31 Temmuz 2017

Atatürk'ün Yaşam Görüşü


Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri düşünmek gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.

Yaşamın seyri

Yaşam pek kısa! Çocukluk ve okul bir kısmını alıyor; geriye kalanını ise, uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği istirahat gıdasını sağlayacak komprimeler bulunsa… Bir gün o da olacaktır. Nitekim tıp, kimya, uyutmak için pek güzel ilâçlar yapmışlardır.

Bizim dünyamız -bilirsiniz- topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Yaşamın da esas unsurları, bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği, yalnız eksikliği değil, sadece bozukluğu, yaşamı imkânsız kılar.

Yaşam bir ilerleme, bir dinamizm kaynağıdır. İnsan, ona kendini uydurmak zorundadır. 

Bir hatıra defterine, defterdeki diğer kimselerin yazılarını okuduktan sonra defter sahibine hitaben yazdıkları:

Hatırat defterini başkalarının yazıları ile doldurmaya heves etmektense, yaşam defterini kendi çalışma ve erdem eserlerinle doldurmaya bak!

Ölüm

Ölüm, yaradılışın en doğal bir yasasıdır.

Ölüm, insanın değişmez kaderidir; marifet unutulmamaktır.

İnsan ve doğa
Doğa insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak,insanların dünyada yaşayabilmeleri için, onların doğa-ya egemenliğini de şart kıldı. Doğaya egemen olmasını bilemeyen yaratıklar, varlıklarını koruyamamışlardır. Doğa onları, kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir.

İnsan, bütün tarih boyunca doğanın bazen tutsağı, bazen de egemeni olmuş ve bu hal insan toplumlarının uygarlıkta ilerlemeleri oranında gelişmiştir.

İnsanlar sularda kaynaşıp çırpınan bir varlıktan bugünkü şekline geldi. İnsanın bugünkü yüksek zekâ, idrak ve kudreti, milyonlarca ve milyonlarca kuşaktan geçerek hazırlandı. Artık insan bugün, doğanın sonsuz büyüklüğüne ve doğa içinde kendi türünün yazgısına, gittikçe büyüyen bir irade ve bilinç ile bakıyor.

İnsanların kıt’alara dağılması
İnsanlar, büyük doğa olayları önünde göçler, akın yolları ile bu yeryüzü dediğimiz yıldızın her kıt’asına dağılmışlardır. Bu kıt’alardan kimine eski, kimine yeni denmiş. Bu deniş, hem bilgiden, hem bilgisizliktendir. Amerika, Kristof Kolomb keşfetti diye yeni dünya sayılmıştır. Fakat jeoloji olayları, Asya’dan, Alaska yolu ile veya daha başka yollarla, karanlık zamanlarda,ismi bilinmeyen kıt’aya geçişler olduğu, Maya uygarlığını ve İnkaları öğrendikçe, stepler ve Alaska geçitleri düşünüldükçe, Eskimo yüzleri ile ve tipleri ile kızılderili Hint insanları yüzleri ve tipleri incelenip araştırıldıkça, bu eski ve yeni dünya kavranılan, şüphesiz yavaş yavaş değişir! Kristof Kolomb’un keşfi, hiç şüphesiz ki çok büyük ve önemli olaydır. Fakat daha dünkü iş sayılır. Ondan çok ve çok daha önceleri vardır! Ne ise, biz oralara kadar dalmayalım, bırakalım bilginler araştırsınlar, incelesinler, gerçeği meydana çıkarsınlar.

Yaşam ve mücadele
Yaşam demek mücadele, boğuşma demektir. Yaşamda başarı, kesinlikle mücadelede başarıyla mümkündür. Buda, manevî ve maddî bakımdan kuvvete, kudrete dayanır bir niteliktir.

Dünya, insanlar için bir sınav meydanıdır. Sınav veren insanın her soruya pek uygun cevaplar vermesi mümkün olmayabilir. Fakat düşünmelidir ki, karar cevapların hepsinden doğan sonuca göre verilir.

Yolunda yalnız olmayacaksın; orada, aynı hedefi izleyen başkaları ile beraber yürüyeceksin. Bu yaşam yarışında, diğerleri, yetenekleri bakımından sizi geçebilirler. Bir başarı, elinizden kaçabilir. Bundan dolayı, onlara kızmayınız ve elinizden geleni yapmışsanız, kendi kendinize de kızmayınız. Asıl önemli olan başarı değil, çabadır. İnsanın elinde olan ve onu memnun eden ancak çabadır.
Kuşakların fikrî gelişimi
Yüksek düzeyde olan, kendi düzeyinden bilgi ve anlayışça aşağı olanı beğenmez. Fakat bu hal, aslında takdir ve özendirmeye lâyık görülmek gerekmez mi? Her yeni yetişen, kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman gelecek kuşaklar, birbirinden derece derece yüksek düzeyde bir yüksek kuşak oluşturabilir ki, insanın ilerlemesinin amacı da budur.

Dünya nimetleri ve insan zekâsı
Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve en son derecede yararlanabilmek içinde, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir.

Zekâ ve akıl hakkında
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi düşünemiyorum.

Her şeyin kaynağı insan zekâsıdır.

İnsanın vücudu bir kürsüdür; zekâ cevherinin koruyucu kabı olan başı, üzerinde taşımak için kurulmuş bir kürsü!…Çünkü esas zekâdır…

İnsanların yaşamına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.

Akıl ve mantığın çözemeyeceği sorun yoktur.

İstek ve olanak
Dünyada insanların aklına gelen her uygun şeyin olmasına maddî olanak olsa idi, gerçekten bütün dünyanın genel manzarası başka türlü olurdu. Fakat, insanlar için her şeyi yapmakta maddî olanak bulunamaz.

Çeşitli görüşler
Ehven-i şer, serlerin en büyüğüdür*.

Yaşamda daima ve çok ölçülü olmak gerekir.

Manevî kuvvetler, özellikle bilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.

Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir: Ya hastadır veya o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu, bir derdi vardır.

Bilirsiniz ki, duygululuk denilen şey aklın, mantığın, düşünmenin çok üstünde bir kudrete, bir kuvvete sahiptir.

İnsanlar dünyaya alınlarında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir.

Samimiyet ifade edilemez. O, gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir.

Atatürk tarafından yazdırılmıştır:

Yaşayan her şey bazı izler bırakır. Biz, onlardan bir anlam çıkarabilecek kadar zeki isek, bu izlerin bizim için bir anlamı olur.

Gözyaşları güçsüzlük belirtisidir.

İnsanları heyecanlandırmak değil, teskin etmek gerekir.

Her manzara, insanın kendi ruhunun ve duygularının dürtüsüyle belirir.

Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri düşünmek gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.

İnsanlar gariptir; bazen en akıllılarının bile, gerçeklerin açıklığı karşısında görüşleri temelsiz ve çürük olur.

Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın anıları, ölümsüz bir yaşama sahiptir.

Tarihsel olayların gidişi sırasında, bazen fizyolojik aksamalar önemli rol oynarlar. Doğa ya engel olur veya yardım eder.


Jacques Prévert - Şu Sevi

Öyle yaman
       Öyle ince
       Öyle sevecen 
       Öyle umutsuz
       Şu sevi
       Gün gibi güzel
       Zaman gibi kötü
       Zamansız gelirse
       Şu sevi öyle gerçek
       Şu sevi öyle güzel
       Öyle mutlu
       Öyle sevinçli
       Ve öyle alaycı
       Karanlıkta ödü kopan çocuk gibi
       Öyle sevinçli
       Geceleyin dingin bir adam
       Dört yana korku salan şu sevi
       Olur olmaz söyleten
       İçin için kemiren
       Pusu kuran şu sevi
       Gözledikçe
       Sıkışan yaralanan tepinen yadsınan
                unutulan yetinen
       Sıkıştırmamız yaralamamız yadsımamız
                unutmamız yüzünden
       Sevide var ne varsa
       Öyle canlı
       Günlük güneşlik
       Seninki 
       Benimki
       Tanrının günü
       Yepyeni
       Değişmez
       Bitkiden daha gerçek
       Kuştan daha titremekli
       Yazdan daha canlı daha sıcak
       İkisi de elimizde
       Gidip gelme
       Unutabilir
       Sonra uyuyabiliriz Uyanabilir acı çekebilir yaşlanabiliriz
       Gözümüzü kapayabiliriz
       Ölümü düşünebiliriz
       Gençleşebiliriz
       Sevimiz
       İnatçı eşek örneği 


29 Temmuz 2017

Mevlana - Fîhi Mâ Fîh


Ne varsa içindedir. 

Buyurdu ki: Sevilen kimse güzeldir. Bunun aksi olamaz. Yani, her güzel sevilmez, her güzelin sevilmesi lazım gelmez. Güzellik, sevilmiş olmanın, sevimliliğin bir cüz'üdür. Sevimli olmak asl'dır. O olunca güzellik elbette olur. Bir şeyin cüz'ü, küll'ünden ayrı olamaz ve her zaman cüz küll'ü ile beraber bulunur.

Mecnun'un zamanında da güzeller vardı ve onlar Leyla'dan daha güzeldi. Fakat Mecnun bunlara sevgi göstermemişti. Ona: ''Leyla'dan daha güzelleri var, sana bunları getirelim.'' dediler. O: ''Ben Leyla' yı dış güzelliği ve görünüşü bakımından sevmiyorum. O, görünüşünden ibaret değildir. Leyla benim elimde bir kadeh gibidir. Ben o kadehten şarap içiyorum ve bu şaraba aşığım. Sizin gözünüz sadece kadehte, içindeki şaraptan haberiniz yoktur.'' dedi. Bana eğer mücevherlerle süslü, altın bir kadeh verseler, fakat içinde sirke veya şaraptan başka bir şey bulunsa, bu benim ne işime yarar? Halbuki içinde şarap bulunan eski, kırık bir kabak, benim için o kadehten ve bunun gibi yüzlerce kadehten daha iyidir.


Vincent van Gogh - Theo'ya Mektuplar

 
‘‘Karanlıktan Varılır Işığa’’ 
Hayattan sanata, aşktan acıya, sevgiden merhamete, daldan dala atlarmış gibi yazıyor… Yüreğindeki yangına ancak yazarak bir damla su serpiliyor. "...Yorgunsak eğer, bu daha önceden çok uzun bir yolu yürüdüğümüzden değil midir? Ve insanın yeryüzünde verilecek bir savaşı olduğu doğruysa, o bezginlik duygusu ve başın yanıp tutuşması, uzun süredir mücadele ettiğimizin bir göstergesi değil midir? Güç bir görev üstünde çalışıyorsak, iyi bir şeyin peşinde koşuyorsak, Tanrı’nın haklı gördüğü bir savaşım veriyoruz demektir. Bunun en yakın ve dolambaçsız ödülü ise, birçok kötülükten uzak kalabilmemiz…"
 
 “… Amcam bana güzel bir kadından güzel bir kızdan hoşlanmaz mısın diye sordu, bende dedim ki çirkin, yaşlı, yoksul veya herhangi bir nedenden ötürü bahtsız da olsa, hayat görgüleri, çektiği acılar, çileler yüzünden bir zeka ve bir ruh edinmiş olan bir kadınla daha iyi anlaşabilir, uyuşabilirim…” 
 
“… ‘Doğru adam’ olmak iyidir, gün geçtikçe daha doğru olmaya çalışmalı, doğru olmak için de “içine dönük bir ruh adamı” olmak gerektiğine inanmak yerindedir. İçten candan yaşayan gerçek acılar ve hayal kırıklarıyla karşılaşıp da yıkılmayan adam, her işi rastgelen ve bir bakıma bolluk içinde ömür süren adamdan daha değerlidir…”


‘‘Sevgi ile Yapılmış İş, İyi yapılmış İştir’’
Sevginin gücü ve mucizesini şu satırları ifade ediyor: “… Elden geldiği kadar çok sevmeliyiz, çünkü asıl güç sevgidedir, çok seven adam büyük işler görür, büyük işler görebilecek güçtedir ve sevgiyle yapılan iş iyi yapılmış iştir. Gerçekten sevilmeye değer şeyler candan sevdik mi, sevgimizi önemsiz, tatsız tuzsuz ve boş şeylere harcamaktan sakındık mı, yavaş yavaş aydınlığa varır, gücümüzü pekleştiririz...” 

Aşkı ise sevmemek ve sevilmemek en güzel halidir, diye özetler: “Aşk için ‘Hayır, hiçbir zaman’ sözüne boyun eğeyim mi yoksa işi bitmemiş sayıp umut beslemekten vazgeçmeyeyim mi? Bu son şıkkı seçtim. Peki ya sen Theo? Zaman zaman aşık oluyor musun? Olmanı isterdim çünkü inan bana küçük dertlerin de bir değeri var. İnsan kimi zaman üzgündür, öyle anlar olur ki cehennemde sanırsın kendini ama başka daha güzel şeyler de vardır. Üç aşaması var bu işin: 1- Sevmemek ve sevilmemek 2- Sevmek ve sevilmemek (Benim durumum) 3- Sevmek ve sevilmek Bence ikinci aşama birincisinden güzeldir, üçüncüye gelince, onun üstüne yoktur.”
‘Van Gogh’dan Sanata Dair 
Tabii ki bir sanatçı olarak sanat konusunu da değmeden geçemezdi:
“... Ne çok güzellik var sanatta! İnsan gördüğünde aklında tutabilirse her zaman yapacak, düşünecek bir iş bulur kendine, yalnız kalmaz hiç, gerçekten yalnız sayılmaz. ‘Sanat doğaya eklenmiş insandı.’ Evet doğayı, gerçeği hakikati dile getirmektir sanat ama sanatçının doğaya kattığı, ayırıp belirttiği, özgürleştirdiği, aydınlatıp renklendirdiği bir anlam, bir görüş ve bir özellikle dile getirmektedir…”

Erdal Atabek - Sevgiye yer kalmadı mı?


Uzakdoğu'da bir Budist tapınağında geçmiş bir olayı anımsadım.Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak ya da çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki "bilgelik arayıcısı" kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

İçerdeki bir süre kayboldu,sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu "Yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, dalından kopup yere düşmüş bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı.

Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.

İçerdeki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır. Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.

Nicedir hayatımızda sevgiye yer bulamadığımızı düşündüm.
Bize sevgiyi anlatan bir olayı haber yapamıyoruz.
Bize sevgiyi anlatan bir kişiyi dinlemiyoruz.
Bize sevgiyi anlatan bir duyguyu görmüyoruz.
Bize sevgiyi anlatan bir yazı yazmıyoruz, böyle bir yazıyı okumuyoruz.

Bir Polanya filminde Nazi dönemi anlatılıyordu. Nazi komutanı güzel bir evi komutanlık merkezi yapmıştı. Evin güzel sahibesi üst kata çıkmıştı ve az görünüyordu. Komutan bu kadına âşık olduğunu anladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:

- Madam, aşkımız beni zayıf düşürüyor.
- Hayır komutan, sevginiz sizi insan yapıyor.

İnsan ruhu da doğanın bir parçasıdır ve doğa gibi boşluk kabul etmez. İçinde sevgiyi barındıramayan insan nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır. Nefret etmeden birine kötülük yapamazsınız. Nefret etmeden birini öldüremezsiniz. Nefreti içinde barındırmak isteyen insan önce kendisinden nefret etmek zorundadır. İçinde nefreti yaşatan insan yüreğindeki sevgiyi kovmuştur. Artık onu bulması çok zordur ve bunun ağır bedelini ödeyecektir.

Sevgisizlik ağır bir yüktür ve insan bundan kurtulmak için çok kötü şeyler yapar.
Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.
Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.
Bağımlılık sevgi değildir,gereksinmenin karşılanmasıdır.

Sevgi, değer vermesini bilmektir.
Sevgi,yaşama hakkını kabul etmektir.
Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.
Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır.
Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdır.
Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.
Sevgi, bilinçtir.
Sevgi, insan olmaktır.

Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine parayı koyduk. Para için yaşıyoruz, para için eğitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalışıyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.

Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine üstün olmayı koyduk. Üstün olmak için yaşıyoruz, üstün olmak için yarışıyoruz, üstün olmak için kendimizden başkasının aşağı olmasına çalışıyoruz.

Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve nefreti içimize çağırdık. Birbirimizden nefret ediyoruz nefretle yaşıyoruz, nefretle çalışıyoruz, nefretle dövüşüyoruz, nefretle öldürüyoruz.

Para, üstün olmak ve nefret etmek hayatımızı dolduruyor. Hayatımız da savaşlarla, dünyayı yağmalamakla, birbirimizi boğazlamakla geçiyor.

Sevginiz olmadıktan sonra daha çok paranız olsa, daha üstün olsanız, daha çok toprağınız, eviniz arabanız, malınız olsa ne olur?

Sevginiz yok ve hiçbir şeyiniz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur.

Cumhuriyet Gazetesi,
21 Ağustos 1995 



Ahmet Hamdi Tanpınar - Ne içindeyim zamanın

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.


25 Temmuz 2017

Atatürk’ün Amerikalı Küçük Curtis LaFrance Yazdığı Mektup / Atatürk ABD'deki hayranına göndermişti: Müzayedede satıldı.


Atatürk ABD'deki hayranına göndermişti: Müzayedede satıldı.....TIK  Atatürk ABD'deki hayranına göndermişti: Müzayedede satıldı

 

1923’te 10 yaşındaki Amerikalı bir çocuk Mustafa Kemal Paşa’ya bir mektup yazdı ve resim istedi.Türk tarihinin en karışık günlerinde çocuğa cevap yazan Atatürk,tavsiyede de bulundu: Türkler hakkında her söylenene araştırmadan inanma!

Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yazdığı ilk özel mektubu Amerika'da bulduk. Mektup, Cumhuriyet'i kurduğu, gericiler ve vatan hainleriyle insanüstü bir mücadele verdiği günlerde, Atatürk'ün, 10 yaşındaki bir Amerikalı çocuğun mektubuna cevap verecek zamanı bulup, dış ilişkiler ve propagandaya gösterdiği önemi bir kere daha gösteriyor.

ABD'nin küçük bir şehrinde yaşayan Curtis LaFrance, o zamanlar 10 yaşında bir çocuktu. Amerikan bağımsızlık mücadelesinin kahramanı, yeni kıtaya ‘özgürlük’ fikrini aşılayan Fransız Lafayette'in soyundan geliyordu. Özgürlük hikayeleriyle büyümüştü. Çok uzak bir ülkede, tam 9000 kilometre ötede, Anadolu'da verilen Kurtuluş Savaşı kanını kaynattı. ‘Angora’(Ankara) adlı küçük şehirde kurulan yeni devletin Reis'iyle yapılmış bir röportaj gördü bir gazetede. Heyecanlandı, etkilendi.

Yaşına başına bakmadan oturup - tesadüfe bakın ki, Cumhuriyet'in ilanından tam bir gün önce, 28 Ekim 1923 günü - Atatürk'e bir mektup yazdı. Bir imzalı fotoğraf istedi uzaktaki kahramanından. Pek umudu yoktu ama, çocukluk heyecanıyla bekledi yine de. Derken bir gün bir mektup getirdi postacı. İlk kez kendi adına yazılmış bir mektup. 10 yaşındaki ‘Mister’ Curtis LaFrance'a. Hem de kimden! Çocuk içgüdüsüyle uzaktan önemini anlayıp hayran olduğu Mustafa Kemal'den.

‘O zaman çok sevindim tabii ama hadisenin önemini yıllar sonra idrak ettim. Yaşım ilerledikçe heyecanım arttı, okuyup Atatürk’ün kim olduğunu anlayınca hayranlığım arttı. Ne kadar şanslı olduğumu çok sonraları anladım.' Curtis'in, ilkokul son sınıf öğrencisiyken, babasının daktilosunda oturup yazdığı mektup şöyle :

‘Mustafa Kemal Paşa Angora-Türkiye

Sayın Efendim,
Ben 10 yaşında, Amerikalı bir çocuğum. Türkiye ve yeni hükümetine büyük ilgi duyuyorum. Siz ve Bayan Kemal hakkında bir röportaj okudum. Türkiye hakkında bir defterim var ve şimdiden siz ve Bayan Kemal hakkında birçok yazı ve resim topladım. Lütfen bir Amerikalı çocuğa bir küçük not ve bir imzalı fotoğrafınızı gönderin. Bir gün, Türkiye’yi görebileceğimi umut ediyorum. Saygılarımla,
Curtis LaFrance'

Türk tarihinin belki de en zorlu dönemlerinde, Amerikalı küçük bir çocuğu ciddiye alan, vakit ayıran, oturup eliyle bir mektup yazan Mustafa Kemal, bir de bu mektubu İngilizce'ye çevirtip daktilo ettirmiş. Adeta Türkiye Cumhuriyeti'nin hâlâ bugün bile uğrayacağı haksızlıkları önceden bilmiş ve 27 Kasım 1923 tarihli mektubunda Curtis'e şu nasihatte bulunmuş:

‘Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti - Hususi

Mister Kurtis LaFrans'a - Ankara, 27.11.1339 (1923)

Mektubunuzu aldım. Türk vatanı hakkındaki alâka ve temenniyatınıza (iyi düşüncelerinize) teşekkür ederim. Arzunuz vechiyle (arzu ettiğiniz şekilde) bir adet fotoğrafımı leffen (ilişikte) gönderiyorum. Amerika'nın zeki ve çalışkan çocuklarına yegâne tavsiyem, Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla (gerçekmiş gibi) bakmayıp kanaatlerini mutlaka ilm; ve esaslı tedkikata (araştırmalara) isnad ettirmeye (dayandırmaya) bilhassa atf-ı ehemmiyet eylemeleridir (önem vermeleridir). Hayatta nail-i muvaffakiyet ve saadet olmanızı (başarılı ve mutlu olmanızı) temenni eylerim.

Türkiye Reisicümhuru  Mustafa Kemal

LaFrance iş hayatına atıldıktan sonra Ankara'da Polatlı Belediyesi'ne itfaiye aracı sattığını, yıllar önce ise gemiyle çıktığı bir Akdeniz gezisinde İstanbul'u ziyaret ederek çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini söylüyor.
LaFrance: ‘1938’de Atatürk'ün ölüm haberi geldiğinde 25 yaşında bir delikanlıydım.
Niye ağladığımı kimse anlamadı.

Bülent Ecevit - Türk-Yunan Şiiri

sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu

türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde
böyle barış günlerinde saklı

bir soyun kanı olmasın varsın
damarlarımızda akan kan
içimizde şu deli rüzgâr
bir havadan

Bu yağmurla cömert
bu güneşle sıcak
gönlümüzden bahar dolusu kopan
iyilikler kucak kucak

bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
bir iklimin meyvasından sızdırılmış
bir içkidir kötülüklerimiz

aramızda bir mavi büyü
bir sıcak deniz
kıyılarında birbirinden güzel
iki milletiz

bizimle dirilecek bir gün
Ege'nin altın çağı
yanıp yarının ateşinden
eskinin ocağı

önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o Boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın

Yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın


Londra, 1947

Osho - Aşk Devrimi


Cinsellik yok olmamıştır. Dinler onu sadece daha zehirli hale getirmiştir; o hâlâ orada, zehirli bir şekilde mevcut. Evet, insanın içinde suçluluk doğmuştur fakat cinsellik yok olmamıştır. Yok olamaz çünkü o biyolojik bir gerçekliktir. O varoluşsaldır; bastırarak basitçe onu yok edemezsin…
Nilüfer çamurun içinden çıkmak zorundadır, daha yükseğe gitmek zorundadır ve baskı onu daha çok çamurun içine iter, onu bastırmaya devam eder.
 Şimdiye dek bütün insanlığın yaptığı şey, cinselliği bilinçsizlik çamuruna bastırmak oldu. Bastırmanın pek çok yolları var ve bunlar daha da fazla cinsellik ve haz hayali yaratır. Her ne olursa olsun anlaşılmalıdır ve anlayış sayesinde değişim kendi uyumu içinde gerçekleşir.

Haydar Ergülen - Düşler Bir Ses Bulur Bende / Adil'in ağaçlarına


bir çocuğun düşüyüm ben
büyülü yaz akşamları
ben üflerim mızıka söyler
sesimiz tutar sokakları

ılık bir ses taşırım yorulmadan
sonsuz özlemler büyütürüm yarına
ben mızıka çalarım
siz onu duymasanız da
mızıkamın içindedir yaşam

kardeşler ben çalayım siz görün
nasıl geçilir kiraz rengi sokaklar
soluk soluğa yeni aşklarla
yorulmaz yaşlı bir yürek bile
gülüşler ona akar da

ben mızıka çalmazsam
ne özlemleriniz olur ne ayrılıklarınız
yalnız bir yıldız gibi boşluğa
düşer yaşlı dünyanız

bir çocuğun düşüyüm ben
mızıkamın sesi yeryüzüne değer
uyurum uyanırım hep aynı şarkı
ne sesim eksilir ne umut biter.

 *

Adil'in ağaçlarına
İnadına aşk, inadına özgürlük, inadına yaprak...
Ağacın utandığı çığlığı şiir fısıldar
Ne batıda ne doğuda tek yaprağını görmedim
kırgınım felsefeye, yer vermemiş ağaca bir bilge olarak
Şiirle ağacın kökleri aynı: ya sabır ya aşk!
İnsanın hızla terkettiği anıların gölgesi olmak
Yavaş git, ruhum yetişemiyor sana, dedim, içimden
kopan yolcuya, dursaydı, ağaçların gözyaşını dinletecektim
Ruhun sendeyse hâlâ bir ağaca emanet et onu
dünyaya yalnızca hayvanların ve ağaçların itirazı var
Ey ağaçlarla konuşmadan insanlarla konuşmaya çalışanlar
Adil'in ağaçlarını dinleyin, susmakmış o kayıp dil
Zeytini dinledim beklemeyi öğrendim, akasyadan gitmeyi,
vuslatı ceviz ağacından, limonun dediği ayrılığı ve aşkı nardan
Ağaçlar komşumuzun evidir, ruhumuz gülümsüyor avlusundan

Bedri Rahmi Eyüboğlu - Deniz Türküsü

Deniz dediğin bir tarladır
Gülü gül, dikeni diken, tohumu tohum
Toprak gibi verimli, toprak gibi cömert
Betine bereketine kurban olduğum

Deniz dediğin bir tarladır
Uçsuz bucaksız bir tarla
Göbeği insanlarla kesilmiş
Çilesi insanlarla

Deniz dediğin bir tarladır
Sözü pek, eli ağır
Dost gibi güldürür insanı
Dost gibi ağlatır.

Deniz dediğin bir tarladır
Anadır, babadır, kardeştir
İnsan eline hasret
İnsan eli değer değmez ürperir
Binbir yerinden çatlar sevincinden
Nesi var, nesi yok çıkarır verir,
İnsan eli değmemiş denizlere bir damla alınteri
Bulutlar dolusu rahmetten mübarektir.

Deniz dediğin bir tarladır
Bulutlar, güneşler dibindedir
Gecelere gündüzler dibindedir
Yıldızlar mevsimler dibindedir

Zifiri karanlık güller açılır dibinde
Bağlar, bahçeler kat kat, katmer katmer, deste deste
Bağlar, bahçeler zifir karanlık güller
İnsan eline hasret beklemekte.

Deniz dediğin bir tarladır
Kapılar açılır içinde kapılar
Bitip tükenmeyen bereket kapıları
Balıklar akıp gider bölük bölük tabur tabur
Alı al moru mor sarısı sarı.

Deniz dediğin bir tarladır
Üstünde başı boş rüzgâr
Gönlünce at oynatır
Üstünde bir avuç tuzlu köpük
İçinde milyonlarca yürek
Milyonlarca öpücük
Bir insan eli arar konacak
Bir insan eli muhkem, sıcak

Hey benim
Boydan boya cömert denizlerle çevrili
Güzel memleketim
Bu yaz tenha denizlerinde yıkandım
İnsan eli değmemiş ormanlar gibi vahşi
Dağ başında unutulmuş küçük kundaklar gibi yetim.


22 Temmuz 2017

Kültür Antropoloğu Atatürk

Dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal’e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK’ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada “kültür antropoloğu” sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal’dir.

            “Kültür Antropoloğu” nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel’e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya‘da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. “Ya ne yapıyor Mustafa Kemal” diyorlar. Çankaya’ya gidiyor, Çankaya’da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra “gelin diyor Ahlatlıbel’e gidiyoruz”. Hemen geliyor diyorki “arkeologlar toplanın”. Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞAR’ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; “kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir”. Yabancı arkeologlar “el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun” der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal’in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.

Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN’ın yazdığı “Sırat Köprüsü” adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince “bana Galip ARCAN’ı çağarın!” der. Galip ARCAN gelince “bu piyesi siz mi yazdınız? “der. “Evet paşam ben yazdım”. ”Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin’in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum” diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki “a be Atam boldvilin’e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın”. Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK’le iddiaya girmek gibi, dedim “senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun”.

            O sırada da “Sanat ve ATATÜRK” adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim “herhalde burda iddiayı kazandım”. Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal’e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk “Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın” der. Cezmi AR hayatının son günlerinde “ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım” diyecektir.

            Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya’ da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur; “Ben bir İnkilap Çocuğuyum” dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.

            Bu arada ATATÜRK’ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için “Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal’dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal’dir”. Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.

            Peki, tamam laf iyid e diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor. Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara’daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki” Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım”. Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal’dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.

İlknur KALIPÇI


Reşat Nuri Güntekin - Yeşil Gece


 "Bir bilgiye göre Türkiye Devleti'nin kurucusu Atatürk, beğendiği bir roman yazarı olan Reşat Nuri Güntekin'e 1925 yılında şöyle der: 

"İrtica, yobazlık ve şeriat bağnazlığı, dinsel düşüncenin siyasal düşünceye dönüşmesidir. Kökleri bilimsel bilgi ve bilimsel düşünce olan laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en tehlikeli düşmanı, siyasal düşünceye dönüşen irtica, yobazlık ve şeriat bağnazlığıdır. Siyasal düşünceye dönüşen, bilimsel bilgi ve bilimsel düşünce karşıtı olan irticayı, yobazlığı ve şeriat bağnazlığını eleştiren bir roman yazmalısınız." 



Yeşil Gece romanının yazılmasının kök düşüncesi budur. "Yeşil Gece" deyimi ya da deyişi; "irticayı, yobazlığı ve şeriat bağnazlığı"nı simgeler..." Metin Erksan ( 25.01.2000 )

Kitap Reşat Nuri tarafından Atatürk'ün isteği üzerine yazılmış. Halen piyasada bulmak mümkünmüş. Cehaletimize verilsin. Ne kitabın bu özelliğini ne öyküsünü hiç duymamıştık. İlk fırsatta okumayı düşündüğümüz bu kitabı okurlarımıza da salık veririz. Herhalde bugünü daha iyi anlamamızı sağlayacak.  Melih Aşık (26.01.2000)


Bilim, Yapay ‘Organizmalar’ Üretmek İçin Büyük Bir Adım Daha Attı!


Disiplinler arası uzun süren çalışmalar sonucunda ulaşılmak istenen nihai hedefe doğru en büyük adım atıldı: Büyük DNA yığınlarını programlamak için yeni bir yol keşfedildi.
Hiç şüphesiz “organik” bilgisayarlar oluşturmak bilim dünyasının en büyük hedeflerinden. Söz konusu bilgisayarlar denilince aklınıza hemen kutu şeklinde kasalar ve laptoplar gelmesin. Zira bu organizmalar, programladığı işe göre hareket edip hastalıkları iyileştirebilecek. Ancak çok büyük bir engel var: İhtiyacımız olan yaşam formunu verecek kapsamlı genetik değişiklikleri yapmak oldukça zor.

Araştırmacılar genomların "geniş uzantıları"nın sentetik DNA ile yeniden yazmanın bir yolunu buldular. Geliştirilen yöntemle salmonella bakterileri yeniden programlanabildi. Nispeten basit ve tek hücreli bir organizmada yapılan deneylerle büyük başarı elde ettiler. Elde edilen programlanmış bakterilerin büyük kısmı gayet sağlıklıydı. Tamamen doğal ortamlarındaki gibi hızlı büyüyüp çeşitlenmeye bile başladılar.

Ancak araştırmanın arkasındaki genetikçiler bunu kapsamlı şekilde uygulamak için henüz çok erken olduğunu söylüyorlar. Nitekim tek hücreli canlıların programlanması, karmaşık yapıdaki canlılardan daha kolay gerçekleşiyor. AYrıca laboratuvar deneylerindeki sonuçlarla, gerçek dünya arasındaki sonuçların birbirine yakın olmaları için uzun yıllar çeşitli deneyler yapılmalıdır.

Basitçe ifade etmek gerekirse, bu keşif genetik mühendisliğinin daha kapsamlı işler yapmasını mümkün kılacak. Genetikçiler, küçük değişiklikler yapmak yerine DNA kesitlerini o kadar büyük oranda yeniden yazdırabilir ki, orijinal ile kıyaslandığında sonuç neredeyse ayırt edilemez olabilir. 

Bir dipnot: Bu keşiflerin sayesinde edinilen bilgi ve teknolojik deneyimler, yapay zeka tabanlı öğrenen makinelerle birleştiğinde, bir gün insan organizmasını bile programlamak mümkün olacak. Gün geçtikçe, kitaplarda okuduğumuz ve filmlerde izlediğimiz bilim kurgu dünyalarına daha çok yaklaşıyoruz.

 Tık   Webtekno

John Locke - Hoşgörü Üstüne Bir Mektup

Hiç kimse, kendisini ve başkalarını, hükümdara sadakat ve itaat yahut Tanrı’nın ibadetinde şefkat ve samimiyet mükellefiyeti altına sokamaz.

Siyasî yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasına âdil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum.

Eğer bu yapılmazsa, bir tarafta insan ruhunun çıkarlarıyla ilgilenenler, yahut en azından ilgilendiklerini iddia edenler ile, öte tarafta devleti koruyan, yahut en azından koruduklarını ileri sürenler arasında sürekli ortaya çıkacak olan ihtilâflara son verilemez.

Devlet, bana göre, sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir insan toplumudur.

Sözünü ettiğim sivil çıkarlar, hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi; ve para, araziler, evler, eşyalar ve benzeri gibi maddî şeylerin mülkiyetidir.

Hayata ait bu şeylere tam olarak sahip olmak, genelde bütün insanlar, özellikle de uyruklarının her biri için aynı kanunları tarafsız bir şekilde ifa ederek güvence altına almak siyasî yönetimin görevidir. 

Eğer herhangi bir kimse, bu şeylerin korunması için teşkil edilmiş kamu adaleti ve eşitliği kanunlarını ihlâl etmeye cüret ederse, onun bu haddini bilmezliğine, yararlandığı ve yararlanması gereken sivil çıkarlardan ve faydalardan mahrum bırakılma, yahut onların azaltılmasından ibaret olan cezalandırılma korkusu tarafından engel olunması gerekmektedir. Ama hiç kimsenin kendisini, çıkarlarının bir kısmından, özgürlüğünden yahut hayatından birazcık mahrum bırakmakla cezalandırıp, bilerek ve isteyerek ıstırap çekmeyi düşünmemesi yüzünden, yönetim, diğer insanların haklarını ihlâl edenleri cezalandırmak için, bütün uyruklarının kuvveti ve cebriyle silahlandırılmıştır.

Şimdi; yönetimin bütün yargılama yetkisinin, sadece bu sivil konuları kapsadığını; bütün bu sivil güç, hak ve hâkimiyetin, yalnızca bu şeylerin gelişmesini teşvik etme kaygısıyla sınırlandırıldığı ve bu kanıya hasredildiğini; ve onun, herhangi bir şekilde, ne ruhların selâmeti için genişletilebileceğini ne de genişletilmesi gerektiğini, aşağıdaki şu fikirler, bana aşikâr biçimde ispat eder gibi görünmektedir.

Birincisi, ruhların iyiliği sivil-siyasî yönetime diğer insanlara emanet edildiğinden daha fazla emanet edilemez. Tanrı tarafından ona emanet edilmediği için edilemez; çünkü, Tanrı, hiç kimseye bir başkasını kendi dinine zorlamaya yönelik açık bir otorite vermemiştir. 

Ve böyle bir güç, insanların rızasıyla yönetime de verilemez, çünkü hiç kimse, iradesini, hangi inancı veya ibadeti benimseyeceğini ona emredecek başka herhangi birinin (ister hükümdar olsun, ister vatandaş) seçimine öyle körü körüne terk edecek kadar kendi selâmetiyle ilgisini kesemez. Çünkü hiç kimse, istese bile, imanını başkasının emirlerine uyduramaz.

Hakikî dinin bütün hayatı ve gücü, aklın samimî ve tam olarak ikna edilmesine bağlıdır. Beyan ettiğimiz inanç, uyduğumuz zahirî ibadet her ne olursa olsun, birinin doğru, diğerinin Tanrı’yı daha hoşnut kılıcı olduğu konusunda aklımızda herhangi bir şüphe varsa, böyle bir beyan ve böyle bir uygulama, bir ilerleme değil, selâmetimiz için gerçekten büyük engel oluşturur.
 Kaynak...Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke - Özgür Toplumun Değerleri

Yusuf Atılgan"Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; 'Kumda yatma rahatlığı.' A-da-ko"

Bütün çağların trajedisi bu, Ku-ya-ra; 'Kumda yatma rahatlığı.' A-da-ko: 'Ağaç dalı kompleksi.' Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum. Daha da genişletilebilir. Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı. Ya Adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben 'ağaç dalı kompleksi' diyorum. Genç hastalığıdır. Çoğunlukla Kuyara dişidir. Adako erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur. Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir. İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu Adako'yu da budarlar. Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.

Aylak Adam

17 Temmuz 2017

Bülent Ecevit - Yarın

birşeyler olacak yarın 
duruşundan belli 
kırdaki atların 
bulutların koşuşundan belli 
kazışından köstebeklerin toprağı 
 
karıncaların telâşından belli 
birşeyler olacak yarın 
belki bir tomurcuk 
belki bir ağacın düşen yaprağı 
belki de bir çocuk 
 
pek o kadar göremesek de uzağı 
kuşların uçuşundan belli 
birşeyler olacak yarın 
öbürgünden önemsiz 
yarından önemli


14 Temmuz 2017

Wifı Şifresi


Sahilde güzel bir kafe. Hoşuma gitti oturdum. Garson geldi  "Wifi varmı" dedim " Evet var efendim " dedi. " Şifreyi söylermisiniz dedim"  "Atatürk'ün doğum ve ölüm tarihi dedi. "Neden 18811938 demediniz" dedim. "Bilmeyenlere vermiyoruz efendim dedi.


12 Temmuz 2017

Nihat Behram & Ahmet Telli


Yorgunum; Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var... Nihat Behram -Hayatın Şarkısı
 
Yalnızsan Eğer

Hayatın devraldığı
sessiz bir özsudur acı
birikir yüreğinin kıvrımlarında
ve ağar gözlerine ağır ağır
Bulutlar yere inmiştir artık
ya da gurbettesindir
Unutma

Bir hayalet gibi kapındadır
yalnızlık denilen şey
ufkun kararabilir birden
için çölleşebilir
Kaçışın bile bir adımdır
ya da dönüşündür kendine
Unutma

Her sayfası kederle kararan
bir hüzün defterine döner günler
ve her sabah 'merhaba hüzün'
"merhaba yalnızlık"
diyerek başlarsın hayata
Ama hayat bağışlamayacaktır seni
Unutma

Üstelik günlüğü yoktur hüznün
hiçbir zaman da tutulmayacaktır
Serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
Unutma ...
Ahmet Telli

Pablo Neruda - Büyük Sevinç

Ne kitaplar beni ağulasın diye yazdım
Ne de zambak peşinde koşan;
Acemi çaylaklar için’/ ayı ve suyu dinleyin
Basit kişileri için yazdım:
Düzen isteyen, emek ve şarap isteyen
Basit halklar için
Halk için yazdım,
Şiirimi köylü gözlerle okumayan.
Yaşantımı zehir zıkkım eden hava
Başını kaldıracak basit emekçi

Ve taşlarla döğüşen madenci gülümseyecek
Balıkçı
Ve elleri tutuşacak
Ve biraz yıkanınca
Kokulu sabunlar içindeki çarkçı
Bakacaklar şiirime
‘Belki bir arkadaştı’ diyecekler başka taç istemem
Bu bana yeter...


Audrey Hepburn "Bir kadının güzelliği yüzündeki benlerden değil, içinde sakladığı ruhundan okunur."


Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız, yanınıza bilgelik ve tevazuyu alarak yürüyün.. Asla cahilce ve gururla yürümeyin.

İnsanların da tıpkı elimizin altındaki eşyalar gibi, hatta onlardan çok daha fazla onarılmaya, yenilenmeye, bakım görmeye, gözden geçirilmeye gereksinimleri vardır.. Hiçbir insanı eskidi, bozuldu, işe yaramıyor diye gözden çıkarma hakkınız yoktur.

Hatırlayın, bir yardım eline ihtiyaç duyarsanız, kendi omzunuzdan kolunuza doğru göz gezdirin, dirseğinize ve bileğinize varın, işte orada ikinci elinizi, yani yardım elini bulacaksınız.


Çekici dudaklara sahip olmak istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözden başkasını dokundurmayın.

Güzel gözleriniz olmasını istiyorsanız, güzel insanlarla göz göze gelin, gerçek dostlar edinip sık sık görüşün.

Alımlı saçlara sahip olmak istiyorsanız, çocuğunuzun günde en az bir kere saçlarınızı okşamasına izin verin.

Yaşlandıkça, iki elinizin olduğunu, birinin kendinize, diğerinin de başkalarına yardım etmek üzere yanınızda hazır beklediğini fark edeceksiniz.. Bir kadının güzelliği giydiği elbisede, beden ölçülerinde ya da saç tarayış stilinde değildir.

Bir kadının güzelliği gözlerinden okunmalıdır.. Çünkü gözler, kalbe, yani aşkın yaşadığı ülkeye giden kapıdır.


Jacques Prévert - Bu sevda


 Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Gülünç
 
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi
Kendinden emin
Başkalarının yüreğine korku salan
Benizlerini solduran
Dillerini çözen bu sevda
Gözetlediğimiz için gözetlenen
Yaraladığımız
Ayaklar altına aldığımız
İnkar ettiğimiz unuttuğumuz için
Kovalanmış yaralanmış ayaklar altına alınmış
İnkar edilmiş unutulmuş
Bu kocaman sevda
Gene dipdiri
Gene güneşli
Senin sevdandır bu
Benim sevdamdır
Hep var olan
Durmadan yenilenen
Ve değişmeyendir
Bir bitki kadar gerçek, bir kuş kadar ürkek
Yaz güneşi kadar diri ve sıcaktır
İkimiz de gidebiliriz
Sonra dönüp
Derin uykulara dalabiliriz
Acı çekebiliriz uyanınca
İhtiyarlayabiliriz
Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
Ölümü düşleyebiliriz
Oysa
Başucumuzda
Gülerek bakıyor bize
Durmadan tazelenen bu sevda
Ayak diriyor yaşamakta
Arzu kadar diri
Bellek kadar zalim
Pişmanlık kadar budala
Hatırlamak kadar tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Bir çocuk gibi narin
Bize bakıyor gülümseyerek
Ve hiçbir şey söylemeksizin
Konuşuyor bizimle
Ve ben ürpererek dinliyorum onu
Bağırıyorum
Senin için
Kendim için
Bağırıyorum bizim için
Gitme kal
Dur orda
Ayrılma yerinden
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Biz ki sevmiştik birbirimizi
Unuttuk seni
Bari sen unutma bizi
Bir sen varsın yeryüzünde bizim için
Terk etme bizi
Buz bağlamasın yüreklerimiz
Ne kadar uzakta
Ve nerde olursan ol
Duyur bize kendini
Bir çalı dibinde
Hatıralar ormanında
Birdenbire çıkıver karşımıza
Uzat elini bize
Ve kurtar bizi.

Çeviri : Orhan Suda


Bütün Öyküleri - Yusuf Atılgan


Odam uzaktı. Bir park çıktı önüme. Elmayı çıkardım. Sanki küfeden aldığım değildi bu, kırmızılı yeşilli iri bir elmaydı. Karşıdaki otların içine fırlattım. İçimde teneke borudan çıkan dumanı gördüğümdeki aynı kazıntı vardı. Yandaki kanepede oturan bir adam bana bakıyordu: beni görüyormuş, ben oradaymışım gibi.
Yusuf Atılgan, ilkgençlik yıllarında yazdığı öyküleriyle Tercüman gazetesinin açtığı yarışmada ödül kazanmış, daha sonra öykülerini edebiyat dergilerinde yayımlamıştı. Tek öykü kitabı Bodur Minareden Öte’yi 1960 yılında çıkardı. Yazarın bütün öyküleri ilk kez 1992 yılında Eylemci adıyla basıldı, Bütün Öyküleri başlığını taşıyan ve Ekmek Elden Süt Memeden’deki çocuk öykülerini de kapsayan bu kitapsa 2000’de yayımlandı. Edebiyatımızın bu büyük yazarının öyküleri okura romanlarının atmosferi ve coğrafyası hakkında ipuçları verecektir.
 
 
Yalnızlık, özgürlük, iletişimsizlik, bunaltı gibi temaları modern anlatının kuralları içinde samimi bir dille ve destansı bir boyutta işleyen Yusuf Atılgan, Bodur Minareden Öte ile Türk öykücülüğünün ustaları arasındaki yerini almıştı.
Atılgan, bu kitaptan sonra iki masal (Korkut'a Masal", "Ceren'e Masal") ve iki öykü ("Ağaç", "Eylemci" yazdı. Üçüncü baskısı Eylemci adıyla yayımlanan Bodur Mimareden Öte ve masal kitabı ekmek Elden Süt Memeden elinizdeki bu kitapta bir araya getirildi. Böylece Yusuf Atılgan'ın öykü ve masalları tek ciltte toplanmış oldu.
Ekmek Elden Süt Memeden için "1970 yılı gözünde yazılmış bu iki masal çocukları olduğu kadar büyükleri de ilgilendirir sanırım. İkinsinde de ninemin anlattığı masalların öğelerinden yararlandım" diyen Yusuf Atılgan, halk edebiyatı formlarını kendine özgü bir ustalıkla modern bir anlatıma dönüştüürüyor.
İnsan ruhunun dehlizlerinden kotarılmış öyküler ve masal gibi iki masal... 
 
Bütün Öyküleri kapağı 

"İnsanların birbirine benzerlikleri, tümünün iki ayaklı oluşu şaşılacak şeydi."
 
"İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum."
 
"Yatsam, hiç kalkmasam! Kalkıp düşmanlıklarla dolu bir güne başlamakta ne var? "
 
"Başkaları bizi, baca dumanı gibi, dışarıya bıraktığımız belirtilere göre tanırlar."
 
"Belki de herkes, her gün dünküne benzeyen uzun bir güne uyanıyor."


Osho - Sırların Sırrı Tao Hakikatin Yolu


Yaşamın büyüsünün sırrı, eylemsizliğe erişmek için  eylemi kullanmaya bağlıdır. 

Sevgi seni çağırınca onu takip et, sonuna kadar takip et, tamamen kaybolduğun noktaya kadar takip et. Bir pervane ol. Evet, sevgi bir alevdir, seven ise pervane. Pervaneden çok şey öğren, sırra o sahip; nasıl ölüneceğini bilir. Sevgiyle, esrimeyle, dansla nasıl ölüneceğini bilmek, daha yüksek bir düzeyde yeniden doğmayı bilmektir. Ve ölünen her seferde daha yüksek bir düzeye ulaşılır. 

Gerçek hayat, gizemlerin gizemidir. Bu gizemi açıklamak asla mümkün değildir. Kurgu insan zihninden doğar. Zihin bir aynadır, birkaç şeyi yansıtır. Eğer iyi bir aynan, yaratıcı bir aynan varsa bir şiir yaratabilirsin, müzik yaratabilirsin, kurgu yaratabilirsin, yazabilirsin, resim yapabilirsin. Ama tüm resmedeceklerin, tüm yaratacakların ve tüm yazacakların, gerçeğin çok ufak, atomik bir parçası –aslında bir parçası değil de, zihninde o parçanın yansıması– olarak kalacaktır.

Blaise Pascal "Satranç tahtası insan zihninin jimnastik salonudur."





05 Temmuz 2017

Osho - Kader, Özgürlük ve Ruh

 
Kader, Özgürlük ve Ruh: Yaşamın Anlamı Nedir? insana özgü soruları derinlemesine araştırır: “Ruh” diye bir şey gerçekten var mı ve eğer varsa, nedir? Karma kavramı nereye uyar? Kader nedir, özgürlük nedir ? Hayatımın belli bir anlamı veya amacı var mı?

“Gelecek yıllarda insanlığın bütün gidişatına çok değişik biçimlerde yön verildiğini göreceğiz. Olası en büyük felaket nükleer savaş değildir. Nükleer savaş ancak yok edebilir. Asıl felaket psikoloji bilimlerinden gelecektir. Bir insanın nasıl tamamen kontrol edilebileceğini öğrenecekler. Bilinçli olmadığımız için, önceden belirlenmiş şekillerde davranmaya yöneltilebiliriz.”

“Sen özgürsün ama özgür her eylem bir sorumluluk getirir - ve bu senin esaretindir. Buna ister esaret de, ki güzel bir kelime değildir, ister sorumluluk de. Ben öyle diyorum. Belli bir eylemi tercih edersin - bu senin özgürlüğündür. Fakat o zaman sonuçlar senin sorumluluğun olacaktır.”
Kader Özgürlük ve Ruh ekitaplar by Osho 

02 Temmuz 2017

unutMADIMAKlımda


Birimize bir şey olursa ne yaparız diye soranlara, "Kalanlar ölenler için şiirler yazar" ..demişti Metin Altıok

Bir otel odasında gencecik çocuklar Çırpındıkça bir yudum soluk için Üzerine benzin döküp oynayanlar Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını Dudaklarında duman ve yanık et kokusu Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?.. Şükrü Erbaş
  
Bütün derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti değişen bir şey yok hiç ölüm hariç Aynı gökyüzü aynı keder...Behçet Aysan

Firavunlar Mısır'da tabletleri kırdı. Hitler orduları, Avrupa'da bütün kütüphaneleri yaktı. Dünya tarihinde ilk kez Türkiye'de, aydınları bir binaya koyup yaktılar...Rıfat Ilgaz

Yakanları Affetmiyoruz! Ak'layanları da! 
Sivas 93
Ruhları Şad Olsun!