Ursula K. Le Guin'in devamlı okuyucuları daha önce yayımladığımız Marifetler'de tanıştıkları karakterleri de fark edecekler Sesler'de. Sırada ise Güçler var.
Kitapta anlatılan Ansul şehrinin hikâyesi her şeyden önce kitaplardan konuşan ve taşlarda oturan binlerce tanrıyla ilgili. Şehrin sokaklarında, binalarının önünde, kavşaklarında insanların dua edebileceği minik adak yerleri var. Bazı tapınaklar ağaçlarda asılı ve kuşlara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca evlerin hatta odaların içinde oranın ruhu için oyulmuş nişler var. Ansul halkı dua etmek için tapınaklara girmiyor. Onlar zaten binlerce tanrı ve ruhla koyun koyuna kalabalık bir tapınakta yaşıyorlar ve burayı hayvanlarla, bitkilerle paylaşıyorlar. Fakat bin tanrılı Ansul şehri on yedi yıl önce çölden gelen tek tanrılı Ald kuvvetleri tarafından işgal edilmiş. Yeryüzünde şeytanın dolaştığına inanan Aldlar, okumayı bilmedikleri için kitapların iblisler ve şeytani ruhlarla dolu olduğuna, bilim ve hüner merkezi olmasıyla ün salmış Ansul şehrinin de kütüphanelerinde kötülüğün biriktirildiğine inanıyorlar. Bakamadıkları yere sırtlarını da dönemedikleri için zorla ele geçirmişler şehri. Aslında bu biraz da onların tekliğe inançlarından kaynaklanıyor: tek bir tanrı ya da tek bir kral. Sabit bir fikirle hareket edebiliyor ve dünyalarını düşmanlarla doldurmaya devam edebiliyorlar. Ansul halkıysa kalabalıkları tercih ediyor, kendi topraklarında tanrıları ve ruhlarıyla barış içinde yaşıyor.
Aldlar, Ansul’u “doğru yola sokmak için” bilgilerini yok edip onları cehaletin karanlığına hapsediyorlar. Fakat bilgiyi koruyan ve içine girdikleri karanlıktaki sesleri duymayı başaran insanlar var ve bunlardan biri de bir işgal çocuğu olan (annesi Ald askerleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalmış) on yedi yaşındaki Memer ve Ald işkenceleriyle sakat kalmış Seferbeyi.
“Korkmanı gerektirecek bir şey yok Memer,” diyor Seferbeyi ve hepimiz duyalım diye ekliyor: “Bazıları korkabilir, ama sen korkma.” ‘Sesler’ bize korkunun sessizliği, sessizliğin de korkuyu doğurduğunu anlatıyor; korktuğumuzun başkalarının karanlığı olduğunu. Bütün sorun ötekilerin bildiklerini bilmediğimiz için onlara delirmişler gibi bakmamızdan kaynaklanıyor. Fakat unutmamak gerekir ki, gökyüzünde tüm yıldızları ve tanrıları barındıracak kadar büyük bir karanlık var. Ve hepimiz aynı göğün altındayız.
Kitabın kapağını kapatıp Bağdat’ı düşünmemek imkânsız. Bombalandığı o ilk sabah yeni doğan güneşe, çiçek açan ağaçların güzelliğine ve kuşların cıvıltılarına rağmen ölümcül bir sessizlik şehre yayılmıştı. Las Vegas’ta hür insanlar tarafından olağanüstü bir piramit inşa ettiğine inanan bir halkın askeri, yanından geçtiği, bin yıllardır o taşlara resmedilmiş halde şehri bekleyen kanatlı aslan kabartmasının sessizliğinden olanca gücüyle haykıran sesi duymuyordu. Oysaki kitapta da dediği gibi o ses sanki sadece “Kırılanı, kırılmış onarır,” demeye çalışıyordu.