31 Ekim 2016
Bülent Ecevit "Özgür insan kendini aşabilen insandır."
Zygmunt Bauman
Bu ilgi çekici eser, modern tarih boyunca
meydna gelen bu değişimi göstermeye ve bu değişimin toplumsal
sonuçlarının dökümünü yapmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken, artan
yoksulluğu yenmek ve sıkıntılarını dindirmek için bulunan sınanmış ve
iyi bilinen çarelerin, günümüzdeki yoksulluğun sorunlarını kavramaya ve
çözmeye ne ölçüde uygun olduğunu (ya da olmadığını) dikkate almayı
amaçlamaktadır. Sosyoloji ve siyaset meraklıları bu eseri, sürmekte olan
toplumsal bir sorunun değişen anlam ve önemi üzerine paha biçilmez bir
kitap olarak değerlendireceklerdir...Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar
İlkeli siyaset, kimlik, ahlak, sorumluluk... postmodern dönemin umacıları. Gün, sorumluluk almamanın, bağlanmamanın, parçalı kimliklerin, plastik cinselliğin ve tüketicilerin günü! Mademki siyaset agoralardan silinip oy sandıklarına hapsedildi; modernliğin toplama kamplarında bitiremediği öteki, evin, mahallenin, kentin dışına püskürtüldü; hayat artık doğumla başlayıp ölümle sona eren bir süreklilik olmaktan çıkıp hesaplanabilir ve sürdürülebilir parçalara bölündü... öyleyse artık evlerimizin sıkıca kilitlenmiş kapıları ardında da olsa, güvendeyiz demektir: Yabancı ve dolayısıyla belirsiz olan her şeyden zamansal ve mekansal uzaklık; Öteki için sorumluluk almayı gerektiren varoluş biçimlerinin reddi; bütün düzenlemelerin yakınlaşma ve bağlanma olasılığını dışlayacak şekilde tüketici lehine yapılması; yalnızca ve yalnızca şimdiyi yaşama, geçmişten bağımsız olma ve gelecek için taahhüt altına girmeme garantisi.. En önemlisi de, 'iyi' ile 'kötü' arasında seçim yapma ve ahlaki kararlar alma yükümlülüğünden kaçış imkânı... Sorumluluk almadığınız sürece rahatlatılması gereken bir vicdanınız da olmayacaktır. 'Bireyin kurtuluşu' vaadi gerçekleşmiştir artık!... Peki ya Öteki? Yoksulluk, savaşlar, etnik kıyım, ayrımcılık, hastane kuyrukları, işsizlik? Etik mi dediniz? Primetime kuşağında oynayan bir dizinin adı mı? Alışveriş merkezlerinde satılır mı? Parçalanmış Hayat, Richard Sennett’in “toplumsal kuram alanında büyük bir olay” diye nitelediği Postmodern Etik’in devamı olarak okunması gereken bir kitap. Bauman Postmodern Etik’te yasaları olmayan bir ahlakı, kendi gerekçesini yine kendinde bulan bir ahlakın dış hatlarını tarif ediyordu. Parçalanmış Hayat’ta ise modernliğin sınırlılıklarından kurtulan etik için alacakaranlığı değil şafağı müjdeliyor. Modern dönemde kesin hatlarıyla belirlenmiş “uç”larda, “başlangıç”ta ya da “son”da yaşanan hayatların, postmodern dönemle birlikte yıkıldığını ve her şeyin “orta”ya, yani belirlenemezliğin, olumsallığın, tekinsizliğin ve yabancılığın ıssızlığına düştüğünü ifade ediyor. Kişinin önünü göremediği, arkasında iz bırakamadığı bir “çöl yolculuğu” olarak yaşanan hayatın, kişiye, kendi ahlakını kendisinin oluşturması imkânını veren gerçek bir özgürlüğün şimdi mümkün olduğunu belirtiyor. “Etiği olmayan ahlak”tan postmodern siyaset sorununa kadar Parçalanmış Hayat, çağdaş toplumsal düşünceye, enine boyuna okunup tartışılması gereken muhteşem bir katkı sunuyor...Parçalanmış Hayat
Özellikle modernlik ve post-modernlik üzerine incelemeleriyle son
dönemin en dikkate değer düşünürlerinden biri haline gelen Zygmunt
Bauman, sosyal bilimler alanında son derece faydalı bir kitap sunuyor
bizlere. Sosyolojik Düşünmek, sadece sosyoloji öğrenimi görenler için
kaleme alınmış bir çalışma değil. Konuya ilgi ve merak duyan genel
okurun da sosyolojinin anlamı ve işlevi, sosyolojide değişik tarzlar ve
yaklaşımlar üzerine bilgilenmesini sağlayacak önemli bir kaynak kitap.
Ama hepsinden önemlisi Bauman, gündelik ve toplumsal hayatımıza
sosyolojik bir boyuttan bakmanın önemini; böyle bir bakışın
kazandıracağı kavrayış zenginliğini; tektipliğin ve tamamlanarak donmuş
görüşlerin değil, toplum yaşamında müphemliğin kabulüne dayalı bir
düşünme tarzının, kısacası sosyolojik düşünmenin önemini ortaya koyuyor.
Kitapta öne çıkarılan ve bu çalışmaya asıl anlamını kazandıran da,
farklı perspektifleri ve gelenekleriyle, kuramsal tartışmalarıyla bir
disiplin olarak sosyolojinin kapsamı ve tarihi üzerine açıklamalar
olmaktan ziyade, işte bu bakışın ve düşünme biçiminin, "sosyolojik
düşünme"nin kazandıracağı kavrayış çeşitliliği. Sosyolojik Düşünmek,
akademik kullanım mantığına göre değil, "gündelik hayat mantığı"na göre
düzenlenmiş bir kitap. Bauman, sosyolojinin inceleme konusu olan ikilik
ve karşıtlıkları çokboyutlu bir bakışla irdeliyor: Birey olma ve toplum
içinde var olma arasındaki bütünlük ile çatışma; toplumların ya da genel
olarak insan gruplarının kendini ve karşıtını, daha doğrusu karşıtına
göre kendini tanımlaması; birey ile grup, doğa ile kültür, millet ile
devlet, birliktelik ile ayrılık, bireysel varlığını koruma ile ahlaki
yükümlülük arasındaki çatışmalar, kitapta incelenen ikiliklerden
bazıları.Bauman, sosyolojinin -daha genel olarak düşünürsek insanı,
toplumu konu alan hiçbir disiplinin- asla tamamlanmış, her türlü
kesinliksizlik ve müphemlikten arınmış bir bakış kuramayacağını
belirtiyor. Zaten sosyolojik düşünmenin kişiye kazandıracağı en önemli
yetenek de, hayatın hiçbir noktasında böyle bir kesinliğin mümkün
olamayacağını, her türlü kesinlik iddiasının bir "yalan" olmaktan öteye
geçmeyeceğini görebilmektir. Dolayısıyla hiçbir bakış tek başına
kusursuz ya da ayrıcalıklı olamaz; hayata ilişkin değişik yorumların her
biri, olsa olsa kavrayış bütünlüğümüze kendi zenginliğini katacaktır.
Sosyolojik düşünmek, kesinliğe varacak bir yol sağlamak şöyle dursun,
her türlü müphemliği çoğaltacaktır. Ama müphemlikten korkmamak gerekir;
dünyaya ilişkin gerçek bir kavrayış özgürlüğünün ve hoşgörünün temelinde
bu müphemliğin, bakış zenginliğinin kabulü yatar; bu anlamda sosyoloji
ve sosyolojik düşünmek, Bauman'ın sözleriyle ifade edecek olursak
insanın "özgürlük davasına hizmet eder."...Sosyolojik Düşünmek
Bizi eyleme geçiren korkularımız, endişelerimizdir; ama genelde
eylemimiz, endişemizin arkasında yatan hakiki nedenlerden başka yönlere
sapar. Hayatımızı anlamlı kılmaya çalışırken, başarısızlıklarımızdan,
zayıflıklarımızdan kendimizi sorumlu tutarız hep. Dolayısıyla her şey
iyiye gideceğine kötüye gider. Eğer biz mantıklı insanlarsak bunlar
nasıl başımıza geliyor? Neden bu gibi durumlarla başa çıkamıyoruz?
Bireyselleşme kaderimizse toplum içinde var olmaya nasıl devam edeceğiz?
Yaşamakta olduğumuz çağın kuşkusuz en eleştirel ve üretken
toplumbilimcilerinden olan ve kimilerince postmodernitenin kuramcısı
sayılan Zygmunt Bauman Bireyselleşmiş Toplum’da, günümüzün toplumsal ve
siyasal yaşamının değişen karakterini mercek altına alıyor. Bauman bu
kitapta, yaşamlarımıza dair bizden anlatmamız beklenen ama anlatmaya
zorlandığımız hikâyeleri sorunsallaştırıyor. Yapılması gerekenin bu
hikâyeleri sansür etme ya da yanlışlardan arındırma değil, onların, bize
dayatılandan başka biçimlerde de anlatılabileceğini göstermek olduğunu
iddia ediyor. Çağdaş toplumbilimin, bireysel kararlarımızı ve
eylemlerimizi, sorunlarımızın ve korkularımızın derininde yatan asıl
nedenlerle ilişkilendirmekte bize yardım edebileceğine inanan Bauman,
yaşamakta olduğumuz küreselleşme deneyimini çözümlemekte kifayetsiz
kalan halihazırdaki kuram ve kavramlarla yetinmek yerine, yeni bakış
açılarının izini sürüyor. Bireyselleşmenin bir kader olduğunu,
dolayısıyla da insanların yaşadıkları zorlukların ve başarısızlıkların
kendi bireysel hatalarının ürünü olduğunu düşündürten günümüz toplumuna
karşı kolektif bir duruş almanın etik yükümlülüğünün altını çiziyor.
Küreselleşme sürecinin emeğin doğasında yol açtığı değişim, yeni düzenin
özgürlük ve güvenlik anlayışlarının değişen çehresi, yoksulluktan
yararlanma biçimleri ve eğitimin yeni örgütlenme tarzı gibi meseleler
üzerine kaleme aldığı eleştirel denemelerde Bauman, neoliberal
rasyonalitenin aşka biçtiği değer ve postmodern toplumun cinselliği
nasıl algıladığı ve kullandığı gibi, görece az kafa yorulmuş konularda
da ilginç gözlemler yapıyor. Freudcu baskıcı varsayım gibi Foucaultcu
panoptik iktidar modelinin de cinselliğin postmodern kullanımlarını
anlamadaki yetersizliklerine değinen yazar, artık herhangi bir norma ya
da üreme rejimine uymak zorunda olmayan cinselliğin müphem karakterinin
ve ana ilişkin olmasının toplumsal içerimlerinin altını çiziyor.
Bireyselleşmiş Toplum’da Bauman, günümüz entelektüellerini duyarsızlıklarından dolayı azarlıyor ve onları yeniden oyuna davet ediyor. British Journal of Sociology
"Aşk, akıldan, akıl aşktan korkar... Kendi aralarında konuşmazlar, daha çok bağırarak birbirlerini susturmaya çalışırlar. Kuşkusuz, akıl aşktan daha iyi bir konuşmacıdır! Aşk hakkında konuşmaya zorlandığımızda... Sözcükler eşyalarını toplar ve ortadan kaybolur." Bireyselleşmiş Toplum
Günümüzde ilişkiler bir tür yatırımdır. Ama bir simsardan satın aldığınız ilişkiye sadakat yemini etmek hiç aklınızdan geçmiş midir?.. O yüzden günümüz ilişkilerinde sürekli tetikte olmak gerekir. Şekerleme yapanın ya da gardını düşürenin vay haline...Akışkan Aşk – İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair
Bauman'ın 44 mektubu günümüz dünyasına atılmış mektuplardır. Her biri Akışkan Modern Dünya'ya dairdir. Geçmiş ile bugün, bugün ile gelecek ve son olarak geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurmak üzerinedir. Çelişkili fikirler ve öneriler curcunası içinde gerçek ve değerli parçacıkları yalan, yanılsama, çöp ve atık ıvır zıvırdan ayırmamıza yarayacak bir harman makinesi olma çabasındadır.
Diğer yandan, tıpkı Richard Rotry'ın ifade ettiği gibi, yeni kuşaklara bir şeyler anlatma telaşıdır: "Çocuklarımızı, masa başında oturup klavyelerin tuşlarına basan bizlerin tuvaletlerini temizleyerek ellerini kirletenlerden on kat, üçüncü dünya ülkelerindeki fabrikalarda klavyelerimizi üretenlerden yüz kat fazla ücretle çalışmamızı içlerine sindiremeyecekleri gibi yetiştirmeliyiz. İlk sanayileşen ülkelerin henüz sanayileşmekte olanlara kıyasla yüz kat refah içinde yaşadığı gerçeğini dert etmelerini sağlamalıyız. Çocuklarımız öncelikle kendi kaderleriyle başka çocukların kaderi arasındaki eşitsizliğin ne tanrının isteği ne de ekonomik yeterlilik için gerekli bir bedel olduğunu, bunun kaçınılabilir bir trajedi olduğunu öğrenmeliler. Birileri gırtlağına kadar doyarken kimsenin açlık çekmemesini sağlamak için dünyanın nasıl değiştirilebileceğini bir an evvel düşünmeye başlamalılar."
Bu mektuplar yukarıdaki hedefler gözetilerek kaleme alınmıştır. Sahiplerini bulmaları dileğiyle.
"Dünya, "aradığınız ne varsa, burada" mağazalarına döndü. Kültür ise o mağazanın sadece bir reyonu. Raflar sürekli yenilenen ürünlerle dolmak zorunda... Akışkan modern dünyanın bir "halkı" yok. Onun yerine baştan çıkarılacak "müşterileri" var...Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup
28 Ekim 2016
Atatürk "Türk milletinin karakter ve törelerine en uygun olan yönetim cumhuriyet yönetimidir."
24 Ekim 2016
İktisat konusunda müthiş özet
Ekonomi hocamız yılın ilk dersine şöyle başlamıştı:
- Öğrencilerim, birazdan size on dakika içinde ilk iktisat dersini vereceğim.
Bu on dakika yeterli olacak. Geri kalan zamanda yani bütün bir yıl boyunca, "zenginlerin yazdırdığı" müfredatı okuyacağız dedi ve devam etti:
- Arkadaşlarım, iktisat üçe ayrılır: ticaret, siyaset, savaş.
1- Bir milyon dolara kadar para kazanmak isteyenler ticaret
2- Bir milyar dolara kadar para kazanmak isteyenler siyaset
3- Daha çok kazanmak isteyenlerse savaş yaparlar!..
Oruç Aruoba - Özlediğin Gidip Göremediğindir
Jack Kerouac - Yolda
Amerika’nın ortasında, gençliğimin Doğusu ile geleceğimin Batısını ayıran çizgideydim; belki de olanlar bu yüzden tam orada ve o zaman oldu, o garip kızıl öğleden sonra.
Sırtüstü uzanmış, gözlerimiz tavanda yatıyor ve Tanrı’nın hayatı bu kadar acıklı kılarken ne planladığını düşünüyorduk.
İşinde sorunları olmasına ve sivri dilli bir kadınla kötü bir aşk hayatı yaşamasına rağmen, en azından gülmeyi nerdeyse dünyadaki herkesten daha iyi öğrenmişti.
Kaybettiği her şeyi geri alma derdindeydi, kayıplarının sonu yoktu, hayat sonsuza kadar böyle devam edecekti.
Onunla bir geceyi daha dünyadan gizlenerek geçirmeye karar verdim, sabah ne olacaksa olurdu.
Terry’ye, gidiyorum dedim. Bütün gece bunu düşünmüş ve kabullenmişti. Bağda duygusuz duygusuz öptü beni; ardından da asma sırasının yanından ilerlemeye koyuldu. Birkaç adım attıktan sonra dönüp son kez birbirimize baktık, aşk bir düellodur çünkü.
Ekimde yuvaya dönüyordum. Ekimde herkes yuvaya döner.
Huzur aniden gelecek ve geldiğini fark etmeyeceğiz.
İnsanlara kendi şaşkınlığımdan başka verecek şeyim yoktu.
Hayattaki her şey, hayatın bütün yüzleri aynı küf kokulu odada toplanıyordu.
Gecenin ortasında bir şeye karar vermeye çalışan ve önlerindeki karanlıkta geçmiş yüzyılların tüm ağırlığını taşıyan üç yeryüzü çocuğuyduk biz.
Yolculuğumuzun başında yağmur çiseliyordu ve esrarengiz bir hava vardı. Büyük bir sis destanına tanık olacaktık anlaşılan. ”Hey!” diye bağırdı Dean. “Gidiyoruz işte!” direksiyona abanıp gazladı; havasını bulmuştu, herkes farkındaydı. Hepimiz keyifliydik, karmaşayı ve anlamsızlığı arkada bıraktığımızın, zamanla ilgili tek ve yüce işlevimizi yerine getirmekte olduğumuzun farkındaydık: hareket etmek. Ve hareket ettik!
Sonunda çıkıp yalnız başıma rıhtıma yürüdüm. Çamurlu kıyıya oturup Mississippi Nehri’ni incelemek istiyordum; bunun yerine bir tel örgüye burnuma dayayıp öyle bakmak zorunda kaldım nehre. İnsanları nehirlerinden ayırmaya başlarsanız ne kalır geriye? Bürokrasi…
Otuz beş sent ödeyip eski filmler gösteren bir sinemaya girdik, balkona yerleştik ve sabah kovulana kadar bir yere kıpırdamadık. O sinemadakilerin hepsi yolun sonuna gelmiş insanlardı: bir söylenti üzerine araba fabrikalarında çalışmaya gelmiş Alabamalı bitik zenciler; yaşlı beyaz serseriler; şaraplarını yanlarında taşıyan, yolun sonuna varmış uzun saçlı zamane gençleri; orospular; sıradan çiftler ve yapacak işi, gidecek yeri, inanacak kimsesi olmayan ev kadınları. Detroit elekten geçirilse bundan daha bitik bir topluluk elde edilemezdi.
1942’de dünyanın gelmiş geçmiş en iğrenç oyunlarından birinin yıldızıydım. Denizci olarak Boston’da bulunuyordum, Scollay Meydanı’ndaki Imperial Cafe’ye içmeye gitmiş, altmış bardak bira devirdikten sonra tuvalete kapanmış ve klozete sarılıp uyumuştum. Gece boyunca en az yüz denizci ve çeşit çeşit insan gelip, ben tanınmaz bir şekilde topraklaşana kadar üstüme her türlü duygusal pisliklerini saçmışlardı. Ne fark eder ki? İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir. Cennet nedir ki zaten? Yeryüzü nedir? Hepsi zihnimizde.
Bir gün çocuklarımızın merakla, anne babalarının inişsiz çıkışsız, düzenli, resimlerin dondurduğu gibi durağan hayatlar yaşadıklarını, sabahları kalkıp hayatın kaldırımlarını gururla adımladıklarını sanarak, bizim esas yaşantılarımızın, esas gecelerimizin hırpani deliliğini, bitikliğini, cehennemini ve o anlamsız yol kâbusunu akıllarının ucundan bile geçirmeden bakacakları fotoğraflardı bunlar. Hepsi sonsuz ve başlangıçsız bir boşluğun içinde.
dean tam beş dakika lokantanın önünde dikildikten sonra içeri girip yerine oturdu. “eee,” dedim “dışarıda ne yapıyordun öyle yumrukların sıkılı? bana sövüp böbreklerim hakkında yeni espriler mi düşünüyordun?”
dean sessiz sessiz başını salladı. “hayır oğlum, hayır oğlum, tamamen yanılıyorsun. öğrenmek istiyorsan söyleyeyim.”
“söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.
“ağlıyordum,” dedi dean.
“yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”
“öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”
“ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.*“arabayla uzaklaşırken arkanızda bıraktığınız insanların düzlükte ufalarak nokta haline gelip kaybolduklarını gördüğünüz anda hissettiğiniz o duygu nedir? fazlasıyla büyük bu dünya, bizi ezip geçiyor duygusudur bu; ve vedadır. ama biz yine de gökyüzünün altında bir sonraki çılgın maceraya doğru koşarız”
“ölmüşsen ölmüşsündür zaten, hepsi bu”diye cevap verdi. odasında, psikanalistiyle birlikte kullandıklarını söylediği bir zincir takımı vardı: narkoanaliz yapmayı deniyorlarmış, ihtiyar boğa’nın, derinlere doğru indikçe kötüleşen yedi ayrı kişiliği olduğunu keşfetmişler. en sonuncusu gözü dönmüş bir geri zekâlı, ortada ise başkalarıyla beraber kuyrukta bekleyen ve, “bazıları piçtir, bazıları değil, bütün mesele bu,” diyen ihtiyar bir zenci.
ya işte böyle, günbatımı olunca bazen nehir kenarındaki yıkık iskeleye oturur, göz alabildiğine uzanan gökyüzünü seyreder, inanılmayacak kadar büyük tek bir tümsek halinde batı kıyısı’na doğru yuvarlanan o toy toprakların, başını alıp giden yolların ve sonsuzlukta oturup hayal kuran insanların varlığını hissederim, derim ki çocuklar ağlıyordur şimdi, ağlamalarına izin verilen yerde, o gece gökte yıldız olmayacak, tanrı ayıcık pooh’dur, bilmez misiniz?
az sonra esaslı bir gece çökecek, dünyayı kutsayan, bütün nehirleri karartan, tepeleri sarıp sarmalayan, son kıyıyı da kaplayan gece, ve kimse kimseye ne olacağını bilmeyecek, yaşlanmanın çaresiz sefaletinden başka, işte o zaman dean moriarty gelir aklıma, ardından ihtiyar dean moriarty, bulamadığımız baba, ve gene dean moriarty.
Simone de Beauvoir - Sartre'a Mektuplar
Oysa karşısındakine tam olarak güvenmeden, onu yarım yamalak bir sevgi ve yapay tatlı sözler ve davranışlarla seven kişiler ancak belirlenmiş nesneler olabilirler. Yani onlar bir parantezin içindedir. Ve tek olamamak kendini parantezin içine koymak demek. Ben de bazen parantezlerin arasına giriyorum. Ve işte o zaman bende tuzağa düşmüş oluyorum. Hayatınızda bir şey oluyorum. Şüphesiz her zaman beni gerçekten sevdiğinizi düşündüm. Oysa şimdi biz tek kişiyiz diyorum ki, bu da az önce söylediğimin tam zıddı.
Edip Cansever Kısa şiirler
Cin
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka I
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Çiçekler Zamanında
Şu Küçük Şey
Nice sözler vardır –belli belirsiz– bir yangın yerine benzer
Uçurum
Bir ağaç sürüsünün üstünden
Şekerli Gerçek
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Sonrası Kalır
Ahmet Taner Kışlalı "Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür."
Eduardo Galeano - Aynalar
Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte.
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum.
Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’ da değilseler, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?
Her şeyin yok edicisiyiz,
hemcinslerimizin avcısıyız,
atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,
makineler icat eden,
icat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,
içinde yaşadığı evi yiyip bitiren,
kendisinin içeceği suyu ve kendisine yiyecek veren toprağı zehirleyen,
kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,
zevk için öldürebilen,
işkence eden,
tecavüz eden yegâne hayvanlarız.
Ama aynı zamanda da,
gülen,
uyanıkken düş kuran,
ipekböceğinin salyasından ipek yapan,
çöplüğü güzelliğe dönüştüren,
gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden,
dünyanın seslerine yeni müzikler katan
ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye
yeni sözcükler yaratan yegâne hayvanlarız…"
20 Ekim 2016
Life Is Beautiful 1997 "İyileri aptal sandığımız yerde yitirdik insanlığımızı."
Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün, her zaman yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Mutlaka başarabileceğiniz bir şeyler vardır. Yaşamın olduğu yerde, umut da vardır...Stephen Hawking
Trevanian - Katya'nın Yazı
Gerçek olamayacak kadar kusursuz ve katlanılamayacak kadar acı.
İnsan ruhunun derinliklerine inen sürpriz dönüşlerle umulmadık bir etki yaratan inanması zor bir yaz…
Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim.
Azra Kohen "Öğrenilmesi gereken sonsuz bilginin sonsuz rakamıydı Pi...Hayat gibi."
Her birimiz var olan her duyguyu hissedip var olan her deneyimi anlayıncaya kadar buradayız.
Ya Bir olup BİZ olacağız ya da zıtlıkların algısında, yargılamanın tuzaklarında yok olacağız.
Acı bilginin bedene inmesidir.
Bilgiyi bedene indirmeli olman gereken şeye dönüşmelisin.
Ve hayat şükürler olsun ki hepimizden daha akıllıdır.
Setin içinde yer alan kitaplar: Fİ, Çİ, Pİ
NOT DEFTERİ
- Pratik Bilgiler
- Gerekli Bilgiler
19 Ekim 2016
Fazıl Hüsnü Dağlarca "Türkçem benim ses bayrağım."
Havaya Çizilen Dünya
Dal
Yalnızlığım
Simgelerde Yüzler
Hasret
Söyle Sevda İçinde Türkülerimizi
Nereye?
Akdeniz Şiirleri
"Yıllarla değil, dostlarla say yaşını.Gözyaşlarınla değil, gülüşlerle say hayatını."John Lennon
Karmaşık ruhların son sığınağıdır onlar...Oscar Wilde
15 Ekim 2016
Murathan Mungan "Uçan kuşlar konsun senin göğüne."
Ülkü Tamer...Çok canım sıkılıyor.
Kuş vuralım istersen?
İlhan Berk...Kuşlarını alıp gidiyor gök.
Can Yücel...Bu dünya, yoruldumu kuşlar konsun diyedir.
Behçet Necatigil...Seni her özlediğimde bir tanem Kuşlara bakıyorum.
Süreyya Berfe...Seni hep gökyüzünün önünde düşünüyorum.
Cahit Zarifoğlu...Ve kuşlarda kaderle uçar.
Ahmet Telli...Gider kim sular fesleğenleri?
Sylvia Plath...Bir fırtına kuşunu sevmeliydim, seveceğime seni.
Franz Kafka...Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.
Sait Faik Abasıyanık...Seneler var ki, kuşlar gelmiyor.
Murathan Mungan...Uçan kuşlar konsun senin göğüne.
Halil Cibran...Bir kuş uyandı, derinliklerinde kalbimin.
Turgut Uyar...Kuş yemi kadar yalnızdı.
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Hilmi Yavuz...Kuşlarımı koymak için, bir gök resmi bulamadım.
Furuğ Ferruhzad...Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.
Edip Cansever...Bir kadın değilsin, bir kişi bile değilsin.
Yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı.
Şükrü Erbaş...Bir durgun sudayız, konuşsak da
Kuş uçmuyor içimizdeki ormandan.
Göğsümdeki tek kanatsın.
Üzerimde uçan bütün kuşlar.
Cemal Süreya...Kuşlar toplanmış göçüyorlar
Didem Madak...Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin.
Bir bakardım eğilmiş su içiyor gamzelerinden kuşlar.
Haydar Ergülen...Bir kuş kadar olamadım, iki kanat bulamadım.
Nilgün Marmara...Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.