28 Kasım 2015
27 Kasım 2015
Oray Eğin "Cumhuriyet'e sert eleştiri "
Sözcü gazetesi yazarı Oray Eğin, Cumhuriyet gazetesiyle Gülen Cemaati'nin arasında yakınlaşma olduğu tezini bugünkü köşesine taşıdı.
Eğin, gazetenin İcra Kurulu Başkanı Avukat Akın Atalay, yazar Hikmet Çetinkaya ve Leyla Tavşanoğlu gibi isimlerin bu yakınlaşmayı desteklediğini söyleyerek, "Bir, bugüne kadar hiçbir şeyin tesadüfen olduğunu görmedim. İki, ilkeden söz edilecek son yer medya ve politika" diye yazdı.
İşte Oray Eğin'in Cumhuriyet gazetesine ilişkin köşe yazısı:
Akın Atalay ilkesel olarak Cemaat operasyonlarına çok tepkili
"Cemaat medyasına ve şirketlerine el konulmasına Cemaat mensupları dışında en çok üzülen iki insan kim dersiniz? Kemal Kılıçdaroğlu ve Akın Atalay.
Koza-İpek grubuna destek için tutkulu tweet’ler atan Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Atalay, Cemaat’e olan sempatisi ayyuka çıktığından Zaman Gazetesi baskınından sonra “Beni yaftalayacaklar yine, oysa benim derdim ilke, demokrasi” diye kendini savundu.
Oysa Cumhuriyet’in Cemaat’le giriştiği nikahsız ilişki ortada. Daha önce Taraf Gazetesi’ni kendi sızıntılarının taşeronu olarak kullanan bu gizli yapı, MİT TIR’ları haberinde olduğu gibi belgeleri servis etmek için artık Cumhuriyet’i seçti. Cumhuriyet, sadece Cemaat’in belgelerine değil, tweet’lerine de epey bel bağladı: İnternet troll’ü Fuat Avni’nin hiçbir dayanağı olmayan manipülasyonları filtre edip doğrulatmadan sürmanşetlere taşındı.
Cemaat hatırası: Hikmet Çetinkaya ve Erkam Tufan Aytav
Seçim öncesi Cemaat bütün medyayı etkisi altına alıp kendisine yönelik yaklaşan tehlikeyi genellemeye çalışıyordu. Nitekim, bu konuda çok başarılı oldu. Zeynep Oral gibi saf ve iyi niyetli Cumhuriyet yazarlarında bile “Sırada Cumhuriyet mi var” korkusu oluştu. Aynı Cemaat, yurtdışında da Erdoğan’ın özgür basına tahammülsüzlüğünden faydalanarak kendisini mağdur ilan etmeyi başardı. Freedom House’un son Türkiye raporunda basına yönelik baskılarla ilgili verilen neredeyse bütün örnekler Cemaat’e ait.
Oysa hepimiz biliyoruz ki Erdoğan’ın Cemaat’le mücadelesi basın özgürlüğüyle ilgili değil; devlet içi bir hesaplaşma bu… Ancak “Sıra size gelecek” korkusu yerleşti. Mesajı Fuat Avni dolaşıma soktu, Akın Atalay ve Kemal Kılıçdaroğlu gibi inandırıcı ve tarafsız görünen figürler de inandırıcılık kattılar.
Leyla Tavşanoğlu da Pensilvanya ziyaretçilerinden
Fethullah Gülen ve Cemaat gerçeğini Türkiye’nin öğrenmesinde Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya’nın katkıları tartışılmaz. Ama aynı Çetinkaya 2011 yazında, Cemaat operasyonuyla gazeteciler hapse atılalı sadece bir kaç ay olmuşken, gidip Gazeteciler Yazarlar Vakfı’yla kolkola girdi. Sadece gazetecilik ziyareti miydi? Sonrasında gelen süreçte Cumhuriyet Vakfı’nda dinamiklerin baştan aşağı değişmesi, Akın Atalay adlı avukatın gazetenin başına geçmesi, Alev Coşkun gibi Atatürkçü kesimin de tasfiye edilmesine ve Fuat Avni’yi manşet yapan Cumhuriyet’e gelinme sürecine tesadüf diyelim, peki.
Gazeteciler Yazarlar Vakfı’ndan Erkam Tufan Aytav anlatıyor: “Hikmet Çetinkaya’ya ‘Gülen Hareketi Türkiye için bir tehlike mi?’ diye sormuştum. ‘Hayır’ demişti. ‘Ben tehlike olarak görmüyorum’ demişti.”
Bir başka Cumhuriyet yazarı Leyla Tavşanoğlu da “Ben de görmüyorum” demişti Pennsylvania’da Fethullah Gülen’le 2.5 saat görüşüp döndükten sonra. ‘Off the record’ olduğu için de Cumhuriyet’te bir Gülen röportajı okuyamadık. Acaba Ferhat Boratav gibi ‘kalem-saat’ hediyesi aldı mı; kimse merak etmemiş. Eklemek zorundayım: Tavşanoğlu’nun ABD ziyareti ‘yönetim’ onaylıymış…
Aynı yönetim Cemaat ziyaretine onay veriyor, ama geçtiğimiz hafta Bedri Baykam’ın CHP’yi eleştiren bir yazısını yayınlamıyor. Baykam’ın CHP’yle bağını bilmeyen yok, zaten haftada bir yazıyor, ama çok uzun zamandır yazıyor Cumhuriyet’te. Partiyle bağı nedense şimdiden sorun oldu yönetimde.
En basit çözüm yazının altına “Bedri Baykam CHP üyesidir” diye bir not koymak; yazı yine yayınlanırdı. İlkeden söz edeceksek eğer… Cemaat’in susturulmasına ilkesel tepki veren Cumhuriyet yönetiminin, Baykam’ın ifade hakkını ilkeleriyle engellemesi…
Baykam’ın bir başka özelliği de Atatürkçülüğü; yeni Cumhuriyet için de, yeni CHP için de sanırım dozajı fazla bir Atatürkçülük. Cumhuriyet’te Ahmet İnsel’in, CHP’de Eren Erdem’in falan yanında eski moda kalıyor olmalı.
Cemaat’in hapse attığı, hatta dizide idam ettiği Yalçın Küçük’ün CHP’yi Gülenci olmakla itham ettiği, isim vererek Erdem’i işaret ettiği bugünlerde CHP milletvekilinin onu davalarla susturmaya çalışmasına da tesadüf diye inanalım, değil mi? Doğrusu ben inanmasına inanacağım. Kemal Kılıçdaroğlu ve Akın Atalay’ın demokrat duruşu ve ilkeleri karşısında kendimden utanmaya da hazırım.
Ama ufak bir sorun var.
Bir, bugüne kadar hiçbir şeyin tesadüfen olduğunu görmedim. İki, ilkeden söz edilecek son yer medya ve politika."
26 Kasım 2015
24 Kasım 2015
M.Kemal Atatürk "Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir."
23 Kasım 2015
Ünlü sanatçı Vasfı Rıza Zobu anlatır...
Atatürk turnedeki İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarına Ankara’da bir davet verir. Sanatçılar ayrılırken Reşit Galip, Atatürk’e:
- Paşam müsaade ederseniz ayrılırken elinizi öpmek istiyorlar, diyor.
Atatürk, “Hayır” diyor, şaşıran sanatçılara hitaben o ünlü sözleri söylüyor:
“Hayır olmaz. Sanatkâr el öpmez, biz hepimiz mebus oluruz, vekil oluruz, hatta reisicumhur oluruz ama hiçbirimiz sanatkâr olamayız...” Ve sözü noktalıyor:
“Sanatkar el öpmez sanatkarların eli öpülür.”
20 Kasım 2015
Dorothy Law Nolte ÇOCUK NE YAŞIYORSA ONU ÖĞRENİR
Eğer, bir çocuk kin ortamında büyümüşse;
Eğer, bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa;
Eğer, bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse;
Eğer, bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse;
Eğer, bir çocuk desteklenip, yüreklendirilmişse;
Kendine güven duymayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse;
Eğer, bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse;
Eğer, bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse;
İnançlı olmayı öğrenir.
Eğer, bir çocuk kabul ve onay görmüşse;
Eğer, bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık
görmüşse;
Sevda Tepesi
Pablo NERUDA "Saf Şiir Yoktur "
İnsandaki bulanık katışma onlarda ayırt edilir: Kümelere yönelme, gereçlerin kullanımı ve eskimesi, el ya da ayak izi her yüzeye nüfuz eden insan varlığının sürekliliği.
Aradığımız işte bu şiir. Asitle, insan elinin emeğiyle aşınımış, yasal ve yasanın dışında her çeşit işin beslediği, ter ve duman, sidik ve zambak kokularıyla kaplanan şiir.
Bir giysi ya da bir vücut kadar kirli bir şiir, yemek ve utançla lekelenmiş bir şiir; kırışıklıklar, gözlemler, düşler, uyanışlar, kehanetler, aşk ve nefret ilanları, hayvanlar, vuruşlar, kasideler, manifestolar, inkarlar, kuşkular, onaylar, vergilerle dolu bir şiir.
Sevdalanışın kutsal yasası, ve dokunma, koklama, tatma, görme ve duymanın buyrukları, adalet tutkusu ve cinsel arzu, okyanusun sesi, hiçbir şey kasıtlı olarak dışarda bırakılmadan, hiçbir kayda zorlanmayan bir sevda uğruna ölçülmemiş derinliklere dalış. Ve şiirsel ürün parmak izleriyle, diş ve buz izleriyle damgalanacaktır - terin ve savaşın azar azar soğurduğu bir şiir. Biri, sürekli çalınan bir enstrüman kadar düzgün sürtünmeyle aşınan yüzeyi, yontulmuş odunun sert yumuşaklığını, mağrur demir gücünü kazanıncaya kadar. Çiçekler, buğday ve suda da o özgül bütünlük vardır, o aynı; elle tutulur görkemlilik.
Ama melankoliyi, bir başka çağın duygusallığını, harikaları çalım satma deliliğiyle bir tarafa atılmış olan o bütünüyle dokunuşun kirlettiği ürünü görmezlikten gelemeyiz: ayışığı, hüzünlü kuğu, "sevgilim", hiç kuşkusuz şiirin asli ve önemli unsurlarıdır. Kötü zevkten kaçan, belaya yakalanmış demektir.
18 Kasım 2015
F. Nietzsche "Gerçeğin düşmanı tabular ve inançlardır."
-Acı çeken dostuna dinlenmesi için yer göster ama dikkat et yatak sert olsun.
-Barış zamanında savaşçı kendine çatar.!
-Başarının sonu yalnızlıktır.
-Birini suçlamak üzere ileri uzattığın elinin 3 parmağının seni gösterdiğini unutma.!
-Beni öldürmeyen herşey beni güçlendirir.
-Bu dâhil bütün genellemeler yanlıştır.
-Babanın gizlediği şey, oğulda açığa çıkar.
-Biz arzulanana değil arzulamanın kendisine âşığızdır.
-Bence hayatın kendisi gelişme içgüdüsü , idame içgüdüsü , güçlerin biriktirlmesi içgüdüsüdür : Güce yönelmenin olmadığı yerde çöküş vardır.
-Doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır.
-Dünyada hiçbir şey insanı kin besleme duygusu kadar yıpratmaz.
-Ey büyük yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı nice olurdu mutluluğun.
-Fatihler şansa inanmaz.
-Fırtınayı getiren en derin ve yumuşak sözlerdir.
-Gerçeğin düşmanı tabular ve inançlardır.
-Hayat; kendisini alt edenindir.
-Issız ve yorucu dorukları sevenlerin kanatları olmalıdır!
-İnsanoğlu hayatta o kadar acı çeker ki, canlılar arasında yalnız o,gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır.
-İçine koyacak bir şeyiniz varsa, bir günün bin cebi vardır.
-İnsanlar doğar,büyür,yaşar ve ölürler önemli olan çok yaşamak değil yaşadığı sürece fazla bir şeyler yapabilmektir.
-Kutsal olan gerçekler değil kişinin kendi gerçeği için çıktığı arayıştır. Neysen o ol.
-Kendi savaşınızı açmalısınız, kendi düşüncelerinizin uğruna. Düşünceleriniz yenilse bile, dürüstlüğünüz zafer çığlıkları atmalıdır bunun için
-Mutluluk hedef değildir. Tersine kudret duygusu hedeftir.İnsanın ve insanlığın içinde müthiş bir güç kendini deşarj etmek, yaratmak istemektedir.
-Nerede yaşayan bir yaratık gördümse, orada güçlü olmak isteğine rastladım.
-Sadece cevaplarını bulabileceğimiz soruları duyarız.
-Sahip olmak ve daha çoğuna sahip olmayı istemek ,tek kelimeyle büyümektir. Bu hayatın kendisidir.
-Uçmayı öğretemediğinize düşmesini öğretin.
-Uçuruma gözlerinizi dikip baktığınızda, uçurum da sizin içinize bakmaya başlar.
-Yaratıcılık ve keşif acıda ve yalnızlıkta saklıdır.
-Yazar ağzını kapamalıdır ki eseri kendininkini açsın.
-Yine de en çok çiy damlası, en sessiz gecede düşer, bilirim.
-Yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha küçük görünürüz
-Yükselmek için yalnız kendi gücünüzü kullanın, başkasının sizi yükseltmesine fırsat vermeyin.
15 Kasım 2015
Tezer Özlü "Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum."
Herhangi bir yol. Bu yolun İstanbul’da bitmesi bir rastlantı. Kenti, ülkeyi, yolları ben seçmedim ki. Hiçbir yerde değilim. Hiçbir yerde olmayacağım. Hiçbir şeyi benimsemeyeceğim. Uzay kentlerini andıran bu otelde yıllar boyu binlerce insan konaklayacak. Ben onlardan birincisiyim. Burada oturuyorum ve temmuz ayının zaman zaman bulutlanan gökyüzüne bakıyorum. İnsanlarla konuşuyorum. Özlediğim tepelere bakıyorum. Her tepe benim değil mi. Her toprak. Her insan. Her insan ben değil miyim. Her insan kendi sevgisini taşımıyor mu. O halde neden ilişkileri bir tek insanda toplamak. Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplumdışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor. Aklımı ellerinizden kurtardım. Geçti. Ben gökyüzümün altında, topraklarımın üzerinde olacağım. Toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunca sürekli gideceğim.
Güzel, küçük burjuva ya da büyük burjuva ya da parlak, duygusal, romantik, heyecanlı, harika, içten, sürekli, gelişen insan ilişkileri, ikili insan ilişkileri hiçbir zaman çıkış noktam olmadı. Bu tür ilişkileri, sürekli evlilikleri her zaman yanlış, toplumsal düzenin yanlış kurumları olarak nitelendirdim, nitelendireceğim. Onlara karşı direndim, direneceğim. Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem, onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır. Başarı diye nitelendirdiğiniz olgulara direnmem için en az sizin kadar başarılı olabilmem gerektiğinden. Böylesi bir görüş dışında var olmak istemiyorum. İnsan ilişkilerini değiştirmek için yaşıyorum. Hiçbir şeyin değişmeyeceği umutsuzluğuna kapıldığım kısa anlar kadar korkunç ve umutsuz anlar tanımıyorum.
Değişecek. Dünya küresinin dağları, denizleri, okyanusları, gölleri, ovaları, bozkır ve çölleri, nehir yatakları, buzulları, kent ve köyleri nasıl değişiyorsa, insan ilişkileri de değişecek. İnsandan, içgüdüleri ile bağdaşmayan uğraşların beklenmediği bir dönem de olacak. Kurallar doğrultusundaki bir yaşam yalnız ve yalnız durgunluktur. Başka hiçbir şey. İşte dün böylesine oturdum yeni otelin terasında. Doyumsuz dünyanın güneşi altında ısındım. Doyumsuz ışıklarına baktım. Bir kasım ayı gökyüzünü düşündüm. Geniş bir ağaçlık alan üzerindeki bulutları. Gri rengin tüm çeşitlerini, koyu ve açık tonlarını içeren, kış mevsimini yaklaştıran yoğun bulutları. Bulutlar arasındaki küçük boşlukların derinliğindeki maviliği. Bu boşluklardan sızan ve rüzgarla birlikte batıya doğru yürüyen ışık yollarını. Doyumsuz bulutların sonsuzluğunu.
Dün masama gelip oturanlar oldu. Bir kamyon şoförü, otelin mühendisi. Yüzme havuzu inşaatında çalışan işçiler. Birlikte kahve ve konyak içtik. Biri, karısından ayrılmanın burukluğu içindeydi. Sevgiler geçer, sevgiler gelir, dedik. Tüm ayrılıklara, tüm sevgilere içtik. Herhangi bir temmuz gününün anlarını yalnız bir kez bölüştüğüm bu insanlar ne denli dost.
Güneş tepelere yaklaşırken gene terastayız. Gene kahve ve konyak içiyoruz. Biri, adının “Zoran” olduğunu ve bunun “Güneş doğuyor” anlamına geldiğini söylüyor.
Şimdi saat sabahın sekizi. Yazmaya ara veriyorum. Gitmem gerek. Yeni resimler görmem gerek. Benimseyeceğim, içimdeki kıpırdanışları dolduracak bir resim bulana dek gitmem gerek. Bu kez S. Stefano Belbo’ya dek. Otuz iki yıl önce intihar eden bu yazar, sanki orada beni bekliyor. Onun tepelerini, onun evlerini, onun caddelerini görmek, onu koşullandıran doğa parçasını yaşamak, biraz da onu yaşamak olmayacak mı.
E-5′e dönmeyeceğim. Başka yollardan gitmem gerek. Her gittiğim yolun yeni bir yol olması gerek.
Hava bulutlu. İşçiler Türkiye’ye doğru akıyor. Kavrayamıyorum. Çevremde olup biten hiçbir şeyi kavrayamıyorum. Oysa hiçbir durum yabana değil. Ama kavranması, benimsenmesi olanaksız. İnsan yalnız kendi değer yargılarını benimsiyor. Ve bunlar genel yaşam yargılarından o denli başka ki… Uzun yıllar boyu bu yaşama karşıt yaşamı sürüklemek hiç de kolay değil. Hem kolay hem mümkün değil. Yabancısı olmadığım bir tek olgu var. O da kendi varoluşum. Belki tek mutluluğum bu. Tek bağlantım. Kendimi kavrayamazsam, tüm varoluşum yitmiş demektir.
“Tek günah, insanın kendi yaptığını kavrayamamasıdır.”
Her yerde tatile giden ya da tatilden dönen insanlar kaynaşıp duruyor. Araplar, Almanlar, Türk işçileri ve Yugoslavlar ve her ulusun insanları. Otelin önünde büyük bir otobüs duruyor. İçi Türk işçileriyle dolu. Çalışan insanların hepsi doğal. Tatil insanlarının hiçbiri, hiçbir yerde dayanılır gibi değil.
Duvarlarım gerisine dönmem gerek. Gökyüzü altındaki yaşam bana göre değil. Ben gökyüzüne ancak duvarlarım gerisinden bakabilirim. Cenova’da olduğu gibi denizi bulmam mümkün olmayacak. Ben ve benim gibilerin tüm çevresinin gene kendi duvarları gerisi olduğunu anlıyorum. Kumsalımız, caddelerimiz, ağaçlarımız, sevgilerimiz yalnız ve yalnız düşüncelerimizle sınırlı. Tüm dünyamız. Çok genç yaşlarımın, henüz yirmime varmadığım yaşların nihilizmi, şimdi bu yol kenarındaki büyük otelden ayrıldığım anlarda en güçlü inanç olarak yeniden beliriyor. O zamanlar dünyayı tıpkı bugünkü gibi, tıpkı şimdi, şu an önümde, E-5 üzerinde uzandığı gibi düşünmüştüm.
Yağmur çiseliyor.
Buğdaylar biçilmiş, tarla üzerinde yığılı duruyor. Gençlerin hiçbiri yok. Bayrakla dans eden gençler. Bayrakları sevmem. Çocukken de bayrakları sevmezdim. Dün ısıtan güneş de yok bugün. Zoran doğmadı.
Otobüs İstanbul’dan geliyor. Otobüsten şişman kadınlar iniyor. Uzun, renkli etekler giymişler. Büyük şişelerde su taşıyorlar. Bütün bu insanlar hem çok yemek yiyor, hem de çok su içiyorlar.
Bulutlu ve yağmurun çiselediği bir temmuz sabahında S. Stefano Belbo’yu özlüyorum. Torino’ya varabilmeyi. Akdeniz’den vazgeçtim, Güneşten ve sahilden de. Oralar, tatil insanlarının. Oysa ben tüm yaşamı gökyüzü altında bir tatil olarak görüyorum. Çalışmayı bile. Belki de çeşitli ülke insanlarının yaşamından uzaklaşabilmek için, geceleri gündüze, gündüzleri gecelere dönüştürmem gerek.
Hangi zorunluluk her olguyu bu denli güçleştiriyor. Sözcükler. Ve aynı anda her şey olmak: Kadın, erkek, çocuk, yetişkin, deniz, güneş, gece, sabah, korku, cesaret, sonsuzluk, sınırlılık, karanlık, bulut, seven, sevilen, giden, duran, anlayan, anlamayan, doğan doğmamış olan, var olan ve var olmayan bir hiç.
Otelde çalışanlardan birinin arabasıyla kente doğru gidiyoruz.
Bu kez kentin adı Niş.
Bir bütan-gaz deposu önünde duruyor.
— Araba gazla çalışıyor, diyor.
Arabanın benzin istasyonu önünde durmaması bile sevindirici bir değişiklik. Radyo günün ısı derecelerini veriyor. Tek sözcük anlamıyorum. Yağmur çiselemesini sürdürüyor. Hemen hemen günlük yorgunluğuma varmış durumdayım. Diş ağrımaya devam ediyor. Bütan-gaz bekleyen birçok araba birikiverdi.
Sessiz, yalın insanlar. Tatile çıkmış insanlara benzemiyorlar. Ama çıktıkları zaman benzerler. Radyoda bildiğim melodilerden biri çalıyor.
Dünya futbol şampiyonası bugün kulağıma çalınmadı. Bu da mutlulukların en büyüğü. Belki bundan sonraki şampiyonadan önce bu dünyadan gitmiş olurum.
Şimdi İngilizce bir şarkı. Amerikalıların dili her ülkede anadil gibi geliyor kulağa.
Niş’te çantayı gerimde sürükleyerek bir eczane arıyorum. İstanbul’un herhangi bir banliyösünü andıran bir kentteyim. Ya da İstanbul’da mıyım. Çevremde dolaşan kalabalık, ülkemin herhangi bir kentindeki kalabalık. Dükkanlardaki mallar, cumartesi sokaklarında alışveriş eden köylüler, kent ile iç içe girmiş köy, arada bir güzellikleri ve iyi giyimleriyle dikkati çeken genç kızlar.
Konfüçyüs ' Öğrenmeyi '
Öğrenmeyi sevmeksizin bilmeyi sevmek vardır ki zihinin gereksizce dağılmasına götürür.
Öğrenmeyi sevmeksizin içten olmayı sevmek vardır ki onur kırıcı bir aldırmazlığa götürür.
Öğrenmeyi sevmeksizin dobra olmayı sevmek vardır ki kabalığa götürür.
Öğrenmeyi sevmeksizin açık görüşlü olmayı sevmek vardır ki umarsız bir asiliğe götürür.
Öğrenmeyi sevmeksizin prensip sahibi olmayı sevmek vardır ki mantıksız bir zorlamaya götürür.
Sait Faik Abasıyanık "Edebi eserler, insanı yeni ve mesut, başka iyi ve güzel bir dünyaya götürmeye yardım etmiyorlarsa neye yarar? "
Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar?
Doğsan bile n?’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var. Hem canım sen nasıl bir dünya istiyorsun? Görülmemiş, işitilmemiş, tadılmamış, yazılmamış, yaşanmamış... Olur mu böyle şey? Hadi gel. Dön her günkü hayatına...Bir Sonbahar Akşamı
Balıkçının gevezesine hiç rastlamadım. İnsan geveze ise balıkçı değildir. Balıkçı ise geveze değildir...Mahalle Kahvesi
Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey, gelmeyince sinirlendiriyor... Mahalle Kahvesi
Sevgilim! (…) Cıgara içmekten vazgeçilebilir mi? Hikâye yazmaktan da, körolası, vazgeçemiyoruz. İşte bir müddettir ben de, elimde cıgara, adam arıyor gibiyim. Ne kadar üstü başı düzgünler, suratı ciddiler, hali azametliler içinde kalmışım ki bir türlü hikâyeme yanaşamıyorum...Mahalle Kahvesi
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım, resimlerden...
Söylemeliyim,
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.... Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri
Ölmemek, delirmemek için...
Yaşamak; bütün âdetlerden uzak
Yaşamak...
Hayır değil, değil sıcak;
Dudaklarının hatırası;
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle
günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım,
Sesini işitmeliyim.
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem... Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri
Yazmasaydım deli olacaktım.
08 Kasım 2015
Turgut Uyar - Büyük Ev Ablukada
......bir şey daha yoktu ama kavrayamıyordum)
işte böyle olmak en iyisidir olmakların
bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim
......(indirmiştim
......yok olan önemli bir şeydi allah kahretsin)
tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
çıkıp okudular durup dinledim
bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi
......(ha kavgada ha aşkta
......bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)
göğe baktım yerli yerinde
haydutlar dalavereciler yerli yerinde
vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle
iyi dedim içim rahatladı
düzen bozulmamış dedim sevindim
tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim
......(ben herkese varım
......başka türlü olmuyor inanmayın)
bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
......(ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir
......utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)
ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
yalana dolana itliklere keten elbiselere
......(sonra karısı öldü o çocuğun
......yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
......kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
......anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
......ölen de kurtarmamıştı)
bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
bu yapıları on iki kat yapmak bizim aklımızdı
biz kurduk istersek umursamayız ya
......(abluka burada başlıyordu çünkü)
ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
sen bir onu yap yeter bak göreceksin.
Gülten Akın’dan sararmış bir hatıra
AHH PARASIZLIK
Saroyan'ın ailesi, o doğmadan 1900'lerin başında Amerika'ya göç etmiş. O da Kaliforniya'da doğmuş. Ama annesinden hep Bitlis'i dinlemiş. Hiç görmediği Bitlis'e kavuşması 1964'te gerçekleşiyor. Filmden öğrendiğimiz kadarıyla da 'Ana vatanına hoş geldiniz' pankartlarıyla karşılanıyor. Ama filmin anlattıklarının dışında arşivlerden, kitaplardan bu yolculuğun izi sürüldüğü zaman kimi anekdotlara da ulaşıyoruz; ki Orhan Kemal'in Saroyan'ı sevdiğini de böyle keşfettik. Günizi Yayıncılık'tan çıkan Fikret Otyam'ın Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları kitabından öğrendiğimiz kadarıyla da Bitlis yolculuğu sırasında Saroyan'a eşlik eden Otyam, dostu Kemal ile Saroyan'ı bir araya getirmek istemiş. Ama olmamış. Neden mi? Orhan Kemal'den dinleyelim "Mr. Saroyan'ı, verdiğin telefon numarasından arayamadım. Sebep bir değil, birkaç. Önce hepsinden önemlisi PARASIZLIK! Cepte metelik yok, beşinci aydır ödenmeyen ev kirası bir yanda, öte yanda tamtakır bir ev, bomboş cepler..." Oysa Saroyan da Kemal'le buluşmayı istemiş, Bitlis yolundan kart atmış ona. Saroyan'ın Türkiye geldiğinde İstanbul'da kapısını çaldığı yazarsa Yaşar Kemal. Evinde misafir ediyor bu büyük yazarı Kemal. Otyam'ın Cumhuriyet'te yayımlanan ve sonra Aras Yayınları'ndan çıkan Amerika'dan Bitlis'e William Saroyan kitabında da yer alan röportajındansa, yazar Fakir Baykurt'un Saroyan için saz çalıp türkü söylediğini öğreniyoruz. Saroyan bu yolculukta Türkiye'de nereye gitse devlet erkanı karşılıyor. Yolu Gevaş'a düşüyor, burada bir kadın şairle karşısına çıkıyor. Kim derseniz? Gülten Akın. Çünkü o sırada Akın'ın eşi Gevaş'ın kaymakamı. Akın ile şiir üzerine konuşuyorlar. Saroyan tabii Bitlis'e gidiyor. Yıkık bir duvar kalmış evinden, hüzünleniyor... Memleketinin havasını koklayıp suyunu içiyor. Bu yolculuğun ondaki izine gelirsek kendisinden okuyalım: "Fikret Oytam, Türkiye'de yaptığım ziyareti, hayatımın en büyük tecrübelerinden biri haline getirdi. "
Ursula K. Le Guin - Sesler
Ursula K. Le Guin'in devamlı okuyucuları daha önce yayımladığımız Marifetler'de tanıştıkları karakterleri de fark edecekler Sesler'de. Sırada ise Güçler var.
Kitapta anlatılan Ansul şehrinin hikâyesi her şeyden önce kitaplardan konuşan ve taşlarda oturan binlerce tanrıyla ilgili. Şehrin sokaklarında, binalarının önünde, kavşaklarında insanların dua edebileceği minik adak yerleri var. Bazı tapınaklar ağaçlarda asılı ve kuşlara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca evlerin hatta odaların içinde oranın ruhu için oyulmuş nişler var. Ansul halkı dua etmek için tapınaklara girmiyor. Onlar zaten binlerce tanrı ve ruhla koyun koyuna kalabalık bir tapınakta yaşıyorlar ve burayı hayvanlarla, bitkilerle paylaşıyorlar. Fakat bin tanrılı Ansul şehri on yedi yıl önce çölden gelen tek tanrılı Ald kuvvetleri tarafından işgal edilmiş. Yeryüzünde şeytanın dolaştığına inanan Aldlar, okumayı bilmedikleri için kitapların iblisler ve şeytani ruhlarla dolu olduğuna, bilim ve hüner merkezi olmasıyla ün salmış Ansul şehrinin de kütüphanelerinde kötülüğün biriktirildiğine inanıyorlar. Bakamadıkları yere sırtlarını da dönemedikleri için zorla ele geçirmişler şehri. Aslında bu biraz da onların tekliğe inançlarından kaynaklanıyor: tek bir tanrı ya da tek bir kral. Sabit bir fikirle hareket edebiliyor ve dünyalarını düşmanlarla doldurmaya devam edebiliyorlar. Ansul halkıysa kalabalıkları tercih ediyor, kendi topraklarında tanrıları ve ruhlarıyla barış içinde yaşıyor.
Aldlar, Ansul’u “doğru yola sokmak için” bilgilerini yok edip onları cehaletin karanlığına hapsediyorlar. Fakat bilgiyi koruyan ve içine girdikleri karanlıktaki sesleri duymayı başaran insanlar var ve bunlardan biri de bir işgal çocuğu olan (annesi Ald askerleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalmış) on yedi yaşındaki Memer ve Ald işkenceleriyle sakat kalmış Seferbeyi.
“Korkmanı gerektirecek bir şey yok Memer,” diyor Seferbeyi ve hepimiz duyalım diye ekliyor: “Bazıları korkabilir, ama sen korkma.” ‘Sesler’ bize korkunun sessizliği, sessizliğin de korkuyu doğurduğunu anlatıyor; korktuğumuzun başkalarının karanlığı olduğunu. Bütün sorun ötekilerin bildiklerini bilmediğimiz için onlara delirmişler gibi bakmamızdan kaynaklanıyor. Fakat unutmamak gerekir ki, gökyüzünde tüm yıldızları ve tanrıları barındıracak kadar büyük bir karanlık var. Ve hepimiz aynı göğün altındayız.
Kitabın kapağını kapatıp Bağdat’ı düşünmemek imkânsız. Bombalandığı o ilk sabah yeni doğan güneşe, çiçek açan ağaçların güzelliğine ve kuşların cıvıltılarına rağmen ölümcül bir sessizlik şehre yayılmıştı. Las Vegas’ta hür insanlar tarafından olağanüstü bir piramit inşa ettiğine inanan bir halkın askeri, yanından geçtiği, bin yıllardır o taşlara resmedilmiş halde şehri bekleyen kanatlı aslan kabartmasının sessizliğinden olanca gücüyle haykıran sesi duymuyordu. Oysaki kitapta da dediği gibi o ses sanki sadece “Kırılanı, kırılmış onarır,” demeye çalışıyordu.
Metis Yayınları
Walter Benjamin - Son Bakışta Aşk
05 Kasım 2015
Bülent Ecevit"Sen olduğundan büyüksün, sen olduğundan iyisin, sen olduğundan güzel"
Akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi, soyunmak vardı derdinden evrenin.
Düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini, uyayabilmek vardı vaktinde rahat.
El Ele Büyüttük Sevgiyi
Birlikte öğrendik seninle, avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi.
Gökler gibi sardı dünyayı, yağmur gibi sızdı dünyaya, dünya kadar oldu sevgimiz.
Promete Kentte
Promete şimdi kentte
Kayalara bağlı değil
Beton duvarlarla çevrilidir
Kartalların giremiyeceği bir semtte
Kendi kendini kemirir
Dere
Ağacım ben dalları derinde, yaprağım ben paramparça suyla ışığın ellerinde.
Eğil bana bak bana senim ben sana aşık...
Mağara
Karanlıktı mağara
Işığı taştan oydum
Üşüyordum
Bir de güneş koydum
Göçmen
Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum,
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum,
Buralara konmuş göçmen olmuşum,
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum.
Bach Sonatı
Ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir aşk örüyor
İnsan
elbette senden çok duyacaktı/söylediğin türkü/
Sen olduğundan büyüksün, sen olduğundan iyisin, sen olduğundan güzel...
Köylü Kadınlar
Köylü kadınlar, fistanları güllü kadınlar
Topraktan doğup da toprağı yoğurandır onlar, veresiye canlarını doğurandır onlar...
Çocuk
düşünebilseydin eğer doğduğunda
örtülmeden öğreneceklerinle bildiğin
konuşabilseydin ağlamanı kesip
belki de birşeyler öğretebilirdin
Sınır
kuşdan pasaport sorulmaz
gümrüksüz geçer yüküyle karınca
dur yolcu bura sınır
sen geçemezsin
Yarın
Pek o kadar göremesek de uzağı, kuşların uçuşundan belli, bir şeyler olacak yarın...
Ben misin
Bir ben varım benden öte, ben misin bilmem...
Uyum
Boşluğa bulut buluta yağmur, yağmura toprak ne güzel uymuş...
Pülümürün Yaşsız Kadını
zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
Yargı
Hergün bıçak saplı, birinin arkasında, vurulan da biziz vuran da...
SORU
kimbilir/insanda son kalan gözler/görür mü dünyayı uzaktan/
kimbilir/küçülür mü dünya/büyür mü uzaktan/
kimbilir/küllenir mi dünya/özlenir mi yoksa uzaktan
Aydaki Adam
aydaki adam gelecek yine bir gün
inecek yine geceleyin aydan
aydinlatacak yine uykumu
03 Kasım 2015
"Yaşlılık, kendini belli etmediği için çok tehlikeli bir derttir. İnsan bu derde farkına vurmadan düşer." Montaigne
Geçmiş, geçen veya gelecek vakti duymadan, aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın...Y.K.BEYATLI
Ne denirse densin, geçmiş şimdiki anda, kolayca tahta rengine boyanan bir ayran gönüllüdür. Kaldı ki, şimdi diye bir şey yoktur. Oda her dakika geçmiş zamana dönüşmektedir...Salah BİRSEL
Kişinin aklı,yaşla durgunlaşırsa, suç aklını tembelliğe alıştıran kişinin kendindedir...S.JOHNSON
Yaşlılık da fırsatlar çağıdır, gençlik gibi.Yalnızca kılığı aldatır bizi...H.W.LONGFELLS
Vücut yaşın ağır yumruğu altında ezilince,makinenin yayları gevşeyince, düşünce de sendeliyor.dilimiz tutuluyor, zihnimiz karışmaya başlıyor...LUCRETİUS
İhtiyar akıl ihtiyarıdır.Saçın sakalın ağarması ile adam, adam olmaz...MEVLANA
İhtiyarlığında tutucu olmak korkusuyla, gençliğinde solcu olmayı asla göze alamadım...Robert FROST
Yaşlıların, başkaları gibi, bizim de başımıza geleceğine bir türlü inanamayız...Andre Maurois
İnsan yaşlanmaya karar verdiği gün, yaşlanır...Jean ANOWİLH
Geçmiş zaman geri alınmaz...SCHOPENHOVER
Her yaşın kendine göre bir zayıf tarafı vardır...Andre ROUSSIN
Onbeş yaşımda kendimi öğrenmeye verdim. Otuz yaşında irademe sahip olabildim. Kırk yaşında seziş yoluyla kavradım. Yetmiş yaşında doğru olan şeylere zarar vermeden, kalbimin isteklerini yerine getirebildim...KONFİCYUS
İnsanın yaşı, ruhunun gençliğine veya ihtiyarlığına bağlıdır...Thomas MANN
Yaşta aşk gibidir, saklanmaz...Thomas DEKKER
Yaşlanmak çok ömür sürmek değil, çevresinde her şeyin geçtiğini görmektir...Anatole FRANCE
En iyi yanan eski odunlar, en zevkle içilenler eski şaraplar, en güvenilen kimseler eski dostlar, en rahat okunanlar yaşlı yazarlardır...BACON
Kimin aklı yaşla durgunlaşırsa suç, aklını tembelliğe alıştıran kişinin kendindedir...Samuel JOHNSEN
Yaşlanmak dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler...Ingmar BERGMAN
Yetmiş yaşında bir genç olma, kırk yaşında bir ihtiyar olmaktan daha mutlu ve sevinilecek bir durumdur...Oliver WENDELL
Güzellikleri görme yeteneğini kaybetmeyenler, asla yaşlanmazlar...Franz KAFKA
Yaş artmakla, budalalık eksilmez...H.A. BERNAVER
Her yaşın kendine özgü kuralları, vazifeleri ve faziletleri vardır...ROUSSEAU
Yaşlılığın trajedisi, insanın yaşlı olması değil, belki genç olmasıdır...Oscar VİLDE
Yaşlıların güneşe olduğu kadar, sevgiye de ihtiyaçları vardır...Victor HUGO
Beni dinlerseniz yaşamaya bakın, hemen gün bugün gülüp, eğlenin daha vakitken...RONSARD
Hanımlar arasında çirkin olmadığı gibi, erkekler arasında da ihtiyar yoktur...Oliver GOLDMİTH
İnsan gençliğinde özlediği şeylere, ihtiyarladığında bol bol kavuşur...GOETHE
Gerçekten birbirine bağlı bir çift için gençliğin elden gidişi bir felaket değildir. Birlikte ihtiyarlama tatlılığı, ihtiyarlama acısını unutturur...Andre Maurois
İhtiyarlık, gençlikten daha adildir...ALESCHYLUS
İhtiyarlık, ikinci ve yürekler acısı bir çocukluktur...GANDHİ
İnsan, ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyarlar...J.ANOVİLH
İnsan gençlik hatalarını, ihtiyarlığına kadar sürüp götürmeli. Çünkü ihtiyarlığın da kendi kusurları vardır...GOETHE
Zaman her adama göre bir başka hızla gider. Ben size söyleyeyim; zaman kimiyle rahvan, kimiyle tırıs, kimiyle dörtnala gider, kimiyle de olduğu yerde durur...SHAKESPEARE
Zaman her şeyi alır götürür, geçerken hiçbir şeyi unutmaz...SHAKESPEARE
Alıp götürür ne varsa zaman...VERCİLIUSE
Gençlik elde etmenin, orta yaş geliştirmenin, yaşlılıkta harcamanın zamanıdır...S.JOHNSEN
Önemsiz bir gençliği, bilgisiz bir orta yaş izleyecektir. Genellikle onların ardından da bomboş bir yaşlılık gelecektir...S.JOHNSE
Yaşlılık, geçmiş birikimlerin meyvelerinin toplanması gereken dönem...SCHOPENHOVER
İnsanın kırk yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları o kitabın eleştirileridir...SCHOPENHOVE
Hayatta olmak mutluluktu, o şafak vakti. Ama genç olmak, cennetin ta kendisi...WORDSWARTH
İnsanlar neden ölür bilir misin ? Tembellikten,inançsızlıktan ve yaşamı yaşanmaya değer kılmayı becerememekten ....B.SHAW
Dünyanın güçlükleri üçtür; gurbette hastalık, yokluk içinde borç, yalnız başına ihtiyarlık...İ.El MUKAFFA
Gençler yaşlıların aptal olduklarını sanırlar ama, yaşlılar gençlerin aptal olduklarını bilirler...G.CHAPMAN
Delilik gençliğin dostu, akıllılık yaşlılığın süsüdür...A. KİVİ
İnsan yaşlanınca her küçük çocuğu torunu gibi görüyor...V. HUGO
Bir yanıyla yaşlı sayılabilecek olan gençleri sevdiğim kadar, gençliğinden bir şeyleri koruyabilmiş olan yaşlıları da severim.Bu yolu tutabilen kişinin gövdesi yaşlansa bile kafası her zaman genç kalacaktır...CİCERO
Tavşan, insanın çocukluğudur, At, insanın ergenliğidir. Kurt, insanın erişkinliğidir. Fil , insanın yaşlılığıdır...E.ATABEK
Bedenin mükemmeliyeti 35 yaşında, ruhun mükemmeliyeti 50 yaşında tamamlanır...ARİSTO
Yaşlılık,olgun meyvalarla bir sonbahardır.Soğuğu,karlarları,kırağıları insanın gözünün önüne getiren bir kuru kıştır da.Onda güzel akşamların yumuşaklığı vardır.Fakat,alaca karanlığın koyu hüznü de görülür...BEAUVOİR
Ayakta ölmek,diz üstü yaşamaktan iyidir...ROOSEVELT
Yaşama zamanını geciktirenler ,nehrin öbür yakasına geçmek için suların akıntısının bitmesini bekleyenlere benzer...H.MANN
Yaşamın anlamlı güleri olağan günlerden daha güçlü bir ışıkla yüklüdür...ZWEİG
İnsanın yaşamının dörtte üçünü yapamayacağı şeyleri istemekle geçirir...DİDERO
Bir kimse yaşamım bitmiş derse,inanmayın,yaşam onu bitirmiştir...O.WİLDE
Yaşamasını da,yaşatmayı da bil...SCHİLLER
Mademki yaşamın sonu hiçtir,öyleyse kendini şimdiden yoksun diye düşün ve özgür yaşa...HAYYAM
Gençliğinde ağlamasını bilmeyene ilkel,yaşlandığında gülmeyi beceremeyene de aptal derler !...George ORWELL
50 yaşına geldiğinde,layık olduğu yüze sahip olur...George ORWELL
Dünyada insan için üç şey vardır.doğmak,yaşamak,ölmek.Bazıları doğduğunu hissetmez,ölmekten korkarlar ve yaşamayı bilmez...L.BRUYERE
Yaşlılık kötü bir alışkanlıktır,çalışan bir kimse böyle bir alışkanlık edinmez...A.MAUROİS
Eğer yaşamı bu kadar ciddiye almıyorsanız,ölümden neden bu kadar korkuyorsunuz?...Samuel BUTLER
Gençlikte güler kısa,yollar uzun,Yaşlılıkta günler uzun,yollar kısadır...KANT
Gençliğimiz gençlikten sonradır ki; onu sevmeye başlarız...HÖLDERLİN
Gerçeği istediğim kadar değil,göze alabildiğim kadar söylüyorum.Yaşlandıkça biraz daha fazlasını göze alabiliyorum...MONTAİGNE
Bize yaşamayı, hayat geçtikten sonra öğretiyorlar...MONTAİGNE
Yaşlılık, kendini belli etmediği için çok tehlikeli bir derttir.İnsan bu derde farkına vurmadan düşer...MONTAİGNE
Bir ihtiyarın daha öğreneceği bir şey varsa, o da ölmeyi öğrenmektir...ROUSSEAU
İhtiyarlık ,kendini belli etmediği için çok tehlikeli bir derttir. İnsan bu derde, farkına varmadan düşer...MONTEAGINE
Hayatı seviyorsanız zamanınızı boş geçirmeyin,çünkü zaman hayatın ta kendisidir...B.FANKLİN
İnsanoğluna konuşmayı öğrenebilmesi için iki yıl,dilini tutmayı öğrenebilmesi 60 yıl gereklidir...R.HAMZTOV
Hayatın ilk dörtte kullanılmasını bilmeden,son dörtte biri ise kullanmak kudretimiz tükendikten sonra geçiyor...J.J.HOUSSEAU
Ünümün bu denli yaygın oluşu, çok yaşlanıp güçsüz kaldığımı ve
kimsenin artık benden korkmadığını gösteriyor...Bernard SHAW
Gençlik uçar kuştur, ihtiyarlık naçar iştir. Genlikte ölüm, ihtiyarlıkta yoksulluk güçtür.
İhtiyarlık, gençliğin bütün zevklerini ölüm tehdidiyle yasak eden bir zorbadır.
İhtiyar olmasını bilen çok az insan vardır...La ROCHEFAUCAULAR
Ey yaşam,ölüme şükret,seni onun yüzünden seviyoruz.
Uygun yaşamak için değil, doğru yaşamak için çalışmalıyız.
Hiç kimse hayata katılan, ilişkilerini sürdüren k,işi olmaktan çıkıp, seyirci duruma gelmek istemez. Yaşamadan önce iyi yaşamak,yaşadıktan sonrada iyi ölmek isteriz...SENECA
Kendilerinde iyi ve mutlu bir ömür sürmek için azıcık kabiliyet olmayan kimselere her çağ ağır gelir. İhtiyarlığa karşı en mükemmel silah nedir bilir misiniz? Bilgili ve faziletli olmak, bu meziyetler uzun ve dolu bir ömür sürdükten sonra insana tadına varılmaz bir zevk verir, çünkü bunlar insanı hiçbir vakit hatta yaşlanınca bile terk etmezler. Sakin, lekesiz, zevkli bir hayattan sonra gelen ihtiyarlık rahat ve tatlı olur...CİCERO
Yaşlılığın nimetlerinden birinin de çocuklarınızla yaşadığınız sorunları, torunlarınızla hiç yaşamamanız olmaktır.
Yaşlılığın nimetlerinden yararlanabilmek için, gençliğin “kötü” bilinen alışkanlıklarını sürdürmeniz gerekir.
Yaşlılar- yani doğru dürüst bir biçimde yaşlananlar demek istiyorum- huzursuzluklarının ve mutsuzluklarının başlıca kaynağı olan benliklerinden sıyrılmaya başlarlar zamanla.
( Yaşlılar ) Kendi dertlerine değil, başkalarının dertlerine çare bulmak için uğraşırlar.
Uzun yaşamanın bir felaketi sevdiklerinizin ölümünü görmekse, bir başka felaketi de yalnızlıktır.
Yaşlılığı, saygıyla karşılanması gereken neredeyse kutsal bir dönem değil, biyolojik bir gelişmenin oldukça acıklı bir evresi olduğunu kabul edip, bu evrenin üzücü yanlarından çok güldürücü yanları üstünde durabilmelidirler...M.URGAN