Sanat, Gerçek’in gözümüzü almasıdır: Geriye kaçan hilkat garibesi maskelere düşen ışıktır gerçek, ondan ötesi değil.
A. büyük bir ustadır, tanığı Tanrı.
İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.
Gülünç olan, bu dünya için koşum takman.
Çevremizdeki acıları bizim de çekmemiz gerekmektedir. Hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyümesi vardır: bu ise, şu ya da bu biçimde acılar içinden çekip götürür bizi. Nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer (her evrede, istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi (insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir) yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. Bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük diye yorumlamaya yer yoktur.
Yok, edilmez bir tek şeydir; her insan tek başına bu yok edilmezdir; beri yandan, bütün insanlarda ortak özelliktir yok edilmez; dolayısıyla, insanları birbirine bağlayan eşsiz bir bağ bulunmaktadır.
Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.
İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama beki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar.
Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya da erişmek gerekir.
Bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: Masanın üstündeki elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü.
Sonbaharda bir yol gibi: Temiz pak süpürüyorsun, sonra bir yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor.
Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.
Sen ödevsin. Ama görünürde öğrenci yok.
Olumsuz davranışlarda bulunmak bizden istenir, olumlu davranışlar ise zaten bizimdir.
İyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir.
Kötüye taksit taksit ödeme yapılamaz, oysa hep böyle yapılmaya çalışılır. (S.)
Kıyamet Günü’nü böyle adlandırmamızın nedeni ancak bizim zaman kavramımızdır; aslında o bir tür sıkıyönetim mahkemesidir.
Dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki sadece sayısal bir uyumsuzluğua benziyor.
“Sein” sözcüğü Almancada iki anlama gelir: “Var olmak” ve “onun olmak”
İlerlemeye inanmak henüz bir ilerleme olduğuna inanmak anlamına gelmez. Yoksa bu, inanmak için yeterli olmazdı.
Bu dünyada hemcinsini seven kimse, dünyada yalnızca kendisini seven kimseden ne daha çok ne de daha az hata yapmaktadır. Sadece geriye bir soru kalıyor ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir.
Gerçeklerin peşinden paten kaymayı yeni öğrenen acemi biri gibi koşuyor, üstelik bir de yasak yerde egzersiz yapıyor.
Ev halkını koruyan tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir!
Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu.
İnsanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür.
Günah her zaman açıktan açığa gelir ve anında duyularla kavranabilir. Kökleri üzerinde yürür ve tanınmak için sökülüp çıkarılması gerekmez.
İnanç yoksunu olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilemeyecek bir inanç değeridir.
Neresindeymiş bunun inanç değeri? Yaşamamak elde değil ki?
İşte inancın insanı çıldırtacak kadar büyük gücü, bu ‘elde değil ki’ dedir, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini.
İnsanların birlikteliği şuna dayanır: İnsan, kendi varlığının gücüyle aslında kendi içlerinde yadsınamaz olan başkalarını yadsıyormuş gibi görünür; bu da o insanlar için tatlı ve rahatlatıcı, ama gerçeklikten ve dolayısıyla süreklilikten hep yoksun.
Ecel köprüsünden atlayanların çoğunun gölgeleri, ölüm ırmağının çırpıntısına dokunup geçer; neden denirse, ırmak bu dünyadan öte yana doğru akar ve hala bu dünya denizlerinin tuzunu taşır. Irmak İğrenerek kabarır birden, akıntı tersine döner, ölüler yaşamın İçine kusulur. Ne var ki, ölüler mutludur, öfkeden kudurmuş ırmağı teşekkür ezgileriyle, yumuşacık severler.
Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gereken nokta da, orasıdır.
İnsanın gelişiminin son noktasına varacağı an, daima bir yinelenme içindedir. Devrimci öze sahip düşünsel devinimlerin, geride bırakılan her şeyin anlamını yitirdiğini söylemeleri, bu yüzden doğrudur, çünkü o anda bile, gelişimini tamamlayan tek bir şey yoktur.
Savaşmaya davet, Kötü’nün sahip olduğu en çekici silahtır. Bu kadınla savaşmaya benzer, sonu yatağa çıkar.
Sayısı belirsiz itin anası, çocukluğumda en değerli şeyim olsa da şimdi az çok çürümüş bedenli, hala peşimden bağlılıkla seğirten, onu tekmelememek için yavaş adımlarla geri kaçtığım, nefesinin kokusuna bile katlanamadığım berbat kokan bir kancık; ne var ki, zıddına davranamadığım sürece, şekilsiz bir gölge olarak serpildiğini izlediğim kuytuya çekiyor, paramparça ediyor beni, üzerime çıkıyor ve artık üzerimde, bunu bir onur saymaktan emin olamasam da, dili elimde, bende sona eriyor.
Burnu Kaf dağında A’nın, İyi’nin peşinde epeyi yol aldığı zannında, neden denirse, çekiciliğinin her geçen an arttığına inandığından, her geçen an daha çok ayartıyla karşılaştığını duyumsuyor, üstelik bu ayartıların şu ana dek hiç bilmediği köşelerden saldırdığını sanıyor. Nedir, asıl neden, içine yerleşen büyük şeytan ve onun hizmetine koşuşturan sonsuz küçük şeytanların varlığıdır.
Bir elma, biri diğerinden değişik görünümlere sahip olabilir: Kafasını uzatıp masanın üzerindeki elmayı görmeye çalışan çocuğun görüşü ve bunun yanında, hiç sakınmasız, elmayı yanındakine verebilen evin efendisininki.
Ölüm arzusu, bilgeliğe kavuşulduğunun ilk belirtisidir. İçinde bulunulan yaşam katlanılmazdır, başka bir yaşam ise, ulaşılmaz. Ölmek isteğinin eklentisi utanç biter artık; nefret edilen eski hücreden alınıp, ilk iş olarak nefret edeceği yeni hücresine geçmeyi arzular, bunun için yalvarır. Eski inançların tortuları da bu düşüncede etkilidir; yeni hücreye nakledilirken efendi ortaya çıkacak, mahkûma göz ucuyla bir bakacak ve karar verecektir: "Bu adamı yeni hücreye götürmenize gerek yok, artık benim yanıma geliyor o."
İlerlediğim yol dümdüz olsaydı, ilerlemek için tüm çabalarıma rağmen geriye doğru hareket etseydim, çaresizlik bu olurdu; ama sen, aşağıdan da ayırtına varabileceğin gibi, dik bir yokuşu çıktığına göre, adımlarının geri geri gitmesi, kayman, tırmandığın yerin dikliğinden kaynaklanabilir, eğer böyleyse umutsuzluğun zamanı değildir.
Sonbaharda yollar gibi: Süpürüp temizliyorsun, az sonra kurumuş yapraklarla kaplanıyor üzeri.
Bir kafes, kuş aramaya çıkmış.
Buraya ilk kez geliyorsun: Alınan nefes bile değişik, yanındaki yıldız, güneşten bile çok ışıldıyor.
Eğer üzerine çıkmadan inşa edilebilseydi, belki de, Babil Kulesi’nin yapılması yasaklanmazdı.
Kötü, sizi ondan gizli saklı bir şeyler kotarabileceğinize inandırmasın.
Sunağa saldıran parslar, kutlu şaraptan içiyorlar; durmaksızın yineleniyor bu; sonunda beklenen bir olaya dönüşüyor ve ayinin bir parçası oluyor artık.
El, yapabildiğince sıkı tutar taşı. Olabildiğince uzağa atabilmek için sıkıca kavrar. Yol, işte o kadar uzağa götürür insanı.
Ders sensin, ne yazık ki, etrafta öğrenci yok.
İçinize sonsuz cesaret dolduran, gerçek düşmandır .
Üzerinde durduğun alanın, iki ayağınla bastığından geniş olamayacağını bilmek, mutlulukların en büyüklerindendir.
Alelacele koşup yaşama sığınmıyorsa insan, yaşamdan zevk alabilir mi?
Siperler sonsuz olsa da kurtuluş yolu tektir. Yinede kurtuluş olasılıkları siper sayısı denli çoktur.
Bir amaca rağmen, yol yok; yol diye adla duraklama anı.
Kötü davranmak bizden istenir; iyi davranmak ise, zaten içimizdedir.
Kötü’ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez.
Seni Kötü’ye yol vermeye yönelten art niyetler sana ait değildir. Kötü’nündür.
Hayvan, kamçıyı efendisinin elinden öfkeyle kapar ve kendi efendisi olabilmek için kendi kendini döver, bilemediği, bunun efendisinin kamçısının ucundaki yeni düğümün gördürdüğü bir rüya olduğudur.
Arzulanma gem vuracağım diye çabalamıyorum. Arzulara gem vurmak, ruhumdan yayılan sonsuz ışık demetinin rast gele seçilmiş bir tanesinde etkin olma arzusudur. Eğer çevremde buna benzer yörüngeler çizmek zorundaysam, yapacağım en doğru şey, hiç harekete geçmeksizin, ağzım hayretten açılmış, büyük düzeni izlemektir sadece ve bu hareketsizliğin bana kazandıracağı econtrarioi güçten yararlanmak.
Kargaların savı, tek bir karganın tüm gökyüzünü yok edebileceğidir. Kuşkulanmak yersiz, nedir, bunun göklerle ilgili bir şey anlatmadığı kesindir, gökyüzü kargaların yokluğu demektir çünkü.
Din uğruna kendilerini feda edenler bedeni yadsımaz, zıddına, çarmıha layık görerek şereflendirirler; bu yüzden, düşmanlarıyla aynı biçimde düşünmektedirler.
Yorgunluğu, bir gladyatörün ölümcül kavgasından sonra yaşadığı yorgunluğu andırıyor , bir memurun odasının tek bir duvarına beyaz badana çekti.
Var olan sahip oluş değildir, sadece oluş, nefesini teslim etmeyi, boğulup gitmeyi uman oluştur.
Sorularımın neden yanıtsız kaldığına şaşardım eskiden, artık soru sorabileceğime olan güvenime şaşırıyorum. Nedir, gerçekten güvenmiyordum, sadece soruyordum.
Sahip olabildiklerin var, ne yazık ki, kendi varlığın yok iddiasına savunma olarak titriyorsun ve yüreğin atıp duruyor sadece.
Sonsuzluk yolunda bu denli hızlı ilerleyişine şaşan biri vardı, aslında yokuş aşağı son hız yuvarlanmaktan gayrisini yapmıyordu.
Kötü’ye borcunuzu taksit taksit ödeyemezsiniz, nedir, hep denenir bu. Büyük İskender, pek gençken ulaştığı utkulara, kurduğu yenilmez orduya, içinde büyüyen, dünyayı değiştirecek güce sahip olduğu duygusuna, tüm bunlara rağmen, Çanakkale’de durup boğazın beri yanına asla geçemeyebilirdi. Ne korkudan durmuş olurdu, ne kararsızlıktan ne de istencinin zayıflamasından, bunu yerçekiminin varlığıyla bile açıklayabilirsiniz.
Yol sonsuzdur, ne kısaltabilir ne de uzunluğuna yeni metreler ekleyebilirsiniz, yine de herkes çocuk kadar elini kullanarak ölçmeye çalışır onu. İlerlemen gereken yol, gerçekten de bu karış kadardır, senin hakkındır bu.
Sadece zamanı kavrayabilme yetimiz yüzünden Kıyamet Günü diyoruz o güne; aslında sıkıyönetim mahkemesidir o.
Şükrediyorum ki, dünyanın uyumsuzluğu, aritmetik uyumsuzluğa benziyor.
İğrenen ve nefret eden bir başı önüne eğmek…
Köpekler bahçede oynuyorlar şimdi, fakat avları, şu anda ormanda istedikleri denli hızlı koşsunlar, avlanmaktan kaçamayacaklar.
Araban, ona koştuğun at ile doğru orantılı olarak, daha hızlı gider, bütünün köklerinden koparılması demek değildir bu, bunu söylemek olanaksızdır; ne var, koşumların parçalanması, işte o gerçekten özgür ve şen bir yolculuk olasılığıdır.
“Almancada ”Sein”in iki anlamı vardır. “Var olmak” ve ”Onun” olmak”
Seçim hakkı tanınmıştı onlara: Kral ya da kralın habercisi olabilirlerdi. Her çocuk gibi, haberci olmayı seçti hepsi. Sadece haberciler vardır bu yüzden, dünya üzerinde gezer, kalmayan krallara ulaşamadıkları için, artık anlamsızlaşmış haberleri birbirlerine iletirler. Sefil yaşamlarına son vermeyi canı yürekten isterlerdi elbette, nedir, ettikleri bağlılık yemini ellerini kollarını bağlıyor.
İlerleme düşüncesine inanmak, gerçekten ilerlendiğine inanmayı gerektirmez. İnanabilmek için yetersiz olurdu bu.
İçinde yok edilmesi mümkün olmayan bir şeye inanmadığı sürece, insan yaşayamaz; bu yok edilmesi mümkün olmayan şey de, ona duyulan inanç da daima gizli kalabilir. Kişisel bir tanrıya inanma, bu süreğen gizliliğin kendini gösterme biçimlerindendir.
Yılan aracılık etmeliydi: Kötü insanı ayartsa da, onun yerine geçemez.
Dünya ile savaşta, dünyanın tarafını tut.
Kimseyi kandırmamalı, giderek dünyayı kandırıp onu olası bir utkudan uzaklaştırmamalı.
Ruhsal evrenden başka bir dünya yoktur; duyular evreni diye adlandırdığımız şey, ruhsal evrenin kötülüğüdür ve o kötülük dediğimiz şey, sonsuz ilerleyişimizde bir anın zorunluluğudur sadece.
Dünya çok güçlü bir ışıkla eritilebilir. Zayıf gözlere katı gözükür dünya, daha zayıflara yumruk gibi, çok daha zayıflara ise utangaç; buna kanıp bakmaya kalkışanlara vurur ve devirir onları.
Her şey yanılsamadır: Olabildiğince az yorulmaya çabalamak, alışılmış olanın dışına çıkmamak, en aşırının peşine takılmak. İlk durumda, insan ona ulaşmanın yollarını kolaylaştırarak İyi’yi ve elindeki silahlan güçsüzleştirerek Kötü’yü aldatır. İkinci durumda, bu dünyanın işlerinde bile ele geçirilmeye değer bulmayarak aldatılır iyi. Son durumda, İyi ondan mümkün olan en uzak yere kaçınarak ve Kötü son noktasına dek ulaşılarak zayıflatılacağı umularak aldatılır. İçlerinden en yeğlenesi seçenek ikincisidir; çünkü her üç seçenekte de iyi aldatılırken, bu seçenekte, görünüşte de olsa, Kötü aldatılmamaktadır en azından.
Doğamız bizi onlardan uzağa atmasaydı eğer, asla başa çıkamayacağımız sorunlar vardır.
Olgular evreninin dışındaki şeyler için, dil ancak ima edebilir, nedir, az çok kesinlik taşımasa bile, asla kıyas yapamaz; çünkü, dil, olgular evreninde kaldığı sürece, mülkiyet ilişkilerini anlatır sadece.
Ancak ne kadar az yalan söy1erse, o kadar az yalan söylemiş olur insan, az yalan söyleme olanağı bulduğunda değil.
Üzerine yeterince basılmadığı için bel vermemiş bir merdiven basamağı, basamağın kendisi açısından, kimsesiz çatılmış bir tahta parçasından gayrisi değildir .
Kendini bu dünyadan uzağa sürgün eden herkes ötekileri sevmelidir, ötekilerin dünyasından da sürgüne gitmektedir çünkü. Gerçek, bu yolla insan, doğasının derinliklerini kavramaya başlar, elbette sevilir insan, fakat tek koşulla: Terazide sevilenle eşit çekmek.
Ruhsal bir evrenden ötesinin hiç olduğu düşüncesi umudumuzu söndürür , ne var ki, bize kesinlik de sağlar.
Cennet’ten atılma, aslında sonsuzluktur: Demem o ki, Cennet’ten atılma geri dönüşsüzdür, yeryüzünde yaşamaktan kaçış yoktur, yine de eylemin sonsuzluğu, sürekli Cennet’te kalabilme umudumuzu yenilemekle yetinmez, aynı anda, belki de oradan hiç ayrılmadığımız anlamını da taşır; bunu bilsek de bilmesek de.
Özgür ve yeryüzünde kendini güvende duyumsayan bir yurttaştır 0, dünyanın her yerine erişmesini sağlayacak uzunlukta bir zincire bağlıdır çünkü nedir, hiçbir şeyin onu yeryüzünün sınırlanandan öteye sürüklemesine izin vermeyecek uzunluktadır zincir. Fakat aynı anda, özgür ve gökyüzünde kendini güvenlikte duyumsayan bir yurttaştır 0, çünkü ilkinin benzeri, göksel bir zincire de bağlıdır. Yeryüzüne inmeye çalışınca göksel zincirin tasması asılı tutar onu, gökyüzüne çıkmaya mı kalkıştı, bu kez yeryüzü zinciri tutar. Ne var, tüm bunlara rağmen, elinde tüm olanaklar vardır ve 0, bunun ayırtındadır; giderek bu zincirlenişi, zincirle ilk tanışmasındaki hatasına bağlamayı yadsır.
Patenle kaymanın acemileri gibi koşuyor gerçeklerin peşinden, bu yetmezmiş gibi yanlış yerde alıştırma yapıyor.
Hane halkını kollayan bir tanrıya inanmaktan daha rahatlatıcı ne olabilir?
Kuramsal olarak tam bir mutluluk şansı var: İçimizde yok edilmesi mümkün olmayan .bir varlığa inanmak ve ona ulaşabilmek için çabalamak.
Yok, edilemeyen tek olandır; tek tek her insan yok edilemeyendir, nedir, tüm insanların ortak paydası da yok edilemezliktir; işte bu nedenle, insanları birbirine bağlayan, başka şeye benzemeyen bir bağ vardır.
Birbirlerine benzememelerine rağmen aynı insanda buluşan öyle algılar bulunur ki, aynı nesneye yönelirler; bundan çıkarılabilecek tek sonuç, aynı insanda değişik öznelerin bulunduğudur.
Kendi sofrasının kırıntılarıyla besleniyor; kendini doymuş duyumsuyor bir süreliğine, ne yazık ki, sofrada nasıl karın doyurulduğunu unutuyor, sonunda yerde yenecek kırıntı da bulamıyor.
Yok, edilmesi mümkün olanlar sadece Cennet’te yok edilebiliyorsa, bunun kesinliğine inanamayız; tam zıddına, yok edilemiyorsa, yanlış bir inanca saplanmışız demektir.
Sınavını insanlığa bakarak ver Şüphe edenin şüphesini. , inananın inancını besler bu.
Burada demir atmayacağım demek ve o anda kabarıp, İnsanı kuşatan deli dalgalan duyumsayış.
Birden değişim. Yanıt sorunun yörüngesinde biraz korkak, her an kaçmaya hazır fakat umutla dönüyor, sorunun yanına yaklaşılmasını engelleyen, umut kırıcı yüzüne bakıyor, en sapa yollarda peşinden gidiyor, yanıtlıktan giderek uzaklaştığı yollarda.
İnsanlarla içli dışlı olmak insanın kendi kendisini göz hapsine almasını getirir peşi sıra.
Ruh, payanda olmaktan kurtulunca özgürleşebilir ancak.
Tensel istek tanrı sevgisine körleştirir, nedir, bunu tek başına beceremez, içinde tanrı sevgisinden de bir şeyler taşıdığı için yapabilir.
Gerçek parçalanamaz ve bu yüzden kendini tanıma olanağından yoksundur; onu tanımak isteyen yalana dönüşmekten gayrsını yapamaz.
Dönüp dolaşıp kendisini zarara uğratacak şeyleri kim ister? Bunu isteyen insanlara rastlanıyorsa, hatta her insanda bu durum biraz gözüküyorsa, bunun nedeni, insanın içindeki iki kişiden birinin kendisi için yararlı olanı isterken, eyleme geçmek için yan düşüncesine başvurulan ötekine zarar vermesidir. Karara varırken değil, henüz en başta ikincinin yarı-düşüncesine değer verilirse, karar konusu olacak istek de silinip gider.
Daima ilk Günah’tan şikâyetimiz neden? Cennet’ten atılmamızın nedeni ilk Günah değil, meyvelerinden uzak duralım diye uzaklaştırıldığımız yaşam ağacıdır.
Günahkârlığımızın nedeni Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yememiz değil sadece, Yaşam Ağacı’nın meyvelerini yemediğimiz için de günahkârız. İçinde yaşadığımız andan dolayı günahkârız, İlk Günah’ın günahı yok.
Biz Cennet’te yaşamak üzere yaratıldık ve Cennet de bizim yaşamamız için yaratıldı. Bizim yazgımız sonradan değiştirildi, nedir, Cennet’in yazgısı değişti mi, bilen yok.
Kötü, kimi değişim anlarında insan bilincinden yayılan bir ışındır. Bir bütün olarak duyular evreni değil, ondaki Kötü görünüşten ibarettir; yine de bu, bizim görebildiğimiz duyular evrenini oluşturur.
İlk Günah’tan şu ana dek, İyi ve Kötü’yü birbirlerinden ayırabilme yetimiz eşittir, nedir, bu konuda hemcinslerimizden üstün olmayı arzularız. Gerçekte ise, İyi ve Kötü’nün çok ötesinde başlar farklılıklar. Bunun alışılmadık bir durum olmasının nedeni şudur: Sadece bilmek kimseyi doyurmaz, bilmesine koşut davranabilme isteği de buna eklentidir. Ne yazık ki, böyle davranabilme yeteneği kimseye bağışlanmamıştır, herkes kendi kendini yok etmeye yazgılıdır, bunu başaracak güce sahip olamama olasılığı kimseyi bu yoldan döndürmez, son denemeye kalkışmaktan gayrisi gelmez elinden. Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yemenin cezasının ölüm olmasının anlamı budur belki, en başta, eceliyle ölümün anlamı da bu olabilir. Şu anda, ufak bir devinimdir yapmaktan çekindiği, bunu yapmaktansa, İyi ve Kötü’nün bilgisinden olmayı bile yeğler. İlk Günah kavramının kökeninde bu korku yatar. Ne var ki, bir kere olandan geri dönülemez, belki anlamı bulandırabilir; bu yüzden bahanelere sığınılır. Tüm dünya bu bahanelerle do1udur; bu bir anlık olsun huzur arayan insanın kendini haklı görebileceği tek yöntemdir belki: Bilginin önceden verildiği gerçeğini görmezden gelme, bilgiyi ulaşılması gereken uzak bir nokta olarak gösterme.
Giyotin denli ağır, onun denli de hafif bir inanç.
Sınıfın duvarına asılı İskender’in Savaş resmi taklidi gibi önümüzde ölüm. Bize düşen, davranışlarımızla, henüz yaşamdayken bu resmi karanlıklara itmek, giderek ortadan tümüyle yitmesini sağlamaktır.
Tutulabilecek iki yol; kendini son noktaya dek ufaltmak ya da sonsuz ufak olmak. İlki devinimsizlikten çıkan mükemmellik, ikincisi eylem anlamına gelen bir başlangıçtır.
Sözcüklerin karmaşasından kurtuluş yolu: Eyleme geçilerek yok edilecek olanın sımsıkı tutulması gerekir; ufak parçalara bölünen dökülür gider, nedir, yok edilemez.
Putlara öncelikle nesnelerden korkudan tapıldı, ne var ki, bunun sonucunda nesnelerin gerekli oluşundan korkudan tapıldı ve bunun sonucunda nesnelere karşı sorumlu olmaktan korkudan tapıldı. Bu sorumluluğun varlığı öylesine katlanılmazdı ki, insan onu tek bir üstün-insanın sırtına yüklemeye kalkışamadı, çünkü bu aracı üstün- insan da sorumluluğu azaltmayacaktı; sadece bu aracı varlıkla ilişkide olmak, insanın sırtındaki yükü arttıracaktı zıddına. Tam da bu yüzden nesnelerin sorumlulukları kendilerine verildi, hatta nesneler insanlardan daha çok sorumlu oldular.
Yaşama başladığın anda iki görev: Sınırlarını her an daraltmak ve bu sınırlan aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak.
Kimi anlarda, Kötü insanın kullandığı aletlere benzer; ayırtına varılsın varılmasın, insan, amacı buysa, bir kenara atılmasına karşı durmaz.
Bu yaşamdan aldığımız mutluluklar, yaşamın kendi mutlulukları değildir, şu andakinden daha iyice bir yaşama ulaşma korkumuzdan.
Kaynaklanan mutluluklardır; bu yaşamın bize çektirdikleri de yaşamın kendisinin değildir, yine bu korkudan dolayı kendimize çektirdiklerimizdir.
Sadece şu anda, çektiklerimiz ıstıraptır. Burada ıstırap çekenlerin, başka yer ve zamanlarda çektikleri ıstıraplar için ödüllendirileceği anlamına gelmez bu; bunun anlamı, şu anda ve burada çekilen ıstırabın başka yer ve zamanda değişmeyip, sadece içerdiği karşıtından özgürleşeceği ve mutluluğa dönüşeceğidir.
Evrenin sonsuz büyüklükte ve sonsuz zenginlikte düşünülmesi, zorlu bir yaratılış sonucunda özgür bir içe bakışa kavuşan insanın, bunu en aşın noktaya vardırmasının sonucudur.
Sonsuz yaşamın bir an için bile olsa sürdürülebildiğine ait, zamana bağımlı kalışımızı katlanabilir gösteren en zayıf inanç bile, günahkârlık batağına daldığımıza ait, şuandaki acımasız inancımızdan daha az iç karartıcıdır…Nedir, tüm anlığıyla ikincisini de içeren ilk inanca katlanma yeteneğimiz, inancımızın sınırlarını da çizer.
İlk büyük yalandan sonra, kişisel durumları için özel, küçük yalanların düzenlenebileceğine, yetmezmiş gibi, bu yalanın onların çıkarına yapıldığını sanır çoklan. Örneğin sahnede oynanan bir aşk oyununda, sevgilisi rolündeki erkeğe yapmacık bir gülüş atan kadın oyuncunun, aslında üst galeride onu izleyen gerçek sevgilisine sinsice gülümsediğine inanır; bu durmaksızın yinelenir .
Şeytana ilişkin bilgi olabilir fakat o bilginin içinde inanç olamaz; çünkü görünür olandan daha şeytani bir şey bulunamaz.
Günah hep göstere göstere gelir ve o anda duyularımızla kavranabilir. Kökleri üzerinde ilerler ve ayrımına varabilmek için bu köklerden sökülmesine gerek yoktur.
Yakınımızda olup biten acıların hepsine ortak olmamız gerekiyor. Hepimize ait ortak bir beden yok fakat ilerleme yolumuz ortak, bu yol, seçtiği istikamet ne olursa olsun acılar içinden götürür bizi. Bir çocuk gelişimi için nasıl belli aşamalardan geçerse ve her aşama istekler ve korkular açısından bir öncekine kıyasla nasıl ulaşılmaz görülürse, kişi nasıl yaşlanarak ölüme varırsa, insanlıkla bağımız dünyayla bağımızdan zayıf olmadığı için, biz de bu yolla dünyanın acıları arasında ilerleyerek gelişiriz. Bunun adaletle ilgisi yoktur, acılardan korkmaya ya da bundan üstünlük olarak görmeye de gerek yoktur.
Dünyanın acılarından uzakta kalmakta özgürsün, doğanın seçimine bağlıdır bu, nedir, kaçabileceğin tek acı da bu kendini uzaklaştırmandır.
İnsanın iradesi üç açıdan özgürdür: İlk olarak, şimdiki yaşamını seçtiği anda özgürdü; elbette şu anda geriye dönemez, çünkü o zamanlar seçtiğini yaşıyor olsa da, şimdiki yaşamını ilk seçtiği andaki kişi değil artık.İkinci olarak, yaşamı süresince ilerleyeceği yolu ve ilerleme tarzını seçmesi açısından özgürdür.
Üçüncü olarak, dünyaya bir kez daha geleceğini sanarak, bu yaşamın tüm koşullarına rağmen kendine ulaşan yolu bulmayı istemesi açısından özgürdür. Nedir, bu bir seçim sorunu olmasına rağmen, girilen yol yaşamın ayak basmadık tek noktasını bırakmayan bir labirent olacaktır.
Özgür irade bu üç açıdan görünür fakat üç görünüm aynı anda var olduklarından bir bütün oluştururlar; bu temelde öyle bir birliktir ki, özgür olsun olmasın bu birlikte iradeye yer yoktur.
İçinde yaşadığımız dünyanın baştan çıkarma yollan ile içinde yaşadığımız dünyanın sadece bir geçiş yolu olduğuna inanç, aslında birdir ve aynı şeydir. Böyle olması gereklidir, dünya bizi sadece, tek bir yolla yaratabilir; bu yol da gerçeğe karşılık düşer. Ne yazık ki, baştan çıkarmalar başarılı olunca, inancımızdan vazgeçeriz; İyi bizi kandırıp Kötü’nün eline bırakır, tıpkı kadının yatağa bekleyen çağrısı gibi.
Tek başına umutsuzluğun acısını çeken de içinde, insanla hemcinsleri arasındaki en güçlü ilişkiyi alçakgönüllülük sağlar; tek koşul, bu alçakgönüllülüğün eksiksiz olarak sonuna dek götürülmüş olmasıdır. Bu mümkündür, çünkü tapınma dili tam da budur, tapınmanın dili olduğu kadar bir araya gelmelerin en güçlüsüdür. İnsanın hemcinsiyle ilişkisi ile tapınmayla ilişkisi birbirlerine benzerler; insanın hemcinsleriyle ilişkisi çaba gerektirir, bu çabayı ancak tapınmanın verdiği güç sağlayabilir.
Yanıltmaktan başka bir şey bilebilmen mümkün mü? Yanıltma ortadan kaldırılsa da, geri dönüp o noktaya bir kez daha bakmamalısın, bakarsan bir tuz sütununa dönersin.
İnsanlar A.’ya saygıyla davranıyor. Sıradan oyuncuların oynamasına izin verilmeyen ve titizlikle korunan mükemmel bir bilardo masasında oynamayı hak eden büyük oyuncu geldiğinde masanın zeminini nasıl inceler, oyunda zamanından önce yapılan hatayı nasıl affetmez fakat ıstaka kendisine geçtiğinde nasıl her densizliği yapacak denli küstahlaşır ya; işte böyle saygı gösteriliyor ona.
Nedir, sonra olan biten tek şey yokmuş gibi işinin başına geçti. Belki hiçbir öyküde geçmiyor, fakat eski öyküler yığınından kulağımıza aşina gelen sözler bunlar.
İnançtan yoksun olduğumuz söylenemez. Yaşamamız bile tek başına bir inanç değeridir.
Bunda inanç değeri ne arasın; yaşamamak mümkün mü ?
İnancın insanı deliliğe sürükleyen gücü, işte bu ‘mümkün mü’ sözünde gizlidir, ancak bu olumsuzlamada kendini açığa vurur.
Evden çıkman, uzaklaşman gereksiz. Masanda otur ve söyleyeceklerimi dinle. Dinlemesen de olur, beklemen yeterli. Beklemesen de olur, hiç ses çıkarma ve tek başına ol. Dünya maskesini düşürmen için sana gelecektir; yapabileceği başka bir şey yoktur, ayartıya kapılmış, ayaklarının altında kıvranıp duracaktır.