31 Ekim 2016

Bülent Ecevit "Özgür insan kendini aşabilen insandır."


Özgür insan kendi özgürlüğüyle yetinmez. Özgürlüğü yalnız kendine veya kendi gibi düşünenlere ve kendi durumunda olanlara isteyen insan bencildir veya zorbadır. 
 
Bencil insansa, özgür olamaz çünkü bencil insan, kendi kendinin kölesidir. 
 
Zorba insan özgür olamaz çünkü zorbalık özgürlüğe düşmandır. 
 
Özgür insan tüm insanlık için özgürlük ister. Özgür insan herkese karşı özgürdür, fakat herkesle birlikte özgür olmayı özler. 
 
Özgür insan topluma karşı özgürdür ama toplumun da özgürlüğünü gözetir. Çünkü özgür olmayan toplumda kendi özgürlüğünün de zorlanacağını bilir. 
 
Özgür insan kendi kendine yabancılaşmadan toplumla bütünleşebilen ve toplumla yabancılaşmadan kendi kişiliğini koruyabilen insandır. Özgür insan kendini aşabilen insandır.



Zygmunt Bauman

 
Artık küresel bir tüketim toplumundayaşıyoruz ve tüketim davranışıkalıplarının, iş ve aile hayatımız dâhil hayatımızın diğer her yönünü etkilememesinin imkânı yok. Artık hepimiz daha fazla tüketme baskısı altındayız ve bu yolda kendimiz tüketim ve emek piyasalarında metalara dönüşüyoruz....Etiğin Tüketiciler Dünyasında Bir Şansı Var mı?

 Bu ilgi çekici eser, modern tarih boyunca meydna gelen bu değişimi göstermeye ve bu değişimin toplumsal sonuçlarının dökümünü yapmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken, artan yoksulluğu yenmek ve sıkıntılarını dindirmek için bulunan sınanmış ve iyi bilinen çarelerin, günümüzdeki yoksulluğun sorunlarını kavramaya ve çözmeye ne ölçüde uygun olduğunu (ya da olmadığını) dikkate almayı amaçlamaktadır. Sosyoloji ve siyaset meraklıları bu eseri, sürmekte olan toplumsal bir sorunun değişen anlam ve önemi üzerine paha biçilmez bir kitap olarak değerlendireceklerdir...Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar

İlkeli siyaset, kimlik, ahlak, sorumluluk... postmodern dönemin umacıları. Gün, sorumluluk almamanın, bağlanmamanın, parçalı kimliklerin, plastik cinselliğin ve tüketicilerin günü! Mademki siyaset agoralardan silinip oy sandıklarına hapsedildi; modernliğin toplama kamplarında bitiremediği öteki, evin, mahallenin, kentin dışına püskürtüldü; hayat artık doğumla başlayıp ölümle sona eren bir süreklilik olmaktan çıkıp hesaplanabilir ve sürdürülebilir parçalara bölündü... öyleyse artık evlerimizin sıkıca kilitlenmiş kapıları ardında da olsa, güvendeyiz demektir: Yabancı ve dolayısıyla belirsiz olan her şeyden zamansal ve mekansal uzaklık;  Öteki için sorumluluk almayı gerektiren varoluş biçimlerinin reddi; bütün düzenlemelerin yakınlaşma ve bağlanma olasılığını dışlayacak şekilde tüketici lehine yapılması; yalnızca ve yalnızca şimdiyi yaşama, geçmişten bağımsız olma ve gelecek için taahhüt altına girmeme garantisi.. En önemlisi de, 'iyi' ile 'kötü' arasında seçim yapma ve ahlaki kararlar alma yükümlülüğünden kaçış imkânı... Sorumluluk almadığınız sürece rahatlatılması gereken bir vicdanınız da olmayacaktır. 'Bireyin kurtuluşu' vaadi gerçekleşmiştir artık!... Peki ya Öteki? Yoksulluk, savaşlar, etnik kıyım, ayrımcılık, hastane kuyrukları, işsizlik? Etik mi dediniz? Primetime kuşağında oynayan bir dizinin adı mı? Alışveriş merkezlerinde satılır mı? Parçalanmış Hayat, Richard Sennett’in “toplumsal kuram alanında büyük bir olay” diye nitelediği Postmodern Etik’in devamı olarak okunması gereken bir kitap. Bauman Postmodern Etik’te yasaları olmayan bir ahlakı, kendi gerekçesini yine kendinde bulan bir ahlakın dış hatlarını tarif ediyordu. Parçalanmış Hayat’ta ise modernliğin sınırlılıklarından kurtulan etik için alacakaranlığı değil şafağı müjdeliyor. Modern dönemde kesin hatlarıyla belirlenmiş “uç”larda, “başlangıç”ta ya da “son”da yaşanan hayatların, postmodern dönemle birlikte yıkıldığını ve her şeyin “orta”ya, yani belirlenemezliğin, olumsallığın, tekinsizliğin ve yabancılığın ıssızlığına düştüğünü ifade ediyor. Kişinin önünü göremediği, arkasında iz bırakamadığı bir “çöl yolculuğu” olarak yaşanan hayatın, kişiye, kendi ahlakını kendisinin oluşturması imkânını veren gerçek bir özgürlüğün şimdi mümkün olduğunu belirtiyor. “Etiği olmayan ahlak”tan postmodern siyaset sorununa kadar Parçalanmış Hayat, çağdaş toplumsal düşünceye, enine boyuna okunup tartışılması gereken muhteşem bir katkı sunuyor...Parçalanmış Hayat 

Özellikle modernlik ve post-modernlik üzerine incelemeleriyle son dönemin en dikkate değer düşünürlerinden biri haline gelen Zygmunt Bauman, sosyal bilimler alanında son derece faydalı bir kitap sunuyor bizlere. Sosyolojik Düşünmek, sadece sosyoloji öğrenimi görenler için kaleme alınmış bir çalışma değil. Konuya ilgi ve merak duyan genel okurun da sosyolojinin anlamı ve işlevi, sosyolojide değişik tarzlar ve yaklaşımlar üzerine bilgilenmesini sağlayacak önemli bir kaynak kitap. Ama hepsinden önemlisi Bauman, gündelik ve toplumsal hayatımıza sosyolojik bir boyuttan bakmanın önemini; böyle bir bakışın kazandıracağı kavrayış zenginliğini; tektipliğin ve tamamlanarak donmuş görüşlerin değil, toplum yaşamında müphemliğin kabulüne dayalı bir düşünme tarzının, kısacası sosyolojik düşünmenin önemini ortaya koyuyor. Kitapta öne çıkarılan ve bu çalışmaya asıl anlamını kazandıran da, farklı perspektifleri ve gelenekleriyle, kuramsal tartışmalarıyla bir disiplin olarak sosyolojinin kapsamı ve tarihi üzerine açıklamalar olmaktan ziyade, işte bu bakışın ve düşünme biçiminin, "sosyolojik düşünme"nin kazandıracağı kavrayış çeşitliliği. Sosyolojik Düşünmek, akademik kullanım mantığına göre değil, "gündelik hayat mantığı"na göre düzenlenmiş bir kitap. Bauman, sosyolojinin inceleme konusu olan ikilik ve karşıtlıkları çokboyutlu bir bakışla irdeliyor: Birey olma ve toplum içinde var olma arasındaki bütünlük ile çatışma; toplumların ya da genel olarak insan gruplarının kendini ve karşıtını, daha doğrusu karşıtına göre kendini tanımlaması; birey ile grup, doğa ile kültür, millet ile devlet, birliktelik ile ayrılık, bireysel varlığını koruma ile ahlaki yükümlülük arasındaki çatışmalar, kitapta incelenen ikiliklerden bazıları.Bauman, sosyolojinin -daha genel olarak düşünürsek insanı, toplumu konu alan hiçbir disiplinin- asla tamamlanmış, her türlü kesinliksizlik ve müphemlikten arınmış bir bakış kuramayacağını belirtiyor. Zaten sosyolojik düşünmenin kişiye kazandıracağı en önemli yetenek de, hayatın hiçbir noktasında böyle bir kesinliğin mümkün olamayacağını, her türlü kesinlik iddiasının bir "yalan" olmaktan öteye geçmeyeceğini görebilmektir. Dolayısıyla hiçbir bakış tek başına kusursuz ya da ayrıcalıklı olamaz; hayata ilişkin değişik yorumların her biri, olsa olsa kavrayış bütünlüğümüze kendi zenginliğini katacaktır. Sosyolojik düşünmek, kesinliğe varacak bir yol sağlamak şöyle dursun, her türlü müphemliği çoğaltacaktır. Ama müphemlikten korkmamak gerekir; dünyaya ilişkin gerçek bir kavrayış özgürlüğünün ve hoşgörünün temelinde bu müphemliğin, bakış zenginliğinin kabulü yatar; bu anlamda sosyoloji ve sosyolojik düşünmek, Bauman'ın sözleriyle ifade edecek olursak insanın "özgürlük davasına hizmet eder."...Sosyolojik Düşünmek
 
  Bizi eyleme geçiren korkularımız, endişelerimizdir; ama genelde eylemimiz, endişemizin arkasında yatan hakiki nedenlerden başka yönlere sapar. Hayatımızı anlamlı kılmaya çalışırken, başarısızlıklarımızdan, zayıflıklarımızdan kendimizi sorumlu tutarız hep. Dolayısıyla her şey iyiye gideceğine kötüye gider. Eğer biz mantıklı insanlarsak bunlar nasıl başımıza geliyor? Neden bu gibi durumlarla başa çıkamıyoruz? Bireyselleşme kaderimizse toplum içinde var olmaya nasıl devam edeceğiz? Yaşamakta olduğumuz çağın kuşkusuz en eleştirel ve üretken toplumbilimcilerinden olan ve kimilerince postmodernitenin kuramcısı sayılan Zygmunt Bauman Bireyselleşmiş Toplum’da, günümüzün toplumsal ve siyasal yaşamının değişen karakterini mercek altına alıyor. Bauman bu kitapta, yaşamlarımıza dair bizden anlatmamız beklenen ama anlatmaya zorlandığımız hikâyeleri sorunsallaştırıyor. Yapılması gerekenin bu hikâyeleri sansür etme ya da yanlışlardan arındırma değil, onların, bize dayatılandan başka biçimlerde de anlatılabileceğini göstermek olduğunu iddia ediyor. Çağdaş toplumbilimin, bireysel kararlarımızı ve eylemlerimizi, sorunlarımızın ve korkularımızın derininde yatan asıl nedenlerle ilişkilendirmekte bize yardım edebileceğine inanan Bauman, yaşamakta olduğumuz küreselleşme deneyimini çözümlemekte kifayetsiz kalan halihazırdaki kuram ve kavramlarla yetinmek yerine, yeni bakış açılarının izini sürüyor. Bireyselleşmenin bir kader olduğunu, dolayısıyla da insanların yaşadıkları zorlukların ve başarısızlıkların kendi bireysel hatalarının ürünü olduğunu düşündürten günümüz toplumuna karşı kolektif bir duruş almanın etik yükümlülüğünün altını çiziyor. Küreselleşme sürecinin emeğin doğasında yol açtığı değişim, yeni düzenin özgürlük ve güvenlik anlayışlarının değişen çehresi, yoksulluktan yararlanma biçimleri ve eğitimin yeni örgütlenme tarzı gibi meseleler üzerine kaleme aldığı eleştirel denemelerde Bauman, neoliberal rasyonalitenin aşka biçtiği değer ve postmodern toplumun cinselliği nasıl algıladığı ve kullandığı gibi, görece az kafa yorulmuş konularda da ilginç gözlemler yapıyor. Freudcu baskıcı varsayım gibi Foucaultcu panoptik iktidar modelinin de cinselliğin postmodern kullanımlarını anlamadaki yetersizliklerine değinen yazar, artık herhangi bir norma ya da üreme rejimine uymak zorunda olmayan cinselliğin müphem karakterinin ve ana ilişkin olmasının toplumsal içerimlerinin altını çiziyor. 

Bireyselleşmiş Toplum’da Bauman, günümüz entelektüellerini duyarsızlıklarından dolayı azarlıyor ve onları yeniden oyuna davet ediyor. British Journal of Sociology

"Aşk, akıldan, akıl aşktan korkar... Kendi aralarında konuşmazlar, daha çok bağırarak birbirlerini susturmaya çalışırlar. Kuşkusuz, akıl aşktan daha iyi bir konuşmacıdır! Aşk hakkında konuşmaya zorlandığımızda... Sözcükler eşyalarını toplar ve ortadan kaybolur." Bireyselleşmiş Toplum
 
Günümüzde ilişkiler bir tür yatırımdır. Ama bir simsardan satın aldığınız ilişkiye sadakat yemini etmek hiç aklınızdan geçmiş midir?.. O yüzden günümüz ilişkilerinde sürekli tetikte olmak gerekir. Şekerleme yapanın ya da gardını düşürenin vay haline...Akışkan Aşk – İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair
 

Bauman'ın 44 mektubu günümüz dünyasına atılmış mektuplardır. Her biri Akışkan Modern Dünya'ya dairdir. Geçmiş ile bugün, bugün ile gelecek ve son olarak geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurmak üzerinedir. Çelişkili fikirler ve öneriler curcunası içinde gerçek ve değerli parçacıkları yalan, yanılsama, çöp ve atık ıvır zıvırdan ayırmamıza yarayacak bir harman makinesi olma çabasındadır.

Diğer yandan, tıpkı Richard Rotry'ın ifade ettiği gibi, yeni kuşaklara bir şeyler anlatma telaşıdır: "Çocuklarımızı, masa başında oturup klavyelerin tuşlarına basan bizlerin tuvaletlerini temizleyerek ellerini kirletenlerden on kat, üçüncü dünya ülkelerindeki fabrikalarda klavyelerimizi üretenlerden yüz kat fazla ücretle çalışmamızı içlerine sindiremeyecekleri gibi yetiştirmeliyiz. İlk sanayileşen ülkelerin henüz sanayileşmekte olanlara kıyasla yüz kat refah içinde yaşadığı gerçeğini dert etmelerini sağlamalıyız. Çocuklarımız öncelikle kendi kaderleriyle başka çocukların kaderi arasındaki eşitsizliğin ne tanrının isteği ne de ekonomik yeterlilik için gerekli bir bedel olduğunu, bunun kaçınılabilir bir trajedi olduğunu öğrenmeliler. Birileri gırtlağına kadar doyarken kimsenin açlık çekmemesini sağlamak için dünyanın nasıl değiştirilebileceğini bir an evvel düşünmeye başlamalılar."

Bu mektuplar yukarıdaki hedefler gözetilerek kaleme alınmıştır. Sahiplerini bulmaları dileğiyle.

"Dünya, "aradığınız ne varsa, burada" mağazalarına döndü. Kültür ise o mağazanın sadece bir reyonu. Raflar sürekli yenilenen ürünlerle dolmak zorunda... Akışkan modern dünyanın bir "halkı" yok. Onun yerine baştan çıkarılacak "müşterileri" var...Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup


28 Ekim 2016

Atatürk "Türk milletinin karakter ve törelerine en uygun olan yönetim cumhuriyet yönetimidir."

Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek, sonsuza dek yaşayacaktır.

Ülkenin ve devrimlerin içerden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için tüm ulusçu ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.

Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek ulusun insanca yaşamayı bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir.


29 Ekim
Cumhuriyet Bayramımız
KUTLU OLSUN!


   


24 Ekim 2016

İktisat konusunda müthiş özet


       Ekonomi hocamız yılın ilk dersine şöyle başlamıştı:



       - Öğrencilerim, birazdan size on dakika içinde ilk iktisat dersini vereceğim. 
Bu on dakika yeterli olacak. Geri kalan zamanda yani bütün bir yıl boyunca, "zenginlerin yazdırdığı" müfredatı okuyacağız dedi ve devam etti:

       - Arkadaşlarım, iktisat üçe ayrılır: ticaret, siyaset, savaş.

       1- Bir milyon dolara kadar para kazanmak isteyenler ticaret
       2- Bir milyar dolara kadar para kazanmak isteyenler siyaset
       3- Daha çok kazanmak isteyenlerse savaş yaparlar!..


Akşam Gazetesi - 07.03.2007 

Oruç Aruoba - Özlediğin Gidip Göremediğindir

Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin

Özlem, gidip görememendir; ama
gidip görmek istemen

Özlediğin, gidip görmek istediğin-
ama gidip göremediğin

Özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen

Attila İlhan "Maviye çıkardı çocukluğumuz. Ne yana dönsek umut, kime tutunsak vefa. Çaldılar ceplerimizden çocukluk ruhumuzu. Öksüz kaldı saksıda çiçek, bedende ruh, şiirde kelime."


Jack Kerouac - Yolda

Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Hiçliğin altüst olmuş gölünde ufak dalgalarız.

Amerika’nın ortasında, gençliğimin Doğusu ile geleceğimin Batısını ayıran çizgideydim; belki de olanlar bu yüzden tam orada ve o zaman oldu, o garip kızıl öğleden sonra.

Sırtüstü uzanmış, gözlerimiz tavanda yatıyor ve Tanrı’nın hayatı bu kadar acıklı kılarken ne planladığını düşünüyorduk.

İşinde sorunları olmasına ve sivri dilli bir kadınla kötü bir aşk hayatı yaşamasına rağmen, en azından gülmeyi nerdeyse dünyadaki herkesten daha iyi öğrenmişti.

Kaybettiği her şeyi geri alma derdindeydi, kayıplarının sonu yoktu, hayat sonsuza kadar böyle devam edecekti.

Onunla bir geceyi daha dünyadan gizlenerek geçirmeye karar verdim, sabah ne olacaksa olurdu.

Terry’ye, gidiyorum dedim. Bütün gece bunu düşünmüş ve kabullenmişti. Bağda duygusuz duygusuz öptü beni; ardından da asma sırasının yanından ilerlemeye koyuldu. Birkaç adım attıktan sonra dönüp son kez birbirimize baktık, aşk bir düellodur çünkü.

Ekimde yuvaya dönüyordum. Ekimde herkes yuvaya döner.

Huzur aniden gelecek ve geldiğini fark etmeyeceğiz.

İnsanlara kendi şaşkınlığımdan başka verecek şeyim yoktu.

Hayattaki her şey, hayatın bütün yüzleri aynı küf kokulu odada toplanıyordu.

Gecenin ortasında bir şeye karar vermeye çalışan ve önlerindeki karanlıkta geçmiş yüzyılların tüm ağırlığını taşıyan üç yeryüzü çocuğuyduk biz.

Yolculuğumuzun başında yağmur çiseliyordu ve esrarengiz bir hava vardı. Büyük bir sis destanına tanık olacaktık anlaşılan. ”Hey!” diye bağırdı Dean. “Gidiyoruz işte!” direksiyona abanıp gazladı; havasını bulmuştu, herkes farkındaydı. Hepimiz keyifliydik, karmaşayı ve anlamsızlığı arkada bıraktığımızın, zamanla ilgili tek ve yüce işlevimizi yerine getirmekte olduğumuzun farkındaydık: hareket etmek. Ve hareket ettik!

Sonunda çıkıp yalnız başıma rıhtıma yürüdüm. Çamurlu kıyıya oturup Mississippi Nehri’ni incelemek istiyordum; bunun yerine bir tel örgüye burnuma dayayıp öyle bakmak zorunda kaldım nehre. İnsanları nehirlerinden ayırmaya başlarsanız ne kalır geriye? Bürokrasi…

Otuz beş sent ödeyip eski filmler gösteren bir sinemaya girdik, balkona yerleştik ve sabah kovulana kadar bir yere kıpırdamadık. O sinemadakilerin hepsi yolun sonuna gelmiş insanlardı: bir söylenti üzerine araba fabrikalarında çalışmaya gelmiş Alabamalı bitik zenciler; yaşlı beyaz serseriler; şaraplarını yanlarında taşıyan, yolun sonuna varmış uzun saçlı zamane gençleri; orospular; sıradan çiftler ve yapacak işi, gidecek yeri, inanacak kimsesi olmayan ev kadınları. Detroit elekten geçirilse bundan daha bitik bir topluluk elde edilemezdi.

1942’de dünyanın gelmiş geçmiş en iğrenç oyunlarından birinin yıldızıydım. Denizci olarak Boston’da bulunuyordum, Scollay Meydanı’ndaki Imperial Cafe’ye içmeye gitmiş, altmış bardak bira devirdikten sonra tuvalete kapanmış ve klozete sarılıp uyumuştum. Gece boyunca en az yüz denizci ve çeşit çeşit insan gelip, ben tanınmaz bir şekilde topraklaşana kadar üstüme her türlü duygusal pisliklerini saçmışlardı. Ne fark eder ki? İnsanların dünyasında adsız olmak cennette ünlü olmaktan iyidir. Cennet nedir ki zaten? Yeryüzü nedir? Hepsi zihnimizde.

Bir gün çocuklarımızın merakla, anne babalarının inişsiz çıkışsız, düzenli, resimlerin dondurduğu gibi durağan hayatlar yaşadıklarını, sabahları kalkıp hayatın kaldırımlarını gururla adımladıklarını sanarak, bizim esas yaşantılarımızın, esas gecelerimizin hırpani deliliğini, bitikliğini, cehennemini ve o anlamsız yol kâbusunu akıllarının ucundan bile geçirmeden bakacakları fotoğraflardı bunlar. Hepsi sonsuz ve başlangıçsız bir boşluğun içinde.

dean tam beş dakika lokantanın önünde dikildikten sonra içeri girip yerine oturdu. “eee,” dedim “dışarıda ne yapıyordun öyle yumrukların sıkılı? bana sövüp böbreklerim hakkında yeni espriler mi düşünüyordun?”
dean sessiz sessiz başını salladı. “hayır oğlum, hayır oğlum, tamamen yanılıyorsun. öğrenmek istiyorsan söyleyeyim.”
“söyle söyle, çekinme.” bütün bunları söylerken kafamı yemekten kaldırmadım. kendimi hayvan gibi hissediyordum.
“ağlıyordum,” dedi dean.
“yok canım, daha neler! sen hiç ağlamazsın ki!”
“öyle mi dersin? neden ağlamazmışım?”
“ağlayacak kadar canın yanmaz da ondan.*“arabayla uzaklaşırken arkanızda bıraktığınız insanların düzlükte ufalarak nokta haline gelip kaybolduklarını gördüğünüz anda hissettiğiniz o duygu nedir? fazlasıyla büyük bu dünya, bizi ezip geçiyor duygusudur bu; ve vedadır. ama biz yine de gökyüzünün altında bir sonraki çılgın maceraya doğru koşarız”

“ölmüşsen ölmüşsündür zaten, hepsi bu”diye cevap verdi. odasında, psikanalistiyle birlikte kullandıklarını söylediği bir zincir takımı vardı: narkoanaliz yapmayı deniyorlarmış, ihtiyar boğa’nın, derinlere doğru indikçe kötüleşen yedi ayrı kişiliği olduğunu keşfetmişler. en sonuncusu gözü dönmüş bir geri zekâlı, ortada ise başkalarıyla beraber kuyrukta bekleyen ve, “bazıları piçtir, bazıları değil, bütün mesele bu,” diyen ihtiyar bir zenci.

ya işte böyle, günbatımı olunca bazen nehir kenarındaki yıkık iskeleye oturur, göz alabildiğine uzanan gökyüzünü seyreder, inanılmayacak kadar büyük tek bir tümsek halinde batı kıyısı’na doğru yuvarlanan o toy toprakların, başını alıp giden yolların ve sonsuzlukta oturup hayal kuran insanların varlığını hissederim, derim ki çocuklar ağlıyordur şimdi, ağlamalarına izin verilen yerde, o gece gökte yıldız olmayacak, tanrı ayıcık pooh’dur, bilmez misiniz?

az sonra esaslı bir gece çökecek, dünyayı kutsayan, bütün nehirleri karartan, tepeleri sarıp sarmalayan, son kıyıyı da kaplayan gece, ve kimse kimseye ne olacağını bilmeyecek, yaşlanmanın çaresiz sefaletinden başka, işte o zaman dean moriarty gelir aklıma, ardından ihtiyar dean moriarty, bulamadığımız baba, ve gene dean moriarty.


Simone de Beauvoir - Sartre'a Mektuplar

Birine güvenerek onu sevdiğiniz zaman, benim sizi sevdiğim gibi, o zaman karşınızdakinin her davranışını yumuşak, her sözcüğünü aşağı yukarı doğru ve belirleyici bir unsur gibi alıyorsunuz. 
Oysa karşısındakine tam olarak güvenmeden, onu yarım yamalak bir sevgi ve yapay tatlı sözler ve davranışlarla seven kişiler ancak belirlenmiş nesneler olabilirler. Yani onlar bir parantezin içindedir. Ve tek olamamak kendini parantezin içine koymak demek. Ben de bazen parantezlerin arasına giriyorum. Ve işte o zaman bende tuzağa düşmüş oluyorum. Hayatınızda bir şey oluyorum. Şüphesiz her zaman beni gerçekten sevdiğinizi düşündüm. Oysa şimdi biz tek kişiyiz diyorum ki, bu da az önce söylediğimin tam zıddı.

Bir şeyi içinizde saklayıp olgunlaştırabilirsiniz ama zehri akıtmak için geri dönecek zaman yoktur ve bütün kötülüğü içinizde tutarsınız.

Kendine mukayyet olmak çok hoş. Mutluluk için eskisine oranla daha az kaygılanıyorum veya en azından mutluluk benim açımdan dünyayı kavrayabilmek için ayrıcalıklı bir durum. Tıpkı çok iyi bir orkestra tarafından çalınan bir senfoni gibi.

Başkalarına olan duygularınızı kıskanmıyorum. Başkalarının size karşı olan duygularını kıskanıyorum.

Siz en kötü üzüntüleri bile köpük gibi dağıtan ve neşeyi kolaylıkla olası kılan zeminsiniz ve bütün iyiliklerin kaynağısınız. Ve sizi paha biçilmez değerlerinize göre seviyorum.

Sizi göremedikten sonra yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.

Yüzümü toparlarken kendimin güçlü bir suretini gördüm, bana gerekli etkiyi yaptı, döktüğüm gözyaşının bana yaşatacağı tüm o dakikalar gözümün önündeydi, olağanüstü bir biçimde savaş dönemi kadınlarına benziyordum. Ve bunun üzerine bir kaybolmuşluk duygusuyla ‘şu kadın benim, bunlar benim başıma geliyor’, diye düşündüm.
 
 
 Paris’te sizinle olacağımı, savaş zamanı Paris’i sizinle yaşayacağımı, Paris’i sizinle yeniden keşfedeceğimi düşünmek benim için öyle kıymetli ki sevdiceğim.
 
 

Edip Cansever Kısa şiirler

Eski Bir Takvim İçin Şiirler
Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur
Islanırım ıslanırım anlamam
Sanki nedir bir yağmurun güzel olması
Sahi bir yağmurun güzel olması
Yağarken kendine severek bakmasından.

Sıcak Haziran geceleri
Saadetin içimde,
Yıldızlar gibi kaynaştığı geceler
Ben de artık yalnız değilim,
Rüzgarın bütün serinliğini duyuyorum.
Geçen yıl da Haziran’ın sıcak günlerinde
Çocuktum, böyle aşıktım.
Rüzgarlar yakardı ayak bileklerimi,
İçimi en güzel sevdalar sarmıştı,
Caddelerde gider gelirdim.

Cin
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka I
   Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Çiçekler Zamanında
Ben çiçekler zamanında doğmuşum
Islak bir gökyüzü zamanında
Ve annem olmamış gibi doğmuşum
Sesini yakından tanıyorum.
Bıraktım anılarımı yan yana dizip
Tam şuralarda bir yerde duruyorum
İstersem yapabilirim
Su diplerindeki esrikliğime güvenip

Şu Küçük Şey
Nice sözler vardır –belli belirsiz– bir yangın yerine benzer
Arasıra kokusunu duyarız
Ve aşklar şekilsiz eylemlerdir gün günden
Biçilmemiş bir çayırdır bütün yaşam
Durumlardır çünkü akılda kalan yalnız.

Uçurum
Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.

Şekerli Gerçek
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez

Sonrası Kalır
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.
Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.

Ahmet Taner Kışlalı "Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür."

- Dinin özü iyilik yapmak, kötülükten kaçınmaktır.
 
- Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil geleceğin öncülüğüdür. 
 
-Bildiğimiz gericiliğin adı artık yeni ilericilik olmuştu.
(İkinci Cumhuriyetçiler için söylediklerinden.)
 
-Türkiyenin demokrasiyle yönetilen ve çağı yakalama şansına sahip tek müslüman ülke oluşunda, laiklik ilkesini benimsemiş oluşunun rolü olmadığını söylemeye olanak var mıdır?
 
-Türkiye’de yaşayan ve kendisini toplumdan sorumlu hisseden herkesin, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi bağlantısını iyi kurması gerektiğine inanıyorum.
 
- Eğer Türkiye'de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal'e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.-
 
-Eğer Türkiye'nin bir bölgesini ayırıp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal'e saldırmanın elbette tutarlı bir yanı vardır.
 
-Ama "çağı yakalama" arayışında görünürken aynı şeyi yapmaya kalkarsanız; belki - her garip şeyi yapanlara olduğu gibi - bazı dikkatleri üzerinize çekersiniz, ama inandırıcı olamazsınız.

Eduardo Galeano - Aynalar

Aynaların içi insanlarla dolu.
Görünmez insanlar bizi görürler.
Unutulmuşlar bizi hatırlarlar.
Biz aslında onları görürüz görürken kendimizi.
Peki, biz gidince. onlar da mı giderler?
 

Kaybolan Şeyler:Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında.
Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki yüzyılın izinden gitmekte.
Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum.
Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’ da değilseler, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?
 
 
 Kitabın kapağında da yazdığı gibi, “Neredeyse Evrensel Bir Tarih” ⁣
 
" Tanrının şaheserleri mi yoksa Şeytan’ın kötü bir şakası mı olduğumuzu artık bilmiyoruz. Biz, insancıklar:⁣
Her şeyin yok edicisiyiz,⁣
hemcinslerimizin avcısıyız,⁣
atom bombasının, hidrojen bombasının ve insanları öldürürken nesnelere hiç zarar vermediği için bunların arasında en faydalısı olan nötron bombasının yaratıcılarıyız,⁣
makineler icat eden,⁣
icat ettiği makinelerin hizmetinde yaşayan,⁣
içinde yaşadığı evi yiyip bitiren,⁣
kendisinin içeceği suyu ve kendisine yiyecek veren toprağı zehirleyen,⁣
kendisini kiralayabilen ya da satabilen ve kendi benzerlerini kiralayabilen ya da satabilen,⁣
zevk için öldürebilen,⁣
işkence eden,⁣
tecavüz eden yegâne hayvanlarız.⁣
Ama aynı zamanda da,⁣
gülen,⁣
uyanıkken düş kuran,⁣
ipekböceğinin salyasından ipek yapan,⁣
çöplüğü güzelliğe dönüştüren,⁣
gökkuşağının tanımadığı renkleri keşfeden,⁣
dünyanın seslerine yeni müzikler katan⁣
ve gerçeklikle hafıza dilsiz olmasın diye⁣
yeni sözcükler yaratan yegâne hayvanlarız…"
 

20 Ekim 2016

Life Is Beautiful 1997 "İyileri aptal sandığımız yerde yitirdik insanlığımızı."



 Karanlıktan korkan çocuğu kolayca hoş görebiliriz. Yaşamdaki asıl trajedi, yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır...Platon

  Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün, her zaman yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Mutlaka başarabileceğiniz bir şeyler vardır. Yaşamın olduğu yerde, umut da vardır...Stephen Hawking 


Trevanian - Katya'nın Yazı


 Dinginliği ve gerilimi aynı zaman aralığında veren, Bask kültürünün ince ayrıntılarını içinde barındıran, metin aralarındaki ipuçlarını takip edenler için soluk soluğa, edemeyenler için şok bir son…
 
Gerçek olamayacak kadar kusursuz ve katlanılamayacak kadar acı.
 
İnsan ruhunun derinliklerine inen sürpriz dönüşlerle umulmadık bir etki yaratan inanması zor bir yaz…
 
...........
 
Hepimiz karşımızdakinin bizi anlamasını isteriz ama, ayna gibi içimiz dışımız görünsün istemeyiz.

İtiraf ruha iyi gelir, Montjean. Ruhu boşaltır, yeni günahlar için yer hazırlar.

Ben geleceği hep yığınlar halinde 'bugün' olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm.

gün olup beni seveceği düşüncesiyle avunamazdım. gençtim, romantiktim ama,aşkı zamanla büyüyüp gelişen bir şey olarak göremiyordum. maddelerine uyulacak bir anlaşma değildi aşk.ya bir bütündü, sizi tümüyle içine alırdı ya da aşk değildi. başka bir şeydi belki.daha mantıklı,daha sakin bir şey. kendine göre yine güzel bir şey...ama o şeyi istemiyordum ben.
bana da acımakla vakit kaybetme montjean. ben hayatta kendi durumumu dikkatle saptadım. ne fazla mutluluğa, ne de fazla acıya yer bırakıyorum. kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. zevklerim var ama iştahlarım yok. gülüyorum, ama pek seyrek gülümsüyorum. beklentilerim var, ama umutlarım yok. esprilerim var, ama mizahım yok. çok atağım ama hiç cesaretim yok. açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. çekiciliği güzelliğe tercih ederim. rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden iyidir. her şeyde yapaylığı seçerim!
henüz hiçbir şeye teşebbüs etmediğim için, kendi yetersizliklerimden haberim yoktu. bir şeye cesaret etmemiş olduğum için de, cesaretimin sınırlarını bilmiyordum.

Dedikodu bizim kadınlarımıza günahın tadını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemeyecekleri günahlar. Çünkü onları cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz.
 
 Taşı kese biçimindeki çantasına, ötekilerinin yanına koydu, elindeki büyük çantaya attı. “Bana dünyayı vermekte olduğunuz hiç aklınıza gelmiş miydi... parça parça olarak?

Ne fazla mutluluğa ne de fazla acıya yer bırakıyorum. Kendime güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindim. Zevklerim var ama iştahlarım yok. Gülüyorum ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var ama umutlarım yok. Esprilerim var ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok. Çekiciliği güzelliğe tercih ederim. Rahatlığı da yararlılığa tercih ederim. Güzel kurulmuş bir cümle bence anlamlı bir cümleden daha iyidir. Her şeyde yapaylığı seçerim.
 
 
 Taşlarımı kaybetmek beni hiç üzmezdi. Koleksiyon yapmayı değil, yerden toplamayı seviyordum ben. Neden eğilip taşı aldığımın açıklaması ise... benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeycek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam... kim alır?
 
 

Azra Kohen "Öğrenilmesi gereken sonsuz bilginin sonsuz rakamıydı Pi...Hayat gibi."

 Hayat yola çıkan herkesi varması gereken yere götürür.

Her birimiz var olan her duyguyu hissedip var olan her deneyimi anlayıncaya kadar buradayız.

Ya Bir olup BİZ olacağız ya da zıtlıkların algısında, yargılamanın tuzaklarında yok olacağız.

Acı bilginin bedene inmesidir.

Bilgiyi bedene indirmeli olman gereken şeye dönüşmelisin.

Ve hayat şükürler olsun ki hepimizden daha akıllıdır.

Setin içinde yer alan kitaplar: Fİ, Çİ, Pİ
NOT DEFTERİ
- Pratik Bilgiler
- Gerekli Bilgiler
 
Vergilerle yapıldığı halde hala geçmek için para ödenen köprülerin, yolların ülkesiydi burası. Vergilerin toplandığı devlet bankasının, başbakanın dostlarına holdingler kurmaları için halkın parasını faizsiz olarak hediye ettiği hakların ülkesiydi burası. Tapularının bir gecede vakıflara hediye edildiği devlet arazilerinin ülkesiydi burası. Halkın sahip olduğu, atalarının kanıyla koruduğu değerlerin talan edildiği dünyada eşi benzeri görülmemiş bir yağmanın ülkesiydi burası.

İnsan nasıl özgür olabilirdi, insanlık köleyken?

Uygarlıklar, en yukarıdaki en aşağıdakini unuttuğunda çöküyor.

Muhalifi olmayan bir otorite yoldan çıkar, görevini unutur.

Her anını çocuklarına adayan anneler belki de ilgileriyle zehirliyorlardı çocuklarını, aynı hiçbir anını çocuklarına adamayan annelerin ilgisizlikleriyle zehirlemesi gibi...Hayata denge lazımdı.

1943 yılında insan motivasyonu teorisi diye bir teori geliştirdi Abraham MaslowGeliştirdiği teoriyi bir üçgenle şekillendirdi ve bu üçgene İhtiyaçlar Piramidi adını verdi. 5 basamaktan oluşan piramit daha sonraları 8'e kadar çıktı ama biz beşi anlasak yeter. Bilge ilk basamağın üstüne birincil ihtiyaçlar yazarken konuştu.
"İnsan, insan olabilmek için nefes almalı, doymalı ve uyumalı, yani hayatta kalabilmeli önce. 
Sonra ikinci basamak geliyor, insanın kendini güvende hissetmesi gerekiyor. İlk basamakta, karnını doyuran, yaşayabilen insan sığınabileceği bir yer arıyor, ancak yaşam güvenli bir yuva bulduğu zaman sürdürülebilir yani devam eder hale geliyor.
Üçüncü basamaktaysa sevgi arayışı başlıyor. Hayatta kalabilen, yaşamını sürdürebilen insan artık sevilmek, ait hissetmek, kabul görmek istiyor. Dünya insanının en çok takıldığı yer işte burası: üçüncü basamak.
Dördüncü basamakta başardığını herkese göstermek isteyecekler. Statü sahibi olmak, kendine güvenerek kendini ifade etmek dördüncü basamağın konusudur. Ama bu basamak birinci basamak gibi hayat memat meselesi olmasa da potansiyel için en tuzaklı yerdir burası.
Onca varlıklarına, servetlerine, huzurlarına rağmen diğerleriyle yarışırcasına şekle yapışmamayı başaranlar nihayet beşinci basamağa, kendini gerçekleştirmeye varırlar. Kendini gerçekleştirmek... Peki bu ne demek ? Ben niye buradayım demek. Özümde neyim demek. Beni diğerlerinden ayıran en temel şey ne demek.(...) Böylece kendi ilkelliğinden arınmış hakiki insan doğar. Hakiki insan burada belki daha bebektir ama en azından kendini bilir. "Transcendence" diyorlar buna. Ruhun tekamülü, evrim.

Akılla, mantıkla desteklenmeyen her inanç, ne kadar köklü ve samimi olursa olsun, biata dönüşürdü.

Bir kadın ancak ne zaman gitmesi gerektiğini bilince kendini koruyabilirdi.

Bitkilerin enerjilerini güneşten almaları gibi insan da doğayı taklit ederek güneşin muazzam enerjisiyle evini ısıtsa, yine aynı enerjiyle havayı zerre kadar kirletmeyen arabalar kullansa, güneşin az bulunduğu yerlerde yetmezse rüzgarı da katsa, temiz enerjiyle çalışan dev fabrikalarda ne istiyorsa üretse, her yıl binlerce işçiye mezar olan madenlere gerek kalmasa, petrolle işimiz bittiğinde petrol için yapılan savaşlarda çocuklar ölmese, Ortadoğu artık rahat bir nefes alsa, enerji üretmek için kurulan zehirli nükleer santraller kapansa, tüm teknoloji temiz enerjiye dönüşse ve kimse kanser olmasa, insanlar elektrik, doğalgaz faturalarından sonsuza kadar kurtulsa...

Muhalefet bir ülke için, bedenin bağışıklık sistemi gibidir. İktidarın fark etmediklerini ona fark ettirmek, iktidarın etrafını saran yalakalara hayır diyebilmesini kolaylaştırmak için önemli bir merkezdir. İyi bir yönetim için iyi bir muhalefet şarttır! Hataların hasıraltı edilmemesi için varlığı önemlidir çünkü hasıraltı edilip biriken hatalardır iktidarın sonunu getirip hükümetleri diktatörlüğe zorlayan.

Sen ne işe yaramak istiyorsan o işe yaramak için yaratıldın, ancak ne istediğini düşünürsen, anlarsan olman gereken şeye dönüşeceksin. Kendine, düşünce engelleri koymak yerine en iyi yaptığın şey için emek ver. İşe yarayacak olan sadece yaptıkların değil, sensin! Verdiğin o emekle birlikte işe yarayacaksın. Verilen hiçbir emek asla boşa çıkmaz. Sen çabaya geç, emek ver, evren de sana cevap verir.

İnsanlık tarihindeki en büyük savaşlar din yağmacıları tarafından çıkarılmıştır.Dini yağmalamak o kadar tekrarlanmış bir davranıştır ki adeta bir insan hastalığı olmuştur.İnanca yapılan bu saldırı toplumlara musallat olan bir düşünce paraziti gibidir.Hayatın kutsallığı için gerekli olan inancın,yaşamı lanetleyen bir duyguya dönüştürülmesi engellenmelidir.

Gücünü kaybetmek üzere olan biri için kimin kim olduğu belli değildi, çünkü mıknatıs gibiydi güç, sizde olduğu sürece etrafınızda ne kadar ruhu satılmış varsa çekerdiniz ve güç gittiğinde ise, sizi satmak için yarışırdı etrafınızdakiler.

Zaten böylesine büyük paraları haraç gibi halktan toplayıp aralarında paylaştıkları için kurabildiler bu sistemi.

Dünyanın en karlı şirketi Vatikan’dı bir zamanlar, şimdiyse devletler oldu ve tüm devletlerin sahipleri bu üç beş aile. Petrolün sahipleri devletlerin de sahipleri. Başbakanlar, cumhurbaşkanları halka değil, o ailelere çalışıyor, halkları o aileler için çalıştırıyorlar!

Aşkı merkeze koymuş, aracı amaç haline getirmiş herkes gibi mutsuzdular. Tamamlanmak istiyorlardı, eksiklerini başka birinin şahitliğiyle, sevgisiyle tamamlayabileceklerini sanarak sürekli aranıyorlardı, Bulduklarını sandıkları şeye yapışıp hayattan bekledikleri her şeyi bir kişiye yükleyip birbirlerini sömürüyorlardı.

Sevgiyle edilmiş bir motivasyondan daha kuvvetli hiç bi şey olamaz, özellikle de sevginin yokluğunu çeken biri için.

Kafatasının içinde hemen hemen her şeyin bir sağı ve solu var, ama beyninin tam ortasında küçücük bir parça var, hormonların üretildiği, aldığın kararların hammaddelerinin kimyasal olarak oluşturulduğu merkez burası, EPİFİZ BEZİ. Aynı bir göz gibi dizayn edilmiş, retinası sayesinde ışığı algılayan bir yapısı var. Çam kozalağına benzeyen küçücük bir organ. Rene DESCARTES' ın ruhun koltuğu adını verdiği bu organ bizim üçüncü gözümüz...
Gözünü kapattığında düşündüğün şeyi görselleştirmeni, aklınla görmeni sağlayan şey, bu parçanın göze benzeyen yapısıdır. Hayal kurmanı sağlar...

 
Bu gün İsviçre’ yi incelersen şunları fark edersin: 
 
Bir, ne yaparsan yap İsviçre vatandaşı değilsen vatandaşlık alamazsınız. Evlilik yoluyla bile çok zordur.
 
İki: İsviçre bankacılık sisteminin merkezidir. Ünlü Rothschild ailesinin memleketidir.
 
Üç: bugün çaldığın bir para varsa en iyi saklayacağın yerdir. Hiçbir ülkenin yasal olarak kabul edemeyeceği her türlü parayı alır ve o ünlü bankalarında güzelce korurlar. İstersen koca bir ülkeyi dolandır, halkın tüm parasını çal ve hepsini İsviçre’de ki bir bankaya koy. Halk parasını geri istese bile adaleti değil, hırsızı korurlar. 
 
Dört: dünyada gerçek demokrasinin uygulandığı tek ülkedir.


19 Ekim 2016

Fazıl Hüsnü Dağlarca "Türkçem benim ses bayrağım."


Zaman Parıltısı
Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce
Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar.
Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçuşur içimde yön yön,
Yaşadığımın farkındayım.

Havaya Çizilen Dünya
Öyle sevgililer ki bir gece görülmüştür,
Hatıraları ömrün gecelerince yürür.
Duyulan sılasıyla sezilen o beldeler,
Geçer yelkenler gibi enginden birer birer.
Dudakların habersiz söylediği şarkılar;
Vücudun ağaçlardan önce duyduğu bahar.
Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle
Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle.

Dal
Yüreğim karmakarışık
hem geniş hem dar
sen uzakken bile
seven yakınlığın var.
saklar çoğaltır seni
şu küçücük nar
bir tanesiydi sevmek
şimdi bin tanesi var.

Yalnızlığım
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım.

Simgelerde Yüzler
Bir ışık üstünde gelir
Gelir o
Işırsın
Seversin yeri göğü
Uyanmış tutsaklar çağrısına dek.
Dolar da
Dolar da yüreğine tohumların davranışı
Uzarsın
Bir anıdan bir geleceğe gövermişcene.

Hasret
Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,
Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye:
Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,
Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır
diye.

Söyle Sevda İçinde Türkülerimizi
Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

Nereye?
Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten, ses ile,
Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan.
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum,
Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan.
Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı,
Ki başka birisi yok beni duyan.
Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum;
Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan.

Akdeniz Şiirleri
Denizdir
Her akşam üstü
Bütün düşüncelerde
Gelip gider.
Seninle
Acısı
Uzunluğu
Aksi.
Ve gece yarısıdır bu masmavi şey,
Senin
Uzaklarda
Unuttuğun sessizlik.
Duymuştun
Bu türküyü
Çok eskiden de.
Bu türküyle anlarsın yelden
Yeşilden
Kadırgaların dibindeki sessiz yosunları.
Bu Akdeniz dalgalarında bu türküde sen
Varsın ışıl ışıl
Ve yoksun biraz.

İyice düşün bu bütün yaşamamızdır.


Azra Kohen

Hayata Dair Her Şey Var





"Yıllarla değil, dostlarla say yaşını.Gözyaşlarınla değil, gülüşlerle say hayatını."John Lennon


Küçük keyiflere bayılırım ben. 
Karmaşık ruhların son sığınağıdır onlar...Oscar Wilde


15 Ekim 2016

Murathan Mungan "Uçan kuşlar konsun senin göğüne."

Metin Altıok...Soluğuma bir küçük kuş tünemiş. Seninse gölgen yıldız dolu gökyüzünden biçilmiş.

Ülkü Tamer...Çok canım sıkılıyor. 
Kuş vuralım istersen?

İlhan Berk...Kuşlarını alıp gidiyor gök.

Can Yücel...Bu dünya, yoruldumu kuşlar konsun diyedir.

Behçet Necatigil...Seni her özlediğimde bir tanem  Kuşlara bakıyorum.

Süreyya Berfe...Seni hep gökyüzünün önünde düşünüyorum.

Cahit Zarifoğlu...Ve kuşlarda kaderle uçar.

Ahmet Telli...Gider kim sular fesleğenleri?
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca?

Sylvia Plath...Bir fırtına kuşunu sevmeliydim, seveceğime seni.

Franz Kafka...Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.

Sait Faik Abasıyanık...Seneler var ki, kuşlar gelmiyor.

Murathan Mungan...Uçan kuşlar konsun senin göğüne.

Halil Cibran...Bir kuş uyandı, derinliklerinde kalbimin.

Turgut Uyar...Kuş yemi kadar yalnızdı.
Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm. 
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.

Hilmi Yavuz...Kuşlarımı koymak için, bir gök resmi bulamadım.

Furuğ Ferruhzad...Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.

Edip Cansever...Bir kadın değilsin, bir kişi bile değilsin.
Bir kuş olsa mavilik derdi buna.
Kuş sürülerinden oluşmuş bir duvar 
Hangi kuşu çeksem ölüyor avucumda.
Kuş olsun, insan olsun. 
Yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı.

Şükrü Erbaş...Bir durgun sudayız, konuşsak da  
Kuş uçmuyor içimizdeki ormandan.
Ben ona dedim ki, bütün kuşlar tünedi. 
Göğsümdeki tek kanatsın.
Bir kıyısız zamana kanat vuruyor. 
Üzerimde uçan bütün kuşlar.

Cemal Süreya...Kuşlar toplanmış göçüyorlar 
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Kuşlar gibi cıvıldar, tattırdığın acılar.
Hayat kısa, kuşlar uçuyor...

Didem Madak...Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin. 
Bir bakardım eğilmiş su içiyor gamzelerinden kuşlar.
Keşke susmanın muhabbet kuşu olsaydım.

Haydar Ergülen...Bir kuş kadar olamadım, iki kanat bulamadım.
Yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime.

Nilgün Marmara...Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.

Umut

PERS Sultanı iki adamı ölüme mahkûm etmiş. Sultanın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkûmlardan biri hayatını bağışlarsa, bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş. Diğer mahkûm hayretle arkadaşına bakmış ve; “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya?” demiş “Pek değil” demiş birinci mahkûm.“Kendime dört özgürlük şansı veriyorum; Birincisi: Sultan bu yıl ölebilir. İkincisi: Ben ölebilirim. Üçüncüsü: At ölebilir.  Dördüncüsü...Belki ata uçmayı öğretebilirim.”


Platon " İyi insanların doğru davranması için yasaya lüzum yoktur. Kötü insanlar ise yasayı çiğnemenin bir yolunu zaten bulur."

 Doğru bir adam doğruluk bakımından doğru bir devletten ayrı olmayacak, onun benzeri olacaktır.

Bir şey iyi başlarsa zamanla iyiye, kötü başlarsa zamanla daha kötüye gider. Her şey sonunda kendinin son gücüne varır.

Eğriliğin öyle bir gücü var ki nerede olursa olsun bir şehirde, bir ailede, bir orduda ya da başka herhangi bir toplulukta kendini gösterir. İnsanları iş göremez hale sokar.

Bir insanın tek bir işi olunca iyi yapar onu, işler çoğalınca hiç birini ün sağlayacak kadar iyi yapamaz.

Toplumu yapan, insanın tek başına kendi kendine yetmemesi, başkalarını gereksemesidir.
 
 Sizler, eğriliğin doğruluktan üstün olduğunu bu kadar yaman savunabildikten sonra yine de kanmıyorsunuz buna! Gerçekten de tanrısal bir şeyler olacak sizde.
 
Savaş, teklerin hayatında olduğu gibi toplumun hayatında da kötülüklerin kaynağı olan şeyden, başkalarından çok mal edinmek hırsından doğuyor.
 
Değerli insan kendine yeter; tek başına yaşamanın tadına varabilir. Herkesten daha az arar başkalarını.
 
Doğruluk varsa, bir tek insanda olduğu kadar bütün insan topluluğunda da vardır değil mi?

Bir devleti akıllı yapan şey ne ise, insanı akıllı yapan şey de odur.

Kendinin kölesi olan, kendinin efendisi de demektir.

İçimizdeki yanlardan her biri kendi işini gördüğü vakit biz de kendi ödevini yapan doğru kişiler oluruz.