Hiç kimse, kendisini ve başkalarını, hükümdara sadakat ve itaat yahut Tanrı’nın ibadetinde şefkat ve samimiyet mükellefiyeti altına sokamaz.
Siyasî yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle
ayırt etmeyi ve ikisi arasına âdil sınırlar koymayı bütün her şeyin
üzerinde zorunlu buluyorum.
Eğer bu yapılmazsa, bir tarafta insan ruhunun çıkarlarıyla ilgilenenler, yahut en azından ilgilendiklerini iddia edenler ile, öte tarafta devleti koruyan, yahut en azından koruduklarını ileri sürenler arasında sürekli ortaya çıkacak olan ihtilâflara son verilemez.
Eğer bu yapılmazsa, bir tarafta insan ruhunun çıkarlarıyla ilgilenenler, yahut en azından ilgilendiklerini iddia edenler ile, öte tarafta devleti koruyan, yahut en azından koruduklarını ileri sürenler arasında sürekli ortaya çıkacak olan ihtilâflara son verilemez.
Devlet, bana göre, sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir insan toplumudur.
Sözünü ettiğim sivil çıkarlar, hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi; ve para, araziler, evler, eşyalar ve benzeri gibi maddî şeylerin mülkiyetidir.
Hayata ait
bu şeylere tam olarak sahip olmak, genelde bütün insanlar, özellikle de
uyruklarının her biri için aynı kanunları tarafsız bir şekilde ifa
ederek güvence altına almak siyasî yönetimin görevidir.
Eğer herhangi bir kimse, bu şeylerin korunması için teşkil edilmiş kamu adaleti ve eşitliği kanunlarını ihlâl etmeye cüret ederse, onun bu haddini bilmezliğine, yararlandığı ve yararlanması gereken sivil çıkarlardan ve faydalardan mahrum bırakılma, yahut onların azaltılmasından ibaret olan cezalandırılma korkusu tarafından engel olunması gerekmektedir. Ama hiç kimsenin kendisini, çıkarlarının bir kısmından, özgürlüğünden yahut hayatından birazcık mahrum bırakmakla cezalandırıp, bilerek ve isteyerek ıstırap çekmeyi düşünmemesi yüzünden, yönetim, diğer insanların haklarını ihlâl edenleri cezalandırmak için, bütün uyruklarının kuvveti ve cebriyle silahlandırılmıştır.
Şimdi; yönetimin bütün yargılama yetkisinin, sadece bu sivil konuları
kapsadığını; bütün bu sivil güç, hak ve hâkimiyetin, yalnızca bu
şeylerin gelişmesini teşvik etme kaygısıyla sınırlandırıldığı ve bu
kanıya hasredildiğini; ve onun, herhangi bir şekilde, ne ruhların
selâmeti için genişletilebileceğini ne de genişletilmesi gerektiğini,
aşağıdaki şu fikirler, bana aşikâr biçimde ispat eder gibi
görünmektedir.
Birincisi, ruhların iyiliği sivil-siyasî yönetime diğer insanlara emanet edildiğinden daha fazla emanet edilemez. Tanrı tarafından ona emanet edilmediği için edilemez; çünkü, Tanrı, hiç kimseye bir başkasını kendi dinine zorlamaya yönelik açık bir otorite vermemiştir.
Ve böyle bir güç, insanların rızasıyla yönetime de verilemez, çünkü hiç kimse, iradesini, hangi inancı veya ibadeti benimseyeceğini ona emredecek başka herhangi birinin (ister hükümdar olsun, ister vatandaş) seçimine öyle körü körüne terk edecek kadar kendi selâmetiyle ilgisini kesemez. Çünkü hiç kimse, istese bile, imanını başkasının emirlerine uyduramaz.
Hakikî dinin bütün hayatı ve
gücü, aklın samimî ve tam olarak ikna edilmesine bağlıdır. Beyan
ettiğimiz inanç, uyduğumuz zahirî ibadet her ne olursa olsun, birinin
doğru, diğerinin Tanrı’yı daha hoşnut kılıcı olduğu konusunda aklımızda
herhangi bir şüphe varsa, böyle bir beyan ve böyle bir uygulama, bir
ilerleme değil, selâmetimiz için gerçekten büyük engel oluşturur.
Kaynak...Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke - Özgür Toplumun Değerleri
Kaynak...Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke - Özgür Toplumun Değerleri