31 Mart 2020
Octavio Paz - Kartal mı Güneş mi?
Ah Ne Tesadüf
Koronavirüsü (eski adıyla 2019-nCoV, şimdi COVID-19) hiçbir kulvarda tartıştırmıyorlar…
Küresel medya ne dayatıyorsa, tek şüphe duymadan mutlak inanmanızı istyorlar! Oysa dünyada büyük tartışmalar yapılıyor. Mesela:
5G, yeni nesil kablosuz telefon teknolojisi Çin Mobil Araştırma Enstitüsü (CMRI) tarafından başarıyla tamamlandı. 2020 yılında dünyada faaliyete geçmesi bekleniyordu.
ABD merkezli küresel medya, geçen yıl ısrarla 5G'nin sağlığa kötü etkisi olduğunu ve öldürücü kanser-grip benzeri semptomlara neden olduğunu yazmaya başladı. Şunu da yazdılar: 5G sadece 4G'den sonraki yeni nesil mobil bağlantı değil; özellikle askeri teknoloji; bir biyolojik silahtı bu…
Ki bunlar yazılırken daha ortada koronavirüs yoktu!
Peki. 5G sunumu için seçilen test şehri hangisiydi; koranavirüsün ortaya çıktığı Wuhan!
Wuhan, 18-27 Ekim 2019 tarihleri arasında Military World Games'e ev sahipliği yaptı. Ve etkinlik için 5G'yi ilk kez kullandı.
Aynı gün… 18 Ekim 2019'da New York Johns Hopkins Center, Dünya Ekonomik Forumu ve (aşı imparatoru) Bill ve Melinda Gates Vakfı ile ortaklaşa salgın hastalıklar simülasyonu “Olay 201 – Küresel Bir Salgın Egzersizi”ne ev sahipliği yaptı. Bu simülasyon için hangi virüsü seçtiklerini tahmin edin? Evet, koronavirüs!
5G denemesi mi koranavirüse yol açtı?
Yoksa koranavirüs mü, 5G teknolojisinin önüne geçmek için piyasaya sürüldü?
Zaman sorunun yanıtını ortaya çıkaracak mutlaka. Ama konum şu: Biz bu tür tartışmaları hiç yapmıyoruz. Yaptırmıyorlar!
GERÇEĞİ ARAMAK
Yaptırmıyorlar çünkü:
Dünya Sağlık Örgütü'nün küresel medyaya yaptığı açıklamalara inanıyorlar.
Yukarıda yazdığım Johns Hopkins Center toplantısında (ki uzatmamak için Johnson &Johnson gibi ilaç devlerinin de toplantıya katıldığını yazmadım) şu karar alındı:
-“Salgın hastalıklar konusunda ‘sahte haberlerin' yayılmasını durdurmak zorundayız; bilgiyi kontrol etmenin tek yolu, tek bilgi sağlayıcısının Dünya Sağlık Örgütü olmasıdır!”
Nitekim öyle de oldu… (Bu kurumun Rockefeller ve itibarıyla ABD küresel ilaç şirketlerinin kontrolüne nasıl geçtiğini “Kara Kutu” kitabımda ayrıntılı yazdığım için geçiyorum.)
Şüphe duyulmadan/soru sorulmadan ne bilim, ne de gazetecilik yapılabilir. Kimi gazeteciler tek bilgiye sahip olmadan sosyal medyada neler yazıyor, şaşırıyorum! Bunu halkın beklentilerine uyup popüler olma/tek tık fazla “beğeni” alma adına yapıyorlar herhalde…
Sorsan… Koronavirüs aşısını bulduğunu iddia eden biyoloji ve ilaç şirketi Inovio hakkında tek bilgileri yoktur. Keza derin ilaç şirketi Gilead Sciences ismini bilirler mi? Sanmam.
Bakın:
Koronavirüs kelimesi, sadece COVID-19'u değil, birçok virüs türünü ifade eder. Tahmin edin, aşı geliştirmek için kullanılabilecek koronavirüs için patent sahibi kim; Pirbright Enstitüsü. Ve bilin bakalım sahiplerinden biri kim; Bill ve Melinda Gates!
Şunu söylüyorum:
Bize gerekli olan aşı'dan önce açı'dır:
Israrla, Yeni Soğuk Savaş süreci başladı, diyorum.
29 Mart 2020
Maksim Gorki - Yol Arkadaşım
Teşekkür! Çok teşekkür! Tutup omuzlarımı sarstı. Elimi yakalayıp sıktı, hızlı hızlı salladı. Beş dakika içinde de hikâyesini anlatıvermişti. Gürcü prensi Şakro Ptadze'ymiş bu. Kutayisli zengin bir derebeyinin tek oğluymuş. Transkafkasya istas yonlarının birinde memur olarak çalışıyor, bir arkadaşıyla oturuyormuş. Bu arkadaş günün birinde Prens Şakro'nun paraları ve değerli eşyalarıyla birlikte gözden kaybolmuş. Prens de onun peşine düşmüş. Nasılsa Batum'a bilet aldığını öğrenip o da doğru oraya gitmiş. Fakat Batum'a varınca arkadaşın Odesa'ya gittiğini anlaşılmış. Prens Şakro burada Vano Svanidze adında, (yine yaşıtı ve arkadaşı olan, fakat kendisine benzemeyen) bir berberin pasaportunu alarak Odesa'nın yolunu tutmuş. Odesa polisine hırsızlığı haber vermiş. Ona hırsızı bulacaklarını söz vermişler. İşte iki haftadır bekliyormuş. Bu arada parası tükenmiş, ağzına da iki gündür bir lokma yiyecek girmemiş. İçine küfürler karıştırdığı hikâyesini dinlerken ona bakıyor, anlattıklarına inanıyordum. Acımıştım bu çocuğa. (Yirmi yaşında gösteriyordu ya, saflığına bakarak insan daha da küçük olduğunu düşünebilirdi.) Hırsız arkadaşa nasıl da inandığı aklına geldikçe öfkeleniyor; çalınan eşyalar bulunmazsa, çok sert bir adam olan babasının onu hiç kuşkusuz "hançeriyle kıtır kıtır keseceğini" söylüyordu. Bu çocuğa yardım etmezsem açgözlü kentin onu yutacağını düşünüyordum. Serseriler sınıfını kalabalıklaştıran olayların kimi zaman ne kadar önemsiz şeyler olduğunu biliyordum çünkü. Prens Şakro'nun, saygıdeğer olduğu halde saygı görmeyen bu toplumsal tabakaya düşmek için bütün şanslara sahip olduğu da açıkça görülüyordu. İçimde ona yardım etmek isteği uyandı. Gidip emniyet amirliğinden bir pasaport çıkarmasını önerdiğimde şaşaladı; gitmeyeceğini söyledi. Neden? Meğer kaldığı odanın parasını ödememiş. Üstelik parayı istemeye geldiklerinde adamın birini yumruklamış. Bu yüzden saklanıyormuş şimdi; ödemediği parayla attığı yumruklar için de polisin kendisine teşekkür etmeyeceğini pekâlâ biliyormuş. Sonra attığı yumrukların sayısı da tam olarak aklında değilmiş doğrusu... Durum gittikçe karışıyordu. Çalışıp onu Batum'a götürecek kadar para kazanmaya karar verdim. Fakat, ne yazık ki uzun süreceğe benziyordu bu iş. Çünkü aç kalan Şakro bir oturuşta üç kişilik, hatta daha çok yemeği silip süpürüyordu. "Açların" akını yüzünden limanda gündelikler çok düşüktü o sırada. Seksen kapiklik kazancımın altmış kapiği ikimizin yiyeceğine ancak yetiyordu. Zaten prensle karşılaşmadan öncede Kırım'a gitmek istediğimden , Odesa'da uzun süre kalmak niyetinde değildim. Bunun için prense, yürüyerek yola çıkmayı önerdim. Yanına bir yol arkadaşı bulamazsam Tiflis'e kadar kendim götürecektim onu. Bulursam ayrılacaktık. Prens ince potinlerine, şapkasına, pantolonuna baktı; ceketiyle oynadı; düşündü, taşındı; birkaç kez içini çekti, sonunda razı oldu. Böylece, Odesa'dan Tiftis'e doğru yola koyulduk.
YOL ARKADAŞIM Maksim GORKI
Çukurova Çeşitlemesi - Adnan Yücel
Victor Emil Frankl "Yaşamda anlam bulmanın bir diğer yolu, olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamak yani onu sevmektir."
Frankl’a göre hayattaki anlamı üç farklı şekilde keşfedebiliriz:
1. Bir iş yaparak veya bir iş yaratarak: Toplama kamplarında hayatta kalan insanlara bakarsak bazılarının yarım kalmış eserlerinin olduğunu görürüz. Frankl’da bunlardan birisi ve yarım kalmış eserleri tamamlama inancı bu insanları hayatta tutabilmiştir. İnsan olarak kendimiz bir eser üretmeye veya bir konu üzerinde çalışmaya başladığımız zaman hayatımızı nispeten anlamlandırmış ve buna bağlı olarak mutlu olmuş oluruz.
2. Bir kişi ile karşılaşarak ya da etkileşimde bulunarak: Bu madde bir insana duyulan sevgi anlamına geliyor. Frankl kampta zorlu şartlar altında işkence ve açlık altında çalıştırılırken hayata karısının hayali ve ona karşı duyduğu yoğun sevgi sayesinde tutunmuştur. Bu şunu gösteriyor bir kişiye duyulan sevgi onun fiziksel varlığından bağımsızdır ve sadece hayali bile kişiyi en umutsuz anlarda mutlu edebilir.
3. Kaçınılmaz olan acıya karşı bir tavır geliştirerek: Kişisel acılarımızı yok saymadan onları anlamlandırarak hayatımıza devam etmemiz gerektiğini söyler. Acılarımız bize özeldir ve kimse bu acıyı bizim kadar hissedemez. Biz eğer bu acıları anlamlandırarak başarıya ulaşırsak, acı sadece mutluluğumuzun bir yan ürünü olarak kalır.
Yaşamının anlamsız olduğunu düşünen bir kişi sadece mutsuz değildir; aynı zamanda güçlükle yaşamaktadır...Albert Einstein
“Acılar, sadece gelişiyorsan bir anlam taşır.”
“Yaşanmış olan güzel şeyler artık var olmasalar bile sonsuza kadar sizindir, o yaşanmışlığı kimse sizden alamaz.”
“İnsan kendisi için karar verir. Bu yüzden eğitimin amacı karar verme yeteneğini geliştirmek olmalıdır.”
“İnsanı en çok yaralayan şey fiziksel acı değil, haksızlığın, mantıksızlığın verdiği ruhsal ıstıraptır.”
“Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok ötesine geçer. Sevgi en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. Sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması, yaşayıp yaşamaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkar.”
“Yaşamak acı çekmektir. Yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır.”
“Mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahi bir ışık altında görme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hiledir.”
“Hiçbir insan ve hiçbir kader, bir başka insanla ya da kaderle kıyaslanamaz. Hiçbir durum kendini tekrarlamaz ve her bir durum farklı bir tepki gerektirir.”
“İnsanın temel uğraşı haz almak ya da acıdan kaçınmak değil, yaşamında bir anlam bulmaktır.”
“Başarıyı amaçlamayın. Bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. Çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı.”
“İkinci kez yaşıyormuşsun ve ilkinde yanlış davranmışsın gibi yaşa.”
“Eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın, insan yaşamı tamamlanmış olmaz.”
“Varoluşsal boşluk temel olarak kendini can sıkıntısı durumunda dışa vurur. İnsanlığın, bunaltı ve can sıkıntısından oluşan iki uç arasında sonsuza kadar mekik dokumaya mahkûm olduğunu söyleyen Schopenhauer’i anlayabiliriz.”
“Kişi hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar gerçekleştirir. Kendini gerçekleştirme denilen şey, hiç de ulaşılabilir bir şey değildir. Bunun da basit bir nedeni vardır: Kişi buna ulaşmak için ne kadar çok uğraşırsa, bunu o kadar çok kaçıracaktır. Başka bir deyişle, kendini gerçekleştirme, sadece kendini aşmanın bir yan ürünü olarak olasıdır.”
26 Mart 2020
Beethoven "Müzik, her bilgelik ve felsefeden daha yüksek esin verir."
Müzik, her bilgelik ve felsefeden daha yüksek esin verir.
Hallac-ı Mansur " Cehennem acı çektiğimiz yer değil Acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir."
Zaman ve mekan üstü bir hakikat felsefesi: “Enel Hak...”
Mevlana’dan Yunus Emre’ye, Spinoza’dan Kant’a, Nietzsche’den Ficht’e kadar dünyaca ünlü büyük düşünürlerin felsefi akımlarına ilham kaynağı olmuş büyük İslam düşünürü Hallac-ı Mansur’un “Ene-l Hak” felsefesi üzerinden tarif ettiği varlık, benlik, hiçlik ve yok oluş kavramları, yüzlerce yıldır bilim, sanat, inanç ve felsefe dünyasına ışık tutmaya devam ediyor.
Robert Frost - Sevi Bir Sorun
Senli benli konuştu taze gelinle
Elinde yeşilli aklı bir deynek
Dayanağı korunağı olacak
Sordu dudaklarından çok gözleriyle
"Bu gecelik sığınabilir miyim evinize?"
Döndü ardına baktı
Karanlık pencerenin dibinde
Yürüdü sundurmaya çıktı gelin
Gel dedi göğe bakalım birlikte
Görelim nasıl başlıyor gece
Gel yabancı ikimiz
Yapraklar hışırdadı bahçede
Mavi yaprakları ağaçların
Güz bu doğru kış rüzgarı bu
Yabancı anlayasın isterdim bunu
Karanlık odasında taze gelin yalnız
Eğildi ocağın ateşine
Al güllerce ışıdı yüzü
Yüreğinde bir yanma
Görüverdi sanki içini
Baktı ıraklara o eski yola
Ah altın bir kutuda gümüş iğneyle
Tutturulmuş olsaydı yüreği şimdi
Düşündü gelincik az daha
Bir dilim ekmek bir güzel çanta
Acıdı Tanrı'nın fakirliğine
Ya da şu zenginliğine
Ne o ne de yabancı
Bir çift söz edememişti sevileri üstüne
Anlamak istiyordu ne olduğunu içindekinin
Odasında hala taze gelin
Neyzen'in Akif'i Ağlatması
Mütareke zamanında idi. Bir gün Sebilürreşad idarehanesinde üstadla oturuyorduk. Neyzen Tevfik çıkageldi. Üstbaş perişan, selâm, vererek içeri girdi. Şöyle bir tarafa yıkıldı. Çok sarhoştu. Biraz geçtikten sonra rakı dolu matradan birkaç yudum aldı. Fakat artık işba haline gelmiş, bir yudum bile içecek hali kalmamıştı. Biraz sonra matradaki rakıdan avucuna boşalttı. Kolonya gibi yüzüne, gözüne, başına, saçlarına içirmeye savaştı.
Nihayet neyini alarak üstadın oturduğu koltuğun önünde, üstadın dizi dibinde yere oturdu, üflemeye başladı. O halde muhrik bir taksim yaptı. Baktık, üstadın gözlerinden sessiz sessiz yaşlar dökülüyordu. Neyzen bunu görünce Neyi bıraktı, üstadın boynuna sarıldı. Sakalından, yanaklarından öpmeye başladı. Öptü, öptü...
Biz bu manzara karşısında mebhut kaldık. Üstad neye ağladı? Neyin hazin sesine mi? Neyzen’in bu haline mi? Artık ne bizim sormamıza lüzum vardı, ne onun söylemesine! Şimdi ne vakit Neyzen’i görsem bu levha hatırıma gelir.
Wilhelm Reich - İnsanın Doğadaki Yeri
23 Mart 2020
Franco Fortini - Suç Ortaklığı
kederli çocuklar da yaşamakta devam eder,
doğduğuna kimbilir ne kadar pişman olacağını
henüz bilmeyen.
Burda Kalan - Şükran Kurdakul
Erich Fromm - Sevginin ve Şiddetin Kaynağı
2. Kötülük dereceleri aynı zamanda gerileme derecelerini gösterir. En büyük kötülükler, yaşama en çok karşı olan eğilimlerdir: Ölüm sevgisi, ana rahmine, toprağa, canlı olmayan şeylere dönmek için girişilen kandaşlar arası cinsel ilişki bağıyla birlikte yaşama çabası; narsist bir biçimde insanın kendisini kurban etmesi; bu durumda insan yaşama düşman olacak ve kendi benliğinin hapishanesinden kurtulamayacaktır. Böyle yaşamak,-cehennem-de yaşamaktır.
3. Daha küçük gerileme derecelerine göre daha küçük kötülükler vardır: Sevgi yoksunluğu, akıl yoksunluğu, ilgi yoksunluğu, gözüpeklik yoksunluğu gibi.
4. İnsan gerilemeye de ilerlemeye de yatkındır; bu da insanın hem iyiliğe hem kötülüğe yatkın olduğunu söylemenin başka bir yoludur.Her iki yatkınlık belli bir denge oluşturuyorsa insan seçmekte özgürdür ama farkında olma yetisinden ve çabasından yararlanması koşuluyla. İnsan, içinde bulunduğu durumların belirlediği seçenekler arasında seçme yapmakta özgürdür. Ne var ki yüreği yatkınlıklar arasındaki dengeyi sarsacak ölçüde katılaşmışsa seçmekte özgür değildir artık. Özgürlüğün yitirilmesine yol açan olaylar zincirinde sonuncu olay, insanın artık özgür olarak seçemeyeceği bir karardır; ilk kararı verirken insan, kararının önemini kavramışsa iyiliğe gidecek yolu seçmekte özgür olabilir.
5. İnsan seçmekte özgür olduğu ölçüde kendi eylemlerinden sorumludur. Ama sorumluluk ahlaksal bir varsayımdan başka bir şey değildir, çoğu zaman da yetkililerin insanı cezalandırma isteklerini akla uydurmak için başvurdukları birşeydir. Kötülük insanca bir şey, gerileme ve insanlığımızı yitirme yetisi olduğundan her birimizin içinde vardır. Bunun ne ölçüde farkında olursak, başkalarını yargılamaya hakkımız olmadığını o ölçüde anlarız.
6. İnsanın yüreği katılaşabilir, insanlıktan çıkabilir ama hiçbir zaman insanlık dışı olamaz. Her zaman insan yüreği olarak kalır. Hepimiz, insan olarak doğmakla belirlenmişizdir;bu yüzden de sonu gelmeyen seçmeler yapmak göreviyle yükümlüyüzdür. Amaçlarla birlikte araçları da seçmemiz gerekir. Kimsenin bizi kurtaracağına güvenmemeliyiz; ama yanlış seçmelerin kurtulmamızı engelleyeceğinin farkında olmalıyız. Gerçekten de iyiliği seçebilmek için farkında olmamız gerekir - ama başka bir insanın acısına, başka bir insanın dostça bakışına, bir kuşun ötüşüne, otların yeşilliğine karşı duyarlılığımızı yitirmişsek, farkında olmanın da yararı olamaz. İnsan yaşama karşı ilgisini yitirmişse iyiliği seçebileceğini ummamalıdır artık. O zaman yüreği öylesine katılaşacaktır ki -yaşamın kendisi sona erecektir. Tüm insan ırkı, ya da insanların en güçlüleri bu duruma gelirse,insanlığın yaşamı en büyük umutlarla dolu olduğu bir anda yok olup gidecektir.
22 Mart 2020
Johann Wolfgang von Goethe
Yüreğin mutluluktan dolup taşınca,
Mutluluk, Sevgi, Gönül, Işık, Tanrı…
İsim gürültüden başka birşey değildir.
Göklerin ihtişamını bizden gizleyen bir sistir…
21 Mart 2020
20 Mart 2020
Koronavirüs " Doktor olan bir kuzenimin kendi aramızdaki whatsapp grubunda yazdıklarını aşağıda sizlerle paylaşıyorum."
Doktor olan bir kuzenimin kendi aramızdaki whatsapp grubunda yazdıklarını aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
Yıllardır doğru düzgün girmediğim facebooka bu virüs yüzünden girip bir şeyler yazayım istedim çünkü neredeyse 15 ocaktan bu yana, yani 2 aydır bu hastalık üzerine bilimsel makaleler de dahil çok fazla okuma yaptım.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu virüsten kaçış yok arkadaşlar. İstisnasız hepimiz yakalanacağız. Ama ne kadar geç yakalanırsak o kadar iyi, bunu en sonda açacağım. Aynen grip virüsünde olduğu gibi önümüzdeki yıllar, on yıllar boyunca bu virüsle yaşamayı öğreneceğiz. Emin olun bu kesin. Şu an alınan karantina, tatil, izin vb önlemlerinin tamamı virüsün yayılma hızını yavaşlatıp, sağlık sektörünün çökmemesini sağlamak üzere alınıyor.
Çok hızlı yayılımda hastanelerin yoğun bakım üniteleri çıkmaza giriyor ve bilamecbur İtalya örneğinde olduğu gibi hangi hastanın yaşayacağına, hangisinin öleceğine karar verilmesi gereken berbat bir durum ortaya çıkıyor.
Virüs dediğimiz şeyler aslında öldürücü, şeytani birer düşman değiller. Onlar da aynen bizim gibi üzerinde konuşlandıkları alan sayesinde yaşayan canlılar. Zaten genelde hayvanlardan bize geçiyorlar ve evet, hayvanları genelde öldürmüyorlar. Çünkü kendileri de yaşamak için üzerinde yaşadıkları canlılara muhtaçlar. Yüzyıllardır hayvanlarla beraber yaşamaya alışmışlar.
E peki biz neden ölüyoruz? Çünkü birbirimizi tanımıyoruz. Virüs kendini hala hayvan vücudunda zannediyor. Yeni yerleştiği konağın şartlarını henüz bilmiyor. Belli bir süre geçtikten sonra hem bizler onlara bağışıklık kazanacağız hem de onlar kendi sonsuz yaşamları için mutasyona uğrayacaklar. Böylece beraber yaşamaya alışacağız.
Mesela aranızda herpes labialis adlı virüsü duyan oldu mu hiç? Duymadınız ama kendisi dünyanın en yaygın virüslerinden birisi ve bir kere vücudumuza girdikten sonra biz ölene kadar vücuttan atılamıyorlar. Peki ne yapıyor bu virüs? Dudağınızda uçuk çıkarıyor. O kadar işte. Bizi öldürmüyor çünkü biz ölürsek kendisi de yaşayamıyor.
Grip virüsü de hemen hemen öyle. Öldürücülük oranı %0.1 civarı ve genelde zaten vücudunda kronik sorun olanları öldürüyor. Her sene ve her sene dünyada yarım milyar insan grip virüsüne yakalanıyor. Bu şekilde birlikte yaşamaya alıştığımız tonla virüs var. Corona virüsler (sars, mers vb) ile de yaşamaya alışacağız (tabii mers ile belki 1000 yıl sonra).
Sadede gelirsem, dediğim gibi hepimiz bu virüse yakalanacağız. Hatta belki birçoğumuz yakalandı bile ama fark etmedi. Ve hatta hastalığı da atlattı. Vücudu virüsle yaşamaya çoktan alıştı ya da virüs o vücutta yaşayamadı ve başka konaklara geçti. Bu konuda en güzel örnek Diamond Princess gemisi. Gemideki 3700 kişinin 700'ünde test pozitif çıkmış. Ama bu 700 kişinin 350'si hastalığı hissetmemiş bile. Ve hala da çok sağlıklılar. Yatak döşek yatmıyorlar. Ki yaş ortalamaları da baya yüksek.
Peki neden böyle? Çünkü o 350 kişinin bağışıklık sistemi çok güçlü. Yani bu hastalıkta en önemli şey bağışıklık sistemi. Aramızda bağışıklığı iyi olanlar, spor yapanlar, doğru besinleri alanlar, sigara içmeyenler vb. bu hastalığı belki hissetmeyecek bile. Belki hafif bir grip gibi atlatıp hayatlarına devam edecekler.
Ne yapmak gerekiyor? Öncelik vücut direnci. Spor ve hareket. Sonrası beslenme. Özellikle meyve sebzeler ile daha spesifik şeyler, mesela sarımsak, yoğurt, kefir, yeşil çay vb. Sonrası ise besin takviyeleri. Özellikle c vitamini, çinko, beta glukanlar (1.3 ve 1.6) ve kara mürver ekstresi. Meyve sebzeler ve takviyeler eğer kendinize de dikkat ederseniz bu kışı atlatmanızı sağlayabilir. Çünkü bağışıklık sistemini çok dirençli hale getiriyorlar.
Dediğim gibi, bu virüsle yaşamaya alışın. Önümüzdeki yıllarda, hatta belki aylar ya da haftalarda mutasyona da uğrayacak, ya daha ölümcül olacak, ki kendi de kaybeder, bu yüzden bunu düşük olasılık görüyorum, ya da o da bizimle yaşamayı öğrenecek. Aşısı bulunsa bile mutasyona her uğradığında aşı işlevini kaybedecek. Grip aşıları da öyledir. Sizi sadece geçmiş senelerin grip virüslerinden korur. Yenilerinden değil. Yani tam koruma sağlamaz. Tam koruma her zaman için bağışıklık sisteminizdir.
Fakat dediğim gibi virüsün canlılığını devam ettirebilmesi için bulunduğu konağı öldürmemesi ve başka konaklara geçebilmesi gerekiyor. Bunun için de mecburen mutasyona uğramak zorunda. Mutasyon dediğimiz şey ise nesille alakalı ve virüsler çok hızlı üreyip öldükleri için bizlerde yıllar alan nesil değişimi onlarda saatler alabiliyor. Bu sayede çok hızlı mutasyon geçiriyorlar. Ve büyük bir olasılık süre geçtikçe virüs bulaştığı kişiyi öldürmeyecek şekilde mutasyon geçirecek. Yani bu virüsü ne kadar geç kaparsanız tehlikesi o kadar az olacak.
Evet, hepimize uğrayacak bu virüs ama ne kadar geç uğrarsa o denli şanslı olacağız. Bu yüzden olabildiğince evden çıkmamak, hijyene dikkat etmek, gerekli şekilde beslenmek, hareket etmek ve gerekli takviyeleri almak gerekiyor. Bunları yapanlar emin olun hepimizden uzun yaşayacak.
Özet
1- Kendinizi karantinaya alın. Virüsle en geç temas edenler en şanslıları olacak
2- Hijyen. Olabildiğince temizliğe dikkat edin.
3- Meyve sebze yiyin.
4- Bağışıklığa iyi gelen sarımsak, kefir, yoğurt gibi besinler tüketin.
5- Bağışıklığa çok iyi gelen besin takviyeleri ve vitaminler alın. Örnek: beta glukanlar, c vitamini, çinko, kara mürver ekstresi vb.
6- Hareket edin ve evinizde spor yapın.
7- Sigarayı bırakın.
8- Bol su için.
Falih Rıfkı Atay - Batış Yılları
Robin Sharma - Ferrari'sini Satan Bilge'nin Gizli Mektupları
18 Mart 2020
18 Mart Çanakkale Zaferi Ve Şehitleri Anma Günü'nün 105.Yıldönümünde başta M.Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle, şükranla ve minnetle anıyorum.
“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” M. Kemal Atatürk
Çanakkale muharebeleri sırasında komutanlara verdiği emre ilâve ettiği bir söz:-Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman esnasında yerimizi başka kuvvetler ve komutanlar alabilir.
Odisseus Elitis - Yokluğun İklimi
Dünyanın bütün bulutları günah çıkardı
Yerlerini tasam doldurdu
Ve saçlarımın içinde üzgün düşüverince
Pişmanlık duymayan elim
Bir acının düğümüne bağlandım.
II
Saat unuttu kendini akşam olurken
Anıdan yoksun
Ağacı sessiz
Denize doğru
Unuttu kendini akşam olurken
Kanat çırpmalardan yoksun
Yüzü kımıltısız
Denize doğru
Akşam olurken
Sevgiden yoksun
Ağzı kararlı
Denize doğru
Ve ben içinde, kendime çektiğim durgunluğun.
III
Öğle sonrası
Ve onun imparator yalnızlığı
Ve rüzgârların sevecenliği
Ve atılgan çekiciliği
Hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir şey
gitmiyor.
Bütün alınlar çıplak
Ve duygu yerine bir duru cam.
Erich Fromm - Psikanaliz ve Din
18-24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası
17 Mart 2020
16 Mart 2020
Haldun Taner "Çok Güzelsin Gitme Dur"
15 Mart 2020
Tomris Uyar " İnsanı önce kendi soyu yer bitirir, kendi cinsi yağmalar."
Metin Altıok - Beraberken
Aforizmalar - Albert Einstein
Einstein’ın Yaşam, Ölüm, Savaş, Barış, Bilim, Din, Tanrı ve Diğer Şeyler Üzerine yazdığı, not ettiği hâlâ güncelliğini koruyan aforizma tadında denemeleri.
Ben gelecek için hiç endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor zaten
Eğer ödenecek bir bedel yoksa, bir değer de yoktur.
Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsun bir amaca bağlan, insanlara ya da eşyalara değil.
Din olmadan bilim eksiktir, bilim olmadan din kördür.
Karl Marx
Lɑnetlenmeyi göze ɑlmɑyɑn bir insɑn hiçbir şey yɑpɑmɑz.
Toplumlaɾ üstesinden gelemeyecekleɾi soɾunlaɾı gündeme getiɾmezleɾ.
İnsanlaɾ taɾihleɾini kendileɾi yapaɾlaɾ, ama onu seɾbestçe kendi seçtikleɾi paɾçalaɾı biɾ aɾaya getiɾeɾek değil, dolaysızca önleɾinde bulduklaɾı, geçmişten devɾeden veɾili koşullaɾda yapaɾlaɾ. Tüm göçüp gitmiş kuşaklaɾın oluştuɾduğu gelenek, yaşayanlaɾın beyinleɾine biɾ kabus gibi çökeɾ.
Anlatılan senin hikayendiɾ.
Eğeɾ dış göɾünüş ve şeyleɾin özü aynı olsaydı, o zaman bilime geɾek kalmazdı.
Yɑşɑmı belirleyen bilinç değil, ɑmɑ bilinci belirleyen yɑşɑmdır.
Mɑdem ki insɑnı biçimlendiren yɑşɑdığı koşullɑr; koşullɑr en insɑnı şekilde biçimlenmelidir.
Açıklanması geɾeken ya da taɾihi biɾ süɾecin sonucu olan şey, canlı ve etkin insanın doğa ile metabolik alışveɾişinin ve dolayısıyla doğayı mülk edinişinin doğal, inoɾganik koşullaɾıyla biɾliği değil, etkin insanla bu insanın vaɾoluşunun koşullaɾının biɾbiɾinden ayɾılmasıdıɾ; ve bu ayɾılış tam anlamıyla ilk kez ücɾetli emekle seɾmayenin ilişkisinde kendisini oɾtaya koymuştuɾ.
Cimɾi aklını kaçıɾmış biɾ kapitalisttiɾ, kapitalist ise aklı başında biɾ cimɾi.
Dünyɑyı ɑnlɑmɑk yetmez, onu değiştirmek gerekir.
İşe fiilen bɑşlɑr bɑşlɑmɑz, ɑrtık, emeği onun olmɑktɑn çıkmıştır ve bunun için de bu emeğin şimdi işçi tɑrɑfındɑn sɑtılmɑsı sözkonusu olɑmɑz.
Aşacağımız son kapitalist,muhtemelen bize asma halatını satan kişi olacaktıɾ.
Dünyɑnın kurtuluşu sosyɑlizmdedir.
İnsɑnlɑrın vɑrlığını belirleyen onlɑrın bilinçleri değildir; tersine insɑnlɑrın bilinçlerini belirleyen onlɑrın vɑrlıklɑrıdır.
Göɾünen, geɾçek olsaydı bilime geɾek kalmazdı.
13 Mart 2020
Kemal Tahir - Yol Ayrımı
Tezgah - Melih Cevdet Anday
Yaşamak için geldim dünyaya
Ama nedir bilmeden saadet
Araya araya..
Bazen düşünüyor da insan
Hiçbir şeyden haberi yok toprağın
Saadet yüzünden açmışız aramızı
Bu ağaçtan, bu yıldızdan,
bu kuştan.
Ömrüm oldukça şiir yazacağım
Selam olsun benden arda
kalanlara
Bilsinler yürüdükleri yolları
Oturdukları masayı bilsinler..
Kıymasınlar taşıtlarda geçen
vakitlerine
Bilirim bir sevgili bekler durakta
Şunu anladım ki bu fani hayatta,
Yol daha uzunmuş vuslattan.
Kan ter içinde koşmuşun ama kaçmış vapur
Zarar yok, denize bak yeni baştan
Her şey öyle taze, öyle güzel ki
Bitmez, tükenmez dünyadaki
maceran...
Biz bir kumaş dokuyoruz
Güle ağlaya,
Ne mesuduz, ne bedbahtız
Başka, bambaşka.
İlhan Selçuk "Anormal Bir Yazı"
- Deli misin sen?
Şimdi diyorlar ki:
- Manyak mısın be!
Günlük yaşama giren yabancı sözcükler çoğalıyor.
Halk kimi zaman bir yabancı sözcüğü alıyor, eviriyor, çeviriyor, yeni anlamlar yükleyip istediği gibi kullanıyor. "Normal" bunlardan birisidir. Vaktiyle bedeninde kırıklık duyan kişi ne söylerdi:
- Rahatsızım...
Şimdi aynı durumda bir genç, çevreye derdini anlatmak isterse yakınıyor:
- Normal değilim...
Dolmuşta, şoför arkadaşına anlatıyormuş:
- Akşamları bir tek attım mı normalleşiyorum.
- Sonra?
- İki tek atınca daha çok normal oluyorum.
Artık kızdığımız kişiye:
- Anormal herif... diyoruz.
Hayat "normal-anormal" ikileminin gel-git'lerinde yaşanıyor; kime rastlasanız ülkenin ve dünyanın olağanüstü dönemler geçirdiğini yineliyor.
Soruyorsunuz:
- Neden?
- Dünyanın durumuna baksana!.. Ortadoğu kan ve ateş içinde çalkalanıyor. Lübnan parçalandı. İran-Irak savaşı sürüyor. Karayiplerde neler oluyor? Afganistan'da çarpışmalar sürüyor. Her ülkede kaynaşma durmuyor.
- Anormal gelişmeler mi söz konusu?
- Evet.
Acaba doğru mu?
Dünyanın her yeri dingin ve güllük gülistanlık olsa "normal"dir diyebilecek miydik? 20'nci yüzyıldan önce
dünyada eşitsizlik, kölelik, zulüm gırla giderken nice ülke üzerinde hiçbir rüzgar esmeyen bataklık gibi kımıldamazken her şey normal miydi?
Soralım kendi kendimize:
- Sakın bizim kafamızda anormal olanı normal, normal olanı anormal sayan bir bozukluk, ya da koşullanma olmasın?
Yakın çevremize bakalım: Bir zamanlar kadınların erkek güdümünde bulunması normalmiş; sonra kadın özgürlüğü ya da bağımsızlığı diye bir dava ortaya atılmış? Acaba hangisi normal? Kadının köle, erkeğin efendi olması mı? Yoksa kadınla erkeğin eşit insan sayılması mı?
Normalin anormalleşmesi, anormalin normalleşmesi toplumsal yaşamda bir süreç sorunudur. Herkesin fes giydiği toplumda açık başla gezmek anormaldir; herkesin fesi yaşamadığı bir toplumda kırmızı kalıplı, siyah püsküllü fesle dolaşmak normal midir?
Kimi toplumlarda adı deliye çıkarılmış insanlar vardır ki herkes gibi davranmadıkları için kınanırlar. Oysa yaptıklarını toplumların dar koşullarından sıyırıp evrensel ölçüye vurduğunuzda ortaya bir başka değer yargısı çıkabilir.
Topluma ters düşen çıkışları, fikirleri, davranışları, tutumları, inançları yargılarken dikkatli olmalı.
Normal dönemlerde anormal davranışlar normal sayılmaz da anormal dönemlerde anormal davranışlar normal sayılmaya başlar. İşte o zaman toplum çivisinden ya da şirazesinden çıkmış gibi olur; neyin nesi, kimin fesi olduğunu anlayamadığınız kişiler ortaya çıkıp şaşırtıcı eylemlere girişirler.
Toplumu normalleştirmek için anormal davranışları normal sayanların, anormalleşen toplumların normal tepkiler karşısında şaşırmaları da bundandır.
Turhan Selçuk "Abdülcanbaz...Düzenbazdan Halk Kahramanına"
ÖDÜLLERİ SAYMAKLA BİTMİYOR
ABDÜLCANBAZ... DÜZENBAZDAN HALK KAHRAMANINA
İLHAN SELÇUK, AĞABEYİNİ ANLATIYOR: RÜYALARIMIZ AYNIYDI
KIZI ASLI SELÇUK: BABAM DEVRİMCİ BİR SANATÇIYDI
EŞİ RUHAN SELÇUK: ONUR ABİDESİ
Metin Eloğlu - Pastırma Yazı
Bura benim yarınımdan sakınan tel tel
Bura işte ilkyazından irkilip huylandığım
Dedim ya gün batmadan gunnamaz çakal
Işıtmaz solutmaz bir aşkın doğusu bu
Köpeklenmiş havuzda boğum boğum kediler
Hoşundu be İstanbul, hoşundu savsak günler
Çöl dünümle ikizlenen ne yavan olgu
Bu çağandan kalacak bir sünepe bildiri
Öncelenmiş yalanlarla yaka paça gidiyor
Olmaz olaydı bu yaz, demez olaydı şiir
Dedim ya aşkımızın en firavun günleri