26 Nisan 2016
Peyami Safa - Yalnızız
22 Nisan 2016
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun
18 Nisan 2016
Haydar Ergülen - Neyse
'Neyse' diye bir yazıyı okuyan bunda ne bulabilir? 'Neyse' diye yazan, yazmış bulunmakla kurtulabilir mi bu duygudan? 'Neyse' diye yazmanın ne faydası var? Hiç. Şimdi 'neyse' demek iyi midir? İsterseniz iyi olsun, biri 'hiç' diye, biri 'terörist' diye öldürülen iki çocuğun henüz sıcak gözleri üstümüzdeyken...
Burası da kalbin, vicdanın, hiç yorulmasını beklemediğimiz şeylerin yorulduğu yerdir, insan hatırlamaktan, hatırlatmaktan yorulur.
Birhan Keskin - Kargo
Yol boyunca aklında olsun.
Lazım olursa açar okursun.
Olmazsa da olsun,
bir zararı yok burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum.
Bırak, acımızı birileri duysun.
Hem zaten şiir niye var?
Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın.
Ortada dursun.
Olur ya biri eline alır okşar,
biri alnından öper.
Az unutursun.
Adnan Yücel - Acının Rengi
Sunay Akın - Liman
limana bakan
penceremizin önünde
ve çiçekler arasında
ekmek kırıntıları serpen
martı yüzlü
bir anne
Terasta toplanan kadınlar
limandaki beyaz geminin
ışıkları yanınca
dedikodusunu yapmayı unuturlardı
tam o saatlerde sokaktan geçen
yazlık sinemadaki
biletçi kızın
Annesinin dizlerinin dibinden
hiç ayrılmayan
uslu bir çocuk gibidir
limandaki deniz
ama sokağa çıkıp
dalga olmak geçer
yüreğinden
Doğan Cüceloğlu - Öfke Yönetimi
17 Nisan 2016
Goethe "İster kral, ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzur olandır."
Bazen bir şeyleri oluruna bırakmak, onlara sarılmaya, uğraşmaya göre, kat kat daha güçlü bir eylemdir...Eckhart Tolle
16 Nisan 2016
Duyumsadığın Her Şeye - Bertolt Brecht
En küçük önemi ver.
Söylemişti sensiz yaşayamayacağını
Unutma bunu, yeniden rastlarsan ona
Tanıyacaktır seni.
Bana bir iyilik yap, bu kadar çok sevme beni
Son kez sevildiğimde
Duymamıştım en küçük bir sevinç bile.
Enis Batur - Tılsım ve Trajedi
Tılsım öteki ucunda. Uyuduğumda kim
uyanıyordu içimde, hangimiz sürdürüyordu
gündüşlerini, hangi yüzüm kanıyordu,
neden bir ucu seçip sivriltiyordum da
köreliyordu o an öteki uçtaki güdülerim,
kalemin bir ucunda Trajedi, Tılsım
benden yanaydı: Nereye çevirirsem çevireyim
öfke doğuruyordu hüzün doğuruyordu öfke:
İki ucunda kalemin
ebabil kuşları taş topluyordu.
Defterim dolmuş, bir tek hece taşım için
karasız bir beyit oyalıyor şimdi beni.
Köprüler, dehlizler ve tünellerden geçtim,
oğullarım dağınık bir başkaldırı kavmi,
kızlarım sonsuza ayarlı birer arayış tohumu,
bu kadını sevmiştim: Koptu gitti dünyamdan,
sönmüş fer. Bu kadını da: doyamadığım.
Bir de onu: Yanıbaşımda fırtına gibi yaşayan,
tül gibi ölen. Yalnızım artık, nasıl yalnız
yaşamışsam gamlı bir şahinken.
Defterlerim dolu: Yaklaştım, erişemedim
Sancının ortasında, huzur kutbuna teğet,
varacağım noktaya doğru ilerlerken
ondan uzaklaştım belki de. Yandı canım
biricik olanı kendime ayırırken,
gün geldi içimde biriken ağu
çekti benden dışımda biriken uyumu:
Karanlık, sinsi, delici bir çağda
kırdım tek tek elimdeki kelimeleri.
Herşey geçti sonra, ben kaldım --
bir de bende bana direnen doğrular
ve yanlışlar: Hassas terazi, dik merdiven,
birkaç bozuk kum saatı, dilini unuttuğum
bir pusulayla gecelerimi paylaştığım
o tuhaf hayvanlar: Akrep ve örümcek,
semender ve şahin ve ebabil kuşları
taş topluyorlardı. Doğaya baktıkça
içimde dinlenen tufan insana baktıkça
kabardı; seyrek ve acemiydi kaçışlarım,
yüzümü döndüm nerede yakıcı bir hal
görsem, duydum ağızdan kaçırılmış
bir heceyi bile, bir tuzak kazıp
içinde salıvermek için mutlak bir av
bekledim.
Böyle başladı ve sürdüydü önümdeki katışıksız
yokuş: Sandım ve inandırdım belki,
gönlümü ve aklımı dağlamamış hiçbir işarete
oysa inanmadım. Hazırdım her an
kurduğum çadırı söküp yolcu çıkmaya,
kaldım burada: İğne ve ağ, ipek ve masal,
sis ve köpük arası yazdım öykümü defterden
deftere: Aradım bulamadım altın anlamı,
ama farkettim altındaki anlamı -- uyanıp
kan içinde bir gece, sivrilttim öteki ucu
iyice:
Etrafımdaki nesneler cansız mı, kıpırtı
dolu: Dokunsam kendi dillerine çevirecekler
bende bildiklerini: Bu saatı ben durdurtmuştum,
ben çıkartmıştım bu yüzüğü, bile bile kırdığım
fanus ile bir başkasının kırdığı fanusu neden
içiçe geçirmiştim? İşte masam, kurutma kağıdım,
çocukluğumdan bu yana bana eşlik eden bir çift
kemik zar. İşte duvardaki ölü resimler,
yerdeki bu boz halı, başucumda yatağımın
opalin bir lamba ve siyah deri kaplı derin
defterler: Dokunuyorum ve dile geliyor
yıldan yıla bu odaya sinen saf korku:
Biraz daha arınmış ışık gerek bana,
biraz daha koyu bir mürekkep,
biraz daha felç sağ elim ve parmakları için,
biraz daha zaman ve bu zamandan geçmek:
Birkaç soluk boyu belki, belki birkaç çağ için
biraz daha cüret
ve korku,
Tılsım ve Trajedi gerek.
SONBAHAR Seçme Sözler
"Hoş geldin sonbahar,geçmişin korkularından ve eskilerden kurtulmanın,yenilere yer açmanın mevsimi..."Paulo Coelho
"Sonbahar geldi...Bu mevsim,her şeyi derin bir uykuya yatırıyordu."
"Sonbahar gelmişti:Her şeyin renk değiştirip öleceği narin,serin mevsim."Knut Hamsun
"Sonbahar mevsimi,yaşamı gözlemlemek için en kutlu zaman dilimidir."Stefan Zweig
"Sonbahar tabiatın kederi,ilkbahar ise sevindir.Biz tabiattan öğrendik keserin de sevincin de birgün biteceğini."Sebuhi Quluzade
"Sevda Eylül'le beraber doğuyordu ufkumda.Kim demiş 'sonbahar hüznün mevsimidir' diye.Sonbahar dibacesidir sevdanın."Mehmet Yılmaz
"Alemde sonbahar,bizde hüzün;Alemde kar kış kıyamet,bizde yaşlılık ölüm."Sait Köşk
"Hayatımızdaki insanlar yapraklar gibidir.Her sonbahar gitmesi gerekenler dökülür.Kışa ruhumuz dinlenir,ilkbaharda yeni gelenlere kadar."Dolce Vita
"Hiçbir sonbahar,senin yokluğun kadar buraları harap etmemişti."Reşat Nuri Güntekin
"Seni düşünür,seni özlerim,sevgilerin özlemlerin derinliğinde ne olur kır şeytanın bacağını birkez beni hatırla,bir sonbahar serinliğinde..."
"Sonbaharda bir yol gibi:Temiz pak süpürüyorsun,sonra yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor."Franz Kafka
"Yüzü sonbaharda yağmurlar yatmadan önce büyük bir sükunetle akan Dicle'ye benziyordu;berrak,dingin,sade ve biraz da hüzünlü."Mehmed Uzun
"Geleceksen sonbaharda gel,yazın her yer çiçek zaten."
"Anılar hep sonbaharda gibidir."Cemal Süreya
"İnsan sonbaharda nedense ölümünü/ölüsünü sararmış yaprakların öttüğünü."Atilla İlhan
"Hayata katılmakta güçlük çekiyorum.Benim mevsimim sonbahar.Sokakların tenhalaşmaya başladığı vakitler...Tek kişilik oyunlar ustasıyım ben.Tek kişilik özlemler,tek kişilik acılar ustasıyım."
"Biz her mevsim;en iyi sonbahar oluruz."
"Yokluğuna hasret sonbahara başlıyorum,varlığını hissettiğim o sonbaharlara benzemeyen.Belki biraz yağarım bu aralar,ıslanma sakın...!"
"Kaç sonbahar atlattım,kalbim buz gibi.Bir avuç içi yeterdi oysa,yüreği ısıtmaya.Ama bir elveda'nın başlattığı yağmurlar kaç sene sonra diniyor,bilir misin?"
"Çünkü hepimiz sınırlı sayıda ilkbahar,yaz ve sonbahar yaşayacağız."N.H.Kleinbaum
"Sonbahar ilkbahara küsebilir mi yan yana değiller diye?"Hikmet Anıl Öztekin
"Onu neden sevdiğimi bir türlü anlamıyor.Ağzı temmuz sıcağı,bakışları sonbahar."
"Sonbaharda dökülen yapraktım, ilkbaharda geri geldim ben."Ceza"
"Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında,sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?"Sabahattin Ali
"Başka mevsimlerde belki biz şair oluruz fakat sonbahar,kendisi şairdir."Ahmet Hamdi Tanpınar
"Fakirin dünyası sonbahar gibidir."Çerkes Atasözleri
Yılmaz Odabaşı "Her sonbahar dökülen, biraz da ömrümüzün yapraklarıdır."
Oruç Aruoba "İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır, insanca özlemler değil."
- Özlem, örneğin, işitmeyeceğini bildiğin birisine yalnızca ona; ama, kendi kendine "nerdesin?"diye seslenmendir.
- En iç, en içten,en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi? Düşer.
- Düş; daha başından, bir anıdır.
11 Nisan 2016
Marcel Proust "Gerçek cennetler, unuttuklarımızdır."
Ünlü Fransız roman yazarı Marcel Proust’u tanımayan yoktur. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Sodom ve Gomorra, Albertine Kayıp adlı eserlerinde kahramanlar etkileyicidir. Marcel Proust ‘“Gerçek cennetler, unuttuklarımızdır" diyerek okuyucuyu sürükler.
Ancak çoğumuz, en azından ben, Proust Etkisinin ne olduğunu bilmiyoruz. Soğuk bir kış günü eve döndüğünde annesi Marcel’e biraz çay içmesini önerir. Çayın yanında adına “madlen” adı verilen tombul keklerden vardı. Yazar dikkatsizce kekin bir parçasını çaya düşürür. Bir kaşık ile içinde kek kırıntıları bulunan çay damağına değdiği anda irkilir, içinde fırtınalar kopar. Sebebini bilmemektedir. Ancak bu keyfin çay ve madlen ile doğrudan bağlantısı olduğuna emindir. O anda pazar sabahı halasının evine gittiği anda duyduğu kokuyu duyduğunu hatırlar. Hafızasında çakan kıvılcımın çocukluğuna doğru yola çıktığını anlar. Bu hikayeden yola çıkarak koku hafızasına “Proust Etkisi” denir.
Bazen bir şehir bazen bir fotograf, kimi zaman bir silüet bizi anılarımıza götürür. Geçmişte yaşadığımız İyi kötü zamanlar bilinçaltımızda yer edinir. Kokular da beynimizde direkt olarak kaydolur, ve bunun farkında olmasak da o koku ile tekrar karşılaştığımızda “bu koku bana tanıdık geliyor” deyiveririz. Koku hafızası hemen devreye girer. Anılarımız devreye girer. Genellikle evimizde pişen kekin veya reçelin kokusu unutulmaz. Bunun sebebi ise bu duyumuzun en iyi çocukluk ve gençlik dönemlerinde çalışıyor olmasıdır. Koku kaybı yaşayan kişilerde hafıza kaybınında olduğu bilimsel olarak tesbit edildi. Bu durumda hafıza kaybı yaşıyan kişilere kokular yolu ile geçmişi hatırlatılabilmekte ve hafıza kaybı giderilebilmektedir.
Mis gibi tereyağı ile pişen pirinç pilavı için, gül reçelinin yaydığı koku için, pişen köy tavuğunun kokusu için herbirimiz ayrı ayrı yorumlar yazabiliriz. Ihlamur ağacının yanından geçerken derin nefes almak isteyenler ve istemeyenler arasında belli bir çelişki olsa da, kahve kokusu ile mutlu olanlar çoğunlukta.
Eski yıllarda tanıdığım bir öğretmenim kullandığı parfümü asla söylemezdi. “Her koku her tende aynı durmaz. Siz de kendi kokunuzu bulmak için denemeler yapın.Bir kere de buldunuz mu kesin değiştirmeyin” derdi. Bu olguya da “İmza koku” adı verilir. Kendilerine çok yakışan tenleri ile özdeşleşen kokular o kokuyu kullanan insanlar arasında derin bir bağ oluşur. Ve “ 5” “teyzemi" "E… S….” dayımın kokusu olarak beynimize kazınır. Ve nerede olsa hemen tanırız. (Reklam olmasın diye parfum isimlerini yazmadım.)
Taze ekmeğin yarattığı mucizeyi sizlerle paylaşmak isterim. Fransa’nın ünlü bir heykeltraşı (hikayeyi biliyor sanatçının adını bilmiyorum) sanatçı olmadan evvel ağır bir depresyon ile boğuşmakta idi. Yemek yiyebilmesi için kendisine taze pişmiş ekmek getirirler, ekmeğin dış kabuğunu yiyen kadının, hamur olan iç tarafı ile oynaması doktorların dikkatini çeker. Ertesi gün eline tekrar taze pişmiş ekmek ve seramik hamuru verilir. Hasta sanat ile tanışır ve kurtulur.
Kitap kokusunu severim, yağmurdan sonra toprak kokusunu severim, taze pişmiş yemek, isli peynir,daha bir çok koku beni geçmişe götürür. Ama en çok öperken kokusunu içine çektiklerimin kokusunu severim, onları özlerken burnumun direği sızlar.
Azimli Kedi
Akşam olduğunda evin telefonu çalar.
Adamın karısı telefonu açar; telefondaki kocasıdır: “Karıcığım, kedi evde mi?”
Kadın: “Evet” der “Niçin sordun?”
Adam: “Çağırsana şunu, bana yolu tarif etsin...”
Patti Smith - Hayalperestler
Çoluk Çocuk ile gönülleri fetheden Patti Smith, bu küçük, adeta ışık saçan anı kitabında çocukluk yıllarına dönüyor ve yaşamının ilk kutsal deneyimlerini yeniden ziyaret ediyor. Anıları o denli canlı, o denli renkli, o denli parlak ki, çoğu kez gerçeküstünün eşiğinde dolanıyor. Hayalperestler, küçük bir kız çocuğunun hayalperestliğin anlamını ve uçuşan düşünceleri yakalayıp kurtarmanın sırrını keşfederek kendini bulma öyküsü. Çoluk Çocuk hiç bitmeseydi diyenler için...
09 Nisan 2016
Atatürk ve Çocuk
Arap Milliyetçiliği ve Türkler İlhan Arsel
Arap'taki Atatürk düşmanlığı, Atatürk'ün 'Millet egemenliği' ve 'Layik Cumhuriyet' amaçlarına yönelmiş davranışlarının oluşmaya başlamasıyla kendisini duyurtmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tarihinden bugüne gelinceye kadar bu düşmanlığı sürdürmekte Arap özel bir itina göstermiştir. 1975 yılının Nisan ayında ünlü Amerikan dergisi TIME'a bir demeç veren Suudî Arabistan Başbakanı Prens Fahd: 'Bizim uygulayacağımız yöntem Atatürk'ün uyguladığı yöntemlerin tamamen tersidir' derken Arap dünyasının liderlerine egemen olan Atatürk düşmanlığı eğilimlerinin yeni bir açıklamasını yapmaktaydı.
Araplardaki Atatürk düşmanlığının nedenlerini anlamak şüphesiz ki kolaydır. 1400 yıl boyunca Şeriât ninnileriyle uyutulan halkların hür düşünce ve 'hür akıl' yoluna girmeleri halinde Şeriât çıkarlarının neler kaybedeceği ortadadır. Halkı kul ve köle gibi ve Tanrı'dan geldiği iddia olunan hükümlerle yönetmeye alışmış ve yeryüzünü halka cehennem, (ya da yoksulluk ve sabır yeri), fakat kendilerine cennet yapan Müslüman yöneticilerin en büyük huzursuzluğu elbette ki bütün bu yalanlara 'Hayır' diyebilecek kafa yapısının oluşabilmesidir. Gökten inmiş gibi gösterilen emirleri ve hükümleri kafası aydınlanmış ve cehalet uykusundan uyandırılmış insanlara kabul ettirmenin olanağı yoktur. Sosyal düzenin sağlanması ve devlet yaşamlarının sürdürülmesi bahaneleriyle dağarcığında YALAN'dan gayrı bir şeyleri bulunmayanlar için halk yığınlarını cehalet içerisinde oyalamak en sağlam, en güvenilir bir yoldur. Müspet eğitim görmüş ve AKIL rehberliği yolu ile yaşamlarını düzenlemesini öğrenmiş halkları Tanrı korkusu, Peygamber umacılığı ile değil akla yatkın ve belli bir zümrenin çıkarlarına değil toplum çıkarlarına uygun usullerle yönetmek mümkündür. İşte Atatürk'ün getirdiği şey AKIL REHBERLİĞİ yoludur; o, bu yoldan kişilere ve topluma, müspet eğitim yolu ile gelişmiş akıl sayesinde yeryüzü mutluluklarını sağlama formülünü vermiştir. Bu formül ise, petrol kaynaklarından gelen sınırsız zenginlikleri bir aile şirketi gibi paylaşıp halkı ilkellikler, cehaletler, gerilikler ve yoksulluklar içerisinde yönetmeyi sırf din sömürüsü sayesinde becerebilen Arap liderlerine elbette ki cazip bir formül görünemezdi. Atatürk'e düşmanlık beslemeleri bu bakımdan onların kendi ahlâk doğrultularında olan bir şeydi. Bizim şeriâtçımızın da Atatürk düşmanlığı davranışlarının altında aynı nedenler yatar. Ve esasen bizim gericilerimiz, Arap çevrelerin de etkisi ve itişi ve maddî yardımlarıyla kendi öz ülkelerinde âdeta Arap Şeyhlerinin birer ajanı gibi hareketle Atatürk sevgisini bu ülkeden yok etmenin çabası içerisindedirler.
1. Bkz. Hisham Sharabi, "The Crisis of the Intellegentsia in the Middle East", The Muslim World, Vol. XLVII, 1957, p.193.
Iris Murdoch - Ağ
En sonunda kendini, kendi hayal ve düşüncelerinden oluşan bir ağın içine kapattığını anlar. Bu yakıcı bir aydınlanma anıdır; ama yıkıcı olmaz. Diğer insanları kendi tasarımlarına indirgenemez tekillikleri içinde gördüğü, her şeyi bilme ve denetleme tutkusundan vazgeçip sadece sevmeyi, Öteki’ne açılmayı denediği anda Sanat’a da ilk kez gerçekten açılabileceğini kavrar.
Meslekten felsefeci olmasına karşın edebiyatın, ahlak meselelerinin ve insan ilişkilerinin olağanüstü karmaşıklığını daha iyi ilettiğini düşünen Murdoch, sanat/hayat, zorunluluk/rastlantısallık, genellik/tikellik, hakikate ulaşmak için benliğin ötesine geçme gibi temaları müthiş sürükleyici bir olay örgüsü içinde ve son derece incelikli bir mizah duygusunu besleyerek işliyor.
Çok meraklanacak, çok eğlenecek, çok düşüneceksiniz.
Senin sorunun şu ki her şeyi duygusal yönden anlamak istiyorsun. Olmaz bu. Öteye beriye çarparak da olsa yola devam etmek gerek. Gerçek, öteye beriye çarpa çarpa yola devam etmekte yatar.
Gündüz uyuyanlar için özel kabuslar vardır; kısa, huzursuz uyku dakikalarına giriveren küçük, tedirgin rüyalar ki zihnin yüzeyine çıkar çıkmaz uyanıklık karabasanlarının ürküsüne karışır. Bu uyanışlar böyledir işte, mezarda uyanmak gibi: Yumruklarınız sıkılı, kaskatı uzanmış durumda gözlerinizi açar, bir acının sesini yükseltmesini beklersiniz; ama o, göğsünüzün üstüne soluğunuzu tıkayarak tüm ağırlığıyla abanmasına karşın, uzun süre hiç ses etmez.
Gündüz uykusu lanetli bir dalgınlıktır. İnsan bu uykudan umarsızlık içinde uyanır. Güneş hoşgörmez bu uykuyu. Elinden gelirse insanın kirpiklerinin arasından sokulup göz kapaklarını zorla aralar; pencerelerinize siyah perdeler asmaya kalktığınız zaman da odanızı kuşatmaya alarak sıcaktan öyle kaynatır ki sonunda donuk gözler, sarsak adımlarla pencereye gidip perdeleri hışımla açar ve dünyanın en ürkünç manzarasıyla karşılaşırsınız: sizin kestirdiğiniz odanın dışında güneş ışımaktadır.
Yalanların virajlı tepeleri karşısında dehşete kapılmaktan hiç vazgeçmem; ama gene de bu yollara dalar dururum, onlara, beni yeniden gün ışığına çıkaracak kestirmeler gözüyle baktığım için herhalde. Oysa dünyadaki tek ölümcül yalan budur belki de.
Gece vapurunun özelliklerinden biri yolcunun, gemilere özgü "kineestetik" duyularıyla birlikte trenlere özgü kokusal duyularının da uyarılmasıdır.
Ama aslını ararsanız kişi bir kez, insan bilincinin iyice derinlerinde yatan o eskil düşme korkusunu yenmeyi ve kendi bedenini denetim altında tutmayı öğrenmeyegörsün, beceremeyeceği, hiç değilse daha kolay öğrenemeyeceği pek az bedensel spor ve sanat vardır.
Soyutlamaları en iyi yıkan şey de nefrettir.
Benim söylemek istediğim şey, gerçek karar verme durumudur, yaşadığımız haliyle. Burada da kuramdan ve genellemeden uzaklaştığımız oranda gerçeğe yaklaşmış oluruz. Kuram üretmenin her türlüsü kaçıştır. Bize durumun kendisi yön vermeli ki bu da anlatılmayacak kadar tikel bir şeydir. Daha doğrusu, ağdan çıkmak için ne kadar çırpınırsak çırpınalım, hiçbir zaman yeterince yaklaşamayacağımız bir şeydir.
Ben bir benzetme kullanmış ya da bir kavram icat etmişsem bunun başarısıyla sınanacak olan şeylerden biri de, benim bu yoldan dikkatleri dünyadaki gerçek şeylere çekip çekemeyeceğimdir.
Ama fikirler para gibidir. Dolaşımda herkesçe kabul edilen bir para biriminin bulunması şarttır. İletişim amacıyla kullanılan kavramlar, kazandıkları başarıyla kanıtlarlar kendilerini.
Konuştuğum sürece, şimdi bile, düşüncemi tam olarak belirteceğim yerde seni etkileyecek, senden tepki alacak şeyler söylüyorum. Bizim aramızda bile bu böyle; birbirini aldatmak için daha güçlü nedenleri olan iki kişi arasında daha da beterdir elbet. Aslını ararsan bizler buna öyle alışığız ki doğru dürüst farkına bile varmıyoruz. Dilin tümü, yalanlar üretmekte kullanılan bir makinedir.
Hepimiz, birbirimizin yaşamlarımızın çatlak ve aralıklarında yaşarız; her şeyi görebilseydik sanırım şaşkınlıktan dilimiz tutulurdu.
Karşılıksız aşk, anlayış denen şeyle ilgilidir. Ancak bütünüyle, tam anlamıyla anlayışa dönmüşse aşk, karşılık görmese de aşk olarak kalabilir.
Olaylar, yanımızdan bu kalabalıklar gibi akıp geçer ve her birinin çehresi ancak bir an görülür. Çok önemli olan şeyler sonsuza kadar değil, sadece geçici bir süre çok önemlidirler. Bütün uğraşlarla sevgiler, servet ve ün peşinde koşmalar, gerçeği aramalar, hepsi, tıpkı gerçeğin kendisi gibi akıp geçen ve hiçliğe dönüşen anlardan oluşmuştur. Gene de bizler, bu hiçlikler dehlizinin içinden, geçmiş ve gelecekteki temelsiz barınaklarımızı yaratan o mucizeli yaşam gücüyle ilerler dururuz. Böylece yaşar gideriz; zamanın sürekli ölümüyle haşır neşir bir ruh, yitik anlamlarla, yeniden yakalanamayan anlarla, anımsanmayan yüzlerle ahşır neşir, ta ki en son darbe bütün bu an'larımızı sona erdirinceye ve o ruhu, çıkıp geldiği boşluğa geri gönderinceye değin.
Sevmek bir duygu değildir. Sınanabilir. Sevmek eylemdir, sessizliktir.
Karşımızdakini tüketilemez biri olarak görmek aslında aşkın tanımlanmasıdır.
Benim gibi incelikli, dolambaçlı kişiler her zaman çok şey gördükleri için asla net yanıtlar veremezler. Benim sorunum, her zaman, "veçhe"lerin çeşitliliği olmuştur.
İnsan, bir başka insanı ne zaman sahiden 'öğrenebilmiş'tir ki? Belki de, öğrenmenin imkansızlığını kavradığı, öğrenmek arzusunu dışladığı ve en sonunda öğrenmeye ihtiyaç bile duymaz olduğu zaman! O zaman da, insanın ulaştığı şey bilgi değil, bir tür ortaklaşa varoluştur ki, bu da aşkın sayısız kisvelerinden biridir.
Çok önemli şeyler sonsuza kadar değil, sadece geçici bir süre çok önemlidirler. Bütün uğraşlarla sevgiler, servet ve ün peşinde koşmalar, gerçeği aramalar, hepsi tıpkı gerçeğin kendisi gibi akıp geçen ve hiçliğe dönüşen anlardan oluşmuştur. Gene de bizler bu hiçlikler dehlizinin içinden, geçmiş ve gelecekteki temelsiz barınaklarımızı yaratan o mucizeli yaşam gücüyle ilerler dururuz.
Yumruklarımız sıkılı, kaskatı uzanmış durumda gözlerinizi açar, bir acının sesini yükseltmesini beklersiniz; ama o, göğsünüzün üstüne soluğunuzu tıkayarak tüm ağırlığıyla abanmasına karşın, uzun süre hiç ses etmez.
İnsanın herhangi bir şeyi yapmak için iyi nedenleri varsa, kötü nedenleri de var diye o şeyi yapmaktan geri kalmamalıdır.
Ben bir benzetme kullanmış ya da bir kavram icat etmişsem bunu başarısıyla sınanacak olan şeylerden biri de, benim bu yoldan dikkatleri dünyadaki gerçek şeylere çekip çekemeyeceğimdir. Bütün kavramlar yanlış kullanılabilirler. Ama sözcüklerin kendileri yalan söylemezler. Bir kavramın sınırlamaları olabilir; ama ben kavramı kullanırken bunları ortaya serersem sınırlamazlar kimseyi yanıltmaz.
Bir kadını kalıcı kılan tek bir şey vardır, o da zekadır.
İnsan bir başka insanı ne zaman sahiden "öğrenebilmiş"tir? Belki de öğrenmenin imkansızlığını kavradığı, öğrenmek arzusunu dışladığı ve en sonunda öğrenmeye ihtiyaç bile duymaz olduğu zaman! O zaman da insanın ulaştığı şey bilgi değil, bir tür ortaklaşa varoluştur ki bu da aşkın sayısız kisvelerinden biridir.
Gerçekleştirdiğim düşünsel çalışmaların sonunda, oldum olası, hiçbir şey başaramamışım gibi bir duyguya kapılmışımdır; insan geri dönüp baktığında yaptığı şeyin öbür yanını görür, ince bir sedef kabuğunu gözüne tutmuşcasına. Ama bu, düşünsel çalışmaların doğasından mıdır yoksa benim ürettiklerimin değersiz oluşundan mıdır, hiçbir zaman kestirememişimdir. Kişi, ürününün içerdiği düşünceyle -bu düşünce ne olursa olsun- artık canlı bir temas kuramıyorsa bu ürün, en iyimser bakışla kuru, en kötümser bakışla da berbat görünür. Yok, bu temas hala kurabiliyorsa bu kez de ürüne, şimdiki düşüncesi kaydadeğer bir şey olsa böyle bir boşluk taşımazdı, diyebiliriz. Hep merak ederim, acaba Kant kafasında Kopernik Devrimi'ni gerçekleştirdiği sırada, içinden arada bir, "Ama bu bir hiç, tam bir hiç!" demiş miydi? Demiş olmasını dilerim.
Hepimiz, birbirimizin yaşamlarımızın çatlak ve aralıklarında yaşarız; her şeyi görebilseydik sanırım şaşkınlıktan dilimiz tutulurdu.
Karşımızdakini tüketilemez biri olarak görmek aslında aşkın tanımlanmasıdır.