23 Ağustos 2021

Afganistan'ın modernleşmesinde Türkiye'in Rolü


Afganistan, Avrasya bölgesinin güneydoğusunu oluşturan, Orta Asya ile Orta Doğu ve güneydoğu Asya ülkeleri arasında bir geçit konumundadır. Jeopolitik öneminden dolayı bölgesel ve küresel güçler bu bölgede hakim olmak istemişlerdir. Avrasya bölgesindeki yeni gelişmeler, Afganistan’ı yeniden önemli bir hale getirmiş dolayısıyla bölgesel ve küresel güçlerin mücadele sahasına dönüştürmüştür. İpek yolu güzergahında bulunan Afganistan, Kuşanlar, Gurlular, Gazneliler, ve Selçuklular döneminde bir Türk yurdu olmuştur. Günümüzde ise ülkede önemli bir Türk nüfusu yaşamaktadır. 1919 yılında İngilizlerden bağımsızlığını aldıktan sonra, Afganistan ile Türkiye arasında 1 Mart 1921 yılında ilk Türk – Afgan ittifakı Moskova’da imzalanmıştır. Sadece askeri düzeyde olmayan anlaşmaya göre Türkiye, Afganistan’a eğitim ve modernleşme konusunda yardımcı olacaktır. Mayıs 1928 yılında Afgan Kralı Emanullah Han Türkiye’yi ziyaret etmiş, kendi ülkesine döndükten sonra, Türkiye’yi bir model ülke olarak almıştır. Afgan Kralı Türkiye’deki yapılanları kendi ülkesinde yapmaya çalışmıştır. Türkiye’den bir uzman grup da Afganistan’ın modernleşme çabalarını destek vermek amacıyla Afganistan’a gitmiştir. Atatürk döneminde Türkiye, Afganistan’ın modernleşmesi ve yeniden yapılandırılması sürecinde aktif bir şekilde rol almıştır. Türkiye ile Afganistan arasındaki din birliği, nispeten ırk birliği ve iki ülke arasındaki ortak bölgesel menfaatler her iki ülke açısından büyük önem arz etmektedir. Türkiye Müslüman bir NATO ülkesi ve Afganistan idarecileri nezdinde güvenilir bir devlet konumunda olduğundan dolayı, bölgenin önemli belirleyicilerinden biri durumundadır. Şu anda barış gücü adı altında Afganistan’da 1840 Türk askeri görev yapmaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin, Afganistan’ın iki kentinde imar çalışmalarının devam ettiğini görmekteyiz. Türkiye eğitim alanında da Afganistan’ın çeşitli kentlerinde faaliyet göstermektedir. Türkiye uluslararası arenada da, Afganistan meselesi konusunda önemli bir ülke konumundadır. Son zamanlarda Afganistan’da artan şiddet olayların ardından, Afganistan – Pakistan ilişkileri kötüye giderken, iki ülke arasındaki sorunları gidermek amacıyla İstanbul’da 6. İstanbul Konferansı düzenlenmiştir. Türkiye’nin eskiden olduğu gibi günümüzde de Afganistan’ın modernleşme çabalarına yaptığı katkılar bu bildirinin konusunu teşkil edecektir... Abdullah Mohammadi

   Giriş
Afganistan, Kuzeyden Türkmenistan, Güneyden eski Hint yarımadası ve Batıdan İran’la çevrilmiştir. Bölge, Hindistan, Çin ve İran’da oluşan imparatorlukların ve uygarlıkların karşılaşma noktası  olmuştur.  Özellikle  İpek  Yolunun  bu  ülkeden  geçmesi  hasebiyle  her  türlü  etkiye  açık duruma  gelmiştir.  Afganistan  Budizm  dininin  doğuya  ve  İslam  dininin  Hindistan’a  taşıyıcısı olmuştur.


Türk  unsurları  Türkistan  ve  Afganistan’da  M.Ö.  VII.  Yüzyılda  Sakalar  ve  daha  sonra Kuşanilerle yerleşmeye başlamıştır. Bölgede İslam dininin yayılmasıyla ve bölgede Türk asılları devletlerin kurulmasıyla birlikte Türk nüfusunun iyice arttığını görmekteyiz.


Afganistan  eski  Horasan  bölgesidir.  1801  yılında  ilk  defa  Afganistan  adı  İngilizler tarafından tüm bölge için kullanılmıştır. Afganistan bölge olarak önemli bir noktada durmaktadır.


Afganistan, jeopolitik öneminden dolayı her zaman dış güçlerin mücadele ettiği bir alan olmuştur. Afganistan’ın eski adı olan Horasan M.Ö II. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar zaman zaman ülkenin  hepsini  veya  çoğunluğunu  içine  alan  bir  bölgenin  adı  olmuştur.  Afganistan’da  devlet kurmuş olan Yefteli hükümdarlarının bastırdıkları paraların üzerinde “Horasan Şahı” yazısı yer almıştır.

Hatta Afgan Devletinin kurucusu olan Ahmet Şah Dürrani bile kendini “Horasan Şahı” olarak nitelendirmiştir. Afganistan adı resmi antlaşmalarda kullanılmamıştır. Bu isim ilk defa 1801 yılında İran ve İngiltere arasındaki antlaşmada geçmiştir.


Peştun  kabilelerin  bölgeye  hakim  olmalarından  sonra  Horasan  yerine  Afganistan  ismi yavaş yavaş tüm bölge için yerleşmeye ve kullanmaya başlamıştır. Abdurrahman Han ve oğlu Habibullah Han zamanına kadar ülkenin kuzey ve merkez (Hazaracat) vilayetleri Afganistan olarak tanınmamaktaydı. Fakat 1919 yılından sonra Afganistan adı tüm ülke için geçerlilik kazanmıştır. İngilizlerin de Afganistan adını tüm ülke için kullandıkları görülmektedir.


1747 yılında Nadir Şah’ın öldürülmesi üzerine Dürraniler’in Sadozey kolunun reisi olan Muhammed Zaman Han’ın oğlu olan Ahmet Şah bunu fırsat bilip Dürrani kabilesinin reislerini toplayarak  ilk  Afgan  Devleti’ni  kurmuştur.  Ahmet  Şah,  kurmuş  olduğu  devletin  sınırlarını genişletmek amacıyla (1748–1760) yılları arasında Hindistan’da hâkim olan Babürlülere karşı dört sefer yapmıştır. Ahmet Şah’ın 1772 yılında  ölümü üzerine  oğlu Timur Şah (1772–1793) başa geçmiştir.

 
1793 yılında Timur Şah’ın ölümünden sonra oğlu Zaman Han tahta geçmiştir. Mahmut Şah, kardeşini yenerek onun yerine geçmiştir. Mahmut Şah döneminde Fetih Han ve kardeşlerinin nüfuzları her gün artmaktaydı. Bunun üzerine Mahmut Şah’ın emriyle 1818 yılında Fetih Han öldürülmüştür.  Fetih  Han’ın  kardeşi  olan  Dost  Muhammed,  kardeşinin  intikamını  almak  için Mahmut Şah ile giriştiği savaşta galip gelmiştir. Böylece yönetim Dürraniler’in Sadozey kolundan el değiştirerek Barekzeyler’in (Muhammedzey) eline  geçmiştir. Dost Muhammed  Han’ın 1839 yılında ölümü üzerine oğulları arasında başlayan saltanat kavgası beş yıl sürmüştür. 1868 yılında büyük  oğlu  olan  Şir  Ali kardeşlerini  yenerek  tahta  geçmiştir.  Şir  Ali  Han  Rus  yönetimindeki  Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştır. Şir Ali Han’ın amcası olan Abdurrahman Han Afganistan tahtına geçmiştir.


Abdurrahman Han’ın izlediği iç ve dış politikalar ülkeyi bir çıkmaza sürüklemiştir. O, Peştun olmayan diğer etnik gruplarını ortadan kaldırmak için her türlü insanlık dışı uygulamalarda bulunmaktan geri kalmamıştır.


Abdurrahman Han’dan sonra oğlu Habibullah Han, Afgan tahtına geçmiştir. O, babasının sürgüne  gönderdiği  insanları  geri  çağırmış  ve  bu  insanlardan  aldıkları  toprakları  geri  vererek babasının yaptığı zulümleri az da olsa kapatmaya çalışmıştır.


19  Şubat  1919  yılında  Habibullah  Han’ın  ölümü  üzerine  oğlu  Emanullah  Han,  Afgan tahtına geçmiştir. Emanullah Han, başa geçtikten sonra ilk düşüncesi ülkenin bağımsızlığını ilan etmek ve yeni reformları getirmek olmuştur. Afganistan’ın bağımsızlığını tanımayan İngilizler ile Afganistanlılar  arasında  üçüncü  Afgan-İngiliz  savaşı  patlak  vermiştir.  Bu  savaşta  başarı  elde edemeyen  İngilizler  8  Ağustos  1919  yılında  Afganistan’ın  bağımsızlığını  kabul  etmiş  ve Ravulpindi Antlaşması’nı imzalamıştır.


Emanullah Han gezdiği birçok ülkelerde antlaşma imzalayarak 1 Mart 1921 yılında uzman öğretmen ve subay gönderme konusunda Türkiye ile antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşmaya ek olarak  “Türkiye  ve  Afganistan  Arasındaki  Dostluk  ve  Teşrik-i  Mesai  Muahedenamesi”  adıyla başka bir antlaşma daha imzalanmıştır. Emanullah Han, getirdiği yenilikleri uygulamaya çalışmışsa da  halkın  tepkisini  çekmiş  ve  bu  tepkiler  sonucunda  1929  yılında  İtalya’ya  gitmek  zorunda kalmıştır.


Emanullah  Han’ın  daha  önce  Fransa’ya  sürgüne  gönderdiği  Nadir  Şah,  kardeşleriyle birlikte Peşaver üzerinden Afganistan’a girerek kısa bir zamanda Kabil’i kontrol altına almayı başarmıştır. Nadir Şah’ın Kasım 1933 yılında Abdulhalik13 tarafından öldürülmesinden sonra oğlu Zahir Şah Afganistan tahtına geçmiştir.


Davut Han, Zahir Şah’ı 1973 yılında kansız bir darbe ile devirmiştir. Davut Han Ordudaki Marksist subayların giriştiği bir darbeyle Davut Han ve ailesi başbakanlık sarayında öldürülmüştür. Muhammed  Tereki,  Sovyetler  Birliği’nin  desteğini  alarak  Nisan  1978  yılında  Afganistan’ın başbakanı olmuştur. Hafizullah Emin, Sovyetler Birliği’nin istediğinin hilafına Eylül 1979 yılında Muhammed Tereki’yi öldürterek Afganistan başbakanı olmuştur. Ama bu iktidar fazla sürmeyip Sovyetler Birliği Afganistan’a askeri bir müdahalede  bulunarak Hafizullah  Emin’i öldürdükten sonra  Babrek  Karmel’i  başa  geçirmiştir. Karmel’den  sonra  Necibullah  başa  geçince  en  büyük destekleyicisi olan Sovyetler Birliği’nin yardımlarını da kaybetmiştir. Necibullah’ın ilk attığı adım, direniş güçleriyle ateşkes ilan etmek olmuştur.

Ekim 1996 yılında Kabil’in Taliban tarafından düşürülmesinden sonra Necibullah, yanında
bulunan kardeşiyle birlikte idam edilmiştir.


Necibullah  hükümeti,  düşürülmeden  önce  bazı  Mücahit  grupların  liderleri  Pakistan’da bulunan Peşaver kentinde bir araya gelerek Afganistan’da kurulacak olan İslami Devlet ile ilgili bazı  anlaşmalar  yapmışlardır.  Afganistan  İslam  Devleti’nin  ilk  Cumhurbaşkanı  iki  ay  süreyle Sıbgatullah Müceddedi seçilmiştir. Sıbgatullah Müceddedi’den sonra dört ay süreyle Burhaneddin Rabbani bu görevi yapmıştır.


11  Eylül  saldırısından  sonra  ABD  bu  saldırılardan  Taliban’ın  içinde  barındırdığı  El-Kaide’yi  sorumlu  tutmuştur.  ABD,  Birleşik  Cephesi’nin  yardımıyla  Taliban  rejiminin  sonunu getirmiştir.  Bonn’da  Birleşmiş  Milletlerin  yardımıyla  Mücahit  gruplar  bir  araya  gelerek  bazı anlaşmalara varabilmişlerdir. Hamit Karzey ilk cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Geleneksellik ve Modernleşme
Her toplum ne kadar geleneksel veya tutucu olsa bile değişme ile karşı karşıyadır.

Zira tam  anlamıyla  statik  veya  durağan  bir  toplumdan  bahsetmek  mümkün  değildir.

Her  toplum sürekli olarak bir değişim süreci içindedir. 

Bu bağlamda sosyologlar, toplumların oluş nedeni olarak  değişmeyi  göstermişlerdir.

Toplumlarda  meydana  gelen  değişmeye  paralel  olarak toplumsal yapılar, toplumsal sistemler ve toplumsal kurallar devamlı bir değişiklik ve hareketlilik göstermektedirler.

Ancak bu değişme, toplumsal hayatın farklı alanlarında farklılık arz etmekle beraber  hız  bakımından  her  dönemde,  toplumdan  topluma  farklı  olabilir. Teorik planda toplumlarda  meydana  gelen  bu  değişim  ve  farklılaşmalar,  sosyologlar tarafından  gelişme  veya modernleşme kavramlarıyla izah edilmiştir. Bazı düşünürlere göre gelişme, sürekli büyümeyi ve toplumun  ekonomik  yapısındaki  değişmeleri  ve  modernleşme  ise  sosyal,  kültürel,  siyasi  ve psikolojik değişme süreçlerini kastetmiştir. Toplumsal yapının bu çerçevede değişmesiyle birlikte toplumda  mevcut olan  değer yargıları, toplumsal kurallar veya  roller,  toplumsal  sistemler  ve sosyal  davranışlar  bir  “bütünlük”  ve  “süreklilik”  içinde  değişmektedir. Dolayısıyla endüstrileşmeyle  birlikte  toplumlarda  meydana  gelen  değişmeler  daha  fazla  hız  kazanmış, değişmelere  paralel  olarak  sorunlar, bu sorunların  çözüm  arayışları  ve  tekrar yeni  sorunlar  ve çözümler birbirlerini izleyerek günümüze kadar gelmiştir.

 
Geleneksel dönemden sonra modern dönem gelmektedir. Ama unutmamak gerekir ki bütün toplumlarda  değişim  birdenbire  ortaya  çıkmayıp  aşamalı  olarak  gerçekleşmektedir. Buna  göre modern toplumlarda geleneksel döneme ait  bazı izler hala varlığını sürdürebilir.

Örnek olarak İngiltere’de ne kadar sembolik olsa bile Kraliçe hem dinin hem de devletin başı sayılmakta ve taç giyme  merasiminde  Anglikan  kilisesinin  inanç  ve  esaslarını  koruyacağını  yemin  etmektedir.


Kısaca  “modernlik  bazen  gelenekselleşmiş,  geleneksel  düzen  de  modernleşmiş  olabilir”. Bu   çerçevede  modernliği  eskiden  tamamen  ayırarak  bir  kopuş  noktası  olarak  algılamak  ve  aşırı uçlara  kaymak  hatalı  sonuçlara  sebep  olabilir.  Dolayısıyla  geleneksel  ile  modern  arasında devamlılık  söz  konusudur  ve  bu  ikisini  birbirinden  tamamen  ayrı  düşünmek  hatalı  sonuçlara götürebilir.


Modernliği,  Batı  ülkelerinin  bugün  temsil  ettikleri  teknik,  bilgi  ve  zihniyet  olarak  da söylemek mümkündür. Bugün ise modernlik Batı toplumunun adeta bir simgesi haline gelmiştir.


Zira “Batı uygarlığının Rönesans ve Aydınlanma dönüşümünden sonra kazandığı kültürel değer ve sosyal ilişkilerin özümsenmesi ile ortaya çıkan” bir hayat şekli olarak tanımlanmıştır. Nietzsche’nin bir asır önce Tanrı’nın ölümünden söz ettiği dönemi adeta tasvir etmiştir.


Bu bağlamda modernizmi “tanrıdan kurtuluş” çabası olarak da yorumlana gelmiştir. Böylelikle bireylerin diğer bireylerle ve içinde yaşadıkları toplumlarla ilişkilerini yeniden yapılandırılmasına yol açmıştır. 


Modernliği,  din ile  ilişkisi  perspektifinden  bakıldığında  artık  tanrısal  varlıklar  ve kuvvetlerle dolu bir evren mevcut değildir. Modernite akla önem vermekte ve bu yolla elde edilen bilgilere daha fazla itibar etmektedir. Akılla uyuşmayan her çeşit otoriteyi kabul etmemektedir.


Modernliğin getirmiş olduğu hesaplayıcı ve yasa koyucu çabalarıyla ahlaki meselelerine, tanrıya ve ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın sarsılmasına sebep olmuştur.


Afganistan  gibi  ülkeler,  hızlı  toplumsal  değişmenin  karşısında  ayak  uydurmada zorlanmıştır. Bu geçiş süreci çok sancılı ve problemli geçecektir. Bu süreçte toplumsal çatışma ve kargaşa değişme sırasında yaşanabilir. Afganistan’da modernleşme hareketleri, Emanullah Han’ın iktidara gelmesiyle başlamıştır. Emanullah Han Batı modelini örnek alarak, Afganistan’da modern ve milli bir devlet kurmak amacındaydı. Bu doğrultuda ülkede Batı yaşam tarzını ve düşüncesini yerleştirmeye çalışmaktaydı. Ama Emanullah Han’ın bu çabaları dine yani İslam dinine doğrudan bir saldırı olarak algılandı. Özellikle kırsal alanlarda mollaların ve dini önderlerin öncülüğünde isyanlar  başlatılmış  ve  sonuç  olarak  Emanullah  Han  ülkeyi  terk  etmek  zorunda  kalmıştır.


Afganistan’da modernleşmeyi savunan aydın kesim ile din adamları ve kabile mensupları arasında çatışma ve anlaşmazlılar çıkmıştır. Bu çatışmalar, ülkede iktidarların ve hükümetlerin değişmesine sebep olmuştur. Afganistan’da  yapılan  reform  çabaları,  birçok  alanda  tartışmalara  yol  açmıştır.  Bu çerçevede kız çocuklarının eğitimi tartışmaların odak noktası olmuştur. Kız çocuklarının eğitimi için bazı reformlar yapılmıştır. Bu reformların arasında kız çocuklarını Türkiye’ye göndermek ve tesettürü kaldırmak gibi uygulamalar da vardı. Emanullah Han’ın bu gibi yenilik çabaları sonuç vermediği  gibi  ülkede  büyük  protestolara  da  sebep  olmuştur.

Afganistan’da  modernleşme  ve yenilik hareketleri, Emanullah Han’ın döneminde başlayıp Emanullah Han’ın ülkeden kaçmasıyla birlikte sonuç vermeden bitmiştir. Türk-Afgan İlişkilerinin Arka Planı Türk  kabileleri  Orta  Asya’ya  yerleşmesiyle  birlikte  Türklerle  Afganistan’da  yaşayan kabileler  arasında  ilişkiler  başlamış  oldu.  Bu  ilişkileri,  dinsel,  kültürel,  siyasal  ve  ekonomik alanlarda  görmek  mümkündür.  Gazneliler  ve  Selçuklular  döneminde  Afganistan,  Türkler  için önemli geçitlerden biri sayılmaktaydı. Türk devletlerinin Kuzey Hindistan’a yapılan fetih seferleri Afganistan üzerinden olmuştur.  İki ülke arasındaki ilişkiler ise Osmanlı döneminde II. Abdulhamit zamanında başlamıştır. Bu dönemde Osmanlılar, Ruslarla olan 93 harbi olarak bilinen savaşın sıkıntılarıyla uğraşmaktaydı. Afganistan’da  ve  Orta  Asya’da  Rusların  nüfuzu  her  gün  artmaktaydı.  İngilizler  de  Rusların bölgedeki artan gücünü kırmak amacıyla Osmanlı devletinin İslam dünyasındaki manevi gücünü kullanarak dönemin Afganistan Emiri Şir Ali Han’a (1877) bir heyet göndermiştir. Ancak Afgan Emiri Osmanlı  heyetinin  tekliflerine  sıcak  bakmamıştır. 

Afganistan  Birinci  Dünya  savaşında tarafsız kalmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra iki ülke ilişkileri farklı boyutlarda devam ederek, bu ilişkiler Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında ve modernleşmesinde hız kazanmıştır. 1  Mart 1921 tarihinde  Moskova’da  Türk  heyeti  ile  Afgan  heyetinin bir  araya  gelmesi sonucunda İngilizlere karşı İslam ülkeleri arasında dayanışmayı sağlayacak paktlar imzalanmıştır.


Türkiye-Afganistan arasında yapılan bu antlaşma hiçbir zaman geçerliliği olmamıştır. Ancak bu antlaşma  sayesinde  iki  ülkenin  uzak  mesafelerine  rağmen  hem  devlet  hem  de  millet  bazında dostluğunun kurulmasına vesile olmuştur.  Afganistan’da  gerçek  manada  modernleşme  sürecini  başlatan  Emanullah  Han’dır. Emanullah Han’ın ülkesinde başlattığı ıslahatları ve yenilikleri sürdürürken bir taraftan da bazı Avrupa ülkelerini görmek için 1927 yılında ülkesinden ayrılarak dünya turuna çıkmıştır. Emanullah Han  en  son Türkiye’ye  gelmiş, Türk makamlarınca en  üst düzeyde  karşılanmıştır. Bu  seyahat sırasında iki ülke arasında Moskova antlaşmasına ek olarak iki ülke arasında “Dostluk ve Teşrik-i Mesai Muahedenamesi” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre: 

1. İki ülkenin birine üçüncü bir ülke saldırırsa, saldırı her iki ülkeye sayılacak, 

2. Türkiye-Afganistan ülkelerine zarar verecek üçüncü ülke ile antlaşma yapılmayacak, 

3. Türkiye, Afganistan’a eğitim ve askeri konularda yardımcı olacak, 

4. İki ülke arasında ticaret hacmi arttırılacak.

 
Emanullah Han ülkesinde başlattığı reform ve yenilikçi hareketleri sürdürürken, ülkenin sosyo-kültürel  sorunlarıyla  hiç  ilgilenmemiştir.  Kral,  başlattığı  reformların  sonucunu  hemen görmek istiyordu. Modernleşme adına yapılan bu reformlar sayesinde Emanullah Han 1929 yılında İtalya’ya kaçmak zorunda kalmıştır.  Emanullah Han’ın ülkeden gitmesiyle hem modernleşme adına yapılan reformlar yarıda kalmış hem de Türkiye-Afganistan ilişkileri sekteye uğramıştır.  Türkiye-Afganistan ilişkileri Emanullah Han’ın ülkeden kaçmasıyla sekteye uğramış, iki ülke  makamları  resmi  bayramlarda  birbirlerine  göndermiş  oldukları  resmi  mesajlardan  öteye geçmemiştir. Nadir Şah döneminde iki ülke ilişkileri, Afganistan’a yardım etme noktasında tekrar başlamıştır. Ancak Afganistan, Emanullah Han’dan sonra sancılı ve acılı bir döneme girmiştir. Günümüz bile Afganistan toplumsal sorunlarını hala çözememiştir.  11 Eylül 2001 yılında Afganistan için yeni bir dönem başlamıştı. Ancak aradan 12 yılı aşkın geçmesine rağmen ülkenin durumu düzelmiş görünmemektedir. Bu yeni dönemde Türkiye, Afganistan’ın yeniden yapılandırılması konusunda eğitim alanından askeri, sağlık alanına kadar yardım  etmiştir.  Bu  yardımlar  günümüz  hala  devam  etmektedir.  Her  yıl  Afganistan’dan  100 öğrenciye burs  vererek  Türkiye’nin  çeşitli  üniversitelerinde  eğitim  görmektedirler.  Afganistan ordusunu  eğitmek  amacıyla  her  yıl  belli  aralıklarla  Afganistan’dan  Türkiye’ye  subay  ve  asker gelmektedir. TİKA başkanlığında Afganistan’ın iki kentinde Türk imar ekibi görev yapmaktadır.     

 Afgan Modernleşmesinde Türk Etkisi Askeri Alanında 1920  yılında Afganistan  ordusunu  modernize  amacıyla  giden  Cemal  Paşa  Moskova üzerinden Kabil’e gitmiştir. Cemal Paşa, Mustafa Kemal Atatürk’e göndermiş olduğu mektupta şöyle yazmaktadır: “25 subaydan kurulu bir heyet gönderecek olursanız Afganistan’da mükemmel bir  ordu  meydana  getirebiliriz.  Gerçekte  burayı  elde  etmiş  oluruz.  Doğuda  istediğimiz  işlerde başarılı olabilirsem, İngiliz dostlarının başına bela olacağıma ve sizin yükünüzü hafifleteceğime eminim” bu mektup Mustafa Kemal’e ulaştıktan sonra “Savunma ve maliyemizce olumlu olması durumunda” Afganistan’a bir askeri heyet gönderilmesi konusunda Fevzi Paşa’ya vermiş oldukları 21 Aralık 1920 tarihli talimatta şöyle yazmaktadır: “Acizane fikrime göre bu heyeti oluşturacak subayların  seçiminde  ve  kendilerine  verilecek  talimatta  aşağıdaki  hususlar  dikkate  alınmalıdır. Öncelikle, bu heyetin başlangıçta kesinlikle siyasi konularla uğraşmayıp sadece askeri görevlerini yerine getirmesi gerek gerekirse Türkistan ve Buhara halkı ve askerlerine kendilerine fevkalade sevdirmesi, ikinci  olarak,  giden  subayların  görünürde  Afgan  hükümetinin  adamaları  gibi görünmekle birlikte daima ve her zaman Türk hükümetinin bütün emirlerine tabi olacak ahlak ve dayanıklılıkta olanlardan seçilmesi ve Afganistan hizmetinde bulundukları müddetçe her  istediği imkanı temin etme ve diğer hususlarda Türk ordusu kadrosunda dahil bulundurulmaları, üçüncü olarak, bu heyetle telli ve telsiz telgraf muhaberesinin kurulmasına çalışılması, dördüncü olarak, Afganistan Dış İşleri Direktörü entrikalar sayesinde İslamiyet ve Türklüğün menfaatine aykırı bir şekilde  hareket  etmeye  hazırlandıkları  takdirde  heyetimizin  bu  suretle  hareketlerine  mani olabilecek İslam ve Türk menfaatine hizmet eden bir Afgan grubunun iktidara getirebilecek kadar sağlam bir yer edinmesi.”

 Türkiye’nin o dönemdeki zor şartlarına bakılırsa Afganistan ordusunun yeniden yapılandırılması için çaba göstermiştir. Aynı zamanda Türkiye hem İslam hem de Türk olgusuna önem verdiği açıkça görülmektedir. Türkiye Kurtuluş savaşından yeni çıkmış hem sosyo-kültürel  hem  ekonomik  hem  de  siyasi  anlamda  sorunları  mevcuttur.  Ancak  dönemin  Türk Hükümeti yetkilileri Afganistan’ın jeopolitik önemini iyi okumaktadır. 


Afganistan  ordusunu  modernleşme  çabalarına  katkı  sağlamak  amacıyla  Türkiye’ye öğrenim  için  25  Ağustos  1926  yılında  8  yüzbaşı  daha  sonra  8  Eylül  1926  yılında  30  subay getirilmiştir. Bu subayların maaşları da Türk hükümeti tarafından ödenmiştir. Türkiye’ye gelen Afgan  askerleri  çeşitli  askeri  alanlarda  eğitim  almışlardır. Askeri  eğitimin  yanı  sıra  Afgan ordusunun  askeri  malzemelerin  ihtiyaçları  da  karşılanmıştır. Ancak  Türkiye’nin  Afganistan ordusunun modernleşmesi için yapılan yardımlar, Emanullah Han’ın ülkeyi terk etmesiyle sekteye uğramıştır.  Türkiye 2001 yılından itibaren İSAF barış gücü adı altında  tekrar yardımlarını başlatmış oldu. Türkiye, Afganistan ordusuna eğitim desteği verdiği gibi, askeri malzeme ve teknik destek de vermektedir.   Sağlık Alanında Afganistan’da  Hilali  Ahmer  (Kızılay)  Osmanlı  devleti  döneminde  kurulmuştur.
 

Cumhuriyet döneminde ise sağlık alanında yapılan yardım daha fazla olmuştur.

1930-1932 yılları arasında Afganistan’ın modernleşmesine katkı sağlayacak düşüncesiyle Türkiye’den  Afganistan’a  doktor  kadrosu  gönderilmiştir.  Afganistan’ın  ilk  ve  önemli üniversitelerinden Kabil Üniversitesinin Tıp Fakültesini kuran Prof. Dr. Kamil Rıfkı Urga’dır. Aynı zamanda  Tıp  Fakültesinin  ilk  dekanı  olarak  da  görev  yapmıştır.  Prof.  Dr.  Kamil  Bey  Tıp Fakültesini kurduktan sonra Türkiye’den Tıp alanında temel kitapları da Farsçaya çevirterek Tıp Fakültesinin kütüphanesini de oluşturmuştur. Aynı zamanda öğrencilerin kalması için de yurt inşa ettirmiştir. Türkiye’den tıbbin çeşitli alanlarında uzman doktor Afganistan’a gönderilmiştir. 2001  yılından  sonra  da  bu  yardımlar  devam  etmiştir.  Türkiye’nin  Afganistan’ın  sağlık alanının  modernleşmesi  için  ülkenin  çeşitli  kentlerinde  Kabil  başta  olmak  üzere  Samangan, Cevzcan ve Vardak illerinde hastaneleri ve doktorları mevcuttur. Afgan doktor ve hemşirelerin daha kaliteli hizmet verebilmek amacıyla kısa dönemli kurslar için Türkiye’ye gelmiştir.   Eğitim Alanında Afganistan’da modern anlamda lisenin açılması 1904 yılında Habibullah döneminde açılan Habibiye  lisesidir.  Ancak  1921  yılında  Afganistan’ın  modernleşmesine  katkı  sağlayacak  ve modern  anlamda liselerin açılması Emanullah Han dönemiyle birlikte başlamıştır. Bu dönemde Türkiye başta olmak üzere Avrupa’ya da okumak üzere öğrenci gönderilmiştir. Emanullah Han eğitime  önem  vermiştir.  Ancak  Emanullah  Han’ın  yanlış  politikaları  sonucunda  eğitime  atılan adımlar kendi dönemiyle sınırlı kalmıştır. Emanullah Han ülkenin sosyo-kültürel yapısını iyi analiz etmeden geleneksel yapıyı bir gecede değiştirmeye kalkmıştır. Dönemin şartlarına bakılırsa Batılı düşünce akımları doğru İslam’a karşı algısı vardır.  Kralın bu anlamda yaptıkları İslam’a karşı olarak algılanmıştır. Halbuki toplumsal zihniyet zaman içinde ancak değişebilir. 


Türkiye’deki çeşitli lise ve üniversitelerinde okutulmak üzere pek çok Afgan gencine Türk hükümeti burs sağlamıştır. Türkiye’ye okumak üzere gelen Afgan öğrencilerin sayısı konusu ile ilgili kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak “İzmir Erkek Lisesine on, Manisa Orta Mektebine de altı Afganlı öğrenci”nin kaydı bulunmaktadır. Ankara  Kabil  Büyükelçiliği  görevini  yapan  Ahmet Han  26  Şubat  1922  yılında  Eğitim Bakanı  Vehbi  Bey’den  öğretmen  istemiştir. Bunu  üzerine  “Afganistan’a  altı  öğretmen  ve Afganistan Maarif Vezareti’ne müşavir olarak İsmail Hikmet Ertaylan, Kabil Muallim Mektebi için bir müdür ve iki öğretmen gönderilmesine izin verilmiştir. Tıp Fakültesi’nde ve Kabil İlköğretmen okulunda görevlendirilmek üzere dört öğretmen daha Türkiye’den Afganistan’a gönderilmiştir.”

Türkiye’den  gönderilen  uzman  elemanlar  sayesinde  Afganistan’ın  eğitim  kurumları modernleşmeye ilk adımını atmıştır.


Emanullah  Han  döneminde  modernleşme  politikaları  hız  kazanmış,  bu  konunda  Türk modeli  uygulanmaya  çalışılmıştır.  Ancak  Afganistan’da  modernleşme  olgusunun  dine  karşı algılandığından dolayı bazı din adamların ve dindar kesimin tepkisini çekmiştir. 1924 yılında kız okulların  açılması,  kadınlara  verilen  anayasal  haklar  gibi  kanunlar  ‘din elden gidiyor’ propagandasıyla  karşı  karşıya  kalmıştır.  Ülkenin  bazı  bölgelerinde  din  adamları  liderliğinde isyanlar  başlatılmıştır.  İsyancılar  devlet  tarafından  idam  ettirilmiştir.  Islahat  kanunları  devam ettirmeye çalışılmıştır.  


1992 yılından bu yana Türkiye’nin verdiği destekle Afganistan’dan okumak üzere öğrenci gelmektedir. Afganistan’dan gelen öğrencileri iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup lisede, ikinci grup ise  üniversitede  okumak  için  gelenlerdir.  Son  iki  yılda  Türk  Hükümeti  Afgan öğrencilere  verilen  kontenjanlar  arttırmıştır.  Her  yıl  100  öğrenci  okumak  amacıyla  Türkiye’ye gelmektedir. Bursun dışında da kendi imkanlarıyla okuyan Afgan öğrenciler mevcuttur. Şuanda çeşitli üniversitelerde okuyan Afgan öğrencilerin sayısı bine yaklaşmıştır. 


Sonuç
Afganistan  bulunduğu  coğrafi  konumundan  dolayı  eski  çağlardan  beri  dış  ülkelerin  ve çeşitli kabilelerin gözünden kaçmamıştır. Afganistan’ın jeopolitik önemi hala devam etmektedir. Bu bölgenin önemi zamanın şartlarına göre okumak ve değerlendirmek lazımdır.  Afganistan  eski çağlarda  ticaret, göç  ve  askeri yollarının üzerindeki konumundan  dolayı önemliydi. Bugün ise enerji hatlarının geçtiği veya geçeceği yollar üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla şunu diyebiliriz ki Avrasya ve Ortadoğu’daki yeni gelişmeler, Afganistan’ı önemli bir bölge haline getirmiştir.  Türkiye-Afganistan  ilişkileri  Osmanlı  döneminde  devlet  düzeyinde  başlamış  Türkiye Cumhuriyeti  kurulduktan  sonra  ikili  ilişkiler  devam  etmiştir.  

Ancak  Afganistan,  Türkler  için bilinmeyen  bir  yurt  değildir.  Zira  Afganistan,  Kuşanlar,  Gurlular,  Gazneliler,  ve  Selçuklular döneminde bir Türk yurdu olmuştur. Günümüzde ise ülkede önemli bir Türk nüfusu yaşamaktadır. Afganistan  ne  zaman  ki  iç  sorunlarından  kurtulmuşsa  modernleşme  politikalarını hızlandırmıştır. Afganistan’ın modernleşme süreci Habibullah Han döneminde başlar, Emanullah Han’la  devam  eder,  Emanullah  Han’ın  ülkeden  kaçmasıyla  sekteye  uğrar.  Bu  dönemde Afganistan’ın ıslahatlarını destek veren ve her konuda yardım eden tek ülke Türkiye’dir. Türkiye, Afgan  ordusunun  modernizasyonundan  tutun  sağlık,  askeri  ve  eğitim  alanlarına  kadar  yardım etmiştir.  


Emanullah  Han’ın  1929  yılında  Afganistan’dan  kaçmasıyla,  ülke  2001  yılına  kadar  iç huzura  kavuşmamıştır.  2002  yılında  geçici  hükümetin  kurulmasıyla  reformlar  uzun  zamandan sonra  tekrar  devam  ettirilmeye  çalışılmıştır.  Türkiye,  Emanullah  Han  dönemindeki  gibi Afganistan’a  her  konuda  yardım  eli  uzatmıştır.  Bugün  eğitim,  sağlık,  güvenlik  konularında Türkiye’nin büyük yardımları olmuştur. 2014 yılından sonra İSAF adı  altında görev yapan barış gücü  ülkeden  çıkma  planları  yapmaktadır.  Türkiye  bu  bölgede  söz  sahibi  olmak  istiyorsa Afganistan’da eğitim, sağlık ve güvenlik konularında eskide olduğu gibi yardımlarını devam etmesi gerektiğini düşünmekteyim.