Karmaşık ve gergin huylu kişiler hep böyledir. Çok güçlü olan duyguları ya incitir ya da eğilir. Ya öldürür ya da ölür. Sığ hüzünler, sığ aşklar uzun ömürlüdür. Büyük aşklar, büyük üzüntülerse kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar.
Henüz gençken gençliğinizin değerini bilin. Can sıkıcı insanları dinleyerek, çaresi olmayan aksaklıkları düzeltmeye çalışarak ya da çağımızın kendine hedef edindiği şeyler uğruna, yalancı ülküler uğruna hayatınızı cahil, sıradan, basit insanlar için feda ederek altın çağınızı heder etmeyin. Yaşayın! İçinizde gizlediğiniz olağanüstü güzel hayatı yaşayın! Hiçbir şeyi boşa harcamayın. Her zaman yeni duyumlar peşinde koşun. Hiçbir şeyden korkmayın.
İnsan ruhunu yitirdikten sonra dünyalar onun olsa neye yarar.
Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekamül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gel gelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanları çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise tanrı korkusu. İşte bizi yöneten iki şey.
Hem zaten kadınlar duygularıyla yaşadıkları için acı çekmeye erkeklerden daha yatkındı.
Mina Urgan: “Oscar Wilde, hem toplumun benimsediği geleneklere uyar, hem de topluma başkaldırır; hem putlara tapanları, hem Hıristiyanları yüceltir; hem bireyciliği, hem de sosyalizmi savunur; hem soytarılıklar yapan bir playboy’dur, hem de yetenekli bir yazardır; hem eşcinseldir, hem de onu sapık olmakla suçlayan Queensberry Markisi’ne karşı hakaret davası açar. Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson’a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.”
Dorian Gray’in Portresi, Oscar Wilde’ın 1891 yılında yayımlanan felsefi romanı. Wilde’in yayımlanmış tek romanıdır. Kendisi yerine tuvaldeki portresinin yaşlanması dileyen ve bu dileği gerçekleşince yoldan çıkıp yozlaşan haz ve güzellik tutkunu yakışıklı bir adamı konu alır. Dorian Gray’in Portresi, yayımlandığı zaman hem okurları ve eleştirmenleri sarsmış hem de Oscar Wilde isminin edebiyat tarihine kazınmasını sağlar.
Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray’in Portresi için Oscar Wilde, ‘bir ruhun hikayesi’ demişti. 1891’de ilk basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle büyük tepki çeken romanın baş kişileri olan Lord Henry ile Dorian’ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian’ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması kitabın eksenini oluşturuyor. Son derece saf ve yakışıklı Dorian’daki değişim, Lord Henry’nin sözleriyle ve Dorian’ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry’nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil’in Dorian’a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian’ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır? Ve Oscar Wilde’ın dediği gibi, herkes Dorian Gray’da kendi günahını mı görecektir?