüğün sona erip köleliğin başladığı yerdi.
*
Ne yaparsın, her zaman aynı kolaylıkla katlanılmıyor yanlızlığa: gün oluyor, kurşun gibi çöküyor üzerime, soluğumu kesiyor.
*
Kalabalıklar önünde, çığlık çığlık söylenenler söz değil, gösteri yalnızca! Bu nedenle sesler yükseldikçe gerçek siniyor, söylevler ve söylevciler çoğaldıkça gerçek çekiliyor ortalıktan, şu dünyada gerçek diye bir şey olmuş muydu, olmuşsa neydi, yavaş yavaş bunu bilme olanağı bile kalmıyor, öykünme içinde bir öykünmedir sürüp gidiyor.