Bir insanın olgunluğu, onun öfkesini ne kadar yönetebilmesinden
anlaşılır. Olgun insan kızmayan değil, öfkesini iyi yönetebilen
insandır. İyi yönetilememiş öfkenin bedelini büyüktür. Hapishaneler
öfkesini gerçekçi ve anlamlı bir şekilde yönetememiş insanlarla doludur.
İyi yönetilemeyen öfkenin topluma ağır bir ekonomik bedeli vardır.
Öyleyse gelin öfke yönetiminin adımlarına bir bakalım.
Öfke yönetiminin adımları
1- Öfke yönetiminin ilk adımı, kişinin duygularının farkına varmasıdır.
İçinde yetiştiği ortamın özelliklerine göre çocukken bazı duyguları
bastırmayı ve farkına varmamayı öğreniriz. Örneğin bazı yetişme
ortamlarında öfkelenmek ve öfkesini göstermek erkek çocuğu için uygun
görüldüğü halde bir kız çocuğu için hiç uygun görülmemektedir. Bu
durumda kız çocuğunun bu duyguyu hissetmekten ve ifade etmekten uzak
durması istenir. Ve gerçekten de öfkesini göstermesi istenmeyen çocuklar
büyüdüklerinde öfkelerini tanımakta çok zorluk çekerler. Bu kişilerde
öfke şikayet davranışı ya da depresyon duygusuna dönüşür.
2- İkinci adım, kişinin on saniye kadar derin nefes almasıdır.
Bu şekilde öfkesinin farkına varan kişi amigdala, hipotalamus ve
hipokampusun yani iç beyinin hakimiyetinden kurtularak denetimi düşünce
ve aklın yer aldığı ön beyine aktarabilir. Tabii, ona kadar sayan
herkesin öfkesini denetim altına alabileceği söylenemez; ama ona kadar
saymak böyle bir fırsat yaratır.
3- Üçüncü adım, öfkemizin temelinde yer alan sürecin farkına varmaktır.
Öfkeniz karşılanmayan bir beklentiden kaynaklanabilir. “Halimi,
hatırımı sormadı, bir ihtiyacın var mı diye sormadı,” buna bir örnektir.
Öfkenin kaynağı “dürüstlük” gibi ihlal edilen bir değer de olabilir.
4- Dördüncü adım, bu sürecin kaynağında yaşamın gerçekleri mi yer alıyor, yoksa kişinin egosu mu,
onun farkına varmaktır. Örneğin, “bana ters baktı”ya kızmak ego
kaynaklı bir öfkedir. Öte yandan, “bana yalan söyledi”ye kızmak değerler
ihlali ile ilgilidir.
5- Beşinci adım, öfke ego kaynaklı ise onu nefsini terbiye etme fırsatı olarak değerlendirmelidir.
Bunu yapan kişi yaşamı boyunca sürekli bir gelişim süreci içinde olur.
Nefsini terbiye etmeyen ise bir çatışmadan öbürüne savrulmaya mahkumdur.
6- Altıncı adımda yaşamın gerçeklerinden kaynaklanan bir öfkenin farkına vardığında kişinin soracağı önemli bir soru vardır: Kısa vadeli geçici bir durumla mı karşı karşıyayım yoksa kalıcı ve sürekli olan bir durumla mı?
Örneğin bir alışveriş merkezinde sattığı malla ilgili bile bile yanlış
bilgi veren bir satıcıyla ilişkiniz geçicidir. Ama dost bildiğiniz yakın
birinin size yalan söylemesi kalıcı ve sürekli bir duruma örnektir.
7- Yedinci adımda karar verilmesi gereken etki alanı içinde nelerin yapılabileceğidir.
Yanlış bilgi veren satıcıya dönük yaklaşımınızla, aileden çok yakın
birinin yalan söylemesine yaklaşımınız arasında farklar olmalıdır.
Birincisinde mağazanın yöneticiyle bir kez konuşmak yeterli olabildiği
halde öbüründe uzun süreli takip edilmesi gereken bir durum söz
konusudur. Bazı durumlarda durum tamamıyla kişinin etki alanının dışında
kalabilir. Örnek; sizi tehlikeye sokan bir sürücünün arabasıyla hızla
oradan uzaklaşması gibi. Etki alanının sınırlarını bilmek kişinin olgun,
kendini tanıyan ve gerçekçi olmasını gerektirir.
8- Sekizinci adım, “değer mi?” sorusunu sormak olmalıdır.
İçinizde, “Evet, değer !”cevabını buluyorsanız o zaman kolları sıvayarak
stratejiler geliştirmeye başlayın. Atatürk’ün istiklal savaşını
planlamasının altında bu tür bir öfke yatmaktadır. Sebat ve azmin
altında bazı durumlarda bu tür bilinçli öfke bulunur. “Hayır,” cevabını
buluyorsanız, zaman ve enerjinizi çöplüğe atmamak için sizin için
önceliği olan bir alana yönelin.
Unutmayın, gerçekte öfkeniz için cezalandırılmazsınız; öfkeniz tarafından cezalandırılırsınız.