'Neyse'
demek iyidir, 'bu da geçer' demek gibidir, geçmez, herkes bilir
geçmediğini, geçmiş gibi yapılır. Bazen 'gibi yapmak' da iyidir, bazen
öyledir, bazen geçer, hiçbir zaman geçmez. İnsan 'neyse' demeyi hayli
geç öğrenir, belki de geç değildir, tam vaktindedir. Kimi bunda bir
olgunluk bulsa da, bulunan şey zorunluluktan başka bir şey değildir.
Uzatacak ne var, insan 'neyse' demeye başladığında, 'ne sabahtır bu
mavilik ne akşam' duygusunun da, yavaş yavaş ondan geçtiğini kabul
etmeye de başlamış demektir. İkindinin akşam alacası dediğimiz o garip
vakte değdiği yerdedir. Hiçbir şey 'neyse' demenin niye bunca dokunaklı
olduğunu o ıssızlık anı kadar iyi anlatamaz.
Sizin de 'neyse' demekten, 'peki' demekten yorulduğunuz olmuyor mu?
'Neyse' demenin, sanki her şeyi, herkesi, hayatı bağışlıyormuş gibi
görünen, oysa unutmaktan, sineye çekmekten, uzaklaşmaktan başka bir şey
olmayan kolaycılığı ağır gelmiyor mu? İnsan, ne kendini bağışlıyor
gerçekte, ne de bir başkası gibi gelen hayatı, yalnızca unutmayı
seçiyor. Unutma! Unutarak yaşayabilirsin diyor, içimizde varsa bir ses,
belki de yaşarsan unutursun. Unutarak yaşamak: 'Neyse' demek mi? Her
şeyi unutmak, kendini de unutmak için. Geri alıyorum söylediğimi,
'neyse' demek 'Bu da geçer ya hu' demek değil, kimse beni hatırlamasın,
ben kendimi çoktan unuttum demek.
Çok yorgunum hatırlamaktan demek, belki de başka hiçbir şey dememek.
Attila İlhan'ın dediği gibi: "İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur/
tutsak ustura ağzında yaşamaktan" demek. Yazı da yorar bazen insanı,
'neyse' diye yazmak bile ağır gelir, kelimeler eline gelmez olur,
'nasip' diye baktığın kelimeler bile gönülsüz, uzak durur yazıya.
Yalnızca yazı mı, şiir de yorar, şiir de yorulur, hiç başlanmamış,
yarım kalmış şiirlerden söz etmiyorum, onlara heves yetmemiştir ya da
heves o kadardır. Şu tamamlanmış gibi duran, yayımlanmaya hazır, hatta
yayımlanmış şiirler de bazen 'neyse' yorgunluğunu taşır. Tomris Uyar'ın
unutulmaz hikâyesi 'Metal Yorgunluğu'nu okuduysanız, beni daha iyi
anlarsınız. Uçakların yorgunluğunu anlatmak için kullanılan bu deyimden,
insanın düşmesini, kelimelerin düşmesini de anlayabilirsiniz. Metal
yorgunluğu sürtünmeden kaynaklanıyorsa, insanın yorgunluğu da
karşılaşmaktan, çarpışmaktan, kelimelerin yorgunluğu, insanın acısını
alır diye, ağır cümlelere, dizelere bir teselli olarak yerleştirilmekten
neden kaynaklanmasın? 'Neyse' diye başlayan bir yazı ne anlatabilir?
'Neyse' diye bir yazıyı okuyan bunda ne bulabilir? 'Neyse' diye yazan, yazmış bulunmakla kurtulabilir mi bu duygudan? 'Neyse' diye yazmanın ne faydası var? Hiç. Şimdi 'neyse' demek iyi midir? İsterseniz iyi olsun, biri 'hiç' diye, biri 'terörist' diye öldürülen iki çocuğun henüz sıcak gözleri üstümüzdeyken...
Burası da kalbin, vicdanın, hiç yorulmasını beklemediğimiz şeylerin yorulduğu yerdir, insan hatırlamaktan, hatırlatmaktan yorulur.
Belki bu yazıyı unutmak en iyisi, ben unutmaya hazırım, isterseniz
siz de unutun. Kelimeler beni bağışlasın, cümleler özrümü kabul etsin,
siz de üzerinde durmayıp 'neyse' derseniz... 'Hali pür melal'im
anlaşılmş olur: İnsan bazen en çok kendinden yorulur!