Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri
düşünmek gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.
Yaşamın seyri
Yaşam pek kısa! Çocukluk ve okul bir kısmını alıyor; geriye kalanını ise, uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği istirahat gıdasını sağlayacak komprimeler bulunsa… Bir gün o da olacaktır. Nitekim tıp, kimya, uyutmak için pek güzel ilâçlar yapmışlardır.
Bizim dünyamız -bilirsiniz- topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Yaşamın da esas unsurları, bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği, yalnız eksikliği değil, sadece bozukluğu, yaşamı imkânsız kılar.
Yaşam bir ilerleme, bir dinamizm kaynağıdır. İnsan, ona kendini uydurmak zorundadır.
Bir hatıra defterine, defterdeki diğer kimselerin yazılarını okuduktan sonra defter sahibine hitaben yazdıkları:
Hatırat defterini başkalarının yazıları ile doldurmaya heves etmektense, yaşam defterini kendi çalışma ve erdem eserlerinle doldurmaya bak!
Ölüm
Ölüm, yaradılışın en doğal bir yasasıdır.
Ölüm, insanın değişmez kaderidir; marifet unutulmamaktır.
İnsan ve doğa
Doğa insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak,insanların dünyada yaşayabilmeleri için, onların doğa-ya egemenliğini de şart kıldı. Doğaya egemen olmasını bilemeyen yaratıklar, varlıklarını koruyamamışlardır. Doğa onları, kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten çekinmemiştir.
İnsan, bütün tarih boyunca doğanın bazen tutsağı, bazen de egemeni olmuş ve bu hal insan toplumlarının uygarlıkta ilerlemeleri oranında gelişmiştir.
İnsanlar sularda kaynaşıp çırpınan bir varlıktan bugünkü şekline geldi. İnsanın bugünkü yüksek zekâ, idrak ve kudreti, milyonlarca ve milyonlarca kuşaktan geçerek hazırlandı. Artık insan bugün, doğanın sonsuz büyüklüğüne ve doğa içinde kendi türünün yazgısına, gittikçe büyüyen bir irade ve bilinç ile bakıyor.
İnsanların kıt’alara dağılması
İnsanlar, büyük doğa olayları önünde göçler, akın yolları ile bu yeryüzü dediğimiz yıldızın her kıt’asına dağılmışlardır. Bu kıt’alardan kimine eski, kimine yeni denmiş. Bu deniş, hem bilgiden, hem bilgisizliktendir. Amerika, Kristof Kolomb keşfetti diye yeni dünya sayılmıştır. Fakat jeoloji olayları, Asya’dan, Alaska yolu ile veya daha başka yollarla, karanlık zamanlarda,ismi bilinmeyen kıt’aya geçişler olduğu, Maya uygarlığını ve İnkaları öğrendikçe, stepler ve Alaska geçitleri düşünüldükçe, Eskimo yüzleri ile ve tipleri ile kızılderili Hint insanları yüzleri ve tipleri incelenip araştırıldıkça, bu eski ve yeni dünya kavranılan, şüphesiz yavaş yavaş değişir! Kristof Kolomb’un keşfi, hiç şüphesiz ki çok büyük ve önemli olaydır. Fakat daha dünkü iş sayılır. Ondan çok ve çok daha önceleri vardır! Ne ise, biz oralara kadar dalmayalım, bırakalım bilginler araştırsınlar, incelesinler, gerçeği meydana çıkarsınlar.
Yaşam ve mücadele
Yaşam demek mücadele, boğuşma demektir. Yaşamda başarı, kesinlikle mücadelede başarıyla mümkündür. Buda, manevî ve maddî bakımdan kuvvete, kudrete dayanır bir niteliktir.
Dünya, insanlar için bir sınav meydanıdır. Sınav veren insanın her soruya pek uygun cevaplar vermesi mümkün olmayabilir. Fakat düşünmelidir ki, karar cevapların hepsinden doğan sonuca göre verilir.
Yolunda yalnız olmayacaksın; orada, aynı hedefi izleyen başkaları ile beraber yürüyeceksin. Bu yaşam yarışında, diğerleri, yetenekleri bakımından sizi geçebilirler. Bir başarı, elinizden kaçabilir. Bundan dolayı, onlara kızmayınız ve elinizden geleni yapmışsanız, kendi kendinize de kızmayınız. Asıl önemli olan başarı değil, çabadır. İnsanın elinde olan ve onu memnun eden ancak çabadır.
Kuşakların fikrî gelişimi
Yüksek düzeyde olan, kendi düzeyinden bilgi ve anlayışça aşağı olanı beğenmez. Fakat bu hal, aslında takdir ve özendirmeye lâyık görülmek gerekmez mi? Her yeni yetişen, kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman gelecek kuşaklar, birbirinden derece derece yüksek düzeyde bir yüksek kuşak oluşturabilir ki, insanın ilerlemesinin amacı da budur.
Dünya nimetleri ve insan zekâsı
Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve en son derecede yararlanabilmek içinde, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir.
Zekâ ve akıl hakkında
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi düşünemiyorum.
Her şeyin kaynağı insan zekâsıdır.
İnsanın vücudu bir kürsüdür; zekâ cevherinin koruyucu kabı olan başı, üzerinde taşımak için kurulmuş bir kürsü!…Çünkü esas zekâdır…
İnsanların yaşamına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.
Akıl ve mantığın çözemeyeceği sorun yoktur.
İstek ve olanak
Dünyada insanların aklına gelen her uygun şeyin olmasına maddî olanak olsa idi, gerçekten bütün dünyanın genel manzarası başka türlü olurdu. Fakat, insanlar için her şeyi yapmakta maddî olanak bulunamaz.
Çeşitli görüşler
Ehven-i şer, serlerin en büyüğüdür*.
Yaşamda daima ve çok ölçülü olmak gerekir.
Manevî kuvvetler, özellikle bilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.
Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir: Ya hastadır veya o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu, bir derdi vardır.
Bilirsiniz ki, duygululuk denilen şey aklın, mantığın, düşünmenin çok üstünde bir kudrete, bir kuvvete sahiptir.
İnsanlar dünyaya alınlarında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir.
Samimiyet ifade edilemez. O, gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir.
Atatürk tarafından yazdırılmıştır:
Yaşayan her şey bazı izler bırakır. Biz, onlardan bir anlam çıkarabilecek kadar zeki isek, bu izlerin bizim için bir anlamı olur.
Gözyaşları güçsüzlük belirtisidir.
İnsanları heyecanlandırmak değil, teskin etmek gerekir.
Her manzara, insanın kendi ruhunun ve duygularının dürtüsüyle belirir.
Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri düşünmek gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.
İnsanlar gariptir; bazen en akıllılarının bile, gerçeklerin açıklığı karşısında görüşleri temelsiz ve çürük olur.
Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın anıları, ölümsüz bir yaşama sahiptir.
Tarihsel olayların gidişi sırasında, bazen fizyolojik aksamalar önemli rol oynarlar. Doğa ya engel olur veya yardım eder.
Yüksek düzeyde olan, kendi düzeyinden bilgi ve anlayışça aşağı olanı beğenmez. Fakat bu hal, aslında takdir ve özendirmeye lâyık görülmek gerekmez mi? Her yeni yetişen, kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, o zaman, ancak o zaman gelecek kuşaklar, birbirinden derece derece yüksek düzeyde bir yüksek kuşak oluşturabilir ki, insanın ilerlemesinin amacı da budur.
Dünya nimetleri ve insan zekâsı
Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve en son derecede yararlanabilmek içinde, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir.
Zekâ ve akıl hakkında
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi düşünemiyorum.
Her şeyin kaynağı insan zekâsıdır.
İnsanın vücudu bir kürsüdür; zekâ cevherinin koruyucu kabı olan başı, üzerinde taşımak için kurulmuş bir kürsü!…Çünkü esas zekâdır…
İnsanların yaşamına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.
Akıl ve mantığın çözemeyeceği sorun yoktur.
İstek ve olanak
Dünyada insanların aklına gelen her uygun şeyin olmasına maddî olanak olsa idi, gerçekten bütün dünyanın genel manzarası başka türlü olurdu. Fakat, insanlar için her şeyi yapmakta maddî olanak bulunamaz.
Çeşitli görüşler
Ehven-i şer, serlerin en büyüğüdür*.
Yaşamda daima ve çok ölçülü olmak gerekir.
Manevî kuvvetler, özellikle bilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.
Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir: Ya hastadır veya o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu, bir derdi vardır.
Bilirsiniz ki, duygululuk denilen şey aklın, mantığın, düşünmenin çok üstünde bir kudrete, bir kuvvete sahiptir.
İnsanlar dünyaya alınlarında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir.
Samimiyet ifade edilemez. O, gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir.
Atatürk tarafından yazdırılmıştır:
Yaşayan her şey bazı izler bırakır. Biz, onlardan bir anlam çıkarabilecek kadar zeki isek, bu izlerin bizim için bir anlamı olur.
Gözyaşları güçsüzlük belirtisidir.
İnsanları heyecanlandırmak değil, teskin etmek gerekir.
Her manzara, insanın kendi ruhunun ve duygularının dürtüsüyle belirir.
Felâket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak önlemleri düşünmek gerekir. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.
İnsanlar gariptir; bazen en akıllılarının bile, gerçeklerin açıklığı karşısında görüşleri temelsiz ve çürük olur.
Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın anıları, ölümsüz bir yaşama sahiptir.
Tarihsel olayların gidişi sırasında, bazen fizyolojik aksamalar önemli rol oynarlar. Doğa ya engel olur veya yardım eder.