Yeni kapıları açmak gerek, yanlış kapıları, doğru kapıları, ama açmak, mutlaka açmak.
Çizgisini tamamlamış bir çember içinde ne kadar ilerlenebilir?
Söylememiz gereken sözler kimi zaman öyle geç geliyor ki usumuza.
Benim, tanıdığın insan olmadığımı söylüyorsun değil mi? İyi ama sen de benim tanıdığım kişi değilsin. İnsan, bir insanın gerçekten sandığı insan olduğunu nasıl anlar?
İnsan birini sevdi mi olduğu gibi göremez artık onu.
Zengin olacağımızı anladım; neredeyse üzülüyorum buna: mutluluğa ermek için paraya gereksinimi bulunanlara bırakmak isterdim serveti.
İnsan kocamış çocuktan başka bir şey değildir.
Okumak ruhu yüceltir
Akıllı kişilerin en büyük talihsizliği, salakların abuk subukluklarıyla başa çıkmak zorunda olmalarıdır.
Bir insanı cevapları ile değil sorularıyla yargılayın.
Fikirlerinizden nefret ediyorum. Ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım.
Size kimin hükmettiğini öğrenmek istiyorsanız, sadece kimi eleştirme izniniz olmadığını bulun.
Çalışmak bizi şu üç beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.
Gençleri bırakınız dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.
İnsan düşüncesinin tarihi, insan budalalığını ortaya koyar.
İnsanlar yiyecek yemekleri ve yatacak yerleri olduğunda düşünmeyi reddederler.
Okulda okuduklarıyla yetinenler, yalnız öğretmenleriyle konuşabilen çocuklara benzerler.
Tehlikeleri seçemeyen adama hemen kahraman gözüyle bakmak yanlıştır.
Teori yapmadan çalışalım, hayatı çekilir kılmanın yegane yolu budur.
Tanrı'ya tek bir dua ettim: "Düşmanlarımı komik duruma düşür!" O da kabul etti.
Gelenekten Yararlanma
rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur,
''Sisifos'' miti (orijinal olarak ; le mythe de sisyphe) temel olarak yunan mitolojisinden gelmektedir. Anlatıya göre sisifos, denizcilik ve ticaretin gelişimine katkıda bulunmuş, fakat konukseverlik kurallarını gözardı ederek yolcuları ve konukları öldürecek kadar açgözlü ve hileci bir kraldır. Homeros'un aktarmasına göre, Sisifos en hünerli insan olarak ün salmıştı. Kuzenini baştan çıkarmış, erkek kardeşinin tahtını ele geçirmiş ve Zeus'un sırlarına -özellikle Zeus'un nehir tanrısı Asopus'un kızı Aegina'ya tecavüz ettiği sırrına- ihanet etmiştir. Bunun üzerine Zeus, Hades'ten Sisifos'un cehennemde zincire vurulmasını istemiştir. Ancak hileciliğinin cezası olarak Sisifos, daha büyük ve daha büyük bir cezayla karşı karşıya kalmıştır : Her seferinde yeniden aşağıya yuvarlanacağını bildiği halde büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamak !
“Yaratma Eylemi Nedir?” başlıklı konferansında söylediği şu cümleleriydi: “Başkası düşlediği an tehlike vardır. Düş korkunç bir güç istencidir. Her birimiz az ya da çok başkalarının düşlerinin kurbanıyız. Başkalarının düşlerinden sakının.”
Gördüm ki üzüntülerimin yarısı, açıkça bir karara vardığım zaman kendiliğinden yok olup gitmektedir. Diğer yarısı da vardığım karar üzerinde harekete geçtiğim zaman kaybolmaktadır.
*
Ne olduğunuz, kim olduğunuz, nerede olduğunuz veya ne yapmakta olduğunuz sizi mutlu ya da mutsuz yapmaz. Bütün bunlar hakkındaki düşünceleriniz sizi mutlu ya da mutsuz kılan şeydir.
*
Dünyadaki en önemli şeylerin çoğu, hiç umut gözükmediği halde denemeye devam eden insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir.
*
İyi bir pencere dikkat çekmez, sadece ışığın geçmesine izin verir.
*
Yaptığınız şeye inanıyorsanız, o zaman işinizde hiçbir şeyin sizi tutmasına izin vermeyin. Dünyadaki en iyi işlerin çoğu, imkansızlıklara karşı yapıldı.
*
Önce kendinize sorun: En kötüsü ne olabilir? Sonra bunu kabul etmeye hazır olun. Ardından, en kötüyü iyileştirmeye devam edin.
*
Korku, zihin dışında herhangi bir yerde mevcut değildir.
*
“Sadece hazırlıklı konuşmacılar, kendinden emin olmayı hak ederler.
*
Akıl yoluyla etkilendiğimizi düşünmeyi istesek de, gerçekte tüm dünyayı etkileyen şey duygudur.
*
Korku, kendine güven eksikliğinin bir sonucudur. Peki buna sebep olan nedir? Bu, gerçekten ne yapabileceğinizi bilmemenin sonucudur.
*
Bir tartışmadan en iyi sonucu almanın tek yolu, bu tartışmadan kaçınmaktır.
İki damla yuvarlandı ozanın yanağına
Sağ yanağına – sol yanağına
Sevinç damlası – üzünç damlası
Sevgi gözyaşı – öfke gözyaşı.
İki tertemiz, küçücük damla
Birbirinden ayrı, sessiz, küçücük
Ama birleşmeye görsünler, şiir olurlar
Şimşek gibi çakar, sel gibi boşanırlar.
Doktor bir babanın oğlu olarak, 11 Kasım 1821’de Moskova’da doğdu. Çocukluğunu Moskova’daki Marya Hastanesi’nin bir lojmanında, zorba ve alkolik bir baba ile hasta bir anne arasında geçirdi. Küçük yaştan itibaren edebiyatla ilgilenmeye başladı ve Puşkin, Goethe, Cervantes gibi yazarlarla tanıştı. 1837’de annesini kaybetti ve ertesi yıl St. Petersburg’daki Askerî Mühendislik Okulu’na gönderildi. Babasının ani ve şüpheli ölüm haberini burada aldı. Bu kayıp üzerine bunalıma giren Dostoyevski, 1839 yılında ilk sara nöbetini geçirdi. 1844’te edebiyatla daha yakından ilgilenebilmek için askerlik mesleğinden istifa etti. 1846’da ilk romanı İnsancıklar yayımlandı ve edebiyat çevrelerinde büyük ilgiyle karşılandı. Ne var ki ardından gelen çalışmaları Öteki (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler (1848) aynı başarıyı sağlayamadı ve ilk romanında kendisine destek veren ünlü eleştirmen Belinski’nin alaylarına hedef oldu. Aşırı duyarlı ve sinirli bir kişiliğe sahip olan Dostoyevski bunun üzerine ruhsal çöküntü yaşayarak hastalandı. 1849’da Çar I. Nikola’nın baskıcı yönetimine karşı faaliyetlerinden dolayı tutuklandı ve ölüm cezasına çarptırıldı. İnfazın uygulanmasına dakikalar kala, cezası Sibirya’da dört yıl kürek mahkûmiyetine çevrildi. Hapiste okumasına izin verilen tek eser İncil’di. Bu süre boyunca etrafını kuşatan, horlanan ve ezilen kesimi yakından tanıma fırsatı buldu. 1854’te serbest bırakıldıktan sonra Semiapalatinsk’te zorunlu kışla hizmetine gönderildi ve subaylığa kadar yükseldi. 1857’de yoksul ve dul Marya Dimitriyevna İsayeva ile kendisine mutluluk getirmeyen bir evlilik yaptı. Edebiyata dönüşü Amcanın Rüyası (1859) isimli, mizah öğeleri barındıran Gogolvari öyküyle oldu. Aynı yıl yayımladığı kısa romanı Stepançikovo Köyü ve Sakinleri (1859) de istediği ilgiyi göremedi. 1860’ta tefrika edilen ve toplum dışına itilmiş kişilerin anlatıldığı Ölü Bir Evden Hatıralar ile kendini edebiyat çevrelerine tekrar kabul ettirdi. Tolstoy ve Turgenyev’in övdüğü eser Sibirya’daki mahkûmiyetinden derin izler taşıyordu. 1861’de ağabeyiyle birlikte Vrenja (Zaman) adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Bu dergide Batı karşıtı Slavcı düşüncelerini savunduğu tartışma yazıları yayımladı. Ardından, eleştirmenlerin sert tepkilerine sebep olan fakat okur tarafından beğeniyle karşılanan Ezilmiş ve Aşağılanmışlar yayımlandı. Yoğun çalışma temposu nedeniyle sağlığı bozulan Dostoyevski, doktorunun tavsiyesi üzerine 1862’de hayalini kurduğu Avrupa seyahatine çıktı. Fransa, İngiltere ve İtalya’yı kapsayan bu kısa gezinin ardından, 1863’te Batı kültürünü eleştirdiği Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nı kaleme aldı. Aynı yıl yayımlanan bir yazı sebebiyle dergisi kapatılınca yeniden mali krize sürüklendi. Maddi sıkıntılarından kurtulma umuduyla Almanya, Wiesbaden’e kumar oynamaya ve bir süredir ilişki yaşadığı Polina Suslova ile buluşmaya gitti. Birkaç yıl sonra yayımladığı Kumarbaz bu dönemde yaşadığı büyük yıkımları anlatır. 1864’te Rusya’ya döndükten sonra ağabeyiyle Epoha (Çağ) adında yeni bir dergi çıkardı ve Yeraltından Notlar’ı burada tefrika etmeye başladı. Aynı yıl karısını ve ağabeyini kaybetti. Bunu izleyen on yıl boyunca, Dostoyevski art arda Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1867), Budala (1868), Cinler (1872), Delikanlı (1875) gibi başyapıtlarını kaleme aldı. Sürekli borç baskısı altında yaşayan ve alacaklıları tarafından sıkıştırılan yazar, daha hızlı çalışmak için işe aldığı yirmi yaşındaki sekreteri Anna Grigoriyevna Snitkina’yla, karısının ölümünden üç yıl sonra, 1867’de evlendi. Bu evlilikten doğan kızı üç aylıkken ölünce derin bir sarsıntı yaşadı ve deliliğin eşiğine kadar sürüklendi. Bu dönemde yoksulluk, sara nöbetleri ve kumar tutkusuyla boğuştu. 1874’te solunum yetmezliği tedavisi için bir süreliğine Almanya’ya gitti. 1880’de Puşkin anıtının açılışında konuşma yapmak üzere Moskova’ya davet edildi; konuşması hem halk üzerinde hem de edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Yazarlık hayatı boyunca işlediği önemli temaları bir araya getirdiği Karamazov Kardeşler’i ölümüne üç ay kala tamamladı. Dostoyevski 9 Şubat 1881’de St. Petersburg’da hayatını kaybetti. Kalabalık bir halk kitlesinin katıldığı cenaze töreninin ardından, Tikhvin Mezarlığı’na defnedildi.