31 Temmuz 2019
Denis Diderot - Düşünceler
Antoine De Saint Exupery - İnsanların Dünyası
27 Temmuz 2019
Algı Kapıları - Aldous Huxley
Tecrübe insanın başına gelen şey değildir; o insanın o başına gelenle ne yaptığıdır.
Tecrübe, bir insanın başından geçenler değil, başından geçenlerin bıraktığı İzlerdir.
Carl Gustav Jung
Bernard Shaw "Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan."
Biz iki hırsız arasında kendimizi ifade ederiz . Düne ait üzüntüler ve yarına ait korkular.
Mutlu bir aile hayatı dünyada kavuşulmuş cennetten başka bir şey değildir.
24 Temmuz 2019
Didem Madak “Benim için şiir tehlikeyi güzelleştirme sanatıdır."
Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan
İllegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya mal olacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
"gün akşam oldu" diyorum.
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara,
Cam kırıkları yiyorlar.
Rüyamda bir kâse dolusu suyun içinde
Rengârenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem.
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.
On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri.
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da "orgazm gıcırtıları" oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine
sığındığım çok oldu.
"Sofi'nin Tercihini" seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.
Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse…
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
Adnan Yücel - Hangi Günün Yüzyılı
Yeni bir güne sevinçle başlamanın
Yoluna ışık tutan sözcükler
Var mı o günün ışıltılı kanatlarında
Rüzgara dost olan soluklar varmı
Altını çize çize soruyorsun nedense
Ki hep aldatmış olduğun kendine
Adın çoktan çocuğa çıkmış oysa
Çoktan anlaşılmaz olmuşsun
Şu güzel örnrün tam ortasında
Kuşları sora sora düşen yapraklara
Ey çılgın
Kanadı kırık her kuşa
Kanat olmaktan yorulmuşsun
Bulutları çarpışa çarpışa yorgun
Bir gökyüzüdür artık gülüşün
içinde yıldız kaymaları
Ve şimşekler karışır birbirine
Ve hayran olduğun sonsuzluğu
Kendi bakışların anlatırken en güzel
Sen düşlerini kuruyorsun hala
Uzak denizlerde boğulmuş bir aşkın
Ki uğrunda güneşi
Her akşam gül diye bırakıp sulara
Ve her sabah
Tomurcuk diye yeniden topladığın
Belki de bu yüzdendi kim bilir
Denizi her özledikçe ağladığın
Ey çılgın
Bunca zaman
Hangi günün yüzyılıydı yaşadığın
Kaç kez anlayacaksın daha
Senden geriye kalacak olanı
Seni senden habersiz
Sözcük sözcük yarına dizecek olanı
Daha kaç kez
iyi bak şimdi büyütttüğün çiçeklere
Şu çiçek
Aşka inancın sesidir açılmış
Şu çiçekse
Birlikteliğin hiç solmayan rengi
Hangi nehire sorsan tanır onları
Hangi denize sorsan
Mutlak dostudur onların
Ey çılgın
Bunca güneş içinde
Söyle hangi ışıklardır aradığın
Arif Damar - Aydınlanmış bir sesin söylediği türkülere övgü
Sesinden
Dağ olurduk yücesinden
Ova olurduk çöl olurduk
Denizlere akardık birlikte
Sular olur
Türküler dinlerdik
Sesinden
Duvarlar yıkılırdı kendiliğinden
Kimimiz Köroğlu'na katılırdık
Kimimiz Dadaloğlu'na
Yemen'de kalanımız olurdu
Türküler dinlerdik
Sesinden
Üçümüz oy
Karacaoğlan
Beşimiz Pir Sultan Abdal
Hey.
İki Ses - Behçet Kemal Çağlar
İçimden bir ses: - Konuş! Konuş! Konuş!
Dışardan herkes: - Böyle uslu, yavaş..
İçimden bir ses: - Savaş! Savaş! Savaş!
Dışardan herkes: - Tıkırında işin..
İçimden bir ses: - Düşün! Düşün!. Düşün!
Dışardan herkes: - Bugüne uy, barın..
İçimden bir ses: - Yarın!. Yarın!. Yarın!.
1947
(Benden İçeri)
Nerdesin - Ahmet Kutsi Tecer
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgarlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden,
Ta derinden bir gün bana “Gel” desin.
Muz Sesleri - Ece Temelkuran
Yüzlerinde kızıl bir gülümseme vardı. O ânı bırakmak istemiyorlardı. Bu ânın biraz daha sürmesini istemişlerdi. Bir an için kim olduklarını ve kim olmaları gerektiğini unuttukları için böyle kızıl gülümsediklerini muhtemelen bilmeyeceklerdi.
Deniz cümlesinin gerisini yutabilecek kadar aklı başında kalabildiği için kendiyle acı acı gurur duydu.
Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce âşık olur. ne mutluluktur öte yandaki, ne de tadıyla meraklandıran bir acı. Aşk diye buna denir: Bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür.
Ağlamak üzere olan çocuklar renkli, gürültülü şeylere bakınca nasıl unutursa ağlayacağını öyle unuttu korkusunu.
İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki.
Bütün bu insanlar, en iyi ihtimalle, insanlığın baş edemeyeceği kadar büyümüş bilgi yumağına ancak bir cümle daha ekleyebileceklerini ve büyük bir ihtimalle bunu bile beceremeden ölüp gideceklerini biliyorlardı.
Sana bir hikâyeden başka verebilecek hiçbir şeyim yok. Eğer bir gün dünyaya niye geldiğine lanet edersen, eğer ben o gün orada olmazsam, bil ki senin bir hikâyen var. O kadar çok güzel insanın ölümünü gördüm ki, öğrendim. Ne yaparsan yap sadece bir hikâye kalıyor geriye. Anlatılınca yalan gibi, hiç olmamış gibi gelen.
Unutmak ılık, ağrılı bir loşluktu. hatırlamak ise gölgeli uykuyu kesik kesik yanmaya başlayan çiğ beyaz floresan ışığıyla bölen berbat bir mola yeri. Bir çizgiyi takip ederek giderse, geriye doğru, az önceye doğru, o zaman gerçeğe varabilirdi. Çünkü her şey az önce olmuştu. Bir çizgiye ihtiyacı vardı. Şimdi ile önceyi bölen, bura ile orayı, eski ile yeniyi, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğini gösteren bir çizgi. Hatırlamak ve unutmak için bir hata ihtiyacı vardı. Çiğ beyazı utancı, loş ılıklıktan ayıran bir sınır.
Kimse kimseden bir hakikat, gerçek bir hikâye beklemiyordu.
Sakın,’ dedi kendine, ‘korkma.’ Bir hafta önceydi, anlamıştı. İnsan çok yalnızken, bir tane daha kendinden doğuruyordu içinde, ‘Korkma,’ desin diye.
M U Z SESLERİ. Ece T e m e lk u ra n
Tom Robbins’ten yazarlık dersi: “Delireceksiniz!”
Tavsiyeler uzar gider. Yeter! Siz orada duran edebiyat bürokratları, acilen defolun!
İnsan, “Sadece bildiğin şeyleri yaz” veya “Anlatmak yerine, göster” gibi daha iyi niyetli tavsiyelerden bile her zaman kıvraklıkla kaçınabilir, tabii yeterince çevikse… Aslında roman yazmanın tek bir kuralı vardır. İşe yarayan şeyler, işe yarar.
Peki ama bir şeyin işe yarayıp yaramadığını nasıl bileceğiz? Gerçek şu ki her zaman bilemezsiniz. Mesela ben ilk romanımı tam 12 kez yakmıştım ama 35 yıl sonra bugün hâlâ dünyanın her yerinde baskı üstüne baskı yapıyor. Dediğim gibi, fikrinizin işe yarayacağını bilemezsiniz ama hissedebilir ve ona güvenebilirsiniz. Bu sözünü ettiğim, tamamen sezgisel bir şey ve bence sezgi tanrıların bize verdiği büyük bir armağan. Açıkçası, çoğu insana diğer herkesinkinden başka, özel bir armağan sunulmuştur ve kimse paketi açana kadar içinde ne olduğunu tam olarak öğrenemez.
Muhteşem Nelson Algren’in dediği gibi, “Yaptığı işten tamamen emin olan bir yazar, çok da bir şey yapıyor sayılmaz.” Birçok iyi roman zorluklarla, neredeyse kendi kendini ite kaka dünyaya gelmiştir. Kökeninde, bilinçsiz bir tür masumiyet vardır. O yüzden de başlamadan önce finalde ne olacağını kafanızda tasarlamanız falan hiç gerekmiyor. Hatta ikinci sayfada ne olacağını bilmeniz bile gerekmiyor. Her şeyi bilmek isterseniz, romanınızı daha doğmadan öldürmüş olmaz mısınız? Ona nefes alacak alan verin ve yön değiştirerek sizi şaşırtmasına müsaade edin. Roman yazmak bir gemi veya tren yolculuğu gibi rota gerektiren bir şey değil, tamamen özgürce yaşanacak bir maceradır.
Elinizde bir ana konu olsa iyi olur tabii; bir tema, yaratmak istediğiniz etkiye dair genel bir çizgi… Bunun ötesinde, yapmanız gereken tek şey hayal gücünüzü espri duygunuzla harmanlamak, bir iki karakter oluşturmak ve bu küçük kayığı şahsi bakış açınızı da katarak geniş, karanlık nehre salmak… Akış sizi nereye götürürse. Bir sonraki kıvrımdan sonra karşılaşacağınız tehlikeli girdabın sesini işitirseniz, hey, dik durun, zihninizi netleştirin ve aralıksız kürek çekmeye devam edin. Artık sahiden yazmaya başladınız, bunun tadını çıkarın. Çünkü işin en iyi kısmı şimdi başlıyor.
Evet, roman yazmak kontrolden çıkmaya benziyor bir parça ve aynı anda bir an bile boş bulunmamayı gerektiriyor. Kafanızı mı karıştırdım? Eh, zaten başından beri çok kafa karıştırıcı bir şeyden söz etmiyor muyuz? Deneyin. Belki delireceksiniz. Ve gene de bu işi çok seveceksiniz.
21 Temmuz 2019
Dante Alighieri - Birinci Kanto (Şarkı)
Hayat yolu ortasında kendimi
Karanlık bir orman içinde buldum
Anladım yolumu kaybettiğimi
Aklıma geldikçe hâlâ korktuğum,
Bu yabanî, haşin, büyük ormanı
Anlatırken bile ürperiyorum
Ölümden daha korkunç buldum onu,
Ama başka şeyler de vardı,
Söyleyeyim onların ne olduğunu.
Doğru yoldan saptığım zamanlardı,
Bilmiyordum nasıl girdim oraya,
Uykudaydım, uykum derin, ağırdı.
İçimi korkuya salan bir saha,
Sonlarına doğru bir tepe yüksek,
Baktım orda şöyle bir yukarıya.
İnsana doğru yolu göstererek
Gece derin, karanlık, üzüntülü
Koca dağ doruktan eteğine dek.
Gece derin, karanlık, üzüntülü
Kalbimi dolduran korku bir anda
Hafiften şöyle bir durdu, çözüldü.
Denizden karaya soluk soluğa
Çıkanlar karanlık sulara doğru
Geri dönüp dönüp nasıl bakarsa,
Hâlâ kaçan ruhum –şaşkın, korkulu–
Canlıların asla geçemediği
Bir yola doğru öyle bakıyordu.
Vücudumu dinlendirdim bir iyi,
Sonra gene ıssız yola koyuldum,
Duran bir ayağım aşağıda idi.
Lou Andreas-Salome’un Hayatı
Lou Salome:
“Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu
yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha
güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe
dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.”
Sonrasında Frederich Andreas girdi hayatına. Lou Salome bu ilişkiden de kaçınıyordu fakat evlenmek durumunda kaldı. Çünkü Frederich Andreas, evlilik teklifinin reddedilmesi halinde intihar edeceğini söylemişti.
Lou Salome, evlilik süresince Frederich ile hiç birlikte olmadı.
Salome evliliğe rağmen 34 yaşına kadar bekaretini korudu. Ona göre bedenlerin değil zihinlerin birlikteliğiydi esas olan ve o birlik sağlanmadığı sürece bir şeyler yaşamak anlamsızdı. Fakat sadakati de benimsemiyordu Salome. Ona göre sadakat ve evlilik, sevginin ancak azılı bir katili olabilirdi.
Evliliği esnasında da kocasının bilgisi dahilinde başkalarıyla flörtleşmeye devam etti. Kocasını istemiyordu ancak onu intihar düşüncesinden vazgeçiremediği için de kendisine başka bir yol bırakmadığını düşünüyordu. Ve derken ünlü Alman şair Rilke girdi hayatına…
Rainer Maria Rilke, narsist güzel Salome’un ilk aşık olduğu ve ilk birlikte olduğu erkek olmuştu. Rilke o zamanlar 20’li yaşlarının başındaydı, Salome ise 30’lu yaşlarının sonununu yaşıyordu. Lou Salome, Tek gerçekliğim dediği Rilke’yi iç dünyasının tezahürü olan şu mükemmel satırlarla anlatıyordu;
“Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.”
Rilke de büyülenmişti Lou Salome karşısında. Aklını bir kenara bırakmıştı tamamen. Genç adam daha erkeksi ve daha güçlü görünmek için Lou’nun önerisini kabul ederek Rene olan adını Rainer olarak değiştirmeyi bile kabul etmişti. O da şu sözleri sarfediyordu sevdiği kadın için;
"senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. Benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum."
Lou Andreas Salome 50 yaşına geldiğinde psikolojiye ilgi duymaya başladı. Felsefe penceresinden çözmeye çalıştığı sorunlarına psikoloji bilimini de dahil ederek elini güçlendirmek istedi. 1911 yılının sonbaharında Weimar Psiko-Analitik Kongresi’ne katıldı
Sigmund Freud ile yolları bu dönemde kesişir. Lou, Freud’a, tanışmak istediğine dair mektuplar yazar. İlk mektupla başlayan süreç 25 yıl boyunca devam edecektir. Birbirlerinin zekasına ve görüşlerine aşk duyarlar. Freud onun birikimine olan şaşkınlığını gizleyemez ve;
“Korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.” sözleriyle tarif eder Lou Andreas-Salome’u.
Kendi ideallerini yaratan, felsefe, teoloji, sanat eğitimlerine Freud tabanlı bir psikoloji temeli de atan Salome’un dünyadaki “İlk kadın psikanalist” olması pek şaşılacak bir şey olmadı aslında. Kendine ve yaşama dair inancını da Freud’a yazdığı şu sözlerde göstermişti;
“Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız anlamına gelir.”
Lou Andreas Salome 76 yaşında öldüğünde, Freud; “Ona duyduğum aşkı ve hayranlığı açıkça söylemiş olmayı isterdim” diyerek büyük pişmanlığını dile getirmiştir.”
Freud – Salome mektuplarında, Lou Salome, Nietzsche’den ilham alarak 1882 yılında yazdığı “Yaşam İlahisi” şiirinden bahseder Freud’a. Ve gönderirir. İşte büyük yankı uyandıran ve adeta Lou Salome’un hayatını özetleyen o şiir;
Halil Cibran - Ermiş 'Özgürlük Üzerine'
Ve El Mustafa yanıtladı:
19 Temmuz 2019
Vladimir Mayakovski 'Amerika '
Bu gariptir ama gerçektir.
Gariptir, çünkü Kuzey, Orta ve Güney olmak üzere üç Amerika vardır. ABD, Kuzey Amerika'nın tümünü kaplamıyor bile. Buna karşın üç Amerika'nın adını alıp kendine mal ederek tüm Amerika kıtasının adına sahip çıkmıştır.
Gerçektir, çünkü ABD kendisini Amerika olarak adlandırma hakkını komşu cumhuriyetlere ve sömürgelere korku salarak, zırhlı gemileriyle, dolarlarıyla baskı yaparak zorla aldı.
Benim üç ay gibi kısa bir süre için Amerika'da bulunduğum sıralarda, Meksika hükümeti kendi yeraltı kaynaklarını ulusallaştırmak isteyince, Amerikalılar buna engel olmak için Meksika'ya demir yumruklarun göstererek gözdağı verdiler. Venezüella'da halk hükümeti devirince, ABD devrik hükümete yardım etmek için birliklerini oraya gönderdi. İngiitere'yi kastederek borçlarını ödemesini, ödemediği takdirde bir buğday ambarı olan Kanadayı gözden çıkarması gerektiğini açıkça belirtti.
Fransızlara da aynısını yaptı. Fransa'nın borçlarının ödenmesine ilişkin olarak yapılan bir konferanstan önce Fransızlara yardım olsun diye Amerikan pilotlannı Fas'a gönderdi, ama sonra Faslılarla birdenbire dost oluverdi ve insancıl düşüncelerinden dolayı pilotlannı geri çağırdı.
Bununla açıkça şöyle demek istiyordu: Önce para, sonra pilotlar.
Aslında Amerika'nın ve ABD'nin bir ve aynı şey olduğunu herkes bilir. Başkan Coolidge en son kararnamelerinden birinde, hiç gereği yokken, ABD'lileri, yalnızca ABD'lileri Amerikalı sayarak bu duruma yasal bir konum kazandırdı. Amerika'nın birçok öteki cumhuriyetlerinin, hatta Amerika'yı oluşturan öteki Birleşik Devletler'in (örneğin Meksika Birleşik Devletleri'nin) şiddetli protestoları bir sonuç vermedi.
"Amerika" sözcüğü şimdi kesin olarak ABD'nin tekelinde bulunuyor. Peki ama, bu sözcüğün altında yatan nedir?
Bu Amerika nedir? Bu Amerikan ulusu, Amerikan ruhu nedir?
15 Temmuz 2019
Iris Murdoch "Sevmeyi, sadece severek öğrenebiliriz."
-Çiçeği olmayan bir gezegenden birileri gelse, etrafımız çiçeklerle çevrili olduğu için sevinçten deliriyor olmamız gerektiğini düşünürlerdi herhalde.
-Din dogmalarının, dinsel imgelerle kuralların büyük ölçüde gücünü yitirdiği, metafiziğe karşı çıkan, bilimsel bir çağda yaşıyoruz. Aynı zamanda hem Aydınlanmanın hem Romantizmin hem de Liberal geleneğin mirasçılarıyız. İçinde bulunduğumuz ikilemin ögeleri bunlardır.
Anton Çehov - Memurun Ölümü
Oruç Aruoba - Yürüme
- yol, yürünmeden, bilinmez...
Kendi yönünü bulamayan kişi için,
`yol` yoktur- bir sürüklenmedir
bütün `yürüme`si...
Kendi yolunu bulamayan,
bütün yolları boşuna yürür.
*
Yolcuya, yürünmeden, `yardım` edilemez.
- Duran, yürüyeni anlayamaz.
Yol üstünde tek `yardım` yolu,
yürümektir.
`Yardım` yoktur zaten: Ya, yerleşen kişi için,
yanına yerleşmek, ya da, yürüyen kişi için,
yanında yürümek - bakşa `yardım` yolu
yok...
*
Ötekilere dürüst davranmaya çalıştığımızda bile,
bir şey yapmaya çalışmakta olmak, gelir dikelir
dürüstlüğümüzün üstüne - akbaba gibi...
Dürüstlüğümüz bile, zaten, bir hoştur!
*
tek bir anlamlı bütün - bir kişi - olarak, tek bir
yerde duramayız bir türlü - çeşitli parçalara
bölünmüş, bazen dağınık, bazen toparlanarak, ama hep
yeniden dağılarak, birkaç koldan ilerlemeye çalışırız.
Tek bir yön tutturamamış olmanın acısını çekeriz hep,
ama, aslında, o `tek` yön, olsaydı - bulunsa,
bulunabilseydi - sonumuz olurdu.
Cemal süreya için
Bir şairin gözleri kapanınca dünyada görülecek şeyler azalır...Tümceler
Ingmar Bergman "Tanrı’nın Varlığı Üzerine Düşünmek"
Nattvardsgästerna (Kış Işığı)
Ingmar Bergman: Tanrı Üzerine (1970) | Türkçe Altyazılı
Gustav Klimt - Öpücük
Gustav Klimt'in "Öpücük "İsimli Tablosu (Sanat Tarihi / 19. Yüzyıl Avrupası'nda Sanat) - YouTube
13 Temmuz 2019
Islak - Ece Ayhan
Bilge Karasu - Derinde Kör Balık Mavisi
yosunlara sürünen karnımın arıklığı içinde onların
rengini bilemeden
Karanlığın içinde yukarının ışığını unutmuşçasına unutmamışçasına
arar bulur yitirirken maviyi bir daha
bulamayacakmışçasına yitirmiş
Gözlerimizin yanından yanlarından akan soğukları serinleri
ısınmaz sanıp ağzımı loş sulara boş sulara diri etlere saplanan
dişlerime kal etmiş
Usta dalgıçların serptikleri gök taşlarını zümrütleri yakutları
kırallarını eğlendirmek için dalıp ciğerlerini
kusasıya kovaladıklarında
can taşlarını onlardan önce bulup kapan ciğerlerini daha kolay
kusmaları için derine daha derine kendi sularımın
karanlığına çeken
Soğuğun tükenmeyeceğini ışığın çekildiğini diplere
hiçbir zaman erişemeyeceğini sanan ben birden
bir çukurdan
Ağan maviyi gördüm kara değil boz değil yeşil bile değil
susuz bitkisiz doruksuz maviyi ısınan suların içinden
unuttum
her şeyi suyun yüzü olduğunu mavinin güneşe karıştığı yerde
başka mavilerle birleştiğini suyun
ısındığı yerde
unuttum yokoldu onlar dip suları ısınmaz artık
bir yerde herşey bitti mavide yaşıyoruz
Ben derin deniz balıklarının yüzüşünde kör dalgın
maviyle çarpıştığımız mavileştiğim balıklaştığı
körlüğümüzün aydınlandığı
yerde.