28 Eylül 2016

Andrei Tarkowski - İz Sürücü

yaz bitmiş yazıt bırakmaksızın,
dünya neşeyle esrik,
ama yeterli değil.
sonsuz yaşamın himayesi,
ilgisiyle mest oldum,
ikna oldum şansıma,
ama yeterli değil.
hiçbir yaprak, asla sararmadı,
hiçbir dal hoyratça kopmadı,
gün, cam gibi, her şeyi yıkadı,
ama yeterli değil.
*

gözlerini seviyorum,
biricik dostum
oyunları çok tutkulu ve parlak
ne zaman ki fırlattığın ani bakışı yakalıyorum,
bir yıldırım gibi, cennetten kaçak,
istilasında her şey uçtan uca,
görüyorum.
ama hayranlığım fazlasına:
mahzunluğunda düşen gözlerin,
aynadır sevda kıvılcımlarına,
ve kirpiklerin şahit olur,
kasvetli, donuk bir tutku ziyaretine




Alain Bosquet - Tan Olmak

Tan olmak
kutsamak için tanı;
kuş olmak
hayran olmak için kuşa;
çimen olmak
yaraşmak için çimen yaşamına:
yitmekti sevmek
sevilende.
Yele oldum
(günaydın, kısrak!)
Taşyaprağı oldum,
(iyi akşamlar, gelincik!)
ve şu yassı çakıl
öteki çakılların arasında
dalgaların çarptığı.
Değişim,
artık değişmek istemiyorum:
seviyorum.
Aşk,
artık sevmek istemiyorum:
değişiyorum.



Rıfat Ilgaz - Körüz Biz

Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapan
Tan yerinden söken umut ışığı
Sizin olsun çekik gözlü kardeşlerim
Aydınlıklar sizin olsun körüz biz

Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlara
Göremeyiz ateş böceklerini biz körüz
Çakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda

Bir bulut ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır
Göz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl döner
Körüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden

Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında eziledursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi

Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü ha düşecek çelik gagalardan
Mantar mantar açılan tohumlar sıcakta

Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz gözbebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil

Karakılçık adlı şiir kitabından 

Nietzsche - Amor Fati

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.




22 Eylül 2016

Yahya Kemal Beyatlı - Deniz Türküsü

Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...

İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

21 Eylül 2016

Murathan Mungan - Kibrit Çöpleri

 

“İçinde yaşıyor olmanın bilgisiyle ne kadar tanıdık gelirse gelsin, ‘Fotoğrafta başka çıkıyor o,’ dediğimiz şeydir hayat.

Murathan Mungan’dan geçen ay, farklı bir deneme kitabı olan ve onun eserlerinin perde arkasını daha iyi tanımamızı sağlayan Stüdyo Kayıtları’nı okumuştuk. Bu ay ise bize bir öykü kitabı armağan ediyor. Stüdyo Kayıtları’nı okumuş olanlar bilir, Mungan orada her seferinde farklı bir yaratıcılık peşinde olduğunu anlatıyrodu. Kibrit Çöpleri de farklı bir hikaye kitabı...

Kitabın sırrı ise adında ve alt başlığında gizli biraz da... Kibrit Çöpleri –takribi ve vasati kıpkısa öyküler–. Gerçekten de kıpkısa öyküler bunlar, neredeyse bir kibrit çöpünün bir çakımlık ömrü kadar zaman diliminde okunup bitiveriyor. İçlerinde birkaç satırlık olan dahi var. En uzunu ise yalnızca bir buçuk sayfa uzunluğunda...

Her türlü süsten püsten uzak, olabilecek en yalın dil ve kurguyla yazılan bu öyküler de kısacık anlara yoğunlaşıyor zaten. Bu özelliğiyle de aslında sayfalar sürecek bir öyküden çok daha yoğun ve sarsıcı olmayı başarıyor. Çünkü yalnızca birkaç satırda, dikkatinizi tamamen anlatılan o ‘an’a yoğunlaştırmayı ve anlatılanı en yoğun ve derin biçimde duyumsamanızı başarıyor.

Dili ve kısalığıyla içerdiği yoğunluk bakımından şiire yakın duran bu öykülere ve onları okuma biçimimize dair ipuçlarını (yoksa öğüt mü demeliydim!) daha ilk öykü olan Duman İşaretleri’nde veriyor Mungan; “Ben ne yapmam, ne söylemem gerektiğini yalnızca kağıt üstünde bilen biriyim, der Hikâyeci. Söylediklerimi, gösterdiklerimi buna göre tartıp biçin. Sizden tek isteğim, hız yapmayın okurken. Göze az görünenler, hızda çabuk kaybedilirler.”

Yazarın kendi deyimiyle “azalmış sözün duruluğuna, kaynak suyunun berraklığına” ulaştırarak yazdığı bu öyküleri okumak, bir tür meditasyon etkisi yaratıyor adeta. Her türlü süsten uzak, en yalın biçimde anlatılanın esas kaynağına doğrudan varıyor ve anlık küçük aydınlanmalar yaşıyorsunuz bir anlamda.

Öykülerin kısacık anlara yoğunlaştığını söylemiştik. Mungan da doğrudan An adını verdiği bir hikayesinde, bizzat bu durumun altını şu sözleriyle çiziyor zaten: “En kısa hikaye parçasına an denir. Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. ‘Bütün yaşamımız’ dediğimiz de o birkaç ana bakar aslında... Bu yüzden yıllar sonra en çok hatırladıklarımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır. Niye hikâaye yazıyorum sanıyorsun?” ve hikâyecinin görevini de şu sözlerle tanımlıyor: “Eskiden kimi halklar ölülerin göz kapaklarına paralar, taşlar koyarlarmış uğurlarken... Anlar bizim göz kapaklarımızda kalandır. Hayatın dizinin dibine oturup hikâye söyleyenler, bizim sanatımız gözkapakları için anları parlatmaktır.”

Dönüp dönüp okunacak, derin derin yudumlanacak bu öykülerde, kimi zaman da çeşitli insan portrelerine yoğunlaşıyor Mungan. Yazar bir öyküsünde oturduğu kafeden dışarıyı izleyen bir adamın bir anlık zaman diliminde gözlemlediği köpekli bir adamı anlatırken, bir diğer öyküsünde bu kez de kafede yalnız başına oturan öfkeli bir adamın bir anını anlatabiliyor. Yazarın bir psikolog titizliğiyle derinliğine çözümleyip önümüze koyduğu bu portrelerin yalnızca birkaç satırda anlatılmış olduğunu fark ediyorsunuz sonra ve Mungan’ın “gözkapakları için anları parlatmak”la neyi kastettiğini anlayıveriyorsunuz. Bir tür fotoğraf makinesi gibi hayatın içinden anların ve (tüm ilginçlikleri aslında sıradanlıklarında yatan) portrelerin, en yalın hallerini yakalayıp birkaç satırda, bir çeşit fotoğraf karesine dönüştüren Mungan; kitap sayfalarındaki hikâyelerin bize neden gerçek hayattan daha büyüleyici geldiğini ise Saat Kulesi’nde şu sözleriyle dile getiriyor: “Burnumuzun dibindeki hayatlar, küçük taşra şehirlerinde, kasabalarında yaşanan uzak hayatlar, yanımızdan geçip giden hayatlar ancak kitaplarda rastlanabilecek nice tuhaflıklar barındırır. Oysa biz onları yanı başımızdayken değil, kitaplarda gördüğümüzde fark eder, şaşırırız. Tuhaflıklar konusunda kitaplarda yazan hikayeler nedense hayattan daha ikna edici gelir bize.”

Mungan, Kibrit Çöpleri’nde yalnızca kısa öyküler anlatmıyor, bir noktadan sonra yine öykü sanatı üstüne kafa yormaya devam ediyor, öyküleri ve öykü kişilerini okumaktan neden mutlu olduğumuza dair yorumlarda bulunuyor: “Kimsenin giymek istemediği türden kaba örülmüş hırkalar, kazaklar giyen; kapağını açtığı tencereden yüzüne vuran buhardan başına ilk kez böyle bir şey geliyormuş gibi irkilen kadın ya da... Gün içinde yaşadığınız, üzerinde durmaya değmez sandığınız, hemen herkese önemsiz görünen onca ayrıntının, gündelik tekrarın, alışkanlığın bir öykü cümlesinde tam da sizin düşündüğünüz gibi capcanlı ifade edildiğini okuduğunuzda, hayata ilişkin bir mutluluğa kapıldığınız olur mu sizin de?”

Evet, işte bu kitabın sırrı tam da burada saklı. İşte tam da o tencere buharından irkilen kadın benzeri tanıdık durumları, kaba örgülü kazaklar giymek misali alışkanlıkları hayatın içinden çekip çıkarıp anlattığı için bu denli tanıdık, sıcak ve güzel geliyor bu kitap. Tam da bu duyguları üstümüzde yaratmayı başardığı için hikayecilik sanatını uygulamış oluyor.

Kitabın manasını, hikayecinin derdini ve benim uzun uzun anlatmaya çalıştığım sırrı ise Duvargeçenler’in sonunda birkaç satırda özetliyor Mungan; “İçinde yaşıyor olmanın bilgisiyle ne kadar tanıdık gelirse gelsin, ‘Fotoğrafta başka çıkıyor o,’ dediğimiz şeydir hayat. Bu nedenle yaşamdan ödünç alınmış birileri, edebiyatın gerçek kahramanlarıdır. Hayatta onların benzerlerini görmüşlüğünüz çok olabilir, ama kendileriyle asla karşılaşmazsınız. Yaşadıkları suların sayfalarından çıkarıldıklarında ölürler çünkü... Bizi onlardan sayfalar ayırır. Birbirimizin duvarlarından hikâyelerle geçeriz.”

Cesaret - Tehlikeli Yaşamanın Coşkusu - Osho

İnsanlar her zaman uyumlu oldukları kalabalıklar içinde olmak ister. 
Sen farklı olmaya başladığın an, bütün kalabalık şüphelenmeye başlar; bir şeyin ters gittiğini düşünür. 
Seni tanıyorlar ve değişimi görebiliyorlar. 
Seni, 
gerçek benliğini hiç kabullenmediğin zaman tanımışlardır ve şimdi birden gerçek benliğini kabul ederken görüyorlar.
 
 
  CESARET
 Eğer cesur değilsen samimi olamazsın.Eğer cesur değilsen sevemezsin.Eğer cesur değilsen güvenemezsin.Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.O yüzden önce cesaret gelir.Ve diğer her şey onu izler. 

Gülten Akın - Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın 
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler 
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır 
Işırsa beni unutma 
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün 
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün 
Bir yer sızlar yanar içimde büsbütün 
Her şeye rağmen ellerin üşür 
Üşürse beni unutma 
Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer 
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular 
Kahredersin başın önüne düşer 
Düşerse beni unutma. 


17 Eylül 2016

Aziz Nesin - Geriye Kalan

Birgün bir sinir hastalıkları uzmanına bir hasta gelir. 
 
-Doktor, der, hastayım, hayattan zevk alamıyorum. Açlar aklıma geliyor, yemek yiyemiyorum. Çıplaklar hatırıma geliyor, onlarla birlikte üşüyorum. Her cinayette kendimi suçlu buluyorum. Her katil bıçağının kabzasını sanki benim ellerim tutmuştur. Her atılan kurşun benim kalbime saplanıyor. Bütün bu toplumun suçları benim omuzlarıma yüklenmiş. Artık gülmesini unuttum. Doktor, hastasını omzundan tutar, pencerenin önüne getirir, perdeyi aralar, parmağıyla karşı duvardaki afişi gösterir. Bu afişte, bir sirk palyaçosunun reklamı vardır. 
 
-Azizim, der, şu palyaçoyu görüyor musun? Tavsiye ederim, her gece bu palyaçonun gösterilerine git. Bütün kederini, elemini, derdini unutursun. Gülmeyi, kahkahayı öğrenirsin. Hayattan yeni baştan zevk almaya başlarsın.

Hasta, başını eğer, 
 
-Doktor, der, işte o palyaço benim! Sekiz yıllık yazarlık hayatım, bu palyaçonun hayatına benzer. Sevgili okurlarım! İşte o kavgadan Geriye Kalan gözyaşlarından süzdüğüm şu bir avuç kahkahadır...


Fyodor Dostoyevski

İnsanlar basit ve üstün olarak ikiye ayrılırlar. Basit olanlar, yalnızca insan cinsini üretmeye yararlar. Diğerleri de, yeni şeyler söylemek isteğiyle doğmuş üstün insanlardır. Toplum, muhafazakarlık görevini yerine getirmek için çok kez bu insanları asıyor - kesiyor ya da her türlü hareket imkanından mahrum ediyor. Ama yine aynı toplum, bir nesil sonra bu astığı insanların anıtını dikip, onlara saygı gösterisinde bulunuyor. İlk bölüm şimdinin adamıyken, ikincisi hep geleceğin adamıdır. Birinciler dünyayı korur ve nüfusu çoğaltırlar. İkincilerse onu hareket ettirir ve asıl amaca doğru yürütürler.
 

Behçet Necatigil - Düzyazılar II

Bizi biz eden kaçışlardır, kenara çekilişlerdir. Kalabalıkların ortasında kendi yalnızlığını sürdürüp bir kozayı olgunlaştırmaktır. Bütün çalışmalar birer yalnızlığı gerektirir. İçinde birikene eğilen, ‘içeriyi’ dinleyen kişi, dışarda söylenenlerden daha çok şey duyar.
 
1999
 
 

14 Eylül 2016

Murathan Mungan - Yüksek Topuklar

 
Bundan birkaç yıl önce yazmaya karar vermiştim bu öyküyü.

Güzel ve uzun bir öykü olsun istemiştim. Her zamanki gibi onca iş, onca uğraş girdi araya; gündeliğin hayhuyunda başka öyküler, başka öykücükler; yalnızca yazılan, yazılmayı bekleyenler değil, yaşananlar da geçit vermedi... Sonunda, "Bir gün yazarım, nasıl olsa bir gün yazarım," diye beklettiklerimden biri olup çıktı bu da... Kimi zaman, yazdığımda, kim bilir nasıl müthiş bir kitap olacağını düşleyip, heyecanlandıklarımdan biri olarak geliyordu aklıma; kimi zaman da yazamadıklarımın yüreğimi daraltan ağır çeki taşlarından biri olarak... Bu tür "muhasebeler" içinde bulunduğum ruh haline göre değişiyordu; belki yazacağı onca şeyi üst üste yığıp yıllar boyu onlarla birlikte gezen bütün yazarlarda böyle oluyordur. Artık onları bilemem. Ama her zaman söylerim, yazıp da, düşlediklerinizin ne kadarını yazabildiğinizi görmektense, "bir gün yazdığımda nasıl müthiş bir şey olacak kim bilir!" diyerek kendinizi geleceğe ertelemeniz daha heyecan vericidir.

Bilirsiniz, insanları heyecanları yaşatır.

Buraya kadar söylediklerimden benim bir yazar olduğumu düşünmüş olmalısınız; hayır, değilim, ama öyle zannedilmek hoşuma gidiyor. Aslında yazıya gönül vermiş olduğumu, boş zamanlarımda, nasıl derler, "kendi çapımda" öyküler, öykücükler, çeşitli denemeler yazdığımı, ne yazık ki, ancak birkaç yakınım biliyor. Onların da pek ciddiye aldığını sanmıyorum. Başarılı bir grafikerim, işime çok asılmamakla birlikte fena para kazanmıyorum; bunların bana yettiğini düşünüyor olmalılar. Yazdıklarımdan, yazmaya çalıştıklarımdan kimselere pek söz etmem; hem kendimi sahiden bir yazar olarak görmeyişimden kaynaklanıyor bu -insan kendini bir yazar gibi hissetmezse, başkaları için nasıl ikna edici olabilir?-; hem de heyecanlarıma kapılıp birkaç kez anlatacak gibi olduğumda, karşılaştığım genel bir kayıtsızlık, umursamaz tavırlar ya da anlattıklarımın başkaları tarafından inançsız gözlerle dinlenmesi, beni bu konuda iyice ürkek yaptı. Ben de bu arzumu kendime saklamaya karar verdim. Eğer günün birinde iyi bir kitap yazabilirsem, hepsinden öcümü almış olacağım.
 

“Bir can var canında o canı ara! Beden dağındaki gizli mücevheri ara! Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara! Ama dışarıda değil, aradığını kendi içinde ara! "Mevlana

 Ne vakte kadar testinin şekli, biçimi ile üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın? Testini şeklini, nakşını bırakda içindeki suyu ara. Yani, insanların güzelliklerine, dış görünüşlerine bakma da ahlâklarına, huylarına, tabiatlarına bak.

 Olumsuzlukları hoş görmek ne iyidir. Zira bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır, ama deniz bu kereminden dolayı eksilmez. Zaten sevgi ve hoşgörü insanlık, hiddet ve şehvet hayvanlık vasfıdır.

Kendindendir çektiklerin gölgenden değil...Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin? Ne ektin de ektiğini biçmedin? Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar...Sonra da çocuğun gibi gelip eteğinden tutar..

Acı suda tatlı suda berraktır. Sakın görünüşe aldanma...Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır!

Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça bir habbesin, bir zerresin, fakat herkesle birleştin kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin!

Sen benim gönlümde oldukça, Yemen'de de olsan benim yanımdasın. Eğer sen benim gönlümde değilsen, yanımda da olsan Yemen'de sayılırsın.

Olumsuzlukları hoş görmek ne iyidir. Zira bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır, ama deniz bu kereminden dolayı eksilmez. Zaten sevgi ve hoşgörü insanlık, hiddet ve şehvet hayvanlık vasfıdır.

İnsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.

Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin... Diken düşünürsün dikenlik olursun. Gül düşünürsün gülistan olursun.

Aşık sevdiğinin kapısını çalar, içerdeki ses "kim o!" der. Aşık: "BEN" der. İçerdeki ses:'' aşkta BEN yok'' der. Yıllar geçer sonra aşık yine aynı kapıyı çalar içerideki yine "kim o!" der. Bu sefer aşık "SEN" der ve kapı sonuna kadar açılır...

Üzülme, kaybettiğin herşey başka bir surette geri döner...

Güçlük, kolaylıkla beraberdir; kendine gel, umidi sakın bırakma! Akıllı insan bilir ki ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir..

Sen yine sükutu giyin! Dilersen hiç konuşma. Ben kelamlarımı çürüttüm yolunda.Çarpsada bir tokat gibi yüzüme, her harfi yoluna heceledim. Ve bilesin üstüne aşkı giydirdiğim, Söz verdim ben bu yüreğe, Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmedim.

Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönlü tamir etmek, Allah katında birçok hayır hasenâttan daha yeğdir... Sus! Her kılında iki yüz dil olsa da söylesen, gönül, yine de anlatılamaz.

Taş yeşermez, geçmiş olsa da nevbahar, Toprak olda bak, nasıl güller açar Taş gibi idin çok gönül kırdın! Yeter! Toprak ol, üstünde hoş güller biter.

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır.

Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır. Eğer elleriniz diken yaralarıyla kan revan içinde kaldıysa, güle dokunmanıza çok az kalmış demektir.

 Her gün bir yerden göçmek ne iyi. 

Her gün bir yere konmak ne güzel.  

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. 

Dünle beraber gitti, cancağızım, 

Ne kadar söz varsa düne ait. 

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

 

Rıfat Ilgaz - Sularda Güneş Olmak

I
Kıyıda kum çakıl yosun. Gidenlerden
Boşuna değil martıların hıçkırığı
Köprülerin altından geçen sular var ya
Kürsülerde lafını ettiğimiz
Biraz da köprülerin üstünden akmalı

II
Yeşilin sarıya dönüşü korkutmasın seni
Morarıp silinmesi maviliklerin
Kırmızının akıp gitmesi damarlarından
İşimiz kolay değil, o denli
Kargaların içgüdüsel ölmezliğine inat
İnsanca ölebilmeli

III
Ne ilk yaz bulutlarında yıkanan
Bir mezar taşısın uzun ömürlü
Ne kış güneşinde silkinen selvisin
Bir mezarlık değilsin anıların gömüldüğü
Yeşilin bitkiselliğini sürdürmeye gelmedin

IV
En güzel sarılarda düşsel
Bir ayçiçeği güneşte tek başına
Bir de karanlık sularda güneş olmak
Bu daha güzel


Kral ve Dilenci

Bir kral sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastladı. “Dile benden ne dilersen” dedi. Dilenci güldü ve “Her isteğimi mi?” diye yanıtladı. Kral bu söze alındı. “Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle hele, ne istiyorsun?” “Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım.” Dilenci sıradan bir dilenci değildi. Kralın gençlik yaşantısında yeri olmuştu. Ve ona şu sözü vermişti: “Bundan sonraki yaşantında tekrar karşına çıkıp seni uyaracağım.” Kral bu olayı çoktan unutmuştu. “Ne istersen verebilirim. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz.” Bunun üzerine dilenci, çanağını uzattı: “şu çanağı herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz? diye sordu. Kral vezirine çanağı altınla doldurmasını emretti. Çanak dolup taşmakta ama anında boşalmaktaydı. Paralar buhar olup uçmaktaydı sanki. Kralın onuru kırıldı. Bir dilenci çanağını dolduramadığı kulaktan kulağa yayıldı. Giderek pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtıldı çanağa. Ne var ki çanağın dibi yoktu sanki. Ne kadar dolduysa sonuçta boş kaldı. Kral yenik düşmüştü. Dilenciye sordu: “Tamam, sen kazandın. Dileğini yerine getiremedim ama ne olur bana çanağın neden yapılmış olduğunu itiraf et.” “Çok basit” dedi dilenci. “İnsan dimağından yapılmıştır. İnsanın arzu ve isteklerinden kralım. Doymak bilmez oluşu bundandır.”


11 Eylül 2016

Aziz Nesin Bayram Tebriği

1965 senesiydi. İşe gireli henüz iki hafta olmuştu. Bir genel müdürlükte, özel kalem müdürünün yardımcısıydım.Bayrama on gün kala, müdürüm hastalandı ve rapor aldı. Ertesi gün, genel müdür, beni odasına çağırdı.
Buyrun efendim.
Tebrik kartları hazır mı evladım?
Hangi tebrik kartları efendim?
Eyvahlar olsun, Şükrü sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartı göndermeli. Şimdiye çoktan postaya vermiş olmamız gerekirdi.
Hiç haberim olmadı efendim
Hemen, hemen hemen ! Yarına istiyorum üç bin adet kartı sabaha kadar yaz ve postaya ver.
Emredersiniz efendim! dedim ve odadan çıktım. Ancak üç bin adet bayram tebrik kartını tek tek nasıl yazacağım? Genel müdür, kartların çini mürekkeple ve güzel bir yazıyla yazılmasını isterdi. Üç bin adet kartın iki bin tanesi makamca kendinden aşağıda olanlara şu şekilde yazacaktım:
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
Kalan bin tanesi de, daha üst makamdakilere:
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim şeklinde yazılacaktı
Hiç vakit geçirmeden masamın başına geçip kolları sıvadım. Önümde davetiyelerden oluşan irili ufaklı pek çok dağ duruyordu. Ben mesaim bitiyor, az sonra çıkar evime giderim derken, sabaha kadar burada kalıp üçbin kartı yazmak zorunda kaldım. Sızlanmanın faydası yok, işe başlayım:
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
Bayramını kutlar, gözlerinden öperim.
5,10,20,50,100,750,875. Yazıyorum yazıyorum bitmiyor! Vakit gece yarısını geçti gitti bana öyle bir sıkıntı bastı ki, tarif edemem.
Yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum.. bitmiyor.
En nihayetinde alt makam kartları bitti. Ama ben de bittim. Şafak sökmek üzereydi. İşi biten kartları masamın üzerinden alıp başka bir yere koydum. Ama önümde hâlâ bin adetlik bir kart yığını durmaktaydı. Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederime başladım..
Durmadan yazıyordum. Göz kapaklarIm öyle ağırlaşmıştı ki, gözlerimi açık tutmam her bir karttan sonra daha da zor bir hale gelmişti. Resmen işkence çekiyordum.
125,279,400, 689 yazdım yazdım yazdım. Bir vakit sonra, artık ben kaleme değil o bana hakim olmaya başladı. Ama hâlâ yazıyordum:
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.
Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.
Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken…
Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim…
Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrIca sıhhatle ederim…
Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi’ye başarılı günler dilerim…
Sizin de eşinizin de Niyazi’nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim..
Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi’ye başarılar diler aynı zamanda ederim…
Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi’nin gözlerinden öperim…
Sizin de, eşinizin de, Niyazi’nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim…
Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı: Aferin dedi. Bitirmen iyi olmuş. Hemen postalayın!
Hemen postaladık.
Üç gün sonra da önce bizim genel müdürü, ardından bendenizi postaladılar.


Melih Cevdet Anday - Görünü

Şaşırdım, dümdüzdü görünü,
Cansız bir kağıdın üstünde gibi,
Ardı yok, ne pürtük, ne oylum,
Ağaç değil mi bu, duvar, yağmur değil mi?
Ters yüz ettim, başaşağı getirdim,
Elimle dokundum sonra, bilmiyorum ki,
Hem yaşıyordum, hem yaşamıyordum,
Yeşil gibi, dikey gibi, ses gibi.



Server Tanilli - Uygarlık Tarihi

 "Bizim çağdaş  tarihimiz aslında  bir Aydınlanma  tarihidir. Batının çok  daha önce yaşadığı  bir süreci, biz  gecikerek yaşarız,  ama yaşarız."
 
 
 
  “Türkiye’nin de içinde bulunduğu çağdaş dünyayı -bütün  görünüşleriyle- anlatırdım orada. O güne değin tarih diye eskiyi, eskinin eskisini dinleyen, savaşları ve kronolojiyi ezberleyip bellemiş olan gençlere, bir ucu kültür ve sanata kadar uzanan ve toplumun iktisadi ve sosyal temellerini başa alan bir tarih yaklaşımı pek çekici gelmişti ve pek bilinçlendirici idi. Büyük yankı yaptı dersler; ders notları okul ve İstanbul dışına yayıldı. Anlatılanlar, anlatılmaları pek doğal da olsa, yoz ve yobaz faşist çevrelerin betine giden şeylerdi. Susturulmam gerekiyordu; dava yoluyla olmayınca kurşunlamaya başvuruldu.”
 
  “Yaşadığımız çağa ve topluma, bir bilim adamı gözüyle, yani objektif olarak baktım. Öyle olduğu için de tarafsız kalmadım,”
 
  “Emperyalizme ve faşizme karşıyım. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye’den yanayım;
Kapitalizme karşıyım; Bugünkü geri ve bağımlı kapitalizmin devamında yarar gören  güçlere karşıyım.”
 
  “Gençlik, kendine göre nitelikleri ve görece bağımsızlığı olan sosyal bir gruptur. Gençliğin bu kendine özgü nitelikleri, belli bir ölçüde, yaşının özelliklerine bağlıdır. Ne var ki, gençliğin bu özelliklerini, genç kuşağın sosyal ve ekonomik yaşamının nesnel koşulları ile bağlantılı olarak incelemedikçe, gençliğin sosyal yaşamdaki rolünü aydınlatmak olası  değildir.”
 
  “Sömürülen bir ülke olarak Türkiye’nin tekelci dünya kapitalizminin sömürü alanını savunmak gibi bir görevi, böyle bir görevi yerine getirmekte hiçbir çıkarı yoktur. Tersine zararı vardır. Bizim için yaşamsal olan, bir yandan ulusal savunmamızı güvence altına almak; öte yandan, emperyalizmin sınırlamalarından kurtulup -istediğimiz gibi- bir kalkınma yoluna kavuşmaktır.”
 
  “Söz konusu olan, demokrasinin kurallarına, Anayasanın ruhuna ve rejimin özüne sahip çıkmaktır. Türkiye halkının çıkarı, zaten kuralları zedelenmiş çoğulcu ve sivil özelliğini kaybetmiş olan demokrasiyi büsbütün kuraldışına zorlamakta değildir. Benzer çözümle, demokrasiden çekinen kimi çıkar çevresinin özlemine yanıt verebilir ya da bir bölüm aydın taslağının zümreci yeğlemelerine denk düşebilir ama,  halk kitlelerinin çıkarları -dün olduğu gibi bugün de- demokraside saklıdır.”
 
  Kültürel planda, Batılılaşmanın yarattığı çoğu edebiyat ve düşünce ürünleri de, topluma  yabancı kalmışlığın ve taklitçiliğin belgeleridir.Türk düşünce dünyası, tam anlamıyla bu yabancılaşmayı aşabilmiş, giderek taklitçilikten kurtulabilmiş değildir henüz. Doğrunun araştırılması, yerini, Batı’ya uygunluğa bırakmıştır. Hiçbir gerçek felsefi gereksinmenin karşılığı olmayan ve sadece taklitçilikle şu ya da bu düşünceyi Türkiye’de tanıtmakla yetinmek, yani fikir ithalatçılığı yapmak bizim kültür yaşamımızın temel özelliklerinden biridir. Batılılaşma hareketi içinde, gerçek bir felsefe okulundan ve filozoftan bahsedilemez. Ancak, Osmanlı toplumunun eski ideolojik yapısının yerine konmak üzere, Batı’dan aktarılmış ve sadece günümüz gereksinmelerine yanıt verir yalınkat düşünceler ileri  süren ideologlardan ya da dayanıksız bazı fantezilerden bahsedilebilir.”

  “90’lı yılların başında Sovyetler Birliği ve halk demokrasileri çökünce sosyalist eleştirinin saygınlığına da bir darbe oldu bu. Sosyalist düşünce ölmese de, kanıt olarak etkisi azaldı. Doğan büyük boşluğu ise, en başta dinci gericilik, Türkiye’de onun aşrı milliyetçi bulamaca batmış biçimi, yani Türk-İslam Sentezi doldurmaya başladı. Zaten iktidar da arkasındaydı.
 
  Aydınlanmacı görüşün yeniden revaç bulması böyle bir ortamda olur. En başta çağdaş tarihimizin kimliği üzerinde durup ona bir yorum getirilir. Şu anlaşılır ki, bizim çağdaş tarihimiz aslında bir Aydınlanma tarihidir. Batının çok daha önce yaşadığı bir süreci, biz -şu ya da bu nedenle- gecikerek yaşarız, ama yaşarız. Aklın ve bilimin öne geçmesi ve ölçüt olması; despotluğa karşı bireyin ve özgürlüğün vazgeçilmezliği; bütün dogmalara, bu arada dinin dogmalarına karşı amansız mücadele; demokrasi, laiklik, insan kakları, hoşgörü, barış...
1923 Devrimi, bu değerlerin yaşama geçirilmesinden başka nedir ki?”
 

 
 

Erich Fromm "Bütün ağır psikolojik hastalıkların temelinde narsizm yatar."

  
Açgözlülük içsel bir boşluğun sonucudur.

Bütün ağır psikolojik hastalıkların temelinde narsizm yatar.

İnanç insanın varoluşunun bir koşuludur. Sevgiyle olan ilişkisi açısından bunun anlamı kişinin kendi sevgisine olan inancı, başkalarında sevgi yaratabilme ve bu sevginin geçerliliğidir.

Sevgi bir etkinliktir. Edilgen bir olay değildir. Bir şeyin içinde olmaktır. Bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir: Sevgi; kendinden bir şeyler vermektir, karşındakinden almak değil.

Gerçek sevgi, sonunda ayrılık var gibi görünse bile, insanın sevdiği kişiyi mutlu olacağı yere doğru uğurlamaktan çekinmemesidir.Eğer kişi sevdiğini uğurlamaktan çekinir ve sahiplenmeye kalkarsa, kendine hizmet etmiş olur.

Güç, insanların çoğuna tüm şeylerin en gerçeği olarak göründüğü halde, insanlık tarihi onun tüm insani başarılar içinde en geçici olduğunu kanıtlamıştır.

Karanlıkta ıslık çalmak ortalığı aydınlatmaz.

Psikiyatri bazı kimselerin akıllarını kaçırma nedenleriyle ilgilenir ama asıl sorun, insanların çoğunluğunun neden akıllarını kaçırmadığıdır.

Ancak kendinden bir şey verebilen kişi zengindir

İnsanın yaşamdaki ana görevi kendisini doğurmak, olma potansiyeline sahip olduğu şeyi olmaktır. Çabasının en önemli ürünü, kendi öz kişiliğidir..

Modern insanın mutluluğu, vitrinlere bakarak kendinden geçmek ve parasının yettiği her şeyi peşin ödeyerek ya da taksitle satın almaktır.

Derin ve ihtiraslı sev! Kalbin kırılabilir ama hayatı dolu dolu yaşamanın tek yoludur.

Tüm uygarlığımız, karşılıklı kar sağlayan bir alışveriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor.

Direnme gücü, dünya evet sözcüğünü duymak istediğinde hayır diyebilme yetisidir.

İnsanın hayattaki temel görevi kendisini doğurmaktır.

İyileşmenin ilk şartlarından birisi de; kişinin şaşırarak kendi bilmediği yönlerini tanımasıdır.

Gerçek hiçbir zaman şiddet tarafından çürütülemez.

İnsanın insana kattığı anlam dışında yaşamın hiçbir anlamı yoktur. İnsan başkalarına yardım etmediği sürece yapayalnızdır.

Topluma lüzumsuz bilgiler verirseniz, gereksiz bir kalabalık oluşur…

Düşünmek günah işlemeye benzer, insan onun zevkini bir kez tattı mı artık ondan bir daha vazgeçemez.

Anlaşılan şu ki, ortalama insan için büyük bir gruba ait olmamanın hissi kadar dayanılmaz bir his yok.

Sevgi, özgürlüğün çocuğudur, hiçbir zaman baskının ve şiddetin değil.

Seven, sevileni her zaman özgür bırakmalı, Ve sevdiğinin ruhuna inanmalıdır.

Daha iyi olanı değil, sana kendini daha iyi hissettireni seçmelisin.

Mutluluk tanrıların bir hediyesi olmayıp insanın içsel üretkenliğinin bir başarısıdır.

Bir şeyi yapamayacağıma inanırsam, yapamam. Ama yapabileceğime inandığımda, başlangıçta buna gücüm olmasa bile bu gücü elde ederim.

Geçmişin tehlikelerinden biri köle olmaktı, geleceğin ki, robot olmaktır.

İlhan Berk - Harf Şair İlişkisi

Ahmet Haşim e'ye benzer (e gibi içine dönük, içrek); 
Yahya Kemâl c'ye (ama neden c'ye benzettiğimi bilmem, belki alfabenin üçüncü harfi diye); 
Nâzım s'ye (s çünkü resim güzelliğindedir); 
Ahmet Hamdi o'ya (o kapalılıklığın adamıdır); 
Necip Fazıl için alfabe yeniden kurulmalıdır, ve de harf dışı düşünülmelidir derim; 
Asaf Halet Çelebi eski harflerle f'ye (f alfabenin en kara kaşlı, kara gözlü harfidir); 
Dıranas ‘kar’ sözcüğünün k'sına (k beyazdır); 
Saba, l'ye (l biraz saba gibi sıradanlığı sever, ordan bakar); 
Dağlarca ü'ye (ü'yü kim sevmez); 
Orhan Veli i'ye (i gibi güzeldir); 
Oktay Rifat p'ye (p en gerçeküstücü harfidir abc'nin); 
Anday d'ye (d, ussaldır, sevgili ussallık); 
Necatigil j'ye (j alfabenin en özel harfidir); 
Külebi (Külebi mi? a'ya, sevgili a'ya).“


07 Eylül 2016

Mevlana "Aşık sevdiğinin KAPISINI çalar, içerdeki ses "kim o!" der.

Aşık sevdiğinin KAPISINI çalar, içerdeki ses "kim o!" der. Aşık: "BEN" der. İçerdeki ses:'' aşkta BEN yok'' der. Yıllar geçer sonra aşık yine aynı kapıyı çalar içerideki yine "kim o!" der. Bu sefer aşık "SEN" der ve kapı sonuna kadar açılır...  

 
 


Bir güneş saatinin üstündeki yazı: "Serius est quam cogitas." "Vakit sandığından da geç."

 

Bir güneş saatinin üstündeki yazı: "Serius est quam cogitas." 

"Vakit sandığından da geç."



Bob Dylan - Savaşın Efendileri

gelin bakalım savaşın efendileri 
siz büyük silahlar yapan 
ölüm uçakları inşa eden 
bütün bombaları yapan 
duvarların arkasında saklanan 
masalarının gerisinde saklananlar 

maskelerinizin arkasında sizi görebildiğimi bilmenizi istiyorum. 
siz yok etmek haricinde asla hiçbir şey yapmamış olanlar 
siz oyuncağınızmış gibi benim dünyamla oynayanlar 
elime bir silah verip sonra gözlerimden saklananlar 
ve sonra dönüp en hızlı kurşunlardan koşarak kaçanlar 

judas gibi yalan söyleyerek ihanet edenler 
inanmamı istiyorsunuz ama bir dünya savaşı kazanılamaz. 
damarımdan akan suyu gördüğüm gibi 
sizin gözlerinizden görüp beyninizi okuyorum 

siz diğerlerinin ateşlemesi için tetikleri çekenler 
sonra koltuklarına kurulup ölüm sayısının artmasını seyredenler 
genç insanların vücutlarından kan fışkırıp çamurun içine gömülürken 
malikanelerinde saklananlar 

siz var olabilecek en kötü korkuyu üzerimize salanlar 
dünyaya bir bebek getirme korkusunu 
doğmamış ve ismi konmamış bebeğimi tehdit ettiniz 
damarlarınızda akan kanı hak etmiyorsunuz. 

böyle haybeden konuşabilecek ne biliyorum ki 
genç olduğumu daha bir şey bilmediğimi söyleyebilirsiniz 
ama bildiğim tek bir şey var sizden genç olmama rağmen 
isa bile yaptığınızı asla bağışlamayacak. 

durun size bir soru sorayım; paranız bu kadar iyi mi? 
size bağışlanmayı satın alabilecek mi? alabileceğini mi düşünüyorsunuz? 
cenazenizin ölüm çanları çalarken anlayacaksınız 
kazandığınız onca para ile ruhunuzu asla geri satın alamayacaksınız. 

ve umarım ölürsünüz ve ölümünüz yakın olur 
soluk bir öğle sonrasında tabutunuzu seyredeceğim 
ve mezarınıza indirilirken sizi izleyeceğim 
ve öldüğünüzden emin olana kadar mezarınızın üzerinde duracağım.
çeviren: ece esme

Bob Dylan - Masters of War 



T. Tuğba Baş - Kendine bak kendine Özüne. Sözüne. Benliğine.


Kendine bak kendine... Özüne. Sözüne. Benliğine. 
İlgilenme kimseyle. 
Kim ne yemiş, ne giymiş 
Bundan sana ne. 
Sen kendini besle. 
Bilgiyle, Sevgiyle, Şefkatle. 
Ancak o zaman ulaşırsın, İnsan olmanın erdemine.


Osho "Duygular sürekli olamaz. Onlar hareket eder, bu yüzden de onlar duygulardır. "

Çocuk anne babalar tarafından çirkin şekillerde koşullandırılıyor. Anne baba koşullandırması dünyadaki en büyük köleliktir. Bu tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır. Sadece o zaman insan; ilk defa gerçekten özgür, sonuna kadar özgür olacaktır, çünkü çocuk insanın babasıdır. Şayet çocuk yanlış bir şekilde büyütülürse o zaman tüm insanlık yanlış yöne gider. Çocuk tohumdur. Şayet tohumun kendisi zehirlenmişse, bozulmuşsa, o zaman özgür bir insan bireyi için hiçbir umut yoktur, o zaman bu rüya asla gerçek olamaz. Kişilik senin içinde, senin doğanın içinde anne baba, toplum, din adamı, politikacı ve eğiticiler tarafından üretilmiştir. Onların tüm amacı her çocuğu, kurumsallaşmış olan topluma uyum sağlayacak şekilde sakatlamaktadır, her çocuğu mahvetmektedir. Bir korku vardır: Şayet çocuk en başından itibaren koşullanmadan bırakılırsa o öylesine zeki, öylesine tetikte ve farkında olacaktır ki onun tüm yaşam tarzı bir başkaldırı olacaktır. Ve hiç kimse asileri istemez; herkes boyun eğen insanlar ister. Anne babalar boyun eğen çocukları sever ve unutma ki boyun eğen çocuk en aptal olandır. Başkaldıran çocuk ise zeki olandır, ama ona saygı duyulmaz ya da o sevilmez. Öğretmenler onu sevmez, toplum ona saygı göstermez; o kötülenir. Ben ise, senin çocuklara saygı duymanı isterim...Kendin Olma Özgürlüğü

Ben sana bir ahlak dersi vermiyorum. "Bu doğru, bu yanlış, bu ahlaklı, bu ahlaklı değil" demiyorum. Bunların hepsi çocukçadır. Ben sana çok basit bir kriter veriyorum: "Farkındalık" Eğer farkındalıkla bir şey yaparsan doğru olmak zorundadır çünkü farkındalıkla hiçbir şeyi yanlış yapamazsın. Ve farkındalık olmadan da herkes tarafından tardir edilen kimi şeyleri çok iyi yapabilirsin. Ama ben hala ona yanlış diyorum çünkü farkında değilsin. Ve yanlış sebeplerden dolayı yapmış olmalısın. Farkındalık olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar seni yapmacıl hale getirir. Seni özgürleştirmezler, seni özgürleştiremezler. Tam tersine seni hapsederler...Dengeli Yaşamanın Anahtarı

Kalbin yolu güzeldir ama tehlikelidir. Zihnin yolu sıradandır, ama güvenlidir. Erkek en güvenli ve en kestirme yaşam tarzını seçmiştir. Kadın duyguların, hislerin, ruh hallerinin en güzel ama en sarp, en tehlikeli yolunu seçmiştir. Ve bugüne kadar dünya erkekler tarafından yönetildiği için kadınlar muazzam şekilde azap çekmiştir. O, erkeğin yaratmış olduğu topluma uyamamıştır çünkü toplum mantığa ve nedenlere uygun olarak yaratılmıştır. Kadın kalpten bir dünya ister. Erkek tarafından yaratılan toplumda ise kalbe yer yoktur. Ben kadınların gerçekten bir kadın olmasını isterdim çünkü bu büyük oranda kendilerine bağlıdır. Kadın erkekten çok daha önemlidir. Çünkü o rahminde hem erkeği hem kadını taşır. O kıza ve oğlana, her ikisine de annelik eder; her ikisinide besler. Eğer o zehirliyse, o zaman sütü zehirlidir, o zaman çocukları yetiştirme tarzı zehirlidir. Erkekle yarışıyorsun ve yarışmana gerek yok; sen zaten üstünsün. Şiir yazmana gerek yok, şiir sensin. Sevgin senin müziğindir. Sevgilinle birlikte çarpan kalbin senin dansındır!...Kadın

En üzgün insan dahi gülümser; ve sürekli gülen insan bile Arada bir ağlar ve gözünden yaşlar akar. Duygular sürekli olamaz. Onlar hareket eder, bu yüzden de onlar duygulardır. Birinden diğerine sen sürekli olarak değişirsin. Şu an üzgünsün, sonraki an mutlusun. Şimdi öfkelisin, sonraki an şefkatlisin. Şu an sevgi dolusun, sonraki an nefretle dolusun. Sabah güzeldi; akşam çirkindir. Bu böyle sürer...Duygular

Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki haline gelir. Aşk taleplerde bulunduğu anda hapishaneye benzer. Özgürlüğünü elinden alır; göklerde uçamazsın, kafeslenmişsindir. Aşkın özgürlük verici bir kalitede olması lazım, sana zincir vurması değil; sana kanat takıp mümkün olduğunca yükseklere uçmanı sağlaması lazım. Unutma, aşk sınır tanımaz. Aşk kıskanç olamaz, çünkü aşk sahiplenmez. Sevdiğin için bir insanı sahiplendiğin fikri çok çirkin. Birisine sahipsin bu demektir ki onu öldürdün ve ticari bir mala dönüştürdün. Sadece eşyalara sahip olunur. Aşk özgürlük verir. Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içine erir. Sadece egoistçe aşkta büyük bir bölünme vardır, seven ve sevilen ayrılır. Gerçek aşkta ilişki yoktur. Çünkü ilişki kurulacak iki insan yoktur. Gerçek aşkta sadece sevgi olur, bir çiçek açma, güzel bir koku, bir erime, bir birleşme yaşanır. Egoistçe aşkta ise iki kişi vardır, seven ve sevilen. Ve ne zaman seven ile sevilen olsa aşk yok olur. Aşk olduğu zaman seven ve sevilen birlikte aşkın içinde kaybolur. Eğer özgürlük ve aşka sahip olursan başka şeye ihtiyacın kalmaz. Elde etmişsindir sana yaşam işte bunun için verildi...Aşk Özgürlük Tekbaşınalık