31 Mayıs 2021

ODTÜ’de “Hoca” deme âdetini Sinan Cemgil başlattı. “Hoca” derlerdi arkadaşları bilgisinden ötürü.

 

“O konuşurken tıklım tıklım dolu olan ODTÜ Mimarlık Amfisi'nde çıt çıkmazmış.’‘ 

(Sinan Cemgil için…)

 


Şirin Cemgil | Explore Tumblr Posts and Blogs | Tumgir 

 Şirin Cemgil | Explore Tumblr Posts and Blogs | Tumgir 


 

 
 

Dostoyevski Seçme sözler

İyi kalpliliklerini, soğukkanlılıklarını ve neşelerini kaybetmeyen kadınlar, daima yaşlarından daha genç gösterirler.

 Aşk onları diriltmiş, birinin yüreği, ötekinin yüreği için sonsuz bir hayat kaynağı olmuştu.

Hiç düşünmeden ve korkmadan yaşamaya bakınız. Fırtına sizi kıyıya sürükler ve güven içinde yaşatır.

 Hayat bana bir kere verilmiş, bir daha başkası da vermeyecek; herkesin mutluluğunu beklemek istemiyorum. Kendim yaşamak istiyorum.

Namuslu olmak sizi diğer insanlardan üstün yapmaz, övünme hakkını vermez, zaten herkes yaşadığı sürece namuslu olmak zorundadır.

Kahretsin!.. Ne boş şeyleri önemsemişim!..

 Herkesten önce kendini sev. Çünkü yeryüzünde her şey menfaat üzerine kurulmuştur.

 Her şey insanın içinde yaşadığı ortama, şartlara bağlıdır. Herşeyi belirleyen çevredir, insansa bir hiçtir.

İnsanın zihni neyle meşgulse rüyasında onu görür. Hele içiniz rahat olmadı mı, gerçeğe ne kadar da uyar rüyalarımız!

Yoksulluk ayıp değildir, doğru, ama sarhoşlukta erdem değildir kesinlikle. Fakat sefalet ayıptır. İnsan yoksul da olsa ruhundaki asaleti koruyabilir. Fakat, sefalete düşünce asla…

Sonra öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunun çabalamaya değmediğini! Evet, böyledir!

Öyle bir sınıra gelirsin ki, onu aşamazsan mutsuz olursun, aşarsan, belki o zaman daha da mutsuz olursun.

Bence, gerçekten büyük insanlar, dünyada büyük acılar çekmek zorundadır.

Herkesi öldürüyoruz, sevgili dostum. Kimini kurşunlarla, kimini sözlerle, kimini yaptıklarımızla ve kimini de şimdiye kadar yapamadıklarımızla.

Zeka, bence parlak bir varlık, tabiatı güzelleştiren bir süs, hayatın bir tesellisidir.

Kilitleyecek bir şeyleri olmayan insanlar daha mutludur, öyle değil mi?

İnsanlar en çok atacakları yeni adımdan, söyleyecekleri yeni sözden, kısacası alışkanlıklarını terk etmekten korkarlar.

…tek istedikleri tam anlamıyla kişiliksiz olmak… Kişiliksiz olmaktan bir haz duyuyorlar! Yeter ki kendileri olmasınlar, yeter ki kendi kendilerine benzemesinler… Bunun adına da en ileri gelmişlik diyorlar. Saçmaladıkları şeyler kendi düşünceleri olsa bari…

İnsanın canını sıkan ne biliyor musun? Herhalde onların yalan söylemesi değil. Yalan, her zaman affedilebilir… Yalan sevimli bir şeydir, çünkü insanı gerçeğe ulaştırır. Hayır, burada insanın canını sıkan şey, yalnız yalan söylemeleri değil, kendi yalanlarına kendilerinin de inanmalarıdır.

Öfke ne kadar aptallaştırabiliyor insanı!

Her yönüyle incelemeye kalkarsan dünyada kaç tane iyi insan kalır?

Hiçbir zaman insanlara kötü davranarak düzeltemeyiz onları, özellikle çocuklara iyi davranmak gereklidir. Bir çocukla ilişki kurarken iki kat dikkatli olmalıyız. Ah sizi kendini beğenmiş ilericiler! Siz insanları anlamazsınız. Başka birini ezerken kendinize kötülük ettiğinizin farkına bile varmazsınız.

Çok ufak şeyler” ama önemli olan da bu ufak şeyler. İşte her zaman bu ufak şeyler mahveder her şeyi…

Biliyor musun, bir şeyler var kafasında! Hiç değişmeyen, sürekli acı veren bir şeyler…

Sen kime ne anlatırsan anlat kimse bir şey anlamaz.

Düşüncelerini dile getirmeyi sevmez, yüreğindekileri açığa vurmaktansa, şiddete başvurmayı yeğler.

Estetik kaygısı, güçsüzlüğün ilk belirtisidir!

Gururludur, birinden bir şey istemektense, kendi elindeki son şeyini verir.

Her şeyi konuştular mı, yoksa konuşmaya gerek kalmadan mı anlaştılar? Çünkü kimi zaman böyle olur; Sözler hiçbir işe yaramaz. İnsanlar, birbirlerinin fikrini gözlerinden anlarlar… 

İnsana en çok acı veren şey, Söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki Uçurumdur.


Clarissa Estes: Biyografi, Kişisel Yaşam, Kitaplar, Literatüre Katkı "Kurtlarla Koşma"

Clarissa Pinkola Estes kitabından "güçlü bir kadını gevşetir. Clarissa Estes: Biyografi, Kişisel Yaşam, Kitaplar, Literatüre Katkı "Kurtlarla Koşma"
 
Biyografiden gerçekler 

Klarissa'nın 27 Ocak 1945'te doğduğu bilinmektedir. Doğumunun yeri ABD, Indiana. Bugün 73 yıllık yazar. Büyük göllerin yakınında 600 kişi nüfusu olan küçük bir köyde doğdu. Gelecekteki psikanalistin ailesinin Meksika'dan ABD'ye göç ettiği bilinmektedir. Akrabalarının çoğu bile yazılıp okunamadı.

1960'larda Clarissa, insanların travma sonrası sendromla başa çıkmasına yardımcı olan bir psikolog olarak çalışmaya başlamaya karar verdi. Bu uygulama hayatının 38 yılını aldı. Clarissa Estes'in çalışmalarının ana yolları:

 Kitaplara ek olarak, Clarissa Estes, dünyaya çalışmalarının talimatlarından biriyle tanınır - öyküler ile sözde tedavi. Bunlar, "sıcak noktalarda" radyo kanalları tarafından yayınlanan özel olarak derlenmiş, seçilen hikayelerdir - askeri operasyonların modern insancıl gerçeklikte durmadığı alanlar, makineli tüfek kuyruğu duyulur, bombalar kırılır. Bu cehennemde var olmak zorunda kalan huzurlu sakinler, başkasının desteklenmesi ve teselli olması nedeniyle. Ve tarih tedavisi bu insanlara yardım etmek için kendi yapar.

Travma sonrası Clarissa Estet'in uzlaştırılmasının çalışmaları 1960 yılında Edward Hines Jr Hastanesinde başladı. Gaziler (Illinois). Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın gazilerine, Korece ve Vietnam savaşını geçen askerler, devre dışı bırakılan servicemen askerlerine yardım etti. Ermenistan'daki depremden kurtulan, akrabalarını ve akrabalarını, bir gecede barınaklarını kaybeden, Ermenistan'daki depremden kurtulan insanlar için travmatik bir iyileşme planı geliştiren Clarissa olduğu bilinmektedir. 

 Clarissa'nın Kitapları Pinkola Estes, faaliyetlerinin bir başka önemli yönüdür. Ruhla ilgili bir dizi dünyaca ünlü eserinin yazarıdır. Eserleri, Türk, Sırpça, Çince, Farsça da dahil olmak üzere 30 dilde yayınlanmaktadır. Ve en favori okuyucular "kurtlarla koşmak", en çok satan "New York Times" 145 haftada sıralamasında sürdü!

 https://i0.wp.com/fb.ru/misc/i/gallery/47188/2585978.jpg 

"Kurtlarla koşmak." Kadın arketipiyle ilgili testlerde ve efsanelerde anlatım.
"Sadık Bahçıvan". Yazar, anlatımını "ölümsüz olan hakkında bilge bir masal" olarak nitelendirdi.
"Hikayenin Dar." Ve yine yırtılma masalının biçiminde anlatı. Bu sefer "yeterince".
"Güçlü bir kadını serbest bırak." Bu kitabın açıklaması çok ilgi çekicidir: "Kutsanmış bir annenin vahşi ruhu için mükemmel bir aşk."

 Buna ek olarak, geçen yıl ortak yazarlık kitabı Arthur Limana ve Maria Alma "Wolchitsa'nın gizemi" yayınlandı. Bu ürün, Clarissa Estes'in eğitimlerine dayanarak, yayınlanmış ve fikirlerini ifade eder.

 "Kurtlarla koşmak" Clarissa Pinkola Estes - her şeyden önce, bir profesyonel tarafından hazırlanan bir kitap. Ne de olsa, yirmi yıldan uzun bir süredir yazarı Jung ve takipçilerinin teorisini inceledi, ona felsefeyi öğretti. İnsanlığın eski mitleriyle tanışmak için çok zaman verildi. 

 Carisse estes "kurtlarla koşmak" hakkında ne yazıyor? Kadın ruhu "psikoarkeolojik kazılar" ile kendi bilinçsizliğiyle canlandırmanın mümkün olduğu için. Evet, bu kitap öncelikle harika bir seks için tasarlanmıştır. Söylemez, ancak nazikçe, bir kadının en eski efsanelerinden ve efsanelerinden bir kadının tam hayatını yaşayan sağlıklı, clairvoyant, içgüdüsünü nasıl canlandıracağını tavsiye eder.

"Koşu ..." Clarissa Pinkola Estes'in radikal feminizmin bir tezahürü olduğu varsayılmamalıdır. Burada "bozulmamış kadın" terimi "bozulmamış kadın", "bozulmamış adam" terimi, o zaman anlamı anlamayacak ve kaybetmeyecek. Sonuçta, ruh hakkında ve bu en yüksek konunun cinselliği yok.

Çalışmalarında Clarissa Estes, her birimize bir kişi içindeki doğal bir varlık, şefkat, yaratıcılık, ebedi bilgelik taşıyan, doğal bir varlık olduğu, bir kişiye iletmeyi amaçlıyor. Bu bizim ruhumuz. Ancak bu vahşi, modern toplum tarafından medeniyetsiz ve yabancı olarak bastırılır. Kitap, kendimdeki doğal olanı canlandırmaya yardımcı olur - eski efsanelerden gelen vahşi bir kadının görüntüsü. 

- - - - - -

 "Sadık Bahçıvan" 

Clarissa Estes, çalışmalarını kesinlikle karakterize ediyor - "Asla ölen bir masal". Hayran okuyucular, "sadık bahçıvanın" bir başyapıt olduğunu, gerçek edebiyat örneği olduğunu söylüyor.

Çalışma, en samimi okuyanların her birinde uyandırmanıza izin verir: tarihte bulunan en ciddi ve aşağılayıcı testlerde bile öne çıkan rüyalar ve umutlar - hem evren hem de her birimiz.

"Sadık Bahçıvan" ın Leitmotifi bir frekansdır - bu günlük bir hikaye, doğru ve trajik. Ama evrensel deneyimin ortaya çıktığı içindadır. Bu, kaydırılmaz olmayan her kalbinde iz bırakacak olan piercing bir yaşam dersidir. 

https://i0.wp.com/fb.ru/misc/i/gallery/47188/2586012.jpg 

"Hikayenin Dar"

Ve yine de yazardan işin karakteristiği - "Yeterince" bilge masal ". Bu kelimelerin arkasına ne saklanıyor?

Bu kitaptaki Clarissa Estes, en önemli, en dokunaklı, en anlamlı hediyeler hakkında her zaman bir kişinin bir başkasını getirebileceği anlamına gelir. Her birimiz. Tahmin? Evet, samimi aşk.

Ve "hikayenin cesaretini". Canlı ve dokunaklı, herhangi bir kalbi alacak hikayeler. "Bisiklete icat etmeye" gerek yok. O zaten orada - dünya folklor mirası. Bu servet Okuyucular Clarissa Estes ile ayrılmıştır. Bu, sevginin her zaman kayıp boyunca güveneceği bir peri masallarıdır, ışık karanlığı kazanır, umutsuzluğun üstesinden gelecek, umutsuzluğun üstesinden gelecek ve tatlılık ve acı tamamen iç içe geçmiş olacaktır.

"Hikayenin Dar" ilham veriyor. Çok parlak geleceğe inanç verir. Ve, en önemlisi, ona gelmenin güçleri.

 "Güçlü bir kadını serbest bırak"

Clarissa Estes'in "serbest bir kadın", dünya çapında milyonlarca hayranları bekliyordu. Bugün, Rusya'daki en çok satanlar ülkemizde mevcuttur.

Yeni bir üründeki Clarissa Estes, geleneksel anlatımından uzaklaşmadı - aynı konuyu, mizah ve açıklığın yerini anlama derinliği. Burada yazar, kendisini Jung'un öğretilerinin gerçek bir halefi olarak göstermiştir. Kitap, ilahi anne - önemli arketiplerden birine adanmıştır. Yazara göre, her kadına güç verebilir. Kuvvetler tam bir yaşam, rüya, yarat, hedefine git.

Eski hikayelerin bir kaleci olarak konuşursak (burada okuyucu, Clarissa'nın ne kadar mükemmel bir hikaye anlatıcısı olduğunu doğru bir şekilde takdir edecektir), yazarın büyük ve modernini birbirine bağlayabildi, ilahi anneyi günümüzde ortaya çıkardı. Okuyucular, bunun insan zihninin, kalbinin şefkatli gücünü, ruhun cesaretini açıklayan her kadın için şifalı bir kitap olduğunu söylüyor.

 https://i2.wp.com/fb.ru/misc/i/gallery/47188/2585987.jpg 

Clarissa, sadece düşüncelerinizle ya da kalbinizle değil "kurtlarla koşmak" gibi bir kitap yazdı. Bu kelimeler kan içine (kadın veya animasyonlar) düşer ve oraya kaynatın.

Kitabı bazı acelelerde (muhtemelen takip edilmiyordu), ders için hazırlanıyor ve sonra bazı düşünceleri tanıdık bir izleyiciye iletmeye çalıştım ... ertesi gün, bir dönemde, bir meslektaşı, bir meslektaşı çok zor bir psikosomatik devletten şikayet etmek için çağrıldı ve gerçekleştiğimiz diyalog budur:
- Neredesin?
- Yataktayım…
- Düdüklü tencere?
... Güldüm ve profesyonellik için astine teşekkür ettim. Aslında, bir kelimeyle durumumu formüle etti: Yüksek basınç ve sıcaklık. Soğutmak ve yavaş yavaş çiftler üretmek gerekliydi.
Bir Hristiyan'ın doğuşunda ruhumuz? Aynı zamanda, din ile ilişkiler çoğunlukla karmaşık, belirsizdir ...
Mesih'in efsanesinin birçok revizyon yaptığını anlıyor muyuz? Ve onu bir efsane olarak algılamaya hazırlar, ancak, hayatı hayatının hayatının yaşamının hayatı olan bir kültürel efsane ve arketiple olan gerçek bir Man-Yahudi Yeshua olduğunu düşünmeye hazırlar. Bir kişinin kararsızlığını algıladık - tanrı, onun çaprazlaştırıcısı gibi.
Annesiyle daha da karmaşık ve bu nedenle genellikle yerinden edilmiş veya inşa edilmiştir. O korkutucu büyük annenin tam tersidir (Kibella, Pouchihi). O Kutsal İmmoon Başaklığı ve aynı zamanda - annelerin ana, çocuğunun ölümünden kurtulan annelerin amacı, dünyevi ve cennetteki. Ne kadar dünyevi? Bu soru için Clarissa Estes'in en sorumlu olduğu içindir. Eski bir banyo ve tescilli bir mason yardımı ile kendi tapınağının yapımının tarihinden başlayarak.
Bana bacaklarında önemli bir aksan kişi ile başlamak - büyük köylü bacakları, yürümeye alışkın.
Ne sıklıkta duyuyoruz ve "iyi, bu sadece bir semboldür!". Sembolik olarak flört ediyoruz, dünyayı daha az yıkanmadı. Ve sonra sembol prototipin yerini alır.

Clarissa Pinchola Estes'te "güçlü bir kadın" (güçlü kadını çöz)

"Sonsuza dek hareket halinde.
Heyecanın orada olduğu yer varsa ve o.
Karışıklığın var olduğu yerde ve o.
Bir iş var mı - orada ve o.
Sabırsızlık varsa - orada ve o.
Fatter nerede ve o.
Korku, anksiyete, üzüntü,
Güzellik, İlham -
Her yerde var. "

Çoçukluğundan beri. Estes, imajını Meksika Kızılderililerinin, Tahıl ve Doğurganlık tanrıçası'nın Hristiyan öncesi inançları ile bağlar ve Maria La Guadalupe - Anneler, Savunucular ve En çok kafam karışmış ve çocuklarını kaybetti. Aynı zamanda, maternal güç ve azim, azim, hayatta kalma, tekrar tekrar dönme yeteneği hakkında yazıyor.

"Ve - evet, gerçekten, zahmetin anlamında, ama yolu değil, anemi'nin özüne getirmek istediğiniz gibi. Evet, o bir göçmendir - ama kasvetli olma, herhangi bir yere uymayı reddediyor çerçeve ve küçük olur.
Ve - evet, gerçekten sakin, ama bir daha ve tekrar yükselmeyecek kadar ateşsiz değil. Aksine - evet, kudretli okyanusun sakin olduğu gibi, dev depresyonlarda ve büyük dalgaların köşelerinde, kalp atışı gibi ...
Ve - evet, gerçekten temiz, ama asla çatıklayanlar gibi değil, asla şüpheleri bilmeyenler, asla oraya çıkmaz (bir süredir). Ama o temiz - oh, evet!  

 paverakov.ru

The Best of Tchaikovsky



 The Best of Tchaikovsky - YouTube

30 Mayıs 2021

Metin Altıok - Soneler


   
 1
sevgilim bak, geçip gidiyor zaman
aşındırarak bütün güzel duyguları
bir yarım umuttur elimizde kalan
göğüslemek için karanlık yarınları

ağzımda ağzının silinmez ılık tadı
damağımda kösnüyle gezinirken
yüreğimde yılkı, aklımda ölüm vardı
dışarda rüzgar acıyla inilderken
unutulmuyor ne tuhaf dünya işleri
seninle bir döşekte sevişirken bile
düşünüyorum hüzünlü genç anneleri
çarşılarda, pazarda ellerinde file
bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka
bir şey yok paylaşacak acıdan başka
2
nasıl bir acıdır bu bir düşün
yüreğimin yumruk kadar çaresizliği
sığlığı alışılmış bir günün
gecenin karanlık belirsizliği
yarın, yarın ve yine yarın
hep bugün olan aynı yarınlar
düş kırıklığı gibi kötü gelen zarın
varımı yoğumu elimden alırlar
ve ben dönüp yine sana gelirim
elimde somun, gözlerimde mıh
işte bugün de kaybettim derim
aklımda dimdik duran bir çarmıh
güler yüzle karşılama beni sakın
güzel sonuma bırak ölümüm yakın
3
bu uydu çağında çaresizliği gördüm
sinekler konarken insan yüzlerine
hastane kapılarında ağıtlar duydum
gözü yaşlı kadınlar vururken dizlerine
soğuk kış günleri karla kaplı yollarda
gördüm bata çıka yürüyenleri
iple dikilmiş yırtık lastik ayaklarında
yaka bağır açık bir ceketti giydikleri
ve akşamla birlikte gelirdi odama alkol
sobada yanarken kuru meşe odunu
iç dostum derdi beni, iç ve yok ol
silerdi içimdeki utanç duygusunu
acının dudakları varsın benimle solsun
kapım açık her ölüme nasıl olursa olsun
4
bende vardı, ama ben yıllar yılı
bende olanı hep sizde de aradım
biraz ürkek, biraz suçlu, kaygılı
yüreğinizi sezdirmeden yokladım
dem çekse bir güvercin karşı çatıda
sizdekini arardım bırakıp bendekini
böyle böyle gördüm işte sonunda
bir yılanın deri değiştirmesini
insanın talihsiz oyunudur bu
yıkımı yine kendi elinden olur
engelleyemez paylaşmak duygusunu
gün gelir yorulur, kendini de unutur
"ben buraya bebe hakkı için geldimdi"
ben kimdim unuttum, bebeler kimdi
5
beraberken kıymetini bilemedimdi
elim ayağımdın sanki, zora koştuğum
bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi
kaybetmekten deli gibi korktuğum
bir kum saatiyim sensiz geceden gündüze
altı durmadan üstüne getirilen
bu nasıl zaman ki çakılıp kalmış güze
doğmamış çocukları evlatlık verilen
işte böyledir gülüm bazı şeylerin
hiç hissedilmez varlıkları ama
yoklukları bir uçurum kadar derin
baş döndürür kıyısında nasıl da
ey bir hüznü büyüten solgun anne
sen de düşün benden sana kalan ne
6
sen ey kendine bölünen, gel beni dinle
kurtulmak için benliğini saran kederden
bir terminal büfesi ol yüreğinle
ve açık tut gece gündüz demeden
hesaplaş yüz yüze karşılıklı ölümle
vakitli vakitsiz seyret gelip gidenleri
gurbetle sılayı birbirine düğümle
bir gözün ağlarken varsın gülsün diğeri
sen ki banarsın altın suyuna
yıllardır bir ziynet gibi kendini
bırak lağım karışsın bundan sonra kuyuna
biraz da pislikle sına erdemini
hasrete, açlığa, yokluğa dokun
bakalım o zaman neye benzeyecek kokun
7
başımda siyah şapka, elimde çiçek
bekliyordum ikide bir saatime bakarak
yüreğim dalından düştü düşecek
çıplak bir ağaçta sanki tek yaprak
derken sen geldin bir sis içinden
serildi dürülüm, dolaşığım çözüldü
bir mavilik yayıldı etrafa gözlerinden
yalnızlığım çaresiz bir köşeye büzüldü
ne ben bekledim oysa ne de sen geldin
gerçekleşmedi henüz söz ettiğim buluşma
çünkü sen benim hak edilmiş ecelimsin
nasibim olacak ömrümün sonunda
herkes kendince göçer bu yeryüzünden
kimse pay çıkarmasın başkasının ölümünden
8
neden diyorum kendi kendime hep;
üstelik param da varken ve tokken karnım,
acaba nedir duymama sebep
gülmek eğlenmek isterken canım,
iğneden geçirip ebruli bir ipliği
ucunu düğümler gibi birden,
duyuvermem içimde o kekre garipliği
rengi değişmiş ter ve kirden.
neden, neden diyorum ama;
ekmek almaya gönderen çocuğunu,
dul bir kadın geliyor aklıma
ve ben bilmiyorum o kadının kim olduğunu.
demek ki benim içimde bir ben daha var;
hem ben olan, hem siz, hem onlar.
9
anılar geliyor bazen ister istemez akla
burnumdadır kokusu cumbalı evimizin
taş sektiriyorduk büyük bir mutlulukla
çalkantısız yüzünde dupduru bir denizin
metal paralar sektiren biri vardı aramızda
bir testere ağzı olurdu onu görünce sular
yaylanıp parayı çalımla savurunca
kanardı denizin sırtına açılan yaralar
tadarak güzelliğini türkçenin kana kana
taşlarımız sözcükler oldu şimdi irili ufaklı
söz sektiriyoruz artık kimimiz imgeden yana
kimimiz kılavuz etmiş kendine aklı
denizde para sektirenler ortalardadır hâlâ
ben diyorum henüz erken, vakit gelmedi daha
10
öyle bir taş yapı ki yoğrulmuş nakışla
onun yüzü bir selçuklu kapısıdır yumuşacık
hiç girmedim içine yetindim salt bakışla
öpüp geçtim önünden bazen de usulcacık
çünkü benim yüreğim bilirim cehennemdi
onunsa gül bahçesi hoş kokulu, rengarenk
yoktu bu cihanda bence eşi menendi
hem insan yaşar mı sevdiğine zarar vererek
o dedi ki bana boşuna kandırma kendini
umurumda değil aslında gül bahçem benim
koruyorsun sen kendi cehennemini
alevinle gel varsın kül olsun bedenim
düşlerimde şimdi kıpkızıl cehennem gülleri
soğuyup buz kestim bense, gövdem zemheri
11
ister sevgili, ister dost olsun
ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme
sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun
eskiye de boşver onu da eşeleme
ne iyiydik'ler, yine görüşürüz'ler
dikenli tel gibi takılmasın boğazına
biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller
çoğaltmadan katlan acının en azına
bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü
karış telaşlı bir kalabalığın içine
yürü ardına bakmadan, durmadan yürü
yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine
alıştır kendini her şey biter ve gömülür
"ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür."
12
hangi baş güzeldir bir kafatasından
o bembeyaz yontudan eti soyulmuş
bir kuytu loşluk yayılır göz çukurlarından
ki bütün kötülüklerden soyunmuş
ne güzel durur bir konsolun üstünde
sessiz, vakur ve yaşamış ölümünü
konuşmayan yine de hiç hayatı üstüne
ne övünür, ne yerinir, deyip kesmiş sözünü
ben de isterdim kafatasım alsın yerini
bir kitaplıkta şiir kitapları arasında
biri anlasın ürkmeden onun güzelliğini
bir karanfil iliştirsin ara sıra ağzına
desin ki; iyi veya kötü bu baş da yaşadı
sevdi sevildi, ömrünü bir top kemikle noktaladı
13
birbirine benzer bütün ara istasyonlar
sarıya boyanmış yapılar arasında
yutkunup duran huzursuz ağaçlar
ve paslı bir hüzün bulaşığı her yanda
katardan ayrılmış yük vagonları
yorgun beygirler gibidir raylar üzerinde
uzaklardan sürekli köpek havlamaları
karışır bir trenin isli düdük sesine
bir adam dolaşıp durur kendine konuşarak
bekler belki de bir posta trenini
içinde bir deniz kayalara vurarak
parçalar hışımla kendi kendini
ara sıra giderim o küçük istasyonlara
ağzımdan dilsiz bir çığlık karışır rüzgarlara
14
aklım yitirdi o parlak yalımını
hoş çok az güvenirdim ben ona zaten
gözlerim görmez oldu uzağı yakını
başladı sulanmaya okur yazarken
kendime yakıştırmalıyım yaşlılığı
iki gözlük kullanıyorum artık
yaşıyorum çift başlı saçmalığı
yorgun bir yürekle ölesiye aşık
yüreğim benim, yüreğim, yüreğim
cesur ol ve yüreklendir beni
ki ona kanatlı sözler söyleyeyim
olgun bir elma gibi sunayım seni
sevda demişler buna zaman dinlemez
erken ya da geç gelir, bazen hiç gelmez
15
bir ters iki yüz dizlerinin üstünde
şimdi sen çaresiz mutsuzluklar örersin
bir usanç büyütürsün göğsünde
kilitlenmiş talihine elbet küsersin
çünkü mürai bir kandil akşamı gibi
günlerin sonu hep pişmanlık getirir
yosun tutar umudun nazlı dibi
içindeki hevesi başlamadan bitirir
anlayamazsın nerde yanlış yaptığını
elindeki pelteleşmiş anahtar
döndürür durmadan kendi sapını
ömründe kapanmaz derin girdaplar açar
sen gel bu oyunun kuralını değiştir
mutsuzluk ceza değil ehven bir iştir
16
gözünde kısık bir kar gözlüğüyle
önlemle bakıyor dünyaya herkes
yüreğinin zorunlu kör düğümüyle
sevgisine olabildiğince nekes
oysa şimdi yatağında yalınayak
bir akarsu denize koşmaktadır
umudun işlek kenar süsü olarak
kendini özlemle çoğaltmaktadır
elde değil biliyorum hak vermemek
kıstırılmış bu ezik insanlara
buz üstünde düşe kalka yürümek
izin vermiyor ne yazık coşkulara
ama sen yine de kendini sınırlı tutma
sevgilim, akarsuları sakın unutma
17
istersen ayıpla beni, istersen bağışla
bilmem ne yapardım sen olmasan
sen ki keyif getiren yalnızlığıma
incecik bir kadınsın çamaşır asan
beni tılsımıyla bozgunlardan koruyan
ömrüme asılı ışıldayan nazarlık
seni kösnüyle düşündüğüm zaman
içimde fışnayıp köpüklenen sıcaklık
yayılırdın atlasında ürpererek tenimin
ürkek ve narin kuş ayaklarıyla
örgüsü gibi kanayan bir kilimin
yüzümü al basan akışkan nakışlarıyla
hangi suç taşır cezasını yanında
o suç ki insanın tenini yadsımasında
18
kuşkuyla morarırken önlerinde günleri
dünleri yamru yumru kararır arkalarında
şu vurdumduymaz uzun ömür düşkünleri
pıtrak gibidir zamanın saydam kumaşında
uzun ömre böylesine düşkün olanlar
daha fazla kötülükse görmek istedikleri
hele bir dönüp geçmişlerine baksınlar,
kaç bin yıllık çamurdur kişilikleri
korkunç gelmiyor bana hiç ölüm düşüncesi
bir ömrün hak edilmiş hasatıysa eğer
yaşamın o devingen yenilenme hevesi
erken bir ölüme bence her zaman değer
ben bir ejderin parlak pulum sırtında
birim düşer yerine birim çıkar sırasında
19
engel tanımaz saraylara bile girer acı
solgun bir oteldir yine de meskeni
üreyip zenginleşmektir çünkü onun amacı
çatlak aynalardan alır kendine gerekeni
özümler titizlikle aşkı da sevgiyi de
göz göz odalarıyla acının otel peteği
ürpertiyle geçen o pıhtı gecelerinde
konuk etmiştir kim bilir kaç kırık yüreği
otel ki, ebruli bir gurbet kamaştırır
sürme çeker yalnızlığın şehla gözlerine
insanı seçsin diye ölümlerle tanıştırır
uyuşuk bir zamanın seğiren derisinde
ey otel; ülkemin ta kendisisin sen benim
bazen seni küçültmek için otellere giderim
20
iki türlü acı var, biri güncelden doğar
acıdır günbegün kararan gazete haberleri
insanı çözümsüzlüğün acziyle boğar
içine kanatır sessizce umurlu yürekleri
bu acı her zaman umut taşır yedeğinde
tutunur var gücüyle zamanın akışına
ikincisi nakıştır duygunun gergefinde
kök salmış özümüzün karmaşık kumaşına
insanın önüne geçilmez o kavrama isteği
acıya dönüşür doğanın dipsiz giziyle
hem odur hem de değil bir kuşun teleği
işleviyle çakışan kusursuz biçimiyle
hiçbir şeyi tam anlayamaz bilinç dediğin
acıyla tümlenir ancak türsel eksikliğin
21
düşünde görmüş beni doğurmazdan önce
mahallemizdeki çeşmenin yalağında
suyun dibinde yatıyormuşum öylece
hayıra yormuş annem bu düşü uyandığında
"sonra bir gün gerçekten doğurdum seni
yalakta gördüğüm o çocuk gibiydin."
diye anlatırdı titreterek sesini
"tuhaf ama sen bana önceden gösterildin."
işte bu gizemli düş-gerçek yüzünden
evlere taşınan sevecen bir suyun
çalkalanıp göz göz olmuş künhünden
el almış yüreğimle ben her evin oğluyum
akıl seçiklikle gösterse de yokuşu düzü
bazen belirsizliklerdir yönlendiren ömrümüzü
22
kendine yöneliktir sevda dediğin
sevgili onu var etmeye yarar ancak
açılır üstünde tensel isteğin
kılıfında bunalan bu tinsel sancak
sense ta derinden bütün benliğinle
hazırsındır birine adamaya ömrünü
sevdayla buğulanmış gözlerinle
görmezsin aynaların sana güldüğünü
ama diner zamanla içindeki fırtına
toz duman dağılır durulur ortalık
bakamazsın bile artık suratına
bir hiçtir sevgilim sandığın alık.
gönlümdeki sevda seli taştan taşa atladı
ne kadınlar sevdim de haberleri bile olmadı
23
birdenbire olur, beklenmedik zamanda
içinde belirsiz bir şey sezersin
yüreğinin yankılanan tınısında
bir şeydir de ne olduğunu bilmezsin
ne hüzündür, ne kederdir, ne acı;
yalnızca kendisidir, kendine benzer
şöyle bir yoklamaktır sanki amacı
karıştırıp aklını geldiği gibi gider
ama ben inatla tetik durup bekledim
biraz daha bildim ki her seferinde
içimde bir taraz gibi sezinlediğim
hiçlikti özümün duygusal çeperinde
işte ben yıllar yılı yarı ölü yarı diri
o hiçliğe yazdım bunca harlı şiiri
24
durup geçmişe baktım hüzünle bugün
bir otele iner gibi kendime indim
kunt acılarla incinmiş ve ölgün
sağnaklardan geçtim de sonunda dindim
yıllardır unutulmuş suskun varlığı
kanepenin altından bir cam bilye
ve bir ilk öpüşün gizemli sıcaklığı
seslendiler derinden bizi de an diye
nedir ki zaten geçmiş dediğimiz
içinde közler bulunan külden başka
zaman zaman ürperip eşelendiğimiz
gereksinim duydukça sevgiye ve aşka
geçerek dününün puslu kapısından
geçmişle kurtulur insan dağdağasından
25
bir iblisim, bir meleğim var benim
aşk ve şiirdir gizli değil adları
bazen iblisim melekleşir, iblisleşir meleğim
dilimde dolaşır acı zakkum tatları
titrerim bir hullalı gibi
ateşler içinde seğirir derim
budur bütün şairlerin nasibi
günlerce kan kusar, kan terlerim
bir iblisle bir melek arasında
sarsalarım sanrılı bir yaşamı
hasta bir gerçeğin başında
duyarım boz bir yılan olan acımı
işte budur sonelerin son sözü
sımsıkı tutmak avucunda bir közü

 

Boris Pasternak Seçme şiirler

Kış gecesi (Mum yanıyor masada...)
 
Tipi tipi, bütün dünya, 
Köşe bucak kar. 
Bir mum yanıyor masada, 
Yanan bir mum var. 
 
Sinek nasıl yaz geldi mi 
Ateşe uçar, 
Uçuyor bak onun gibi 
Pencerede kar. 
 
Yapıştırıyor camına 
Onları rüzgâr. 
Bir mum yanıyor masada, 
Yanan bir mum var. 
 
Işıyan tavana az az 
Yerleşir gölge, 
El çapraz, ayak çapraz, 
Çapraz kader de. 
 
Tıkırtıyla düştüğü an 
Pabuçlar yere, 
Mumun gözyaşı lambadan 
Damlar eteğe. 
 
Her şey karlı karanlıkta  
Yiter kırçıl, ak. 
Bir mum yanıyor masada, 
Mum yanıyor, bak. 
 
Mumu üfürür bir yandan, 
Tutku ateşi 
Kaldırır kanatlarından 
Bir melek gibi. 
 
Tipiydi tüm şubat ayı, 
Ve bir mum bazan 
Işıtıyordu odayı, 
Masada yanan. 

1946

Sonbahar
 
 
Dağılın dedim ev halkına, 
Bütün dostlar çoktan dağıldı, 
Ve doldu kalbe ve doğaya 
Tüm zamanların yalnızlığı. 
Bekçi kulübesindeyim bak 
Seninle, ıssız bir orman bu. 
Yollar, şarkıya uyarak  
Yarı yarıya otla dolu. 
Şimdi acı duyarak bizi 
Seyrediyor kütük duvarlar. 
Hiç beklemeyin cengimizi, 

Geberip gideceğiz, o kadar. 
Birde oturup üçte kalkarız, 
Bende kitap sende el işi, 
Ve şafak söker, anlamayız, 
Artık öpüşmediğimizi. 
Umursamadan ve görkemli, 
Yapraklar, dökülün, hışırdayın, 
Ve dünün acı kasesini 
Bugünün hüznüyle çoğaltın. 
Bağlılık, çekicilik, gönül! 
Dağılalım bu hengamede! 
Güzün hışırtısına gömül! 
Dona kal veya çıldır sen de! 
  
Dr.Jivago’nun şiirlerinden


Bazılarını sevmek 

Bazılarını sevmek ezer bizi, 
Senin her şeyin mükemmeldir, 
Ve çekiciliğinin gizi 
Hayatın çözümüne bedeldir. 
 
Baharda düşlerin hışırtısı 
Ve fışırtısı gerçeklerin. 
Bu ailedensin. Hava gibi 
Çıkar gözetmez, anlamın senin. 
 
Kolaydır gözü ışığa açmak, 
Arınmak sözcük çöplüğünden 
Ve çöp biriktirmeden yaşamak. 
Bunları kurnazlık sayma sen. 

1931

Her şeye inmek isterim
 
 
Her şeye inmek isterim, 
İşin özüne, 
Bir yol bulabilsem, derim, 
Kalp pürüzüne. 
 
Özüne geçmiş günlerin, 
Nedenlerine, 
Köklerine, temellerin 
En derinine. 
 
Bağını kavrayabilmek 
Olayların ve 
Yaşamak, düşünmek, sevmek, 
Yaratmak bir de. 
Becerebilseydim onu 
Kısmen de olsa, 
Yazardım hırsın özünü 
Sekiz satırla, 
 
Suçu, günah işlemeyi, 
Koşuşturmayı, 
Ve rastgele görüşmeyi 
Eli, ayayı. 
 
Yasasını yazardım ben, 
Ön sözlerini, 
Adının tekrar ederken 
Baş harflerini. 
 
Kalbim adeta uçardı, 
Dikerdim şiir. 
Ihlamur çiçek açardı 
Ardından bir bir. 
 
Katardım şiire, neyi: 
Gülü, naneyi, 
Fırtınayı, saparnayı, 
Çayır biçmeyi. 
Eskiden Chopin sokmuştu 
-De ki mucize- 
Mezarı, parkı, koruyu 
Öz müziğine. 
 
Ulaşılan her zaferdeAzap ve oyun- 
Çekilen bir kirişidir 
O gergin yayın. 


Öyledir öyle başlar
 
 
İnsan iki yaşında da öyle başlar işte 
Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan, 
Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre, 
Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından. 
 
Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya, 
Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne, 
Sen misin bu, bir başkası mı yoksa, 
Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de  
 
Bu zalim leylâk parıltısının nedir derdi? 
bu dökülen, bu inen bir park kanepesine, 
Nedir? çocukları kaçırmak gibi bir şey mi? 
Öyledir işte, kuşlar öyle doluşur içine. 
 
Arttıkça artan kıvamını bulan acılardan: 
Yüreğinde ulaşılamayanın özlemi, uzak yıldızlar, 
Faust gibi olduğun, kafan bulandığı zaman 
Öyledir, öyle başlar çingene çalgıcılar. 
 
Uçaraktan yüce yüce gök katlarından 
Çevrili alanlar görürsün, evsiz topraklar, 
ve denizler bir iççekiş kadar ansızın, 
İşte tıpkı öyle doğar heceler ve uyaklar. 
 
Yulafların üstünde, sırtüstü,yaz geceleri, 
yakarır durur: her şey yerini alsın diye, 
Sakınarak gözünden şafağı ve evreni 
Öyle olacaktır, öyledir dalaşımız güneşle. 
Öyledir, öyle başlar yaşamak, dizelerle. 
 
Çeviren: Cemal
Süreya

 

 

Rus şairi, öykücüsü ve ülkesinin kültür bürokrasinin eleştirmeni olarak bilinen Boris Leonidoviç Pasternak, kitapları resimleyen bir portre ressamının oğlu olarak 10 Şubat 1890'da, Moskova'da dünyaya geldi. Piyanist olan annesinin etkisiyle, 15 yaşında Moskova Konservatuarı'nda müzik eğitimi almaya başladı. Dört yıl sonra felsefe öğrenmek amacıyla müzik eğitimini bıraktı ve fakülteden 1913 yılında mezun oldu. Edebiyata olan ilgisi küçük yaşlarda oluşmaya başlayan Pasternak, füturizme bağlı olan Zentrifuga adlı edebiyatçı topluluğuna katıldı. Bir yıl sonra da "Bulutlardaki İkiz" adlı şiir kitabını yayınladı. Bu kitapta yer alan şiirlerin bir kısmını daha sonra yayınladığı Sınırları Aşarak adlı kitabında da kullandı. Bir yandan şiirleri üzerinde yoğunlaşan Boris Pasternak, hayatını bir fabrikanın yönetici bürosunda çalışarak ve özel dersler vererek kazanıyordu. İlk yapıtlarından itibaren kendine özgü bir stil geliştiren şair, çalışmalarında özgür cümle kuruluşuyla sürrealistlik tablo dünyasını anımsatan cesur mecazlara yer veriyordu. Dizelerini kurarken sık sık sözcüklerle seslerin benzerliklerinden yararlandı ve konuşma dilindeki deneyimleri tamamlayıcı olarak kullandı.

Pasternak'ın, Ekim Devrimi sıralarında yazdığı "Kız Kardeşimin Yaşamı" adlı şiir kitabı, ancak 1922'de basılabildi. Önceleri samimi duygular ve düşünceler ile aşk ve doğayı şiirlerine konu alan şair giderek sanatın içinde bulunduğu sorunlara da eğilmeye başladı. Bundan sonra ki yapıtlarında anlaşılması zor bir dil kullanan Pasternak, Mayakovski tarafından kurulan LEP dergisi için yazılar yazmaya başladı. Kısa süre sonra da edebiyat çevrelerince 'şairlerin şairi' unvanını aldı.

1923'de Yevgenya Muratova ile evlenen Boris Pasternak, lirik çalışmalarının doruğu olarak kabul edilin "Temler ve Varyasyonlar" adlı kitabını çıkardıktan sonda 20'li yılların ortasından itibaren birkaç kısa vezinli destan yazdı. Spektorski adlı yapıtında devrim öncesi Çarlık karşıtı ihtilalcilerine saygılarını sunan yazar, 30'ların başında "Geçiş İzni" adını taşıyan otobiyografik öyküsünü yayınladı. Liriğin şiirsel bir gerçek yaratması gerektiği konusundaki inancı iktidardaki kültür fonksiyonelerinin düşüncesiyle çeliştiği ve propaganda amaçlı yazılar yazmaya yanaşmadığı için, kültür politikasını yapanlarla arasındaki çelişki derinleşti. Giderek yalnızlığa itilen şair, her ne kadar 1934'te Sovyet Yazarlar Birliği başkanlığına seçildiyse de 1936'dan itibaren şiirlerinin yayınlanması yasaklandı.
1934'ten ikinci eşi Sinaida Neuhaus ile evlenen Boris Pasternak, geçimini başta William Shakespeare'ın trajedileri olmak üzere, çeviriler yaparak kazanıyordu. Gürcü şairlerin yapıtlarını Rusça'ya çevirince, Stalin'in gözüne girdi ve büyük bir olasılıkla sürgüne gönderilmekten bu yolla kurtuldu.

İkinci Dünya Savaşı sıralarında, kültür politikasının esnekleştirilmesi sayesinde Sabah Trenlerinde ve Ölümlü Dünya adlı iki şiir kitabını birden yayınlama imkanı buldu. Bu eserlerde şairin büyük bir yalınlık elde etme ve klasik lirik geleneklere yaklaşım çabaları göze çarpmaktadır. 1953'te Goethe'nin Faust yapıtını Rusça'ya çevirdikten bir yıl sonra Zvezda başlığı altında 1945'ten beri üzerinde çalıştığı "Doktor Jivago" romanında 10 şiirini yayınlayabildi. İhtilal, iç savaş ve başlamakta olan Stalinizm yıllarında geçen destanını Pasternak, 1955'te tamamladı. Kendi sözleriyle 'en kritik ve en önemli yapıtı'nın ana konusunu, zihinsel bağımsızlığı herşeyin üstünde tutan Dr. Jivago'nun yaşam öyküsünü oluşturmaktadır. Jivago'nun daha iyi bir geleceğe ve özgürlüğe bağladığı umutlar romana damgasını vuran unsurlardır. Sovyet makamları bu yapıtın SSCB'de yayınlanmasını yasakladıktan sonra kitap 1957'de İtalya'da basıldı. Bunu izleyen zamanda Pasternak'a karşı kışkırtıcı bir kampanya başlatıldı. Bu nedenle yazar, 1958'de kendisine layık görülen Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetmek zorunda kaldı. O ana kadar Yazarlar Birliği üyesi olan Pasternak, birlikten çıkarılarak boykot edildi.

30 Mayıs 1960'da 70 yaşına gelen Boris Leonidoviç Pasternak, Moskova yakınlarındaki Peredelkino'da hayata gözlerini yumdu. Ölümünden bir yıl sonra şairlik hakları geri verildiyse de Doktor Jivago, yasak yapıtlar listesinden çıkarılmadı. Bu ünlü eser yazarın ölümünden 28 yıl sonra kendi ülkesinde basılabildi.


ESERLERİ:
Roman: Dr. Jivago (1957)
ŞİİR KİTAPLARI:
Bulutlardaki İkiz (1914), Sınırları Aşarak (1917), Kız Kardeşimin Yaşamı (1922), Sabah Trenlerinde (1943), Ölümlü Dünya (1945)
Düzyazı / Destan:
Lüvers'in Çocukluğu (1922), Tula'dan Mektup (1922), Temler ve Varyasyonlar (1922), Spektorski (1931)

Otobiyografi: Geçiş İzni (1931)

 

Düşünen Adam (Fransızca: Le Penseur) Fransız heykeltıraş Auguste Rodin tarafından üretilmiş sanat eseri.

 Düşünen Adam ve Rodin

Düşünen Adam (Fransızca: Le Penseur) Fransız heykeltıraş Auguste Rodin tarafından üretilmiş sanat eseri.

Dünyanın en ünlü heykellerinden birisi olan eser, genellikle felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak kullanılmaktadır.

Rodin'in Cehennem Kapısı adlı eserinin üstüne yerleştirmek üzere alçıdan yaptığı küçük figürün, büyük boyutlu halidir. Rodin, pek çok versiyonunu ürettiği heykelin ilk bronz dökümünü 1904 yılında tamamlamıştır. Bu ilk versiyon, günümüzde Paris'teki Rodin Müzesi'ndedir.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki birçok önemli yapıda kopyaları bulunur. Türkiye'de 1951 yılında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesine hastalar tarafından bir kopyası yapılmış ve akıl hastalıklarının sembolü haline gelmiştir. 

 Zaman ayrılarak yapılan işe, zaman saygı gösterir.

 

Voltaire "Din ve mantık kadar birbiriyle çelişen başka iki şey yoktur."

Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler.

Hristiyanlık, şu güne kadar Dünyayı enfekte etmiş en gülünç, en absürd ve en kanlı dindir.

Duyarlı her insan, onurlu her insan Hristiyanlık tarikatına dehşetle bakmalıdır.

Eğer Tanrı gerçekten yoksa, onu yaratmamız gerekir.


Charles Bkowski - Ben Makul Bir Adamım

 Ben Makul Bir Adamım 

 

Kimilerinin beni

Ünlü

Kimilerinin de

Büyük yazar

Olarak gördüğü

Bu yerden

Dışarı bakarken

Hiçbir şeyin fazla bir anlamı

Olmadığını biliyorum

Başından beri

Kuşkulandığım

Gibi.

 

Rafael Alberti - Yitik Koru


Rafael Alberti   ve işte deniz oluştu ve ona bir ad verdi
ve rüzgâra bir soyadı
ve bulutlara bir gövde
ve ateşe bir ruh.
dünyaya, hiçlik.
 

 
 
 

Oruç Aruoba - Ay'ya

 

Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam karşımdasın; ve yarımsın…

 


Giordano Bruno “Ağaca çıkmak istiyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.”

 Giordano Bruno - Türkçe Bilgi Bruno’nun gençliği Dominiken manastırında geçer. Manastırda kapıyı kilitlemek yasaktır ama kitap okumak daha çok yasaktır. Bruno kilitli kapılar ardında gizli gizli kitap okumaktadır. En yakın çocukluk arkadaşı onu yakalar ve günah işlediği için ona çok kızar. Bruno da çocukluk arkadaşına en masum şekilde açıklar; çocukken ağaca çıkardık. Ağaca çıkmak yasaktı. Senin amcan bizi yakalar ve kolumuzdan tuttuğu gibi eve götürürdü. Biz ne yapardık? Yasak olduğu için ilk fırsatta yine ağaca çıkmaya çalışırdık. Sonra düşmüştük. Sen bacağını kırmıştın. Oysa amcan yasaklamak yerine, ağaca nasıl çıkılacağını bize öğretse daha iyi olmaz mıydı? Böylece düşmezdik. Kitapları yasaklamak yerine okumama izin ver. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki…Ağaca çıkıp, özgür ve mutlu olduğumuz günleri hatırla, der arkadaşına ve ortak eder günahına.(!)

Bruno işkence ile sorgulanırken, gücünün tükendiği bir an da sayıklayarak; “Ağaca çıkmak istiyorum. Ağaca çıkmak istiyorum.” diye avaz avaz bağırır.
 
Bruno’nun ölümünden 10 yıl sonra Galileo teleskopundan baktığında ilk kez Bruno’nun haklı olduğuna inandı. Samanyolunun gerçekten çıplak gözle görülemeyecek sayısız yıldızdan oluşuyordu. Her bir ışık bir gezegeni temsil ediyordu. Bruno ne yazık ki bir bilim adamı değildi. Evren hakkında görüşü sadece bir düştü. Sadece bir tahmindi. Fikrini ispatlayabilecek bir bir kanıtı yoktu.
 

Onat Kutlar, ilk aşk ve son aşka ilişkin kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap verir:


 

İlk ve sonu bir an için bir tarafa bırakıp, aşk üzerinden bir şey söyleyeyim. Galiba aşkı bir parça şiir gibi düşünmek gerekir. Yaşamda şiir var mıdır, yoksa bu bizim zihnimizin ona yüklediği bir şey mi? Böyle bir soruyu şairler genellikle sormazlar. Çünkü böyle bir ayrım yapmak ya şiiri yaşamdan koparmak anlamına gelir, ya da yaşamın kendisinde şiirsel dediğimiz şeye uygun birtakım şeylerin bulunmadığı anlamına gelir. Ama biliyoruz ki şiir var. Bir başka özelliği şiirin, kendisi varolmadan önce hakkında genel bir tanımlama yapılamaz. Ancak ondan sonrası vardır ve sadece ona yöneliktir. Galiba aşk da böyle bir şey. Yani bir ön tanımının yapılabileceğine inanmıyorum. (Kutlar,1988)
 
 

28 Mayıs 2021

Bülent Ecevit - Bu Düzen Değişmelidir

Buduzendegismelidirbule.jpg Devlet masraflarındaki savurganlık, sosyal adaletsizlik, vergi adaletsizliği, devlet kapitalizmi, tasarruf açığı, plansızlık, hayat pahalılığı, enflasyon, tarım ve hayvancılık, köylünün sömürülmesi, Doğu Anadolu'nun sömürülmesi, öğretmenlere baskı, eğitimde fırsat eşitsizliği, tefecilik, yabancı sermaye sömürüsü, yeraltı kaynakları sömürüsü, partizanlık bu bütçeyi eleştiride ana noktalardır. Teşebbüs özgürlüğü devleti soyma özgürlüğü değildir. Kredi düzeninde kayırmacılık olmamalıdır. Toprak dağılımı adaletsizdir, eğitim adaletsizdir. İşçinin ve çiftçinin hakları ellerinden alınamaz. İşçiler yönetime katılmalı, halk sektörü güçlendirilmelidir...Bülent Ecevit 1968 
 

 “Türkiye’de düzen niçin ve nasıl değişmelidir?.. Bu soruyu cevaplandırabilmek için önce Türkiye’de bugün nasıl bir düzen bulunduğu; Türkiye’de bulunan düzenle Anayasa’nın öngördüğü düzen arasında ne gibi ayrılıklar olduğu saptanmalıdır. Kitap bir yandan bunu saptamakta, bir yandan da düzenin niçin ve nasıl değişmesi gerektiğini ayrıntılarıyla göstermektedir. Ortada bir bozuk düzen vardır. Toplumumuzda ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden gördüğümüz bütün aksaklıklar, temeldeki bu düzen bozukluğunun belirtileridir. Bu düzen bozukluğu, gelişme sürecinde bulunan, geri kalmışlıktan kurtulabilmek ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmek için gelişmesini hızlandırmak zorunda olan Türk toplumunu birtakım dar boğazlara veya çıkmazlara sokmaktadır. Düzen bozukluğunun köklerine inmeksizin yapılacak yüzeysel düzeltmelerle veya yönetsel tedbirlerle, o dar boğazları açmak, o çıkmazları aşmak mümkün olmayacaktır.” 

Bülent Ecevit, 1968 yılı bütçesi üzerine yaptığı konuşmada, ülkedeki sosyo-ekonomik koşulları ayrıntılı biçimde eleştirmiştir. Daha sonra bu konuşmasını esas alarak Bu Düzen Değişmelidir adlı kitabı kaleme almıştır. Kitap, bütçe eleştirisini çok aşan bir etki yaratarak ardı ardına baskı yapmış, adı ise 1970’li yıllar boyunca Ecevit’in siyaset sahnesindeki en ayırt edici sloganlarından biri haline gelmiştir. 

 

Edip Cansever Seçme şiirler


Edip Cansever arşivleri | tabutmag Edebiyat, Sanat, Kültür, Şiir ve Kitap  
Amerikan Bilardosuyla Penguen
I.
Elleri el gibi kocaman
Beyazda bir nokta gibi kocaman
Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
Biriyle kendini artırıyor durmadan
Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
Ayaklarını gizliyor bir köpekle
Evine dönerken sonsuza geçen
Göğü kullanıyorken maviye
Günümüzden sesler alıyor, sesleri
Sürekli, dingin, acısız
Acımaktan kurtulmuş yerlerine
Sonra duvardan duvara çizilerek
Ölü bir korkunçluğu taşıyor
Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
En yeni tam-tamları dünyamızın
Ya da kendisiyle bırakılması insanın
Sizi
Sizleri selamlıyor işte.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

II.
Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi?
Baktıkça bakıyorsunuz kendinize
Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi
Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi
Emiyor sizi yalnızlık
Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi
İşte bir kadın kadına geçiyor yürürken
Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize
Açığa koyuyor sizi
Bilip de söyleyemediklerinizi
Eve dönmeyi, yemek yemeyi, uykuya dalmaları
Bana sorarsanız ters çevirin uykuları
Alın şu adını 'ben' koyduğunuz geceyi
Bakınca göreceksiniz, daha bakınca bir ötekini
Geceler, işte geceler
Gündüzler, işte gündüzler
Beyaza siyah penguen sürüleri gibi.

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

III.
Bu gözler onunla az mı yaşadınız gözleri
Bu dudaklar onunla az mı seviştiniz
Bana kalırsa gözleri saklamalı
Eliniz yok mu, bastonla iş görmeli
Ya da boşluğa takılmış bir eldiven
Asılın, kurtarın hemen
Az şey mi kurtarıp rahat etmek
Ellerle gözleri
Bir penguen
Nişanla pengueni
Siz kırmızı yerler, kırmızı saçlar severdiniz
O penguen
Bir anahtar, bir pencere, bir horoz tüyü
O penguen
Çay masaları, öğle yemekleri, gezintiler
O penguen
Ölmek mi diyoruz, susturun ölümleri
O penguen
Penguen penguen
Hiçlikle kesilen tahin helvaları gibi
Güneşi eriten çocuk başları gibi
Bir tramvay gibi, günümüzde köşe başları yapan
Serüvenler, hafta tatilleri
Penguen
Vur düşür pengueni

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

IV.
Her evde bir çekirdek gibi insan ağaçları
İnsan elleri
O penguen
Penguen penguen
Soğuk su tadında kadın yüzleri
Bir sabah denizinde belirsizliğe giden
Dörtnala atlar gibi bitmezlik içinde
Örülmeden kazağınız
Dokunmadan çorabınız işte
Hayata yerleşen peşin iplikler gibi
Sevinme iplikleri
Kıskançlık iplikleri
Beni biliyorsunuz ya, öyle sakin
İplikleri
Penguen penguen
Vur düşür pengueni
Ama nasıl, daha karar vermediniz ki.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

V.
Siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden
O ne mi, yaşadıklarınız belki
Bir umut oluyorlar sizden önce
Bir aşk oluyorlar, belki de bir ürperti
Siz sabahları şehirlere bakarsınız
Siz sabahları dünyalara bakarsınız şehirlerden
Bir deniz, bir itfaiye eri
Bir pencere sokağa girdi girecek
Damları çiziyordur istemenin elleri
Bir çocuk kiremitlerle karışıyordur
Cam kırıklarıyla bir kedi
Bir vapur girintiler yapıyordur anılarda
Yaşamanın hızları gibi
Eski bir gündüzü açıyordur bacaklarınız
Ve elleriniz
Sevişenleri avlıyordur bir bitmeyende
Ölüler gülüyordur ölüler
Kırın şu sürahileri !
Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi
Ve işte
Sizi gösteriyordur sizi
Bu yoksulluk odası
Bu kupkuru tahta
Tahtaya geçiyordur düşünme sürüleri
Bir yağmur bir yağmur.

Ama elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri
 
Gül Dönüyor Avucumda
I
O akşam söylediydim ona
Gördüm Hümakuşunun iskeletini
Haber de saldıydım Pegasos'un sırtındaki ozana
Seyretsin diye ölümün bu sırça gelinliğini
Duyan da var bunu duymayan da.

O gün bugündür ıslık çala çala
Gelip geçiyor kapımın önünden
Konuşuyoruz da arasıra. Geçen gün dedi ki
Farketmez gözyaşı kimseyi, ruhsa
Başıboşbir deniz gibi anlamsız yatar
Kocaman bir ıssızlığı yonta yonta

Anlattı sonra uzun uzun.
Nasıl onardığını eski tekneyi
Nasıl kalafata çektiğini, boyasını
Hangi dağ çiçeklerinden kardığını. (Bir çocuk dişi parladıydı.. Çekmişti onu
kırmızı bir akşamüstünün dişetlerine. Ya direkleri? özenli bir kılıfa
girer gibi girmişti göğe. Doğrusu görkem iki parmak arasında büyüyen
ama hiç gölgesi olmayan uçsuz bucaksız bir bitkiydi. Giz olmayan bir
gizdi belki. Evleri dolaşan cinsiyetsiz bir tanrı da olamazdı ki.
İnandıydı bu yüzden kanının tekneyi dolaşıp şafakları çevirdiğine. Ve
gördüydü yer değiştirdiğini gövdesiyle teknenin böylece ruh olduğunu
anladıydı bira köpüğü gibi altınsı altınsı parlayan tahtalara. Ve
yetinmedi. Bir öğleüstü konservesini yedi. Çekti bıçağını sapladığı
yerden kaldırdı havaay. Birden parladı bıçak dünya zamanından başka
bir zamanla ve noktalandı uzayın çilekleri işbaşındayken. Besbelli bir
uzay tapınağındaki ilk duaydı bu. Ve seyretti uzun uzun tarihte yeri
olmayan bu titreşimi. Bir şey ki artık birdenbire her şeydi. Ve yazdı
bordasına İki Parmak diye İki Parmaktı çünkü teknenin ismi.)

II
Ey iki el arasındaki çaresiz vakit
Yıkanmış çekmiş çamaşırlar gibisin
Azsın, öyle çok kıyılısın ki genişliğime
İçinde asfaltların dondurmaların eridiği bir salı
Mühürler gibi kazılmış çarşambanın üstüne
Tuz uzun, bakışlarımsa bir avuç tuzla orantılı
Tam yüreğimin hizasında o otel
Bir otel ki sabah akşam buruşturan kıyıyı
Dönüp dönüp arkama baktığım işte
Severek bir ıslak battaniyeyi belki
Didiklenmiş bir saati, yıpranmış
Tırnak uçlarını ve her şeyi.

Oysa ey denizlerin ıslak geçidi
Her yandan sızan şeridi akarsuların
Balığın dil bilmeyeni ben
Neden hep tuzdan anlardım o zaman
Tuzdan mı, evet tuzdan
Denizin merasından yani.

Uzat elini artık, kutla kendini
Götür bir bardak sonsuz suyu ağzına
Bak
Gördün mü, hem de nasıl
Bir gül dönüyor öteki avucunda.

III
Ağrıtmayan böylece dindirmeyen o sabah
Puhukuşu muydu, neydi, öttü uzun uzun
Biçimini vermeye çalıştı bir yıkıntıya
Biz geçince dönüp baktı arkamızdan üç çocuk
Üçü de
Bir tahta perdenin önündeki ömründe
Gözleri dümdüz, kireç kıyıları gibi
Bir yanıp bir sönüyordu umuda ve ezikliğe.

Farketmez deniz de gözyaşını, dedim ustama
Ve gözyaşı denizi
Ey göstergelerinen güzeli, göster ki beni
Ben ıssızı yonta yonta gürültüler ederim
Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim

O sabah demir atmış bulduk
Tekneyi bütün kıyılarda.
 
Tahtakale
Gövdesi ince uzun, eliyse peynir ekmekli
Beni mi süzüyor ne, çay mı içiyor ne, anlamadım
Bir asker, öyle bir asker ki, doğduğu günden beri izinli
Dünyaya izinli, kadına izinli, sevmeye izinli
Bilmem ki nasıl olmuş her yerden çıkıvermişler
Ürkek ve devamlı insan yüzleri.

Güneşler gidiyor camlarda, Bayburt'ta akşam yemeği
Kolunu kaldırıyor biraz, yüzünü ekşitiyor biraz,
biraz da Donkişotvari
Biriyse elini atmış durmadan karıştırıyor
Cebini karıştırıyor, güldükçe gülüyor kadının biri
Güldükçe gülüyor ya da gülmüyor işte güldükçe
Adamla sıkıntı çatılmış silahlar gibi.

Çocuksun, anlamıyorsun, süslemişler her yeri
Dokunsan ağlayacak, konuşsan
susmayacaklar bir daha
Elleri vardır bilseniz, durmadan bizi gösterir elleri
Baksanız bakılırlar, sevseniz sevilirler kimseye benzemeden
Biri de bir kadındır alınmış efsanelerden
Bir kadındır güzelim unutmuş erkekleri.

Bu sandık, tahta sandık, üstünde gül resimleri
Yanında bir adamla sanırım doğu illerinden
Üç asker tıraş olmuş, beyaza kesmiş yüzleri
Şeker mi yiyorlar ne, düş mü kuruyorlar ne, anlamadım
Belki de bir Tanrısı var acının, hüznün, ayrılığın
Ki durup dururken öyle ansızın yürüdükleri...
 
Tangolar Kendisiymiş
Tangolar kendisiymiş, kim kime ne deseymiş
Her yer tanrı gibiymiş, bir sonsuz pistmiş.

Denirmiş
Çalmış o kemanları ki parmakları kalmış
Bakmış da yıllarca sanki günlerin hiç değişmeyen huyuna
Örneğin ilk yaz buz rengi bir alanmış
Basıp üstüne geçmiş, pespembe topukları kalmış
Geçmiş mi yalnız, hayır, tatmış da o kalabalıkları
Her şey öyle tamammış ki bir anlaşılması kalmış
Biri mi tanıştırmış onu ne kendi düşüyle
Öyle ki, kendisi gitmiş, düşüyle başbaşa kalmış.

Her şey uzunca bir yolculukmuş ve anlatılmış
Belki bir çay molasında. Belki
Gözleri takılmış da kırık bir kayığa
Sazların arasında
Birinden birini pek anlamamış
Boyası dökülmüş bir kayık olmuş bütün anlatılanlar
Ne çıkarmış
Bırakmış kayığını son durakta
Kente karışmış
Düşünü unutmuş bu kez de kendisi kalmış.

Tangolar kendisiymiş, kim kime ne deseymiş
İlkyaz mı? Bir beyaz ceketle bir mavi kravatmış
Dökülen belleğinden daha sonra da
Ve batan gözkapaklarına
Bir bahçe kapısında üvez kurusu
Mor, sarı, bir sürü ufacık cammış
Tangoyu bırakmış kemanlarına dalmış
Üzülmüş bir denizmiş, çok sessiz bir denizmiş de
Sanki en küçüğünden bir balık kalmış
Geçmiş de yaşamın en saydamına çoktan
Oralardan
Denirmiş, bu şiirler öylesi bir haber salmış.
 

Mario Puzo - Omerta

 


  ???

Mario Puzo'nun son kitabı Omerta, adını örgüt üyelerinin onurunun simgesi olan 'suskunluk yasası'ndan alıyor. New York'un Mafya liderlerinden Raymonde Aprile bir suikaste kurban gider. Aprile, "Merhamet kötü bir alışkanlıktır. Sahip olmadığımız güçler için hak iddia etmektir ve kurbana karşı işlenen affedilmez bir suçtur." düşüncesiyle hareket etmiştir yaşamı boyunca ve merhamet etmeme sırası, kendi yerine geçmesi için yetiştirdiği yeğeni Astorre'dadır şimdi. Ama Baba Aprile'in katili kimdir? Mafya liderlerinin çoğunu hapse atan FBI ajanı Kurt Cilke mi? Bir türlü köşeye sıkıştırılmayan bir başka Mafya lideri Timmona Portella mı? Uluslararası karanlık ilişkilerin bir numaralı adamı diplomat Marriano Rubio mu? Yoksa bilinmeyen başka güçler mi?
Ne var ki, 'Omerta Yasası' yürürlüktedir. Hem de her yerde!... Ama Astorre, okuru korkunun, gerilimin ve ölümün soğuk labirentlerinde dolaştırmaya çoktan karar vermiştir.
Omerta, Mario Puzzo'nun "son" başyapıtı...

 

Tarihte erdem ve sivil itaatsizlik ile özdeşleşen Sokrates’in ölümü, bu alanda çalışan teorisyenlere temel kavramları miras bırakmıştır.

Bilinçli ve Tarafsız ve Farkında. Sosyal medyada ve her yerde____________  #sözler #bilinçli_tarafsiz_ve_farkında #bilim #felsefe #düşü… | Socrates,  Facebook sign up

 “Sizden dileyeceğim bir şey daha kaldı: çocuklarım büyüdükleri zaman, Atinalılar, erdemden çok zenginliğe yahut herhangi bir şeye düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşınız, onları cezalandırınız; kendilerine, kendilerinde olmayan bir değeri verir, önem vermeleri gereken şeye önem vermez, bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayınız. Bunu yaparsanız, bana da, okullarıma da doğruluk etmiş olursunuz. Artık ayrılmak zamanı geldi, yolumuza gidelim: ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisi daha iyi? Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez (Eflatun, 1998: 91) diyerek  erdemli  ve sorumlu   bir   yaşamı   yüceltir.  


Ralph Waldo Emerson - Özgüven


 
 
"Yıldızı kendisidir insanın
Ve dürüst ve mükemmel insanı
Ortaya çıkaran ruh,
Hükümdarıdır her etkinin, kaderin, ışığın;
Bir şey ona ne erkendir  ne de geç
Bizim meleklerimiz işlerimizrdir, iyi ya da kötü

Hala terkimizde yürür ölümcül gölgeleden bir güruh."


 

Entüisyonizm /Fenomenoloji

 Entüisyonizm (Sezgicilik)
    Entüisyonizm doğru ve kesin bilginin sezgi yoluyla elde elebileceğini savunan felsefi görüştür. Sezgi gerçeği birden kavrama yetisidir.
           İmam-ı Gazali | diyarbakır söz Gazali (1058-1111): Gazali felsefeye şüphe ile başlar. Ona göre bilginin amacı mutlak hakikate (doğruya) ulaşmaktır. Bu hakikati bize ne duyularımız ne de aklımız verebilir. Çünkü duyularımız aldatıcıdır, aklımız ise çelişkili yargılar verebildiğinden yanıltıcıdır. Bu nedenle doğru bilgiye yalnız iman (inanç) ile ulaşabiliriz. İmanda kaynak olarak kalpten beslenir. Mutlak bilgi Tanrı’da var olduğuna göre bu bilgiye yalnız kalp gözü ile ulaşabiliriz. Kalp gözü ile kavramak sezgi ile kavramaktır.Kalp gözünün açılması için kalbi, arzu, istek ve tutkulardan temizlenmek gerekir. Kalp gözü açılan insan dış dünyayı ve metafizik sahayı bilir.
          Henri Bergson - Turkcewiki.org Henri BERGSON (1859-1941): Bergson sezgiyi zekadan ayrı tutar ve onun içgüdüden doğduğunu söyler. Sezgi ve zeka birbirine karşıttır. Zeka; statik, hareketsiz bir varlık olan maddeyi bilebilir. Ama dinamik, canlı ve değişken olan hayatı bilemez. Çünkü hayat zaman içinde kavranabilir. Zaman ise mekan gibi ölçülüp hesap edilecek nitelikte değildir. O bir değişme, bir oluş ve bir süredir. Öyleyse zaman ve mekan karşıtlığı aynı anda madde ve hayat karşıtlığını ifade eder.
          Maddeyi zeka araştırır ve bundan da bilimler oluşur. Fakat gerçekte var olan madde değil hayattır. Hayat ise değişmeyi, eylemi ve yaratmayı ifade eder. Sürekli bir oluş ve hayat atılımı (elan vital) olan akışın bilgisini sezgi elde edebilir.


 Fenomenoloji (Görüngü Bilim = Öz Bilim)
         Yunanca görünüş, görüngü demek olan fenomen sözcüğünden gelir. 20.yy en önemli akımlarından biridir. Kurucusu Alman filozofu Edmund HUSSERL’dir.
            Edmund Husserl - Vikipedi Edmund HUSSERL (1859-1938): Fenomenoloji felsefeni, pozitivizmi eleştirerek kurar. Ona göre pozitivm sadece duyu verilerine dayanarak yanılgıya düşmüştür. Oysa insanlar nesne ve varlıkların özlerini kavrar. Bu özlere salt öz denir. Örneğin kırmızı, yeşil, üçgen birer fenomendir. Biz fenomenin içinde var olan özü bilimcimiz ile yakalayabiliriz.
            Husserl bilimleri, olgu bilimleri ve öz bilimleri olarak ikiye ayırır. Örneğin Psikoloji olgu bilimi, mantık öz bilimdir.
            Fenomenoloji aynı zamanda öze ulaşmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu yönteme göre bir olayın özüne ulaşabilmek için onun özüne ait olmayan tüm raslantısal ve ilgisiz özelliklerin bir  yana atılması gerekir. Husserl buna ‘’paranteze alma’’ adını verir. Bu yolla özlerin kendisine ulaşılır. Örneğin masayı düşünüyoruz. Masanın rengini, şeklini bir kenara attığımızda, bilincimizde masayı masa yapan saf özü kalır. Bu özler zaman ve mekana bağlı değildir, ölçülüp tartılamazlar. İşte bu öze Husserl ‘’salt öz’’ adını verir.
              Paranteze alma üç türlüdür.
1-Tarihle ilgili paranteze alma
2-Özle (varoluşla) ilgili paranteze alma
3-İdelerle ilgili paranteze alma