Afganistan, Avrasya bölgesinin güneydoğusunu oluşturan, Orta Asya ile Orta Doğu ve güneydoğu Asya ülkeleri arasında bir geçit konumundadır. Jeopolitik öneminden dolayı bölgesel ve küresel güçler bu bölgede hakim olmak istemişlerdir. Avrasya bölgesindeki yeni gelişmeler, Afganistan’ı yeniden önemli bir hale getirmiş dolayısıyla bölgesel ve küresel güçlerin mücadele sahasına dönüştürmüştür. İpek yolu güzergahında bulunan Afganistan, Kuşanlar, Gurlular, Gazneliler, ve Selçuklular döneminde bir Türk yurdu olmuştur. Günümüzde ise ülkede önemli bir Türk nüfusu yaşamaktadır. 1919 yılında İngilizlerden bağımsızlığını aldıktan sonra, Afganistan ile Türkiye arasında 1 Mart 1921 yılında ilk Türk – Afgan ittifakı Moskova’da imzalanmıştır. Sadece askeri düzeyde olmayan anlaşmaya göre Türkiye, Afganistan’a eğitim ve modernleşme konusunda yardımcı olacaktır. Mayıs 1928 yılında Afgan Kralı Emanullah Han Türkiye’yi ziyaret etmiş, kendi ülkesine döndükten sonra, Türkiye’yi bir model ülke olarak almıştır. Afgan Kralı Türkiye’deki yapılanları kendi ülkesinde yapmaya çalışmıştır. Türkiye’den bir uzman grup da Afganistan’ın modernleşme çabalarını destek vermek amacıyla Afganistan’a gitmiştir. Atatürk döneminde Türkiye, Afganistan’ın modernleşmesi ve yeniden yapılandırılması sürecinde aktif bir şekilde rol almıştır. Türkiye ile Afganistan arasındaki din birliği, nispeten ırk birliği ve iki ülke arasındaki ortak bölgesel menfaatler her iki ülke açısından büyük önem arz etmektedir. Türkiye Müslüman bir NATO ülkesi ve Afganistan idarecileri nezdinde güvenilir bir devlet konumunda olduğundan dolayı, bölgenin önemli belirleyicilerinden biri durumundadır. Şu anda barış gücü adı altında Afganistan’da 1840 Türk askeri görev yapmaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin, Afganistan’ın iki kentinde imar çalışmalarının devam ettiğini görmekteyiz. Türkiye eğitim alanında da Afganistan’ın çeşitli kentlerinde faaliyet göstermektedir. Türkiye uluslararası arenada da, Afganistan meselesi konusunda önemli bir ülke konumundadır. Son zamanlarda Afganistan’da artan şiddet olayların ardından, Afganistan – Pakistan ilişkileri kötüye giderken, iki ülke arasındaki sorunları gidermek amacıyla İstanbul’da 6. İstanbul Konferansı düzenlenmiştir. Türkiye’nin eskiden olduğu gibi günümüzde de Afganistan’ın modernleşme çabalarına yaptığı katkılar bu bildirinin konusunu teşkil edecektir... Abdullah Mohammadi
Giriş
Afganistan, Kuzeyden Türkmenistan, Güneyden eski Hint yarımadası ve Batıdan İran’la çevrilmiştir. Bölge, Hindistan, Çin ve İran’da oluşan imparatorlukların ve uygarlıkların karşılaşma noktası olmuştur. Özellikle İpek Yolunun bu ülkeden geçmesi hasebiyle her türlü etkiye açık duruma gelmiştir. Afganistan Budizm dininin doğuya ve İslam dininin Hindistan’a taşıyıcısı olmuştur.
Türk unsurları Türkistan ve Afganistan’da M.Ö. VII. Yüzyılda Sakalar ve daha sonra Kuşanilerle yerleşmeye başlamıştır. Bölgede İslam dininin yayılmasıyla ve bölgede Türk asılları devletlerin kurulmasıyla birlikte Türk nüfusunun iyice arttığını görmekteyiz.
Afganistan eski Horasan bölgesidir. 1801 yılında ilk defa Afganistan adı İngilizler tarafından tüm bölge için kullanılmıştır. Afganistan bölge olarak önemli bir noktada durmaktadır.
Afganistan, jeopolitik öneminden dolayı her zaman dış güçlerin mücadele ettiği bir alan olmuştur. Afganistan’ın eski adı olan Horasan M.Ö II. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar zaman zaman ülkenin hepsini veya çoğunluğunu içine alan bir bölgenin adı olmuştur. Afganistan’da devlet kurmuş olan Yefteli hükümdarlarının bastırdıkları paraların üzerinde “Horasan Şahı” yazısı yer almıştır.
Hatta Afgan Devletinin kurucusu olan Ahmet Şah Dürrani bile kendini “Horasan Şahı” olarak nitelendirmiştir. Afganistan adı resmi antlaşmalarda kullanılmamıştır. Bu isim ilk defa 1801 yılında İran ve İngiltere arasındaki antlaşmada geçmiştir.
Peştun kabilelerin bölgeye hakim olmalarından sonra Horasan yerine Afganistan ismi yavaş yavaş tüm bölge için yerleşmeye ve kullanmaya başlamıştır. Abdurrahman Han ve oğlu Habibullah Han zamanına kadar ülkenin kuzey ve merkez (Hazaracat) vilayetleri Afganistan olarak tanınmamaktaydı. Fakat 1919 yılından sonra Afganistan adı tüm ülke için geçerlilik kazanmıştır. İngilizlerin de Afganistan adını tüm ülke için kullandıkları görülmektedir.
1747 yılında Nadir Şah’ın öldürülmesi üzerine Dürraniler’in Sadozey kolunun reisi olan Muhammed Zaman Han’ın oğlu olan Ahmet Şah bunu fırsat bilip Dürrani kabilesinin reislerini toplayarak ilk Afgan Devleti’ni kurmuştur. Ahmet Şah, kurmuş olduğu devletin sınırlarını genişletmek amacıyla (1748–1760) yılları arasında Hindistan’da hâkim olan Babürlülere karşı dört sefer yapmıştır. Ahmet Şah’ın 1772 yılında ölümü üzerine oğlu Timur Şah (1772–1793) başa geçmiştir.
1793 yılında Timur Şah’ın ölümünden sonra oğlu Zaman Han tahta geçmiştir. Mahmut Şah, kardeşini yenerek onun yerine geçmiştir. Mahmut Şah döneminde Fetih Han ve kardeşlerinin nüfuzları her gün artmaktaydı. Bunun üzerine Mahmut Şah’ın emriyle 1818 yılında Fetih Han öldürülmüştür. Fetih Han’ın kardeşi olan Dost Muhammed, kardeşinin intikamını almak için Mahmut Şah ile giriştiği savaşta galip gelmiştir. Böylece yönetim Dürraniler’in Sadozey kolundan el değiştirerek Barekzeyler’in (Muhammedzey) eline geçmiştir. Dost Muhammed Han’ın 1839 yılında ölümü üzerine oğulları arasında başlayan saltanat kavgası beş yıl sürmüştür. 1868 yılında büyük oğlu olan Şir Ali kardeşlerini yenerek tahta geçmiştir. Şir Ali Han Rus yönetimindeki Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştır. Şir Ali Han’ın amcası olan Abdurrahman Han Afganistan tahtına geçmiştir.
Abdurrahman Han’ın izlediği iç ve dış politikalar ülkeyi bir çıkmaza sürüklemiştir. O, Peştun olmayan diğer etnik gruplarını ortadan kaldırmak için her türlü insanlık dışı uygulamalarda bulunmaktan geri kalmamıştır.
Abdurrahman Han’dan sonra oğlu Habibullah Han, Afgan tahtına geçmiştir. O, babasının sürgüne gönderdiği insanları geri çağırmış ve bu insanlardan aldıkları toprakları geri vererek babasının yaptığı zulümleri az da olsa kapatmaya çalışmıştır.
19 Şubat 1919 yılında Habibullah Han’ın ölümü üzerine oğlu Emanullah Han, Afgan tahtına geçmiştir. Emanullah Han, başa geçtikten sonra ilk düşüncesi ülkenin bağımsızlığını ilan etmek ve yeni reformları getirmek olmuştur. Afganistan’ın bağımsızlığını tanımayan İngilizler ile Afganistanlılar arasında üçüncü Afgan-İngiliz savaşı patlak vermiştir. Bu savaşta başarı elde edemeyen İngilizler 8 Ağustos 1919 yılında Afganistan’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve Ravulpindi Antlaşması’nı imzalamıştır.
Emanullah Han gezdiği birçok ülkelerde antlaşma imzalayarak 1 Mart 1921 yılında uzman öğretmen ve subay gönderme konusunda Türkiye ile antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşmaya ek olarak “Türkiye ve Afganistan Arasındaki Dostluk ve Teşrik-i Mesai Muahedenamesi” adıyla başka bir antlaşma daha imzalanmıştır. Emanullah Han, getirdiği yenilikleri uygulamaya çalışmışsa da halkın tepkisini çekmiş ve bu tepkiler sonucunda 1929 yılında İtalya’ya gitmek zorunda kalmıştır.
Emanullah Han’ın daha önce Fransa’ya sürgüne gönderdiği Nadir Şah, kardeşleriyle birlikte Peşaver üzerinden Afganistan’a girerek kısa bir zamanda Kabil’i kontrol altına almayı başarmıştır. Nadir Şah’ın Kasım 1933 yılında Abdulhalik13 tarafından öldürülmesinden sonra oğlu Zahir Şah Afganistan tahtına geçmiştir.
Davut Han, Zahir Şah’ı 1973 yılında kansız bir darbe ile devirmiştir. Davut Han Ordudaki Marksist subayların giriştiği bir darbeyle Davut Han ve ailesi başbakanlık sarayında öldürülmüştür. Muhammed Tereki, Sovyetler Birliği’nin desteğini alarak Nisan 1978 yılında Afganistan’ın başbakanı olmuştur. Hafizullah Emin, Sovyetler Birliği’nin istediğinin hilafına Eylül 1979 yılında Muhammed Tereki’yi öldürterek Afganistan başbakanı olmuştur. Ama bu iktidar fazla sürmeyip Sovyetler Birliği Afganistan’a askeri bir müdahalede bulunarak Hafizullah Emin’i öldürdükten sonra Babrek Karmel’i başa geçirmiştir. Karmel’den sonra Necibullah başa geçince en büyük destekleyicisi olan Sovyetler Birliği’nin yardımlarını da kaybetmiştir. Necibullah’ın ilk attığı adım, direniş güçleriyle ateşkes ilan etmek olmuştur.
Ekim 1996 yılında Kabil’in Taliban tarafından düşürülmesinden sonra Necibullah, yanında
bulunan kardeşiyle birlikte idam edilmiştir.
Necibullah hükümeti, düşürülmeden önce bazı Mücahit grupların liderleri Pakistan’da bulunan Peşaver kentinde bir araya gelerek Afganistan’da kurulacak olan İslami Devlet ile ilgili bazı anlaşmalar yapmışlardır. Afganistan İslam Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı iki ay süreyle Sıbgatullah Müceddedi seçilmiştir. Sıbgatullah Müceddedi’den sonra dört ay süreyle Burhaneddin Rabbani bu görevi yapmıştır.
11 Eylül saldırısından sonra ABD bu saldırılardan Taliban’ın içinde barındırdığı El-Kaide’yi sorumlu tutmuştur. ABD, Birleşik Cephesi’nin yardımıyla Taliban rejiminin sonunu getirmiştir. Bonn’da Birleşmiş Milletlerin yardımıyla Mücahit gruplar bir araya gelerek bazı anlaşmalara varabilmişlerdir. Hamit Karzey ilk cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Geleneksellik ve Modernleşme
Her toplum ne kadar geleneksel veya tutucu olsa bile değişme ile karşı karşıyadır.
Zira tam anlamıyla statik veya durağan bir toplumdan bahsetmek mümkün değildir.
Her toplum sürekli olarak bir değişim süreci içindedir.
Bu bağlamda sosyologlar, toplumların oluş nedeni olarak değişmeyi göstermişlerdir.
Toplumlarda meydana gelen değişmeye paralel olarak toplumsal yapılar, toplumsal sistemler ve toplumsal kurallar devamlı bir değişiklik ve hareketlilik göstermektedirler.
Ancak bu değişme, toplumsal hayatın farklı alanlarında farklılık arz etmekle beraber hız bakımından her dönemde, toplumdan topluma farklı olabilir. Teorik planda toplumlarda meydana gelen bu değişim ve farklılaşmalar, sosyologlar tarafından gelişme veya modernleşme kavramlarıyla izah edilmiştir. Bazı düşünürlere göre gelişme, sürekli büyümeyi ve toplumun ekonomik yapısındaki değişmeleri ve modernleşme ise sosyal, kültürel, siyasi ve psikolojik değişme süreçlerini kastetmiştir. Toplumsal yapının bu çerçevede değişmesiyle birlikte toplumda mevcut olan değer yargıları, toplumsal kurallar veya roller, toplumsal sistemler ve sosyal davranışlar bir “bütünlük” ve “süreklilik” içinde değişmektedir. Dolayısıyla endüstrileşmeyle birlikte toplumlarda meydana gelen değişmeler daha fazla hız kazanmış, değişmelere paralel olarak sorunlar, bu sorunların çözüm arayışları ve tekrar yeni sorunlar ve çözümler birbirlerini izleyerek günümüze kadar gelmiştir.
Geleneksel dönemden sonra modern dönem gelmektedir. Ama unutmamak gerekir ki bütün toplumlarda değişim birdenbire ortaya çıkmayıp aşamalı olarak gerçekleşmektedir. Buna göre modern toplumlarda geleneksel döneme ait bazı izler hala varlığını sürdürebilir.
Örnek olarak İngiltere’de ne kadar sembolik olsa bile Kraliçe hem dinin hem de devletin başı sayılmakta ve taç giyme merasiminde Anglikan kilisesinin inanç ve esaslarını koruyacağını yemin etmektedir.
Kısaca “modernlik bazen gelenekselleşmiş, geleneksel düzen de modernleşmiş olabilir”. Bu çerçevede modernliği eskiden tamamen ayırarak bir kopuş noktası olarak algılamak ve aşırı uçlara kaymak hatalı sonuçlara sebep olabilir. Dolayısıyla geleneksel ile modern arasında devamlılık söz konusudur ve bu ikisini birbirinden tamamen ayrı düşünmek hatalı sonuçlara götürebilir.
Modernliği, Batı ülkelerinin bugün temsil ettikleri teknik, bilgi ve zihniyet olarak da söylemek mümkündür. Bugün ise modernlik Batı toplumunun adeta bir simgesi haline gelmiştir.
Zira “Batı uygarlığının Rönesans ve Aydınlanma dönüşümünden sonra kazandığı kültürel değer ve sosyal ilişkilerin özümsenmesi ile ortaya çıkan” bir hayat şekli olarak tanımlanmıştır. Nietzsche’nin bir asır önce Tanrı’nın ölümünden söz ettiği dönemi adeta tasvir etmiştir.
Bu bağlamda modernizmi “tanrıdan kurtuluş” çabası olarak da yorumlana gelmiştir. Böylelikle bireylerin diğer bireylerle ve içinde yaşadıkları toplumlarla ilişkilerini yeniden yapılandırılmasına yol açmıştır.
Modernliği, din ile ilişkisi perspektifinden bakıldığında artık tanrısal varlıklar ve kuvvetlerle dolu bir evren mevcut değildir. Modernite akla önem vermekte ve bu yolla elde edilen bilgilere daha fazla itibar etmektedir. Akılla uyuşmayan her çeşit otoriteyi kabul etmemektedir.
Modernliğin getirmiş olduğu hesaplayıcı ve yasa koyucu çabalarıyla ahlaki meselelerine, tanrıya ve ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın sarsılmasına sebep olmuştur.
Afganistan gibi ülkeler, hızlı toplumsal değişmenin karşısında ayak uydurmada zorlanmıştır. Bu geçiş süreci çok sancılı ve problemli geçecektir. Bu süreçte toplumsal çatışma ve kargaşa değişme sırasında yaşanabilir. Afganistan’da modernleşme hareketleri, Emanullah Han’ın iktidara gelmesiyle başlamıştır. Emanullah Han Batı modelini örnek alarak, Afganistan’da modern ve milli bir devlet kurmak amacındaydı. Bu doğrultuda ülkede Batı yaşam tarzını ve düşüncesini yerleştirmeye çalışmaktaydı. Ama Emanullah Han’ın bu çabaları dine yani İslam dinine doğrudan bir saldırı olarak algılandı. Özellikle kırsal alanlarda mollaların ve dini önderlerin öncülüğünde isyanlar başlatılmış ve sonuç olarak Emanullah Han ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Afganistan’da modernleşmeyi savunan aydın kesim ile din adamları ve kabile mensupları arasında çatışma ve anlaşmazlılar çıkmıştır. Bu çatışmalar, ülkede iktidarların ve hükümetlerin değişmesine sebep olmuştur. Afganistan’da yapılan reform çabaları, birçok alanda tartışmalara yol açmıştır. Bu çerçevede kız çocuklarının eğitimi tartışmaların odak noktası olmuştur. Kız çocuklarının eğitimi için bazı reformlar yapılmıştır. Bu reformların arasında kız çocuklarını Türkiye’ye göndermek ve tesettürü kaldırmak gibi uygulamalar da vardı. Emanullah Han’ın bu gibi yenilik çabaları sonuç vermediği gibi ülkede büyük protestolara da sebep olmuştur.
Afganistan’da modernleşme ve yenilik hareketleri, Emanullah Han’ın döneminde başlayıp Emanullah Han’ın ülkeden kaçmasıyla birlikte sonuç vermeden bitmiştir. Türk-Afgan İlişkilerinin Arka Planı Türk kabileleri Orta Asya’ya yerleşmesiyle birlikte Türklerle Afganistan’da yaşayan kabileler arasında ilişkiler başlamış oldu. Bu ilişkileri, dinsel, kültürel, siyasal ve ekonomik alanlarda görmek mümkündür. Gazneliler ve Selçuklular döneminde Afganistan, Türkler için önemli geçitlerden biri sayılmaktaydı. Türk devletlerinin Kuzey Hindistan’a yapılan fetih seferleri Afganistan üzerinden olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkiler ise Osmanlı döneminde II. Abdulhamit zamanında başlamıştır. Bu dönemde Osmanlılar, Ruslarla olan 93 harbi olarak bilinen savaşın sıkıntılarıyla uğraşmaktaydı. Afganistan’da ve Orta Asya’da Rusların nüfuzu her gün artmaktaydı. İngilizler de Rusların bölgedeki artan gücünü kırmak amacıyla Osmanlı devletinin İslam dünyasındaki manevi gücünü kullanarak dönemin Afganistan Emiri Şir Ali Han’a (1877) bir heyet göndermiştir. Ancak Afgan Emiri Osmanlı heyetinin tekliflerine sıcak bakmamıştır.
Afganistan Birinci Dünya savaşında tarafsız kalmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra iki ülke ilişkileri farklı boyutlarda devam ederek, bu ilişkiler Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında ve modernleşmesinde hız kazanmıştır. 1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da Türk heyeti ile Afgan heyetinin bir araya gelmesi sonucunda İngilizlere karşı İslam ülkeleri arasında dayanışmayı sağlayacak paktlar imzalanmıştır.
Türkiye-Afganistan arasında yapılan bu antlaşma hiçbir zaman geçerliliği olmamıştır. Ancak bu antlaşma sayesinde iki ülkenin uzak mesafelerine rağmen hem devlet hem de millet bazında dostluğunun kurulmasına vesile olmuştur. Afganistan’da gerçek manada modernleşme sürecini başlatan Emanullah Han’dır. Emanullah Han’ın ülkesinde başlattığı ıslahatları ve yenilikleri sürdürürken bir taraftan da bazı Avrupa ülkelerini görmek için 1927 yılında ülkesinden ayrılarak dünya turuna çıkmıştır. Emanullah Han en son Türkiye’ye gelmiş, Türk makamlarınca en üst düzeyde karşılanmıştır. Bu seyahat sırasında iki ülke arasında Moskova antlaşmasına ek olarak iki ülke arasında “Dostluk ve Teşrik-i Mesai Muahedenamesi” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre:
1. İki ülkenin birine üçüncü bir ülke saldırırsa, saldırı her iki ülkeye sayılacak,
2. Türkiye-Afganistan ülkelerine zarar verecek üçüncü ülke ile antlaşma yapılmayacak,
3. Türkiye, Afganistan’a eğitim ve askeri konularda yardımcı olacak,
4. İki ülke arasında ticaret hacmi arttırılacak.
Emanullah Han ülkesinde başlattığı reform ve yenilikçi hareketleri sürdürürken, ülkenin sosyo-kültürel sorunlarıyla hiç ilgilenmemiştir. Kral, başlattığı reformların sonucunu hemen görmek istiyordu. Modernleşme adına yapılan bu reformlar sayesinde Emanullah Han 1929 yılında İtalya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Emanullah Han’ın ülkeden gitmesiyle hem modernleşme adına yapılan reformlar yarıda kalmış hem de Türkiye-Afganistan ilişkileri sekteye uğramıştır. Türkiye-Afganistan ilişkileri Emanullah Han’ın ülkeden kaçmasıyla sekteye uğramış, iki ülke makamları resmi bayramlarda birbirlerine göndermiş oldukları resmi mesajlardan öteye geçmemiştir. Nadir Şah döneminde iki ülke ilişkileri, Afganistan’a yardım etme noktasında tekrar başlamıştır. Ancak Afganistan, Emanullah Han’dan sonra sancılı ve acılı bir döneme girmiştir. Günümüz bile Afganistan toplumsal sorunlarını hala çözememiştir. 11 Eylül 2001 yılında Afganistan için yeni bir dönem başlamıştı. Ancak aradan 12 yılı aşkın geçmesine rağmen ülkenin durumu düzelmiş görünmemektedir. Bu yeni dönemde Türkiye, Afganistan’ın yeniden yapılandırılması konusunda eğitim alanından askeri, sağlık alanına kadar yardım etmiştir. Bu yardımlar günümüz hala devam etmektedir. Her yıl Afganistan’dan 100 öğrenciye burs vererek Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde eğitim görmektedirler. Afganistan ordusunu eğitmek amacıyla her yıl belli aralıklarla Afganistan’dan Türkiye’ye subay ve asker gelmektedir. TİKA başkanlığında Afganistan’ın iki kentinde Türk imar ekibi görev yapmaktadır.
Afgan Modernleşmesinde Türk Etkisi Askeri Alanında 1920 yılında Afganistan ordusunu modernize amacıyla giden Cemal Paşa Moskova üzerinden Kabil’e gitmiştir. Cemal Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’e göndermiş olduğu mektupta şöyle yazmaktadır: “25 subaydan kurulu bir heyet gönderecek olursanız Afganistan’da mükemmel bir ordu meydana getirebiliriz. Gerçekte burayı elde etmiş oluruz. Doğuda istediğimiz işlerde başarılı olabilirsem, İngiliz dostlarının başına bela olacağıma ve sizin yükünüzü hafifleteceğime eminim” bu mektup Mustafa Kemal’e ulaştıktan sonra “Savunma ve maliyemizce olumlu olması durumunda” Afganistan’a bir askeri heyet gönderilmesi konusunda Fevzi Paşa’ya vermiş oldukları 21 Aralık 1920 tarihli talimatta şöyle yazmaktadır: “Acizane fikrime göre bu heyeti oluşturacak subayların seçiminde ve kendilerine verilecek talimatta aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır. Öncelikle, bu heyetin başlangıçta kesinlikle siyasi konularla uğraşmayıp sadece askeri görevlerini yerine getirmesi gerek gerekirse Türkistan ve Buhara halkı ve askerlerine kendilerine fevkalade sevdirmesi, ikinci olarak, giden subayların görünürde Afgan hükümetinin adamaları gibi görünmekle birlikte daima ve her zaman Türk hükümetinin bütün emirlerine tabi olacak ahlak ve dayanıklılıkta olanlardan seçilmesi ve Afganistan hizmetinde bulundukları müddetçe her istediği imkanı temin etme ve diğer hususlarda Türk ordusu kadrosunda dahil bulundurulmaları, üçüncü olarak, bu heyetle telli ve telsiz telgraf muhaberesinin kurulmasına çalışılması, dördüncü olarak, Afganistan Dış İşleri Direktörü entrikalar sayesinde İslamiyet ve Türklüğün menfaatine aykırı bir şekilde hareket etmeye hazırlandıkları takdirde heyetimizin bu suretle hareketlerine mani olabilecek İslam ve Türk menfaatine hizmet eden bir Afgan grubunun iktidara getirebilecek kadar sağlam bir yer edinmesi.”
Türkiye’nin o dönemdeki zor şartlarına bakılırsa Afganistan ordusunun yeniden yapılandırılması için çaba göstermiştir. Aynı zamanda Türkiye hem İslam hem de Türk olgusuna önem verdiği açıkça görülmektedir. Türkiye Kurtuluş savaşından yeni çıkmış hem sosyo-kültürel hem ekonomik hem de siyasi anlamda sorunları mevcuttur. Ancak dönemin Türk Hükümeti yetkilileri Afganistan’ın jeopolitik önemini iyi okumaktadır.
Afganistan ordusunu modernleşme çabalarına katkı sağlamak amacıyla Türkiye’ye öğrenim için 25 Ağustos 1926 yılında 8 yüzbaşı daha sonra 8 Eylül 1926 yılında 30 subay getirilmiştir. Bu subayların maaşları da Türk hükümeti tarafından ödenmiştir. Türkiye’ye gelen Afgan askerleri çeşitli askeri alanlarda eğitim almışlardır. Askeri eğitimin yanı sıra Afgan ordusunun askeri malzemelerin ihtiyaçları da karşılanmıştır. Ancak Türkiye’nin Afganistan ordusunun modernleşmesi için yapılan yardımlar, Emanullah Han’ın ülkeyi terk etmesiyle sekteye uğramıştır. Türkiye 2001 yılından itibaren İSAF barış gücü adı altında tekrar yardımlarını başlatmış oldu. Türkiye, Afganistan ordusuna eğitim desteği verdiği gibi, askeri malzeme ve teknik destek de vermektedir. Sağlık Alanında Afganistan’da Hilali Ahmer (Kızılay) Osmanlı devleti döneminde kurulmuştur.
Cumhuriyet döneminde ise sağlık alanında yapılan yardım daha fazla olmuştur.
1930-1932 yılları arasında Afganistan’ın modernleşmesine katkı sağlayacak düşüncesiyle Türkiye’den Afganistan’a doktor kadrosu gönderilmiştir. Afganistan’ın ilk ve önemli üniversitelerinden Kabil Üniversitesinin Tıp Fakültesini kuran Prof. Dr. Kamil Rıfkı Urga’dır. Aynı zamanda Tıp Fakültesinin ilk dekanı olarak da görev yapmıştır. Prof. Dr. Kamil Bey Tıp Fakültesini kurduktan sonra Türkiye’den Tıp alanında temel kitapları da Farsçaya çevirterek Tıp Fakültesinin kütüphanesini de oluşturmuştur. Aynı zamanda öğrencilerin kalması için de yurt inşa ettirmiştir. Türkiye’den tıbbin çeşitli alanlarında uzman doktor Afganistan’a gönderilmiştir. 2001 yılından sonra da bu yardımlar devam etmiştir. Türkiye’nin Afganistan’ın sağlık alanının modernleşmesi için ülkenin çeşitli kentlerinde Kabil başta olmak üzere Samangan, Cevzcan ve Vardak illerinde hastaneleri ve doktorları mevcuttur. Afgan doktor ve hemşirelerin daha kaliteli hizmet verebilmek amacıyla kısa dönemli kurslar için Türkiye’ye gelmiştir. Eğitim Alanında Afganistan’da modern anlamda lisenin açılması 1904 yılında Habibullah döneminde açılan Habibiye lisesidir. Ancak 1921 yılında Afganistan’ın modernleşmesine katkı sağlayacak ve modern anlamda liselerin açılması Emanullah Han dönemiyle birlikte başlamıştır. Bu dönemde Türkiye başta olmak üzere Avrupa’ya da okumak üzere öğrenci gönderilmiştir. Emanullah Han eğitime önem vermiştir. Ancak Emanullah Han’ın yanlış politikaları sonucunda eğitime atılan adımlar kendi dönemiyle sınırlı kalmıştır. Emanullah Han ülkenin sosyo-kültürel yapısını iyi analiz etmeden geleneksel yapıyı bir gecede değiştirmeye kalkmıştır. Dönemin şartlarına bakılırsa Batılı düşünce akımları doğru İslam’a karşı algısı vardır. Kralın bu anlamda yaptıkları İslam’a karşı olarak algılanmıştır. Halbuki toplumsal zihniyet zaman içinde ancak değişebilir.
Türkiye’deki çeşitli lise ve üniversitelerinde okutulmak üzere pek çok Afgan gencine Türk hükümeti burs sağlamıştır. Türkiye’ye okumak üzere gelen Afgan öğrencilerin sayısı konusu ile ilgili kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak “İzmir Erkek Lisesine on, Manisa Orta Mektebine de altı Afganlı öğrenci”nin kaydı bulunmaktadır. Ankara Kabil Büyükelçiliği görevini yapan Ahmet Han 26 Şubat 1922 yılında Eğitim Bakanı Vehbi Bey’den öğretmen istemiştir. Bunu üzerine “Afganistan’a altı öğretmen ve Afganistan Maarif Vezareti’ne müşavir olarak İsmail Hikmet Ertaylan, Kabil Muallim Mektebi için bir müdür ve iki öğretmen gönderilmesine izin verilmiştir. Tıp Fakültesi’nde ve Kabil İlköğretmen okulunda görevlendirilmek üzere dört öğretmen daha Türkiye’den Afganistan’a gönderilmiştir.”
Türkiye’den gönderilen uzman elemanlar sayesinde Afganistan’ın eğitim kurumları modernleşmeye ilk adımını atmıştır.
Emanullah Han döneminde modernleşme politikaları hız kazanmış, bu konunda Türk modeli uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak Afganistan’da modernleşme olgusunun dine karşı algılandığından dolayı bazı din adamların ve dindar kesimin tepkisini çekmiştir. 1924 yılında kız okulların açılması, kadınlara verilen anayasal haklar gibi kanunlar ‘din elden gidiyor’ propagandasıyla karşı karşıya kalmıştır. Ülkenin bazı bölgelerinde din adamları liderliğinde isyanlar başlatılmıştır. İsyancılar devlet tarafından idam ettirilmiştir. Islahat kanunları devam ettirmeye çalışılmıştır.
1992 yılından bu yana Türkiye’nin verdiği destekle Afganistan’dan okumak üzere öğrenci gelmektedir. Afganistan’dan gelen öğrencileri iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup lisede, ikinci grup ise üniversitede okumak için gelenlerdir. Son iki yılda Türk Hükümeti Afgan öğrencilere verilen kontenjanlar arttırmıştır. Her yıl 100 öğrenci okumak amacıyla Türkiye’ye gelmektedir. Bursun dışında da kendi imkanlarıyla okuyan Afgan öğrenciler mevcuttur. Şuanda çeşitli üniversitelerde okuyan Afgan öğrencilerin sayısı bine yaklaşmıştır.
Sonuç
Afganistan bulunduğu coğrafi konumundan dolayı eski çağlardan beri dış ülkelerin ve çeşitli kabilelerin gözünden kaçmamıştır. Afganistan’ın jeopolitik önemi hala devam etmektedir. Bu bölgenin önemi zamanın şartlarına göre okumak ve değerlendirmek lazımdır. Afganistan eski çağlarda ticaret, göç ve askeri yollarının üzerindeki konumundan dolayı önemliydi. Bugün ise enerji hatlarının geçtiği veya geçeceği yollar üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla şunu diyebiliriz ki Avrasya ve Ortadoğu’daki yeni gelişmeler, Afganistan’ı önemli bir bölge haline getirmiştir. Türkiye-Afganistan ilişkileri Osmanlı döneminde devlet düzeyinde başlamış Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ikili ilişkiler devam etmiştir.
Ancak Afganistan, Türkler için bilinmeyen bir yurt değildir. Zira Afganistan, Kuşanlar, Gurlular, Gazneliler, ve Selçuklular döneminde bir Türk yurdu olmuştur. Günümüzde ise ülkede önemli bir Türk nüfusu yaşamaktadır. Afganistan ne zaman ki iç sorunlarından kurtulmuşsa modernleşme politikalarını hızlandırmıştır. Afganistan’ın modernleşme süreci Habibullah Han döneminde başlar, Emanullah Han’la devam eder, Emanullah Han’ın ülkeden kaçmasıyla sekteye uğrar. Bu dönemde Afganistan’ın ıslahatlarını destek veren ve her konuda yardım eden tek ülke Türkiye’dir. Türkiye, Afgan ordusunun modernizasyonundan tutun sağlık, askeri ve eğitim alanlarına kadar yardım etmiştir.
Emanullah Han’ın 1929 yılında Afganistan’dan kaçmasıyla, ülke 2001 yılına kadar iç huzura kavuşmamıştır. 2002 yılında geçici hükümetin kurulmasıyla reformlar uzun zamandan sonra tekrar devam ettirilmeye çalışılmıştır. Türkiye, Emanullah Han dönemindeki gibi Afganistan’a her konuda yardım eli uzatmıştır. Bugün eğitim, sağlık, güvenlik konularında Türkiye’nin büyük yardımları olmuştur. 2014 yılından sonra İSAF adı altında görev yapan barış gücü ülkeden çıkma planları yapmaktadır. Türkiye bu bölgede söz sahibi olmak istiyorsa Afganistan’da eğitim, sağlık ve güvenlik konularında eskide olduğu gibi yardımlarını devam etmesi gerektiğini düşünmekteyim.