Büyük insanı, bitmiş eserlerden çok, çalışmalarının ömürleri boyunca
izini taşıyan fragmanlar belirler. Çünkü ancak daha zayıf, daha dağınık
olan kimse bir şeyi bitirmekten kıyas kabul etmez bir sevinç duyar,
hayat kendisine yeniden bağışlanmışçasına. Dahiye her çeşit kesinti,
ister kaderin ağır darbeleri, ister masum bir uyku, atölyesinin durmak
bilmeyen çalışması içinde kendiliğinden gelir. Ve bu atölyenin koruyucu
sınırlarını çizer fragmanında. Deha çalışkanlıktır.
Edebiyatta yüzyıllardır az sayıdaki yazarın karşısında binlerce okurun
bulunması gibi bir durum söz konusuydu. Fakat geçen yüzyılın sonunda bu
durumda bir değişiklik meydana geldi. Okurların önüne durmadan yeni
siyasal, dinsel, bilimsel, mesleki ve yerel organlar süren basının
alanının gittikçe genişlemesine paralel olarak, bu okurların gün
geçtikçe daha fazlası - önceleri, sıradan örneklerle - yazarlığa
soyundular. Sonra günlük basında, okurlara dönük olarak 'editöre
mektuplar' köşeleri açılmaya başlandı. Bugün dahi, iyi maaş alan
herhangi bir Avrupalının kendi yazdıklarını ya da kendi çalışması üstüne
yorumları, eleştirileri, belge niteliğindeki raporları ya da bu tür
herhangi bir metni ilke olarak bir yerde yayınlatma fırsatı bulamayacağı
pek akla getirilemez. Dolayısıyla, yazar ile okur arasındaki ayrım asıl
niteliğini kaybetmek üzeredir diyebiliriz. Buradaki farklılık basitçe
işlevsel bir niteliğe bürünmüştür ve durumdan duruma göre değişiklik
gösterebilir. Okur dilediği anda bir yazara dönüşmeye hazırdır. Bir
uzman olarak, çok küçük bir saygıyla ödüllendirileceğini bilse bile, bu
aşırı biçimde özelleştirilmiş çalışma sürecinde ister istemez ya da
istekli biçimde yer almalıydı. Böylelikle, okur yazarlığa erişmiş
oluyordu.
* * *
“Büyük şehir insanını büyüleyen aşktır,” diyecektir Benjamin, “ama ilk bakışta değil, son bakışta aşk.” Nurdan Gürbilek