Giriş
DİNLE KÜÇÜK ADAM, bilimsel bir belge değil, konusu insan olan bir
çalışmadır. 1954 yılı yazında, yayınlanma amacı güdülmeden, Orgone
Enstitüsü Belgelikleri için yazılmıştır. Bu kitap, birkaç on yıl boyunca
sokaktaki Küçük Adamın kendine neler yaptığını önce çocuksu bir
saflıkla, daha sonra büyük bir şaşkınlık ve nihayet dehşet içinde
izleyen bir doğa-bilimci ve tıp doktorunun içindeki fırtına ve
çatışkıların ürünüdür: Sokaktaki Küçük Adam, nelere katlanmak durumunda
kalmakta, nasıl isyan etmektedir? Düşmanlarını el üstünde tutmasının,
dostlarınıysa öldürmesinin nedenleri nelerdir? Bu Küçük Adam, “halkın
bir temsilcisi” olarak belli bir gücü ele geçirdiği durumlarda bu
yetkisini nasıl boşa harcamakta, ziyan etmekte, yanlış kullanmaktadır?
Neden, aynı gücü daha önce elinde bulunduran ve onu, Küçük Adamı ezmede
kullanan üst sınıfların sadist bireyleri gibi davranmakta, eline
geçirdiği o yönetme gücünü nasıl olup da acımasız bir baskı aracı haline
getirmektedir?…
İnsanların içinde bulunan “yaşamı temsil eden şey”, toplumsal ve
insansal karşılıklı ilişkiler içinde son derece doğal ve saftır; bu
yüzden, koşulların insana egemen olduğu durumlarda tehlikeye düşer.
İnsanın içindeki “yaşayan şey”, kendi türünden olan bir insanın da,
yaşamın yasalarına kendisi gibi uyduğunu, doğal, yardımsever ve özverili
olduğunu varsayar. Sağlıklı çocuklara ya da ilkel insanlara özgü olan
bu doğal temel davranış, coşkusal veba varolduğu sürece, insanın akılcı
bir yaşam düzeni sağlama savaşımında en büyük tehlike olarak
boygösterecektir. Çünkü vebalı birey de kendi türünden olan canlıların,
kendi düşünme ve davranış biçiminin özelliklerini taşıdığını
varsayacaktır. Doğal ve bozulmamış birey, bütün insanların doğal
olduğuna inanır ve ona göre davranır. Vebalı insansa, bütün insanların
yalan söylediğine, çalıp çırptığına, başkalarını dolandırdığına ve
üstünlüğü ele geçirme çabası içinde çırpındığına inanır. Açıkça
görülüyor ki, insanın içindeki “yaşayan şey” zayıf ve tehlikelere karşı
dayanıksız durumdadır. Vebalı bireye elini uzatsa, kolu kapılacak,
varı-yoğu alınacak sonra da kendisiyle alay edilecek ya da ihanete
uğrayacaktır; güvendiği herkes onu aldatacaktır.
Bu böyle gelmiştir; ancak böyle gitmemelidir. İnsanın içindeki
“yaşamı temsil eden şey”in korunma ve gelişmesi savaşımında, katılık
gerektiği durumlarda katı olunmasının zamanı gelmiştir; insan,
hakikatlere korkmadan tutunduğu sürece katı davranmakla doğallığını
yitirecek değildir. Kitle içinde yaşayan bireyin zırhlarla kaplı
yapısında bulunan karanlık ve tehlikeli dürtüleri harekete geçirip,
onları örgütlü siyasal cinayetler işlemeye götürerek öldürücü
kötülüklere neden olan ölümcül vebalı bireyler, verimli, çalışkan,
aklıbaşında milyonlarca insan arasında her zaman için çok küçük bir
azınlığı oluşturmaktadır; bu olgu umut vericidir. Kitlenin bir parçası
haline gelen bireyde bulunan coşkusal vebanın mikroplarına karşı
yalnızca tek bir panzehir vardır: bireyin, kendi içinde bulunan “yaşamı
temsil eden şey”in canlılığını duyması. Bu “yaşamı temsil eden şey” güç
elde etmeyi değil, gücün insan yaşamında oynaması gereken rolü
üstlenmesini ister. İnsan yaşamı, sevgi, çalışma ve bilgiden oluşan üç
temel direk üzerine kurulmuştur.
DİNLE, KÜÇÜK ADAM!
Sana “Küçük Adam”, “Sıradan İnsan” diyorlar; yeni bir çağ, “Sıradan
İnsan Çağı” başladı diyorlar. Bunu söyleyen sen değilsin Küçük Adam.
Onlar söylüyor bunu, büyük ulusların Başbakanları, koltuklanmış işçi
liderleri, burjuva ailelerinin tövbekar evlatları, devlet adamları
söylüyor, filozoflar söylüyor sana bunu. Geleceğini eline veriyor,
geçmişinden hiç sual etmiyorlar.
Korkunç bir geçmişin mirasçısısın sen Küçük Adam. Mirasın, avucunun
içinde alev alev yanan bir elmastır. Bunu sana söyleyen, benim; beni
dinle.
Her doktor, her ayakkabıcı, teknisyen ya da eğitimci, işini doğru
dürüst yapmak ve yaşamını kazanmak için, eksiklerini bilmek zorundadır.
Birkaç on yıldır, şu yeryüzünde yönetici rolünü oynamaya başlamış
bulunuyorsun. İnsanlığın geleceği, senin düşüncelerine ve senin
yapacağın şeylere bağlıdır. Ama öğretmenlerin ve efendilerin, aslında
nasıl düşündüğünü ve gerçekte ne olduğunu söylemiyorlar sana; seni kendi
geleceğine egemen olma yetisi verebilecek yönde eleştiren ve bu
eleştiriyi dile getirme yürekliliğini gösteren tek kişi yok. yalnız bir
anlamda “özgürlüğe sahip”sin sen: kendi yaşamını yönetmeyi öğrenmeme,
kendini bu yönde eğitmeme ve kendini eleştirmeme özgürlüğüne sahipsin.
Şöyle bir yakınmayı hiç duymadın senin ağzından: “Gelecekte kendimin
ve dünyamın efendisi olmak yolunda yürütüyorsunuz beni, peki ama,
insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olacağını anlatmıyorsunuz hiç,
düşünce ve davranışlarımdaki yanlışları bana söylemiyorsunuz?”
Yönetimi elinde tutan kişilerin, “Küçük Adamı” yönetmelerine izin
veriyorsun. Ama sen, hiç sesini çıkarmıyorsun. İktidardaki adamlara,
yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötü niyetli güçsüz adamlara seni
temsil etme yetkisini veriyorsun. Her seferinde aldatıldığını
anlıyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor.
Seni çok iyi anlıyorum. Çünkü seni binlerce kez çıplak gördüm; hem
ruhsal, hem bedensel çıplaklığın içinde, maskesiz, etiketsiz, elinde bir
partinin üyelik kartı bile olmaksızın bir “tanınmışlık” kılıfına
bürünmemiş halinle gördüm seni. Yeni doğmuş bir bebek gibi, anadan doğma
çıplak, don-gömlekle kalmış bir mareşal kadar çıplak halini gördüm.
Benim karşımda hiç yakınmadın, ağlamadın, özlemlerini hiç dile
getirmedin, sevgini ve acılarını bir kez olsun açmadın bana. Seni iyi
tanıyorum ve anlıyorum. Sana nasıl olduğunu anlatacağım Küçük Adam,
çünkü büyük bir geleceğin olduğuna içtenlikle inanıyorum. Gelecek,
senindir, buna hiç kuşku yoktur. Öyleyse gel, herşeyden önce kendine bak
bir. Gerçekte olduğu gibi gör kendini. Führer’lerinin ve seni temsil
eden “vekil”lerinin sana utanmadan söylediği şu sözlere aldırma:
Sen, “küçük, sıradan bir insan”sın. Bu sözcüklerin çifte anlamını kavrıyorsun, değil mi: “küçük” ve “sıradan”.
Kaçma. Kendine bakma yürekliliğini göster!
“Bana bunları söylemeye ne hakkın var?”
Kuşkulu ve kavrayışlı bakışlarında bu soruyu okuyorum. Münasebetsiz
ağzından bu sözcüklerin döküldüğünü duyuyorum, Küçük Adam. Kendine
bakmaktan korkuyorsun, Küçük Adam; sana vereceklerini vaat ettikleri
yetkiden korktuğun gibi korkuyorsun. Bu yetkiyi nasıl kullanacağını
bilemezsin. Başka bir biçimde yaşayabileceğini düşünmeye cesaret
edemiyorsun: Koyun gibi güdülmek yerine özgür yaşamak, taktikler
uygulamak yerine açık davranmak, bir hırsız gibi gecenin karanlığında
sevmek yerine açık açık sevebilme düşüncelerine yer vermiyorsun kafanda.
Kendini küçümsüyorsun, Küçük Adam. “Ben kim oluyorum da kendi görüşüm
olacakmış, kendi yaşamımı kendim saptayacak ve dünyanın benim olduğunu
açıklayacakmışım,” diyorsun. Haklısın: Sen kim oluyorsun da kendi
yaşamın üzerinde hak sahibi olmak isteyeceksin? Kim olduğunu şimdi
söyleyeceğim sana:
Gerçekten büyük olan insandan seni ayıran tek bir nokta var: Büyük
adam da bir zamanlar çok küçük bir adamdı; ama bir tek önemli yetenek
geliştirdi: düşünce ve davranışlarında küçük olduğu noktaları görmeyi
öğrendi. Kendisi için çok değerli olan bazı şeyleri yitirmeyi göze
alarak kendi küçüklüğünün ve önemsizliğinin taşıdığı tehlikeyi giderek
daha iyi sezmeyi öğrendi. Demek ki, büyük adam, ne zaman ve hangi alanda
küçük adam olduğunu bilir. Küçük Adam, küçük olduğunu bilmez ve bunu
bilmekten korkar. Kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü
ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle
örter. Büyük generalleriyle övünmektedir, ama kendisiyle övünmez.
Kendisinde var olan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye
hayrandır. En az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı
fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez.
Aklım bana şunu söylüyor: “Her ne pahasına olursa olsun hakikati
söyle.” İçimdeki Küçük Adamsa şöyle diyor: “Küçük Adama gerçek yüzünü
göstermek, ona açılmak ve acımasına başvurmak aptallıktır. Küçük Adam
kendisiyle ilgili hakikati duymak istemiyor ki?, O, bir Küçük Adam
olarak kalmak, ya da küçük bir büyük adam olmak istiyor. zengin olmak ya
da bir parti lideri, bir bölük kumandanı ya da kötülükleri ortadan
kaldırma derneğinin sekreteri olmak istiyor Küçük Adam. İşinin
sorumluluklarını yerine getirmek, yiyecek sağlamak, konut yapımı,
trafik, eğitim, araştırma, yönetim ya da herhangi bir başka alanda
üstüne düşen sorumluluğu üstlenmek istemiyor.”
Çok uzun bir süredir seninle yakın bir ilişki içindeyim, çünkü senin
yaşamını kendi deneylerimden biliyorum ve çünkü, sana yardım etmek
istiyorum. Seninle olan ilişkimi sürdürdüm, çünkü sana gerçekten yardım
edebildiğimi ve genellikle gözlerin yaşararak benden yardım istediğini
gördüm. Ve yavaş, yavaş benim yardımımı almaya hazır, ama verdiklerimi
savunma yetisinden yoksun olduğunu gördüm. Ben, senin yerine savundum
onu, senin adına savaştım.
Bendeki kendini, ve kendindeki beni keşfedebilir, sonra da korkup
benim içimdeki kendini öldürebilirdin. Bu nedenle senin, herhangi biri
ya da herkesin kölesi olma özgürlüğün uğruna ölme gönüllülüğünden
vazgeçtim.
Bu söylediğimi anlayamayacağını biliyorum: “Herhangi bir kimsenin kölesi olma özgürlüğü” öyle kolay anlaşılır bir şey değil.
Artık tek bir efendinin kölesi olmaktan kurtulmak, herhangi bir
kimsenin kölesi olmak için, insan önce bu tek bir sömürüyü, diyelim,
Çar’ı ortadan kaldırmak zorundadır. İnsanda özgürlük emelleri ve
devrimci itilimler yoksa, böyle bir siyasal cinayet işleyemez. Bu
durumda kişi, hakikaten büyük bir adamın, diyelim İsa, Marks, Lincoln ya
da Lenin’in önderliğinde bir devrimci özgürlük partisi kurar. Hakikaten
büyük olan adam, senin özgürlüğünü son derece ciddiye alır. İşlerini
kolaylaştırmak için çevresinde küçük adamlar, yardımcılar
getir-götürcüler toplamak zorundadır, çünkü bu büyük işi tek başına
yürütemez. Üstelik, çevresine küçük büyük adamlar toplamasa, sen onu
anlamaz, bir kenara iter, adam yerine koymazsın. Bir sürü küçük büyük
adamla çevrilmiş olarak, senin adına güçler ve yetkiler ele geçirir, ya
da bir parça hakikat, ya da yeni, daha iyi bir inanç bulur sana.
Sayfalar dolusu söylevler yazar, özgürlük yasaları, vb. şeyler yazar;
kendisini ayakta tutacak olan senin yardımın ve ciddiliğindir. İçinde
bulunduğun toplumsal bataklıktan çıkarır seni. Birçok küçük büyük adamı
birarada tutabilmek, senin güvenini yitirmemek için hakikaten büyük olan
bir adam, derin bir aydın yalnızlığı içinde, senden ve gürültü
patırtıdan uzak ama aynı zamanda senin yaşamınla yakın bir ilişki içinde
elde edebildiği büyüklüğünden hergün bir parça vermek, özveride
bulunmak zorundadır. Sana öncülük edebilmek için, senin onu erişilmez
bir tanrıya dönüştürmene gözyummak zorundadır. Olduğu gibi sade bir
insan olarak kalsa, diyelim, elinde evlenme cüzdanı olmadığı halde bir
kadını sevebilen bir adam olsa, ona güvenmezsin çünkü; onu olağandışı
bir insan olarak görmek istersin. Böylece, sen kendi ellerinle, yeni
efendini ortaya çıkarmış olursun. Kendisine yeni efendi rolü verilmiş
olan büyük adam büyüklüğünü yitirir, çünkü bu büyüklük, onun sözünü
sakınmazlığından, sadeliğinden, yürekliliğinden ve yaşamla arasındaki
gerçek ilişkiden gelmekteydi. Büyüklüklerini büyük adamdan sağlamış olan
küçük büyük adamlar, maliye, dış-işleri, hükümet, bilim ve sanat
alanlarında büyük görevlere atanırken sen olduğun yerde, yani bataklıkta
kalırsın.
Eski ulusların küçük adamları, sendeki bu herhangi bir kimsenin
kölesi olma itkisini büyük çabalarla inceledi ve böylece, insanın,
kafasını birazcık kullanarak nasıl küçük bir büyük adam olabileceğini
saptadı. Bu küçük büyük adamlar, saraylardan, malikanelerden değil,
senin saflarından gelmektedirler. Onlar da senin gibi açlık ve acı
çektiler. Efendi değiştirme süreçlerini kısalttı bu adamlar. Senin
özgürlüğünü nasıl sağlayacağın yolunda yüzyıl kafa yormanın, senin
mutluluğun için özveride bulunmanın, hattâ yaşamlarını feda etmenin,
zahmete değmeyeceğini, bu bedelin, senin yeni köleliğini satın almak
için çok yüksek olduğunu öğrendiler. Özgürlük elde etme yolunda
çalışmalar yapan ve gerçekten büyük adamlar olan düşünürlerin yüzyıl
içinde ortaya koydukları şeyler ve çektikleri acılar, beş yıldan az bir
zaman içinde ortadan kaldırılabilirdi. Bunun üzerine, senin saflarından
gelen küçük adamlar, bu süreci kısalttılar: Bunu açık açık ve daha büyük
bir acımasızlık içinde yaptılar. Üstelik, sana bir yığın söz
söyleyerek, senin ve yaşamının, ailenin ve çocuklarının birer hiç
olduğunu anlatıyorlar; aptal, köleliğe elverişli ve başkalarının
kullanacağı birer insan olduğunuzu söylüyorlar, insanın size dilediği
işlemi uygulayacağını haykırıyorlar. Size kişisel özgürlük değil ulusal
özgürlük vaat ediyorlar. Size özgüven değil, devlete saygı, kişisel
büyüklük değil, ulusal büyüklük vaat ediyorlar. Sana göre “kişisel
özgürlük” ve “kişisel büyüklük”, soyut birer kavramdan başka bir şey
değildir; “ulusal özgürlük” ve “^devletin çıkarları” sözcükleriyse, bir
kemiğin köpeğin ağzını sulandırdığı gibi seni zevkten dört köşe etmekte;
bu yüzden hemen bu sözcüklere sarılıyorsun. Bu küçük adamlardan hiçbiri
İsa’nın yaptığı gibi, Karl Marks ya da Lincoln’un yaptığı gibi gerçek
özgürlüğün fiyatını ödemezler. Onlar seni sevmiyorlar, sen kendini
horgördüğün için, horgörüyorlar seni, Küçük Adam. Bir Rockefeller ya da
Torilerin tanıdığından çok daha iyi tanıyorlar seni. Senin en kötü
yanlarını, en büyük zayıflıklarını, senin bilmen gerektiği gibi, ama
senden çok daha iyi biliyorlar. Küçük büyük adamlar, seni bir simgeye
feda ettiler, sense onları seni yönetecek yerlere getirip koydun.
Efendileri, sen kendin getirdin bulundukları yere; bütün maskelerini
indirmiş olmalarına karşın – ya da daha doğrusu maskelerini indirmeleri
nedeniyle onları besleyen sensin. Yalan mı, sana kaçkez söylediler:
“Hiçbir sorumluluğu olmayan önemsiz, aşağılık bir varlıksın sen, ve
böyle kalacaksın,” demediler mi? Sense onlara “Kurtarıcılar” diyorsun,
“Yeni kurtarıcılar” ve bağırıyorsun: “Heil, Heil”, “Viva, viva!”
İşte bu yüzden senden korkuyorum, Küçük Adam, çok korkuyorum. Çünkü
insanlığın geleceği senin elinde. Senden korkuyorum, çünkü kendinden
kaçtığın gibi dünyada hiçbir şeyden kaçmıyorsun. Evet, sen, kendinden
kaçıyorsun Küçük Adam. Hastasın sen, çok hastasın Küçük Adam. Bu senin
suçun değil. Ama paçanı bu hastalıktan kurtarmak senin görevin, senin
sorumluluğun. Baskıya göz yummasaydın ve birkaç kez de etkin bir biçimde
baskıyı desteklemeseydin seni ezenleri çoktan silkip atardın.
Kendi küçük adamlarını seni sömürenler haline getirdiğini anlamalısın
artık; aç gözünü ve hakikaten büyük olan adamlarını kurban ettiğini
gör; onları çarmıha gerdiğini, canlarını aldığını, açlıktan öldürdüğünü
anla artık; onları bir an bile düşünmediğini, senin için çalıştıklarını
aklından geçirmediğini kabul et; yaşamın boyunca yaptıklarını kime
borçlu olduğun konusunda hiçbir fikrin yok, bunu anla artık.
Akla uygun olduğu sürece bütün yasalara uyarım, ama katı ya da
anlamsız kural ve yasalarla savaşırım. (Savcı koşma hemen Küçük Adam
çünkü kendini bilen biriyse o da aynı şeyi yapıyordur.)
Sözcüğün gerçek ve doğru anlamıyla dindar olabilmek için, insanın
sevgi yaşamını yoketmesi, bedensel ve ruhsal bir yoksulluğa gömülmesi,
bedenini sürekli olarak kasılı ve gergin tutması gerektiğine
inanmıyorum.
Senin “Tanrı” dediğin şeyin gerçekten var olduğunu biliyorum, ama
senin düşündüğün gibi değil: Tanrıyı, evrendeki ilk acunsal enerji
olarak, senin gövdendeki sevgi, yüreğindeki içtenlik olarak, içindeki ve
çevrendeki doğayı benliğinde duyabilmek olarak görüyorum ben.
Kendime göre görüşlerim var benim, yalanla hakikati birbirinden
ayırmasını bilirim; hakikati, günün her saatinde bir alet gibi kullanır,
kullandıktan sonra da aynı bir alet gibi temizler, korurum.
Senden çok korkuyorum Küçük Adam. Eskinden böyle değildi, böyle
korkmazdım önceleri. Milyonlarca Küçük Adam arasına karışmış bir Küçük
Adamdım ben de çünkü. Sonra doğa bilimci ve bir tıp doktoru oldum, senin
ne kadar ağır bir hasta olduğunu ve hastalıklı halinle ne kadar
tehlikeli olduğunu görmeyi öğrendim. Bunun, senin kendi öz coşkusal
hastalığın olduğunu, bir dışsal güçten kaynaklanmadığını biliyorum;
herhangi bir dışsal baskı sözkonusu olmaksızın günün her saatinde ve de
saatlerin her dakikasında bu hastalığın seni ezdiğini biliyorum. Özünde
canlı ve sağlıklı olsaydın seni ezen şeyleri çoktan yenerdin. Seni
ezenler, geçmişte nasıl toplumun üst katmanlarından geldiyse şimdi de
senin öz saflarından gelmektedir. Onlar, senden bile küçüktür, Küçük
Adam. Çünkü senin perişanlığını deneylerle öğrenmek, sonra da bu bilgiyi
seni daha iyi, daha çok ezmek için kullanmak bir hayli küçüklük
gerektirir.
Gerçekten büyük bir adamı algılayacak duyu organı yok sende. Büyük
adamın nasıl olduğu, nasıl acı çektiği, ne özlemler duyduğu, öfkeden
nasıl kudurduğu ve senin için yaptığı savaş, sana yabancı. Bu dünyada
seni ezmek ya da sömürmek yetisinden yoksun, senin özgür olmanı
gerçekten isteyen, içinde gerçek ve içtenlikli bir istek duyan
kadınların ve erkeklerin de yaşadığını anlayamazsın. Bu kadın ve
erkeklerden hoşlanmazsın, çünkü onlar sana yabancıdır. Onlar yalın ve
dolaysız insanlardır; sana göre taktik neyse, onlara göre hakikat odur.
Sana küçümsemeyle değil, insanların yazgısı karşısında duydukları acıyla
bakarlar; bakar ve içini görürler. İçinin görüldüğünü sezer, bir
tehlikenin geldiğini anlarsın. Sen ancak onlara şöyle sahip çıkarsın
Küçük Adam: Öteki Küçük Adamlar, bu büyük adamların gerçekten büyük
olduğunu sana söylediği zaman.
Büyük adamlardan korkarsın, onun yaşama olan yakınlığından, yaşama
karşı duyduğu sevgiden korkarsın sen. Büyük adam seni, düpedüz yaşayan
bir hayvan olarak, yaşayan bir canlı olarak sever. Binlerce yıl acı
çektiğin yetmiyormuş gibi durmadan acı içinde kıvranmanı istemez.
Binlerce yıl dırdır ettiğin yetmiyormuş gibi durmadan dırdır etmeni
istemez. Seni bir yük hayvanı olarak istemez, çünkü yaşamı sevmektedir
büyük adam, senin acılardan, alçaklık ve rezilliklerden arınmanı ister.
Gerçekten büyük olan adamları, seni küçümseyecek hale getiriyorsun,
içinde bulunduğun durumun ve beş para etmezliğinin verdiği acıyla bir
kenara çekiliyorlar, senden uzaklaşıyor ve en kötüsü, sana acımaya
başlıyorlar. Sen Küçük Adam bir ruhbilimci, diyelim bir Lombroso
olsaydın, büyük adama bir çeşit suçlu damgası vururdun; ya işlemek
istediği suçu gerçekleştirememiş bir suçlu, ya da “psikozlu” derdin ona.
Çünkü büyük adam sana benzemez; yaşamını amacı yığın yığın para
biriktirmek, ya da kızlarını toplumsal konumu iyi birileriyle doğru
dürüst evlendirmek, ya da bir siyasal göreve atanmak, adının başına bir
yığın büyük sözcükler eklemek ya da Nobel Ödülü almak değildir. Bu
nedenle, büyük adam sana benzemediğinden ona bir “dâhi” ya da “garip”
dersin. Oysa o, bir dâhi olmadığını, yalnızca bir yaşayan canlı olduğunu
söyleyecektir. Ona “toplumdışı”, insandan kaçan biri gözüyle bakarsın,
çünkü büyük adam, senin bomboş, gevezeliklerle dolu “parti”lerine
gitmektense çalışma odasına kapanıp düşünceleriyle başbaşa kalmayı, ya
da laboratuarına kapanıp çalışmayı yeğlemiştir. Parasını senin gibi
hisse senedine yatırmayıp bilimsel araştırmalarına harcadığı için deli
dersin ona. Sen, o karanlık ve dipsiz yozlaşmışlığın içinde, Küçük Adam,
yalın, dolaysız bir insanı, “normalliğin” bir basamak aşağısında
bulunan kendinle, “homo normalis”le kıyaslayarak “anormal” sayıyorsun.
Onu kendi beş para etmez terazine koyuyorsun, senin normallik ölçülerine
uymadığını görüyorsun. Sana karşı büyük bir sevgi besleyen, sana yardım
etmeye hazır olan büyük adamı toplumsal yaşamdan çıkaranın kendin
olduğunu göremiyorsun Küçük Adam. İster bir han odasında ister sarayda
olsun yaşadığı yaşamı çekilmez kılan sensin.
Onu, onlarca yıl gücendirdikten, acı çektirdikten sonra bu duruma
sokan kim? Sensin Küçük Adam. İster sorumsuzluğun ister dargörüşlülüğün
nedeniyle olsun, ister yapay düşüncelerin, ister on yıllık bir toplumsal
gelişme boyunca bile yaşayamayan “sarsılmaz aksiyomların” yüzünden
olsun, onu bu hale koyan sensin. Yalnızca Birinci ve İkinci Dünya
Savaşları arasında geçen birkaç yıllık süre içinde doğru olduğuna ant
içtiğin şeyleri düşün. Bunların kaç tanesinin yanlış olduğunu içtenlikle
kabul ettin, kaç sözünü geri aldın? Hiçbirini, Küçük Adam. Gerçekten
büyük olan bir adam, dikkatle, sakına sakına düşünür, ama önemli bir
fikir elde etti mi de, uzun-vadeli düşünür. Kendi düşüncelerin önemsiz
ve geçici olduğu halde, düşünceleri doğru ve uzun ömürlü olan büyük
adamı bir parya yapan sensin, Küçük Adam. Onu parya yapmakla, içine o
korkunç yalnızlık tohumunu dikmiş oluyorsun. Büyük işler üreten bir
yalnızlık tohumu değil, senin tarafından yanlış anlaşılmaktan ve kötü
işlem görmekten korkma tohumudur bu. Çünkü sen “halk”, “kamuoyu” ve
“toplumsal bilinç”sin. Bunların sana yüklediği dev sorumluluğun ne
olduğunu içtenlikle, dürüst olarak düşündün mü hiç Küçük Adam?
Hayır, düşüncelerinin yanlış olup olmadığını sormadın kendine hiç.
Bunu yapmak yerine, komşunun düşüncelerin üzerine ne söyleyeceğini, ya
da dürüstlüğün sana çok paraya patlayıp patlamayacağını sordun. İşte
Küçük Adam, sen kendine yalnızca bunu sordun, başka hiçbir şeyi değil,
yalnızca bunu.
Böylece büyük adamı yalnızlığa ittikten sonra, ona yaptıklarını
unuttun gitti. Kalktın, bir başka saçmalık yumurtladın, bir başka küçük
bayağılık yaptın, bir başka derin yara açtın. Sen, unutursun Küçük Adam.
Ama büyük adam doğası gereği unutmaz. Sanma ki, kin besler büyük adam,
sanma ki, öç alır, yalnızca neden böylesine bayağı davranışlarda
bulunduğunu anlamaya çalışır. Bu söylediklerim senin duygu ve
düşüncelerine yabancıdır, biliyorum. Ama inan ki: Yüz kez, bin kez,
milyon kez acı versen, -yaptığını bir an sonra unutsan da- kapanamayacak
yaralar bile açsan, büyük adam, yaptığın yanlışlardan ötürü senin
yerine acı çeker; bu yanlışların büyük olmasından değil, küçük ve
değersiz olmalarından dolayı acı çeker. Seni bu gibi şeyleri yapmaya
iten nedenleri bilmek ister.
Büyük Adam, senin hoşuna gitmek için, senin o beş para etmez
dostluğunu kazanmak için, kendini senin düzeyine indirmek, senin gibi
konuşmak zorundadır, Küçük Adam; senin özelliklerine bürünmek
zorundadır. Ama senin özelliklerine sahip olsa, senin dilini kullansa,
dostluğunu kazansa, artık büyük, hakiki ve sade olmayacaktır. Kanıt mı
istersin: Senin dilediğin gibi konuşan dostların asla birer büyük adam
olmadılar.
Senin bir dostunun büyük bir başarı sağlayacağını sanmaz, buna
inanmazsın. Aslında içinden kendini küçük görüyorsun; hattâ -ya da
özellikle- değerli, onurlu olduğunu gösteren şeylerle böbürlenirken bile
küçük görüyorsun kendini; kendini küçük gördüğün içindir ki senin
dostun olan birine saygı duyamazsın. Seninle aynı masaya oturan ya da
seninle aynı evde yaşayan birinin herhangi bir büyük iş başaracağına
inanamazsın. Senin yakın çevrende, Küçük Adam, düşünmek çok güçtür.
İnsan ancak sana değğin düşünür, seninle birlikte değil. Çünkü büyük
düşünceleri, geniş kapsamlı düşünceleri gırtlaklarsın sen. Dünyasını
keşfetmekte olan çocuğuna bir ana olarak şunu söylersin: “O çocuklara
göre bir şey değil.” Bir biyoloji profesörü olarak şunu söylersin: “Aklı
başında bir öğrenciye yakışır mı bu, havadaki mikropların varlığına
inanmamak olur mu?” Ve bir öğretmen olarak, “Çocuklara gözle bakılır ama
söylediklerine kulak verilmez,” dersin. Bir kadın-eş olarak şöyle
dersin: “Hıh! Bulguymuş! Bıktım senin bulgularından! Herkes gibi gidip
bir yerde çalışsan da doğru dürüst para kazansan olmaz mı!”Kendi
görüşünü böylece dile getirmekten sakınmazsın, kocana inanmazsın, ama
gazetelerde yazanlara, anlasan da anlamasan da olduğu gibi inanırsın.
Yaşamdan mutluluk istiyorsun, ama güvenlik çok daha önemli sana göre.
Güvenliğin uğruna belini kırmaya, canını vermeye hazırsındır. Mutluluk
yaratmayı, onun tadını çıkarmayı ve korumayı hiçbir zaman öğrenmemiş
olduğundan, başı dik bir bireyin yürekliliği nedir, bilemezsin.
Bir büyük adam, senin iktisadî kurtuluşunu bilimsel temeller üzerine
oturtmayı kendine görev edindi; sen, onu ölüm açlığına bıraktın. Böylece
karşına çıkan ilk hakikat yolunu tıkayarak yaşamın yasalarından koptun,
başka yola saptın. Bu hakikat yolunu gösterenin ilk girişimi başarılı
oldu, sen, kalkıp onun yönetimini devraldın ve böylece onu ikinci kez
öldürdün. İlkin, büyük adam senin örgütünü dağıttı. İkincisindeyse
hakikat yolunu gösteren büyük adam artık ölmüştü, bu yüzden sana karşı
koyacak durumda değildi. Bu adam, değerler yaratan yaşama gücünün senin
çalışmanda bulunduğunu gözler önüne serdi; ama senin gözün, bunu
göremedi. Onun toplumbilimi senin toplumunu, senin devletinden korumak
amacını güdüyordu; sen bunu da anlamadın. Hiç ama hiçbir şey anlamadın
sen!
Senin o sözünü ettiğin “iktisadî etkenler”inle bile bir şey
beceremiyorsun. Yaşamdan zevk almak için iktisadî koşulları iyileştirmen
gerektiğini sana anlatabilmek için büyük, bilge bir insan canla başla
çalıştı, bu yolda canını verdi. Karnı aç bireylerdin kültürü
geliştiremeyeceğini anlatmaya çabaladı o; ayrıksız bütün yaşam
koşullarının iktisadî duruma bağlı olduğunu, kendini ve toplumunu her
türlü baskı yönetimlerinden bağımsız kılman, kurtarman gerektiğini
anlattı sana. Evet, bu büyük adam, seni aydınlatmaya çabalarken yalnızca
birtek yanlış yaptı: senin, kendini kurtarma yeteneğine sahip olduğuna
inandı. Özgürlüğünü, bir kez ele geçirdikten sonra bırakmayacağına, onu
koruyabileceğine inandı. Bir yanlış daha yaptı bu adam: Senin, yani
proleterin, “diktatör” olmasına izin verdi.
Bu büyük adamın sunduğu engin bilgi ve fikir hazinesini sen nasıl
kullandın peki, Küçük Adam? Bütün söylenenlerden yalnızca tek bir sözcük
kaldı kulaklarında: diktatörlük! O büyük zekânın ve koca sıcak yüreğin
önüne boca ettiği şeylerden tek bir sözcük kaldı ortada: diktatörlük.
Geri kalan herşeyi denize döktün, özgürlük denen şey gitti, açıklık ve
hakikat, iktisadî kölelik sorunlarının çözülmesi, ileriyi görme
yöntemleri… herşey, ama herşey alaşağı edildi. Yerinde olmakla birlikte
istenmeyerek seçilmiş tek bir sözcük kaldı elinde: diktatörlük!
Büyük adamın bu küçük ihmalinden dev bir yalanlar dizgesi oluşturdun.
Yalanlardan, suçlamalardan, işkencelerden, copçulardan, cellatlardan,
gizli polislerden, ispiyonculuk ve ihbarcılıktan, üniformalardan,
mareşallardan ve madalyalardan oluşan bir yalanlar düzeni kurdun –
bunların dışındaki herşeyi fırlatıp attın. Şimdi, nasıl olduğunu biraz
daha anlamaya başlıyor musun, Küçük Adam?
Kendi mutluluğunu yiyip bitiren sensin. Tam bir özgürlük içinde
mutluluğun tadını çıkardığın olmadı hiç. Bu yüzden büyük bir oburluk
içinde kendi mutluluğunu yiyorsun ve mutluluk sağlama onu koruma
sorumluluğunu hiç üstlenmiyorsun. Mutluluğunu korumayı, onu, bir
bahçıvanın çiçeklerini, bir çiftçinin ürünlerini yetiştirdiği, onlara
gereken besini verdiği gibi beslemeyi öğrenmekten yoksun bıraktılar
seni. Büyük araştırmacılar, ozan ve bilgeler kendi mutluluklarını
korumak için senden kaçtılar. Senin çevrende, senin yörende mutluluğu
yiyip bitirmek kolay ama onu korumak çok güçtür Küçük Adam.
Neden söz ettiğimi bilmiyorsun, değil mi Küçük Adam? Bak dinle: Bir
araştırmacı kendi bilim dalı ya da makinası ya da toplumsal fikri
üzerinde on yıl, yirmi yıl ya da otuz yıl, hiç durmadan çalışır. Yeni
bulguların ağır yükünü tek başına taşımak zorundadır. Senin
aptallıklarının, yanlışlarla dolu küçük fikir ve ideallerinin doğurduğu
sonuçlara katlanmak, bu yanlışları anlayıp çözümlemek ve sonunda,
onların yerine kendi vargı ve bulgularını koymak zorundadır. O bunları
yaparken sen ona hiç yardımcı olmazsın Küçük Adam. Hiç, ama hiç işini
kolaylaştırmaz, tersine güçleştirirsin. Örneğin şunları söyleyemezsin:
“Bak dostum durumları düzeltmek için ne kadar çok çalıştığını görüyorum.
Benim makinam, benim çocuğum, benim karım, benim dostum, benim evim,
benim tarlalarım konusunda çalıştığını da anlıyorum. Uzun yıllardır
şundan bundan yakınıyorum, ama bu dertlerden kurtulmayı başaramadım.
Bana yardımcı olmana bir katkıda bulunabilir miyim?” Hayır, Küçük Adam,
yardımcına yardım etmeye kalkmadın hiçbir zaman. İskambil oynarsın sen
ancak, ya da bir horoz dövüşünde avazın çıktığınca bağırırsın, yada bir
büro ya da maden ocağında aptal aptal köleliğini sürdürürsün. Ama
yardımcına yardıma koşmazsın hiçbir zaman. Neden biliyor musun? Çünkü,
herşeyden önce, bir araştırmacının sana düşüncelerinden başka verecek
hiçbir şeyi yoktur. Kâr dağıtmaz, ücret yükseltmez, toplu sözleşme
yapmaz, yılbaşı ikramiyesi vermez ve bir elin yağda bir elin balda
yaşamanı sağlayamaz. Yalnızca kaygı verebilir bir araştırmacı, sense
kaygı istemiyorsun, yeterinden çok kaygı ve tasa duyuyorsun çünkü.
Ne var ki yalnızca uzak durmakla, yardım elini uzatmamak ya da yardım
etmemekle kalsan, araştırmacı senin bu tavrından dolayı mutsuz
olmayacaktır. Ne de olsa o senin için düşünüyor, tasalanıyor ve
araştırmalarını “senin için” yapıyor değildir. Onun yaşamsal işlevleri
onu bunu yapmaya ittiği için bu yolda çalışmaktadır. Senin için
tasalanmayı ve sana acımayı parti önderlerine ve din adamlarına
bırakmıştır. Onun istediği tek şey, senin sonunda kendi kendine
bakabilme, kendini düşünebilme, kendin için tasalanma yetisini
geliştirdiğini görmektir.
Sana göre meslek onuru ya da bankadaki hesabın ya da radyum sanayisi
ile olan ilişkin, hakikatten ve öğrenmekten çok daha önemlidir. İşte bu
yüzden çok küçük ve sefilsin, Küçük Adam.
Yani demek istiyorum ki, yardım etmemekle kalmıyorsun, senin adına ya
da senin yerine yapılan işi çirkince bozuyorsun. Şimdi anlıyor musun,
mutluluk neden senden kaçıyor? Mutluluk, uğrunda çalışılmasını
gerektirir; mutluluk gökten yağmaz, kazanılır. Oysa sen mutluluğu
yalnızca yalayıp yutmak istiyorsun; bu yüzden senden kaçıyor o da; senin
kendisini kemirmeni, yutmanı istemiyor.
İşte sen böylesin, Küçük Adam. Kaşık atmayı, kepçe daldırmayı iyi
beceriyorsun ama yaratma yetisinden yoksun. Zaten bu yüzden böylesin, bu
yüzdendir ki, yaşamın boyunca sıkıcı bir büroya ya da bir resim
masasının başına kapanıyorsun, sırtına deli gömleği geçirir gibi
parmağına evlilik yüzüğünü geçiriyorsun. Ve bu yüzdendir ki çocuklardan
nefret eden bir öğretmensin. Gelişme yok sende, yeni bir düşünce
geliştirmene olanak yok çünkü sen yalnızca aldın bugüne dek, bir
başkasının gümüş tepside sunduğu şeyi kaşıkladın yalnızca.
Bunun neden böyle olduğunu anlayamıyorum diyorsun öyle mi? Ama başka
türlü olamaz ki? Bunun nedenini ben söyleyebilirim sana, Küçük Adam,
çünkü sen, bir hayvan gibi huşsu bir halde bana geldiğinde tanıdım seni;
seni o halinle gördüm. Büyük bir boşluk ya da güçsüzlük duyduğum, ya da
ruhsal-akılsal sağlığının en bozuk olduğu anda geldin bana. Böylece,
seni tanıdım. Sen yalnızca çorbaya kepçe daldırmasını bilirsin, yalnız
almasını bilirsin sen. Bir şey yaratamaz, veremezsin. Çünkü temel
bedensel davranışın sürekli olarak kendini tutmanı ve kin gütmeni
gerektiriyor; çünkü içinde gerek ve doğal sevgi ve verme duygusu
uyandığında birden paniğe kapılıyorsun. Sendeki alma eyleminin temelde
yalnızca bir anlamı var: Kendini büyük bir oburluk içinde parayla,
mutlulukla, bilgiyle doldurmak istiyorsun, çünkü kendini boş, aç, mutsuz
hissediyorsun Küçük Adam: İçinde bulunan sevgi, tepkisini salıverir
diye kaçıyorsun ondan. Hakikat, kaçınılmaz olarak, burada sana benim
göstermek istediğim, anlatmakta yetersiz kaldığım şeyleri gösterecektir
çünkü. Sense bunu istemiyorsun Küçük Adam. Yalnızca bir tüketici ve
yurtsever olmak istiyorsun, o kadar.
Sevgiye hasretsin, işini seviyor ve emek paranı ondan kazanıyorsun;
senin işin, benim bilgimle, ve başkalarının bilgisiyle beslenmektedir.
Sevgi, çalışma ve bilginin anayurdu yoktur, gümrük denetiminden geçmez
bunlar, üniforma tanımaz. Onlar evrenseldir ve bütün insanlığı kapsar.
Ne var ki, sen küçük bir yurtsever olmak istiyorsun, hakiki sevgiden
korkuyorsun çünkü, işine karşı olan sorumluluğundan, bilgiden
korkuyorsun. Bu yüzdendir ki sen yalnızca başkalarının sevgi, çalışma ve
bilgisini sömürmekten başka bir şey yapamazsın, bunları kendin asla
yaratamazsın. Bu yüzdendir ki, kendi mutluluğunu aydınlıktan ürken bir
gece hırsızı gibi çalıyorsun; ve bu yüzdendir ki, başkalarının mutlu
olduğunu gördüğünde kıskançlıktan çatlarsın.
Geleceğinden kaygı duyduğum için, mutsuzluğunun nedenini anlamayı ve
bunu ortadan kaldırmayı öğrenmeni sağlayabilecek örgütler kurdum. Sen ve
dostların, bu toplantılara oluk oluk akın ettiniz. Bunun sebebi neydi
acaba Küçük Adam? Başlangıçta bunun içtenlikli bir davranış olduğunu
sandım, yaşantını iyileştirmek için büyük bir istek duyduğunu,
toplantılara bu yüzden geldiğini sandım. Seni harekete geçiren dürtünün
ne olduğunu ancak bir hayli zaman sonra anladım. Buranın değişik türden
yeni bir genelev olduğunu sandın, kendine kolay yoldan bir kız
bulacağını, üstelik beş para bile vermeden gününü gün edeceğini umdun.
Bunu anlayınca aslında senin yaşantını iyileştirmene yardımcı olmak için
kurulmuş olan bu örgütleri dağıttım. Böyle bir örgütün toplantısında
bir kızla tanışmakta bir kötülük gördüğümden değil, bu örgütlere böylesi
iğrenç düşüncelerle yaklaştığın için dağıttım hepsini. İşte bu yüzden
kalktı bu örgütler ve sen, bir kez daha bataklığın içindeki yerini
korudun… Ne o, bir şey mi dedin?
Bir kartal, tavuk yumurtaları üzerine kuluçkaya yatsa ne olur,
biliyor musun Küçük Adam? Başlangıçta kartal yumurtalardan kartal
yavruları çıkacağını, bunları büyütüp büyük kartallar yetiştireceğini
sanır. Bir bakar ki, yumurtalardan civciv çıkıyor. Çaresizlik içinde
bulunan kartal, civcivlerin büyüyüp kartal olacağını umar gene de. Bir
kez daha kuluçkaya yatar, sonuç aynı. Kartal bu durumda, gıdaklayan
tavuklarla civcivleri yeme itkisini bastırmak için çok uğraşmıştır. Onu
yemekten alıkoyan tek şey küçük bir umuttur. Yani bu civcivlerden
birinin, bir gün küçük bir kartal olabileceği, büyüyüp kendisi gibi
yetenekli, kendisi gibi çook yükseklerdeki yuvasından bakıp uzakları
görebilecek, böylece yeni dünyalar, yeni düşünceler ve yeni yaşama
biçimleri bulunduğunu anlayıp bunları arayabilecek büyük bir kartal
olabileceği umudu. Üzgün ve yalnız kartalı yumurtalardan çıkan tavuk ve
civcivleri yemekten alıkoyan şey yalnızca bu küçücük umuttur. Tavuklara
ve yavrulara gelince, onlar bir kartalın kuluçkaya yatması sonucu
dünyaya geldiklerinden habersizdirler. Nemli, karanlık vadilerde çook
çok yükseklerde sarp kayaların üzerinde yaşadıklarından habersizdirler.
Tek başına kalmış kartal gibi uzaklara bakmazlar. Kartalın kendilerine
getirdiği yiyecekleri tıkınıp durmaktadırlar boyuna, durmadan
gagalamakta, karınlarını doyurmaktadırlar. Yağmur yağdığı ya da fırtına
koptuğunda onun güçlü kanatları altında ısınmakta, korunmaktadırlar.
Kartalsa kendi gövdesini fırtınaya siper etmekte, herhangi bir korumadan
yoksun bulunmaktadır.
Daha da kötüsü, bu tavuklar ona tuzaklar kurmakta, siperler ardına
gizlenerek ona ucu sivri kaya parçaları, taşlar atmaktadırlar. Onların
kendisine kötülük yaptığını anlayan kartal ilkin bu tavukları parçalama
isteği duyar. Ama düşünür, onlara acımaya başlar. Belki, diye umar, gün
gelir, bu yalnız önünü gören ve gıdaklamaktan, yalayıp yutmaktan başka
bir şey bilmeyen civcivler arasında kendisi gibi olma yetisine sahip bir
kartal çıkar.
Yalnız kartal, bugün bile umudunu yitirmiş değildir. Bu yüzden kuluçkaya yatmayı, civcivler çıkarmayı sürdürmektedir.
Sen bir kartal olmak istemiyorsun, Küçük Adam, bu yüzden de
akbabalara yem oluyorsun. Kartallardan korkuyorsun, bu yüzden sürüler
halinde yaşıyor, senden kalabalık olan sürüler tarafından da
yutuluyorsun. Çünkü senin tavuklarından bazıları da akbaba yumurtaları
üzerine kuluçkaya yattı. Ve akbabalar, kartallara, seni daha ileriye
daha iyi geleceklere götürmek isteyen kartallara karşı olan Führerler
haline geldi. Akbabalar sana leş yemeyi ve birkaç buğday tanesiyle
yetinmeyi öğretti. Sana bir de “Heil, Heil, Büyük Akbaba!” diye
haykırmayı öğrettiler. Şimdi büyük kitleler halinde açlıktan kıvranıyor
ve ölüyorsun, ama gene de senin yumurtalarına kuluçka yatan kartallardan
korkuyorsun.
Düşünürken de korkak davranıyorsun, Küçük Adam, çünkü gerçek düşünme
eylemi, bedensel duygularla birarada gerçekleşir, sense bedeninden
korkarsın. Pek çok büyük adam söyledi sana: “Aslına dön -içinden gelen
sesi dinle- hakiki duygularının buyruğuna uy- sevgiyi yeşert, sev.” Ama
onların sözlerine kulak tıkadın, sağırdın sen, çünkü kulakların bu
sözlerden sağır olmuştu. Söylenenler uçsuz bucaksız çöllerde yitti;
hakikati söyleyen yalnızların sesiyse, senin korkunç boşluğun içinde,
senin çöllerinde yokoluyor Küçük Adam.
Marks’ın, nesnelerin değerini üreten tek şey olan sendeki yaşayan
işgücünün üretkenliğini sağlama fikri ile devlet fikri arasında bir
seçme yapmak durumunda kaldın; kendi içindeki “yaşayan şey”i tümüyle bir
kenara atarak devlet fikrini seçtin.
Acımasız Engizisyonla Galileo’nun hakikati arasında seçme yaptın.
Bulgularından yararlanmakta olduğun büyük Galileo’yu, onur kırıcı sözler
söylemeye zorlayarak işkence içinde öldürdün. Şu yirminci yüzyılda,
Engizisyon yöntemlerini bir kez daha dirilttin.
Yüzyıllar boyunca yolunu sapıtacaksın, sonunda sen ve senin gibiler,
genel bir toplumsal sefalet sonucu kitle halinde öleceksiniz, sonunda,
ilk kez kendi içine baktığında, varlığının korkunçluğu ve çirkinliği,
ince, zayıf bir kıvılcım halinde belirecek. Bu senin içinde yaşanan ilk
kıvılcım olacak. Sonra, yavaş yavaş, giderek ve karanlıkta el yordamıyla
yolunu bulan biri gibi, dostunu – yaşamın sevgi, çalışma ve bilgi
üzerine kurulduğuna inanan adamı aramayı öğreneceksin, onu anlamayı ve
ona saygı duymayı öğreneceksin. Bundan sonra yaşamın için kitaplığın
boks maçından daha önemli olduğunu anlamaya başlayacaksın; ormanda
düşüne düşüne yürümenin, sokaklarda tören yürüyüşü yapmaktan daha önemli
olduğunu, iyileştirmenin öldürmeden, sağlıklı bir özgüvenin, ulusal
bilinçlilikten daha önemli olduğunu ve alçakgönüllülüğün, yurtsever ya
da daha başka naralardan daha iyi olduğunu anlamaya başlayacaksın.
Belli bir ereğe varmak için her türlü aracın, aşağılık ve
alçaklıkların, çirkin yöntemlerin bile geçerli olduğunu sanıyorsun.
Yanılıyorsun: Amaç, ona varmak için yürüdüğün yoldadır. Bugün attığın
her adım, senin yarın ki yaşamındır. Hiçbir büyük ereğe, kötü ve
aşağılık yöntemlerle varılmaz. Yaptığın her toplumsal devrim bunun
doğruluğunu gösterdi. Ereğe giden yolun kötülüğü, iğrençliği ya da
insanlıktan uzak oluşu, seni de kötü ya da insanlık-dışı yapmakta, ereğe
varmanı da olanaksız kılmaktadır.
Kapitalist çağın getirdiği sömürüler karşısında kolları sıvayıp bu
sömürüye son vermek, insan yaşamının horgörülmesini, insanın
aşağılanmasını önlemek ve haklarını savunmak için kavgaya durdun. Yüzyıl
önce sömürü vardı evet, insan yaşamına değer verilmez, insanlar
horgörülürdü; iyilikbilmezlik vardı evet, ama aynı zamanda, elde edilen
büyük başarılara saygı gösterilir, büyük şeyler veren, büyük şeyler
ortaya koyan kimseye sahip çıkılır, büyük yetenekler kabul edilirdi.
Savaşa durdun da ne oldu, Küçük Adam?
Kendi küçük Führer’lerini nerede başa getirdinse, orada senin gücün
otuz yıl öncekinden daha ağır biçimde sömürüldü, kendi yaşamını daha da
acımasızca horgörmeye başladın, haklarınsa hiç mi hiç tanınmıyor. Kendi
Führer’lerini iş başına getirmeye hâlâ çabaladığın durumlarda, başarıya
saygı denen şey tümüyle ortadan kalktı, bunun yerine, büyük dostlarının
yaptığı yorucu çalışmaların meyvalarını çalma olgusu baş gösterdi. Bir
yeteneğin tanınması ne demek bilmezsin sen, çünkü bu gibi şeylere saygı
göstermen, onları tanıman halinde, artık özgür bir Amerikalı, ya da Rus
ya da Çinli olamayacağını sanıyorsun. Ortadan kaldırmak amacıyla uğrunda
kavgaya durduğun şey, her zamankinden daha hırslı bir biçimde
yeşermekte; buna karşılık, kendi öz yaşamın gibi korumak ve savunmak
durumunda olduğun şeyi ortadan kaldırdın. Bağlılığı “duygusallık” ya da
“küçük-burjuva alışkanlığı” olarak nitelendiriyorsun; başarılara karşı
saygılı olmayıysa kölece bir el-etek öpme sayıyorsun. Saygısızlık
göstermen gereken yerde nankörlük ettiğinden haberin bile yok.
Tepetaklak duruyorsun, böyle durmakta, özgürlük türküsünün eşliğinde
dans ettiğini sanıyorsun. Gördüğün bu karabasandan uyanacaksın Küçük
Adam, ve göreceksin ki, yatağından yuvarlanmış, çaresizlik içinde yerde
yatmaktasın. Çünkü sana bir şey verenden çalıyor, seni soyana bir şeyler
veriyorsun. Konuşma ve eleştirme özgürlüğüyle sorumsuz gevezelik ve adî
şakaları birbirine karıştırıyorsun. Eleştirmeye her an hazırsın, ama
eleştirilmek istemiyorsun ve bu nedenle de başkalarından kopuyorsun.
Başkasına saldırmaya bayılıyorsun, ama saldırı karşısında kalmaya
dayanamazsın. Bu yüzdendir ki, her zaman gizli bir siperden
saldırıyorsun.
Kes sesini Sevgili Küçük Adam. Yaşamın çok sefil, çok perişan, sesini
çıkaracak halin yok. Seni kurtarmak istiyor değilim, ama sırtında beyaz
bir gecelik, suratında maske, acımasız kanlı elinde bir iple beni
asmaya bile gelsen, sana söyleyeceklerimi, bu konuşmamı tamamlayacağım.
Kendi boynunu ipe dolamadan beni asamazsın sen Küçük Adam. Çünkü ben,
senin yaşamını, dünyayı içinde duymanı, senin insanlığını, sevgini ve
yaşama sevincini temsil ediyorum. Yok, hayır, beni öldüremezsin, Küçük
Adam. Bir zamanlar sana gereğinden çok inanıyordum ya hani, o vakit
senden korkuyordum da. Şimdi seni aştım ama; binlerce yılın bakış
açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl
gelecekten bakıyorum sana. Kendinden-korkma duygundan kurtulmanı
istiyorum. Daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni
istiyorum.
Kendi kendinin efendisi olabilmen için, kendini ve değersizliğini
yüzyıllar boyunca çeke çeke sürüklemen gerekecek. Senin geleceğine daha
iyi hizmet edebilmek için kendimi senden ayırıyorum. Çünkü uzağında
olursam, beni öldüremezsin, ve uzağında olursam benim çalışmalarıma daha
çok saygı gösterirsin. Sana yakın olan şeyi aşağılıyorsun. General ya
da Mareşallerine saygı gösterebilmek için, aşağılık biri olmasına
karşın, onu bir kaide üzerine, yerden yükseğe koyuyorsun. Dünya tarihini
yazmaya başlayalı beri, büyük adamların senden uzak durmasının nedeni
budur.
Dediğim gibi, seni bırakıyorum. Bunu yapabilmek, yıllarımı aldı,
sayısız uykusuz ve acılı gece yaşadım. Senin tüm proleterlerin Führeri
olacak nitelikteki adamların böylesine karmaşık değillerdir. Bugün
Führerlerin olanlar, yarın, para için, beş para etmez gazetelere yazı
yazarlar. Gömlek değiştirir gibi karar değiştirirler. Ben böyle değilim.
Senin geleceğini düşünmeyi sürdüreceğim eskisi gibi. Ama sen, kendine
yakın olan birine saygı gösterme yetisinden yoksun olduğundan aramıza
belli bir uzaklık koydum. Senin torunlarının torunları benim
çalışmalarımın mirasçısı olacak.
Ben, umudumu yitirmedim, yenilik duygusuna kapılmadım, çünkü bu
arada, senin hastalığını daha iyi ve derinlemesine anlamayı öğrenmiş
bulunuyordum. Şimdi, daha doğru düşünmene ve o zaman yaptığından daha
doğru davranmana olanak bulunmadığını çok iyi anlıyorum. Kendi içindeki
“yaşayan şey”den ölesiye korktuğunu öğrendim çünkü; bu korku senin, her
seferinde bir işe doğru başlamana ve onu yanlış sonuçlandırmana neden
oluyor. Bilginin umut’a yol açtığını anlamıyorsun. Umudu yalnızca kendi
içine pompalıyorsun, içinden dışarıya değil. Bu yüzden de, kendi dünyan
tümüyle yıkıldığı içindir ki, bana “iyimser” diyorsun, Küçük Adam. Evet,
iyimserim ben ve yüreğim, her şeyim gelecekle dolu.
Çev: Şemsa Yeğin