Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.
Dindarların ve ahlaksızların doğal olarak birbirlerini buldukları bir gerçektir .
Milliyetçi, kendi tarafınca girişilen katliama karşı çıkmamakla kalmaz, ayrıca bunları hiç duymamak gibi müthiş bir yeteneğe de sahiptir.
Wigan İskelesi Yolu... Wigan İskelesi Yolu, George Orwell’in
İngiltere’nin sanayi bölgelerinde bugün de fazla değişim göstermeyen ve
zaman içinde siyasal etkisinden hiçbir şey yitirmemiş olan işçi sınıfı
yaşamıyla ilgili deneyimlerini aktaran önemli bir inceleme. Sosyal
adaletsizlik, korkunç konutlar, madenlerdeki çalışma koşulları, sefalet,
açlık ve yaygın işsizlik sorunlarının müthiş bir öfke, insancıllık ve
dürüstlükle aktarıldığı bu kitabı Peter Ackroyd, “Gerçek deha örneği…
Orwell’in bütün öfkesi, hayal kırıklığı, umutsuzluğu ve acısı Wigan İskelesi Yolu’nda en anlamlı ifadesini buluyor,” diye tanımlıyor.
"Paranın feodalizme karşı savaşı olan İçsavaş’ta, Kuzey ve Batı kraldan yanayken, Güney ve Doğu parlamentodan yanaydı. Fakat kömür kullanımındaki artışla birlikte, sanayi Kuzey'e kaydı ve orada yeni bir insan tipi, başarısını kendisine borçlu olan Kuzeyli işadamı ortaya çıktı. Nefret dolu ‘ya başarılı olursun ya defolursun’ felsefesiyle Kuzeyli işadamı, yarım kron ile yola çıkan ve sonunda elli bin sterlini olan ve her şeyden çok, para kazandıktan sonra eskisine oranla daha da nobran olmasıyla övünen tiptir. İncelendiğinde, yegâne meziyetinin para kazanma yeteneği olduğu görülür. Bizden ona hayranlık duymamız beklenir; çünkü dar kafalı, çıkarcı, cahil, açgözlü ve görgüsüz olsa da, adamda ‘cevher’ vardır, ‘başarılı olmuştur’, başka bir ifadeyle, nasıl para kazanılacağını biliyordur."
Hayvan Çiftliği (Minikitap)... İngiliz yazar George Orwell, ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz
Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş
klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseridir. 1940'lardaki "reel
sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün
başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.Hayvan
Çiftliği'nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar,
kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele
geçirir. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında
en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturur; ama
devrimi de yine onlar yolundan saptırır. Ne yazık ki insanlardan daha
baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. George Orwell,
bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder
domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıktır. Diğer kahramanlar gerçek
kişileri çağrıştırmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek
kişilerdir.
Alt başlığı Bir Peri Masalı olan Hayvan
Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmıştır; ama küçükleri eğlendirecek
bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlamadır.
1984(Minikitap)...Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Balinanın Karnında... Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından
George Orwell, ona haklı ününü sağlayan, totaliter rejimler kadar bu
rejimleri yaratan insani hırsların da güçlü bir yergisini konu eden
romanlarıyla dünya edebiyatında tartışılmaz bir yer edinmiştir.
Denemelerinde net bir biçimde görülebilen politik duruşu, güçlü gözlem
yeteneği ve yazarın hem hayatla hem metinlerle ilişkisini sorgulama
eğilimi ise bu romanların arka planındaki güçlü hayat görüşünü gözler
önüne serer. Franco faşizmine karşı İspanya’ya savaşmaya gitmekten,
hapishane üzerine yazmak için sahte bir isimle kendini tutuklatmaya;
evsizlerin arasına karışarak düşkünlerevinde vakit geçirme çabasından,
Britanya’da İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte yükselmekte olan
antisemitizm dalgasına karşı açık yüreklilikle getirdiği eleştirilere
kadar uzanan bir berraklıkla hem de. Orwell’ı bu zenginlikle anlamak
adına bir araya getirdiğimiz denemelerinden “Balinanın Karnında”, Henry
Miller’ın Yengeç Dönencesi üzerinden çağının edebiyat anlayışının
dökümünü yaparken, yazarın hayatla kurduğu ilişkinin metinlerine
etkisine dair güçlü bir sorgulamaya girişiyor. Tolstoy’un, Shakespeare
ve eserlerini “şişirilmiş bir balon” olarak niteleyerek yerdiği
risalesiyle girdiği polemik ise edebiyat eleştirisinin tek yanlılığına
indirilen keyifli bir darbe. Döneminin güncel konularından evrensele
ulaşan çok yönlü bir okuma…
Boğulmamak İçin... “Orwell’in ironik mizah anlayışı tazeliğini hiç
yitirmiyor. Bu, kaçırılmaması gereken bir Orwell yapıtı.” The Observer
Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle
uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu –ve yeni aldığı
takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen– bir
sigorta pazarlamacısıdır.1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini;
yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern
zamanlardan korkmaktadır. Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn
dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir.Fakat
köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir. “Çok komik olmanın
yanında hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi... Bin Dokuz Yüz Seksen
Dört’ü burada nüve haliyle görebiliyoruz. Hayvan Çiftliği’ni de... Hem
zengin bir okuma keyfi sunan hem de iki klasiğin tohumlarını birden
barındıran romanlara kolay rastlanmaz.” John Carey, The Sunday Times
Paris ve Londra’da Beş Parasız.. “Beş parasız kalmaktan o kadar çok
bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız.”
Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından
George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da
yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir
eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar,
yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma
kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan
karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın
güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok
daha ağır şartlar beklemektedir. Orwell, modern insanın ısrarla
görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik,
açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş
barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris
ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda
bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.
Neden Yazıyorum... Edebiyat anlayışı hiçbir zaman politik
düşüncelerinden ve gözlemlerinden ayrı düşünülemeyecek bir yazar olan
George Orwell, Neden Yazıyorum’da bir araya getirilen denemelerinde,
hemen her yazarın hayatının bir noktasında kendisine sorduğu ya da
başkalarının ona yönelttiği, beylik “Neden Yazıyorum?” sorusuna politik
ve insani gözlemlerle yoğurduğu cevaplar veriyor. Politikacıların
ipliğini pazara çıkarırken, İngiliz karakterini bir kadavra gibi
parçalarına ayırırken, savaşa dair dile getirilmeyenleri dile getirirken
iğneyi başkaları kadar kendine de batırmaktan sakınmıyor.
“Tüm
yazarlar kibirli, bencil ve tembeldir ve yazma dürtülerinin altında bir
gizem yatar. Kitap yazmak, acıdan kıvrandıran bir hastalığın uzun süren
nöbetleri gibi insanı yiyip bitiren korkunç bir mücadeledir. İnsan,
karşı koyamayacağı ve anlayamayacağı bir iblis tarafından itilmese
kesinlikle böyle bir işe kalkışmazdı. Biliyoruz ki bu iblis herkeste
vardır ve bir bebeğin ilgi çekmek için ciyak ciyak ağlamasına yol açan
içgüdünün aynısıdır. Fakat yine de sürekli kendi kişiliğini gizleme
mücadelesi vermediği sürece insanın okunabilir hiçbir şey yazamayacağı
da bir o kadar doğru.”
Katalonya’ya Selam...Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir." George Orwell
George Orwell’in 1938 yılında yayımlanan kitabı Katalonya’ya Selam, Orwell’in bir milis olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerini konu alır. Orwell’in birinci elden tanıklığına dayanan bu kitap, faşizme karşı yürütülen savaşa ışık tutmanın yanı sıra İspanya’da başlayan toplumsal devrimi, cumhuriyetçiler cephesinde anarşistler ile komünistler arasındaki çatışmaları önyargılardan uzak bir yaklaşımla yansıtmaktadır. Ne var ki yayımlandığı dönemde açık ve çarpıcı içeriği sebebiyle uzunca bir dönem gözlerden uzak tutulmuş, gereken ilgiyi görmemiştir. Yazarın en ünlü kitaplarından 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin olgusal arka planını merak edenler için Katalonya’ya Selam muhakkak okunması gereken bir kitaptır.
"Katalonya’ya Selam bence George Orwell’in en önemli eseridir. İspanya İç Savaşı’na dair pek çok şey biliyor olmama rağmen, bu kitap benim için oldukça aydınlatıcı oldu... Orwell dürüst bir adamdı. Kendisini, ideolojik denetim sistemlerinden kurtarmaya çalışmış ve bunda başarılı olmuştur; işte tam da bu sebeple gayet sıradışı ve takdire şayan bir insandır. Noam Chomsky
Kitaplar ve Sigaralar... Kitaplar, gerçekten de okuyucuların
yakınmalarına neden olacak kadar pahalı mıdır?” Sıkça sorulan bu sorunun
cevabını bu kez George Orwell arıyor. İşe elindeki kitapların
envanterini çıkararak başlıyor ve sigaraya harcanan parayla kitaba
harcanan para arasında bir kıyas yapıyor. Cevap sizce ne?
Kitaplar
ve Sigaralar, eleştirmenlik ve sahaflık da yapmış olan Orwell’ın
sansu¨rden başlayıp eleştirmenliğin çelişkilerine uzanan geniş bir
yelpazede edebiyat camiasına ilişkin gözlemlerinden oluşan makalelerini
bir araya getiriyor. Edebiyat du¨nyasına ve bu du¨nyadaki ilişkileri
yöneten ve yönlendiren etiğe ilişkin özgu¨n bir bakış açısı sunan
Orwell, yazar, eleştirmen ve okurların panoramasını dönemin politik
atmosferi eşliğinde değerlendiriyor.
“Sahafta çalışırken –eğer
sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin
uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir
tu¨r cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay– beni en çok
etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı
zu¨ppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları
için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok
yeğenleri için doğum gu¨nu¨ hediyesi arayan kafası karışık kadınlar
geliyordu. Örneğin 1897’de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o
kitabın bir nu¨shasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı
hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor,
tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı
bir kapağının olduğunu unutmamış.”
Burma Günleri..."Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir."
Bu sözler, George Orwell'in Burma'daki İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını yansıtıyro. Kendisi de Burma'da görev yapmış olan Orwell, en başarılı yapıtı olarak tanımlanan Burma Günleri'nde, İngilizlerin bu sömürgedeki yaşamını ve yaptıklarını, yerli işbirlikçileri ve fırsatçıları, yerli halka insanca yaklaşarak İmparatorluğun tutumuna karşı çıkanları, aşk, nefret, tutku çemberinde destansı bir anlatımla ele alıyor. Burma Günleri, ilk kez 1934 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlandı. Kitap ve yazarı hakkında herhangi bir dava açılmayınca, ertesi yıl İngiltere'de de basıldı. Ama sömürgecilik dönemi sona erinceye kadar kitabın Hindistan ve Burma'da satılması yasaklandı ve okuyanlar hakkında yasal işlemler yapıldı. Burma Günleri, İngiltere'nin, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olduğu dönemdeki politik ve sosyal yaklaşımını göz önüne sererken, romandaki karakterlerin işlenmesindeki ayrıntılı ustalıkla da Orwell'in başarısını pekiştirdi.
Hayvan Çiftliği... İngiliz yazar George Orwell (1903-1950),
ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun
çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki
'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi'
türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri
hayvanlardır.
George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği
eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği
açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir
diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir
Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama
roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.
Dali’den Karakurbağasına Bazı Düşünceler... Yirminci yüzyıl edebiyatının en büyük
yazarlarından George Orwell, kurgu eserlerinin yanı sıra keskin kalemi
ve ilkeli duruşuyla, eş-dost gözetmeden yazdığı edebi ve siyasi
eleştirileriyle, yazın dünyasında kendine benzersiz bir yer edinmiş,
herkesin düşünsel dürüstlüğüne saygı duyduğu bir isim olmuştur.
Dali’den
Karakurbağasına Bazı Düşünceler başlığı altında bir araya getirdiğimiz
bu yazılarda da Orwell, kalemini kâh bir neşter kâh bir tüy gibi
kullanarak; ilkbaharın güzelliklerinden intikam duygusuna, Dali’nin
yaşamı ve eserlerinden ideal pub’ın nasıl olması gerektiğine, İspanya İç
Savaşı’ndan suç ve dedektiflik romanlarına, Marakeş ve sakinleri
üzerine insani gözlemlerden bilim-siyaset ilişkisine, şömine başında
aile saadetinden Arthur Koestler’in eserlerinin edebi eleştirisine kadar
birbirinden çok farklı konuları büyük bir ustalıkla, ivmesinden ve
entelektüel keskinliğinden hiçbir şey kaybetmeden işliyor. Hangi konuyu
ele alırsa alsın, derinlikten taviz vermeden, tadına doyulmaz bir
yazınsal şölen sunuyor.
“Bir duvardan talep edeceğimiz ilk şey,
dik durmasıdır. Dik duruyorsa iyi bir duvardır ve hangi amaca hizmet
ettiği bundan ayrı değerlendirilebilir. Fakat bir toplama kampını
çevreliyorsa, en iyi duvar bile yıkılmayı hak eder.”
Papazın Kızı... Taşradaki bir kilise papazının kızı olan
Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân
borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya
her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır,
hayatın kendisine biçtiği rolü şikâyet etmeden kabullenmiştir. Ama bir
gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde
sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur – dahası,
kim olduğunu hatırlamamaktadır.
Orwell, bir gecede toplumun bir
kesiminden bambaşka bir kesimine taşıdığı Dorothy vasıtasıyla
1930’ların İngiltere’sinde kadınların, işçilerin, evsizlerin haline ışık
tutuyor. Deneysel sayılabilecek anlatım biçimleriyle yazarın
edebiyatında özel bir yere sahip olan Papazın Kızı, inancın ve inançsızlığın, ahlakın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman.
Aspidistra... İngiliz romancı George Orwell, Hayvan Çiftliği
adlı siyasal masalında, zorbalığa dönüşen Stalin yönetimini yerden yere
vurmuş; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtında da insanlığı
belleksiz ve muhalefetsiz bir totaliter toplum tehlikesine karşı
uyarmıştı. Ama bu iki büyük yapıtından önce, 1930’lar İngiltere’sinde
‘sınıf atlama özlemi’ni benzersiz bir kara mizahla eleştirdiği
Aspidistra romanını kaleme almıştı. Aspidistra, sınıf atlama
özentisindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak gördükleri,
evlerinden eksik etmedikleri çiçeksiz bir zambak türüdür. Bir reklâm
ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin
yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder, orta sınıfın
boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Bu uğurda sevgilisinden
ayrılmayı bile göze alır; ama romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi
yaratacaktır.
1984... Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan
insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve
hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun
bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir
şey kalmıyordu.
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen
Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin
yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş
kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz
bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve
günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik
olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.
Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına
değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.