30 Temmuz 2015
Ahmet Telli - At
Mine Söğüt "Sahi senin kaybedecek neyin var?"
Diğerinin, kaybedeceği hiçbir şeyi yok.
Peki ya senin?
Her şeyi olduğunu düşünenle, hiçbir şeyi olmadığını düşünenin arasındasın. Haklı ya da haksız hiçbir savaşı onaylamıyorsun.
Ama sahip olduğun ne varsa, hepsi savaşın tam hedefinde.
Vicdanın mesela...
Şu an kalbinin tam altındaki boşlukta duran ve ölen için olduğu kadar öldüren için de sızlayacak kadar büyük olan o vicdan...
Savaş çıktığında hızla küçülecek.
Ya hayatta kalma dürtüsüyle gerektiğinde etrafındaki zulme kayıtsız kalabilen zihninin yanına büzülecek.
Ya da yanı başında parçalanmış cesetlere basa basa her ne pahasına olursa olsun güvenli bir köşe aramaya eğitilecek olan ayak tabanlarına saklanacak.
Şimdilik kalbinin tam altında.
Ama ya savaşın ortasında?
Aklın sonra...
Savaşları halkların çıkarmadığını biliyorsun; Savaşları halkların bitirmediğini de.
Ölenlerin dövüşerek öldükleri ve güneşe gömüldükleri sadece yüreklere iyi gelen bir şiir.
Tarih, o insanların uğruna öldüklerini sandıkları şeyle, uğruna gerçekten öldükleri şeyin aynı olmadığını sayfalarca yazdı.
Ölünerek çoğalmak bir yalan; şehitlik bir tuzak;
Ne yapılacaksa ancak yaşayarak ve yaşatarak yapılacak.
O yüzden Kürt’e, Türk’e, Ermeni’ye, Rum’a, Arap’a düşman olmayı anlaman mümkün değil.
Savaşın içine çekilen tüm insanlar için ayırt etmeksizin endişeleniyorsun.
Düzenli ya da düzensiz tüm ordulardan, emirlerden, komutlardan tiksiniyorsun.
Ne yapacaksın?
O yalnız ve hüzünlü ama kıymetli aklın şimdilik başında.
Ama ya savaşın ortasında?
Korkulardan muaf o hayata güvenin var bir de...
Muhtemelen tanısan aynı sofralarda kahkahalar atacağın insanlardan korkmayı sana da öğretecek savaş.
Bunu daha önce başkalarına defalarca yaptı.
Yıllar sonra çekilecek filmlerin dokunaklı hikâyelerine layık duyguları, acımasızca nasırlaştırdı.
İnsanın korkuyla ateşlenen saldırganlığını besledi.
Savaş çıktığında o kıymetli güvenin, korkuya yenilecek ve hep reddettiğin şiddete meyledecek.
Şimdilik her türlü kışkırtmaya dirençlisin.
Ama ya savaşın ortasında?
Orada da aynı gücü bulabilecek misin?
Savaş çözümden değil düğümden yanadır.
Halkları da insanları da nefretle biler.
Sınırlara, mayınlara, silahlara, tutsak kamplarına, tecritlere ve tehcirlere ikna eder.
İkna olmayanı sistemden siler...
Bu korkunç düzen ancak sistem dışı olmayı göze alanlar çoğalırsa çöker.
28 Temmuz 2015
Italo Calvino - Bütün Kozmokomik Öyküler
Savaş çıktığında Luigi adında bir adam, gönüllü olarak gidip gidemeyeceğini sordu.
Herkes onu övdü. Luigi tüfek dağıtılan yere gitti, bir tane aldı ve dedi ki: “Şimdi gidip Alberto denen herifi öldüreceğim.”
Alberto kim diye sordular ona.
“Bir düşman,” dedi Alberto, “benim bir düşmanım.”
Ona belirli bir tür düşmanı öldürmesi gerektiğini, öyle istediği herkesi öldüremeyeceğini anlattılar.
“Ee?” dedi Luigi. “Siz beni salak mı sandınız? Bu Alberto tam sizin dediğiniz gibi biri, onlardan biri yani. Bütün o gruba karşı savaşa girdiğinizi duyduğumda şöyle düşündüm: ben de gideceğim, böylece Alberto’yu öldürebilirim. O yüzden geldim.
Alberto’yu tanırım ben: sahtekarın biridir. Bana ihanet etti, neredeyse bir hiç uğruna, benim kendimi bir kadın yüzünden küçük düşürmeme yol açtı. Eski hikaye. Bana inanmıyorsanız size herşeyi anlatabilirim.”
Tamam, dediler, boşver.
“İyi öyleyse,” dedi Luigi, “bana Alberto’nun nerede olduğunu söyleyin de gidip dövüşeyim.”
Bilmiyoruz dediler.
“Fark etmez,” dedi Luigi. “Bilen birini bulurum. Eninde sonunda onu yakalayacağım.”
Bunu yapamayacağını, nereye yollanırsa oraya gidip savaşması, orada kim varsa onu öldürmesi gerektiğini söylediler ona. Bu Alberto hakkında da hiçbir şey bilmiyorlardı.
“Bakın,” diye ısrar etti Luigi, “size hikayeyi anlatmam gerekecek. Çünkü bu adam gerçek bir sahtekar ve ona karşı savaş açmakla doğrusunu yapıyorsunuz.”
Ama öbürleri dinlemek istemiyordu.
Luigi laftan anlamıyordu: “Özür dilerim, sizin için şu ya da bu düşmanı öldürmem fark etmeyebilir, ama Alberto’yla ilgisi olmayan birisini öldürsem çok üzülürdüm.”
Diğerlerinin sabrı taştı. İçlerinden biri ona uzun bir konuşma yaptı ve savaşın ne olduğunu, nasıl istediğin belirli bir düşmanı gidip öldüremeyeceğini açıkladı.
Luigi omuz silkti. “Eğer öyleyse,” dedi, beni yok sayın.”
“Varsın ve de olacaksın,” diye bağırdılar.
“İleri marş, bir-ki, bir-ki!” Savaşa yolladılar Luigi’yi.
Luigi mutlu değildi. Rasgele adam öldürüyordu, Alberto’ya ya da ailesinden birine denk gelir diye. Öldürdüğü her düşman için ona bir madalya verdiler, ama Luigi yine mutlu değildi. “Alberto’yu öldürmezsem,” diye düşündü, “Bir sürü insanı boş yere öldürmüş olacağım.” Kendini kötü hissetti.
Bu sırada ona hala birbiri ardından madalyalar veriyorlardı, gümüş, altın, ne varsa.
Şöyle düşündü Luigi: “Bugün birkaçını öldürürüm, yarın birkaçını daha öldürürüm, sonuçta sayıları azalır ve bu sahtekarın sırası da elbet gelir.”
Ama Luigi Alberto’yu bulamadan düşman teslim oldu. Boş yere o kadar insanı öldürdüğü için kendini kötü hissediyordu, şimdi barış ilan edildiği için de bütün madalyalarını bir çantaya doldurdu ve düşman ülkede dolaşarak ölenlerin karılarına ve çocuklarına hepsini dağıttı.
Böyle dolaşırken Alberto’yla karşılaştı.
“İyi,” dedi, “geç olsun da güç olmasın,” ve Alberto’yu öldürdü.
İşte o zaman Luigi’yi tutukladılar, cinayetten yargıladılar ve astılar. Mahkemede vicdanının sesini dinlemiş olduğunu defalarca söylediyse de kimse ona dinlemedi.
26 Temmuz 2015
Behçet Necatigil - Sevgilerde
20 Temmuz 2015
Ahmet Telli - Yaşanan
Kentin bulanık göğünde
Dumanlı bir uğultu
Uzayıp dururken sokaklarda
Ürküttü bütün kuşları da
Öfkeyi kollayarak sakin
Kalabilmenin zamanıdır
Biliriz ki bizimledir doğanın
Ve sevdanın gülümseyen sevinci
Ve onlar sahip çıkacaktır bize
Biz ki acılarla olgunlaştık
Biliriz kederi, kahrı ve zulmü
Aşkı ve hicranı da biliriz
Nice onmaz denilen yarayı
Acılarla sargılamadık mı
Sevdamızı paylaşan
Uzak ve yakın dostlara
Ki ahde vefa denilen şey
Bizimle girmiştir kitaplara
Ama neler getireceğini yarının
Ve neler alacağını bizden
Hesaplamanın zamanıdır
Bel bağlayamayız çünkü
Feleğin ve zalimin insafına
Ayten Mutlu " Hüzün derindeki izidir aşkın "
tutsak bir öfkedir aşkın tarihi
yalınlığın bilgesi her gün yeniden yazar
kırmızı bir güldür, kanar avuçlarında
sevda sararmış bir gül olur ağlar
Yalnızlık...
ruhundaki delik deşik bıçkın kayığı
terkedip girdapların çılgın dansında
sığınmak mavisiz bir limana
Yol Ayrımında...
kayalık dalgalarınla dinle beni
deniz çıplak uzanır tuzun beyazlığına
sen kendi düşlerinden asıldın mı hiç
yeni bir çığlık öğret yanıtlarına
hüzün derindeki izidir aşkın
birlikte susarlar yol ayrımında
Rüzgar...
kadın kum tanesinden bile küçüktü
daha küçüktü deniz kadındaki acıdan
esip duruyordu o eski rüzgâr
denize ve Samayolu'na aldırmadan
ve kadın yürüyordu çıplak anılarıyla
kumlara ve yıldızlara basmadan
Bir Sen Biliyorsun...
bir sen biliyorsun nerede olduğumu
uçur beni kanatların sırdaş beyazlığına
Bir Tanımı Olmalı...
sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
en uzak tınıları boyayarak sesine
"hoşçakal" demenin de bir tanımı olmalı
ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek
Nâzım Hikmet - Memleketimi seviyorum
Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tutunu gibi.
Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kursun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendimden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk isleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:
develer, tiren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak , soğut ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Cam ormanlarını, en tatlı suları ve
dağ başı gollerini seven alabalık
ve onun yarim kiloluğu
pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant golünde yüzer.
Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un
Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması,
zeytin, incir, kavun ve renk renk salkım salkım üzümler
ve sonra kara saban
ve sonra kara sığır:
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yari aç, yari tok
yari esir...
Mevlana'nın Aşka Dair ve Öğüt Veren BEYİTLERİ
Şair der ki, sevdiğini düşünen hep yanar.
Mevlana der ki, sevdiğini düşünmeyen neye yarar.
Ben bir balığım, aşk ise daldığım derya.
Aşktan gözlerim yaşlı olsa da,
O derya gözyaşımı nerden bilir.
Başımı o denizden çıkarayım desem,
Balığım ya nefesim kesilir.
Ne kötüdür insanın aklı ile yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması.
Ve bilir misin?
Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması.
Ben deyip susması, sen deyip ağlamaklı olması.
Yaşamak direnmektir, sevmek ise güvenmek.
Unutma!
İnsan çoğu zaman dünyanın hakimi,
Bazen de küçük bir kalbin esiridir.
Güller güzeldir ama dikeni acıtır derler.
Neden acıtsın ki, tutmasını bilince eller.
Sen uzattığın eli tutmayan ele mi dargınsın?
Yoksa tutamayacak bir ele uzandığın için kendine mi?
Mevlana’ya sormuşlar sevgili nasıl olmalı diye.
Mevlana cevap vermiş.
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni sevmeli,
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılmalı,
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı.
Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır.
Eğer elleriniz diken yaraları ile kan revan içinde kalmışsa,
Güle dokunmanıza çok az zaman kalmış demektir.
Güzel bir gülü, güzel bir geceyi, güzel bir dostu
Herkes ister.
Önemli olan,
Gülü dikeni ile, geceyi gizemi ile dostu
Tüm derdi ile sevebilmektir.
İki gecem var ikisi de uykusuz.
Ya sensizim uyuyamam,
Ya sen varsın uyku haram.
Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme.
Gönlüm duygularını anlatamadığı için
Kızarken dilime,
Dilim anlatamadığı şeyleri düşündüğü
İçin kızıyor gönlüme.
Duamdaki göz yaşım kadar edepliydi
İçime düşen aşkın.
Ey benim beşeri aldanışım,
Ben seni kalbime koyana sevdalıyım.
Hiç görmediğim bir sevinçle kapına geldim.
“Kim o?” de yeter ki.
Sen kim olmamı istiyorsan
Ben o olmaya geldi
Sükutumu mazur gör.
Adını dudaklarımdan çıkarmak bile
Paylaşmaktır seni.
Konuşsam dilim yanar sussam kalbim.
Önce duruyorum, sonra susuyorum.
İçimden çıkacak lafların etrafı
Yangın yerine çevireceğini düşününce
Kilit vuruyorum dilime.
Yan diyorum içime sadece sen yan.
Ve dayan diyorum gönlüme,
Herkes mutlu olsun sen dayan.
Gönlümde şimdi gam var.
Ey neşe, şimdi gelme
Misafir üstüne misafir olmaz.
Görmeden seni isteyen gönlüm,
Görünce nasıl dayansın?
Sen değmediğim, dokunmadığım,
Sen yüreğini yüreğimle okuduğumsun.
Marifet nedir bilir misiniz?
Taşlara bakan gözlerin çiçekleri görmesidir.
Ay doğmuyorsa yüzüne,
Güneş vurmuyorsa pencerene,
Kabahati ne güneşte, ne ayda ara.
Gözlerindeki perdeyi arala.
Sevgi ve merhamet insanın içinde bir nehirdir.
Ne kadar güçlü akarsa içinde kötülük tutunamaz.
Aşk acısı taşımayan yürek,
Ya deliye aittir, ya da ölüye.
Ey alfabemin en güzel harfi yar.
Gönlüm seni gözümden,
Gözüm seni gönlümden istiyor.
O görmediğin koskoca derya gönlümdür,
Gördüğün sahil ise dilim.
Kıyılarıma vuran dalgalara şaşırma,
Onlar aşktan gel gitim.
Beni kendinde, kendimde arama.
Ben hem bende hem sende bir gizim.
Beni Mecnun’dan Leyla’dan sorma.
Ben sadece Mevla’dan bir izim.
Ey gönül,
Bir kalbin içinde ne taşıdığını nereden bileceksin.
Kırmadan önce çok iyi düşün, belki de içinde
Sen saklısın.
Sen benim bugünüme şükür ve
Yarınıma dua edişim, azla yetinişim,
Çoğa göz dikmeyişimsin.
Ey Sevgili;
Neyim yoksa var bildim.
Eğildim, eksildim, eridim.
Bir tek seni bitiremedim.
Bakışlarında diyar diyar gezdiğin değil,
Bir bakışıyla diyarına gittiğindir aşk.
Bırakacağın eli hiç tutma,
Tutacağın eli ise hiç bırakma.
Sahte sevgilere gül olmaktansa,
Gerçek sevgilere diken ol.
Unutma ki insan dünyanın hakimi olabilir,
Ama küçük bir kalbin esiridir.
Ben dilsizim sevgili!
Bu sözler hep kalbimin işleri.
Hani ney de dilsizdir ama,
Ağlatır tüm dervişleri.
Ey gönül! Acılara sabret.
Çünkü onlar seni kahretmek için değil,
Sınamak, terbiye etmek, kemale erdirmek için
Gelirler.
Kalp bir bahçe gibidir.
Onda mutlaka bir şeyler bitecektir.
O halde güzel şeyler ekin de,
Güzel şeyler bitsin.
Göz gördüğünü sevmez, sevdiğini görür.
Bana diyorlar ki;
Eskiden böyle değildin çok içine kapanıksın.
Ben de diyorum ki;
İçindekiyle yetinen gönlüm sizi ne yapsın.
Ey gönül,
Hakka aşık olmayanın,
Aşka hakkı olur mu?
Gerçekten de gönülden gönüle pencere vardır.
İki insan bir birine gönülden bağlanınca
Artık onlar ayrı değillerdir.
Bedenleri ayrı düşse de gönülleri beraberdir.
Ey sevgili o kadar yakınsın ki seni ben sandım.
Sana o kadar yakınım ki beni sen sandım.
Sen mi bensin, ben mi senim şaşırdım kaldım.
Kurana gözünle bakarsan yazıyı görürsün.
Aklınla bakarsan ilmi görürsün.
Kalbinle bakarsan aşkı görürsün.
Tüm ruhunla bakarsan rabbini görürsün.
Uzaklık deyip de dert ettiğin nedir ki sevgili.
Biz yaratanı görmeden sevmedik mi?
Aşk yanmaktır, yakmak değil.
Ne kadar özlendiğini bir bilsen.
Yokluğundan utanırsın.
Şair der ki, sevdiğini düşünen hep yanar.
Mevlana der ki, sevdiğini düşünmeyen neye yarar.
Ey gönlümün yarısı.
Aklıma koydum seni aklım almadı.
Yüreğime bıraktım sana doymadı.
Mutluluğu sende bulan senindir.
Ötesi misafir.
İlla birini seveceksen dışını değil içini seveceksin.
Gördüğünü herkes sever ama sen görmediklerini seveceksin.
Sözde değil özde, istiyorsan eğer tene değil cana değeceksin.
Uzaklık deyip de dert ettiğin nedir ki sevgili.
Biz yaratanı görmeden sevmedik mi?
MEVLANA’NIN ÖĞÜT VEREN BEYİTLERİ
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş.
Dün ile beraber gitti düne dair ne varsa cancağızım,
Bugün yeni şeyler söylemek lazım.
Üç sözden fazla değil tüm ömrüm.
Hamdım, piştim, yandım.
Suskunluğum asaletimdendir.
Lakin her lafa verilecek bir cevabım vardır.
Ama önce lafa bakarım söz mü diye.
Sonra söyleyene bakarım adam mı diye.
Yüzde ısrar etme doksan da olur.
İnsan dediğinde noksan da olur.
Sakın böbürlenme elde neler var.
Tek ben varım deme yoksan da olur.
Hatasız dost arayan dosttan da olur.
İnsanlar başaklara benzer.
İçleri boş iken başları havadadır,
Doldukça eğilirler.
Aldırma söylenenlere, varsın herkes seni bir ot sansın.
Sen gül ol da, uğrunda ötmeyen bülbül utansın.
O dağa bir kuş kondu sonra da uçtu gitti.
Bak gör o dağda ne bir fazlalık var ne de bir eksiklik.
Ne insanlar gördüm üstlerinde elbise yoktu.
Ne elbiseler gördüm içlerinde insan yoktu.
Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol.
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya da göründüğün gibi ol.
Ey Kardeşim,
Sen fikirden ve düşünceden ibaretsin.
Senin varlığın bunlardandır.
Geri kalan sinir ve kemiktir ki,
Onlar hayvanlarda da vardır.
Üzülme der Mevlana.
İstediğin bir şey olmuyorsa.
Ya daha iyisi olacağı için,
Ya da gerçekten olmaması için olmuyordur.
Ve devam eder.
Kaybettiğin her şey bir gün başka bir surette
Sana geri döner.
Çoban ile bile sohbet et.
Hiçbir şey bilmiyorsa bile,
Senden iyi koyun gütmesini biliyordur.
Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine,
Sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
Mum olmak kolay değildir.
Işık saçmak için önce yanmak gerekir.
Günün adamı olmaya çalışma.
Hakikatin adamı olmaya çalış.
Çünkü gün değişir, hakikat değişmez.
Acıya sabredersin adı metanet olur.
Açlığa sabredersin adı oruç olur.
İnsanlığa sabredersin adı hoşgörü olur.
Dileğe sabredersin adı dua olur.
Duygulara sabredersin adı göz yaşı olur.
Özleme sabredersin adı hasret olur.
Sevgiye sabredersin adı aşk olur.
Kazandıkça bölüşemiyorsan elini sorgula.
Konuştukça kırıcı oluyorsan dilini sorgula.
Yürüdükçe menzilden çıkıyorsan yolunu sorgula.
Ömür geçtikçe yerinde sayıyorsan gününü sorgula.
Sevildikçe vefasızlaşıyorsan gönlünü sorgula.
Hangi halde olursan ol sonunu sorgula.
Unutmayın!
Dünyada yaşamıyorsunuz.
Dünyadan geçiyorsunuz.
Kızma hiç kimseye yaptıklarından dolayı.
Aksine teşekkür et ihanet edenlere sadakati
Öğrettikleri için.
Minnet duy yalancılara doğrunun farkına
Varmanı sağladıkları için.
Herkesi sev yaşamına bir anlam kattıkları için.
Mutsuz edenlere dua et sana mutluluğu daha
Derin hissettirdikleri için.
Ben dostlarımı ne kalbimle, ne aklımla severim.
Olur ya kalp durur, akıl unutur.
Ben dostlarımı ruhumla severim.
Çünkü o ne durur ne unutur.
Sakın gönül kırma.
Ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa,
Bilemezsin.
Bilseydin ödün kopardı, dokunamazdın.
Ey Gönül!
Bir sürü dostlarının yanında elbette düşmanların da olacak.
Ama imtihan bu ya onca düşmanın varken seni dostun vuracak.
Mevlana der ki, iki şey mühimdir.
Birincisi okyanus kadar bol haysiyet.
İkincisi elif gibi dimdik bir şahsiyet.
Cüppe ve sarıkla alimlik olmaz.
Alimlik insanın zatında bulunan bir hünerdir.
İman namazdan iyidir.
Çünkü namaz beş vakitte,
İman ise her zaman farzdır.
Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz?
Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?
Göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir.
Çok görüp çok dinlemek az konuşmak gerekir.
Bir mum diğerini tutuşturmakla
Işığından bir şey kaybetmez.
Ne kadar bilirsen bil
Söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.
Biz birleştirmek için geldik,
Ayrıştırmak için değil.
Kalp deniz, dil kıyıdır.
Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez,
Fakat söyleyeceği her şeyi düşünür.
Mevlana der ki;
Adamın bir çok hüner, fen, bilgi sahibi
Olduğuna bakma.
Verdiği sözde duruyor mu?
Vefası var mı?
Asıl ona bak.
Edep akılın tercümanıdır.
Herkes;
Edebi kadar akıllı,
Aklı kadar şerefli,
Şerefi kadar değerlidir.
İsyanlardayım dedi.
Oysa imtihanlardaydı.
Fark etseydi kurtulacaktı.
Başkasının yerine koy kendini.
Ağlayan birine gül,
İnleyen birine sus deme.
Ağlayana omuz ver,
İnleyene çare ol.
Umursama dünya gelse üstüne.
İçinde büyüyen bir ahın olsun.
Elbet bir gün devran döner tersine.
Tahammül en büyük silahın olsun.
Dilini terbiye etmeden önce
Yüreğini terbiye et.
Çünkü;
Söz yürekten gelir, dilden çıkar.
Kibir nedir?
Kendini bilmeyen, kendisinden habersiz
İnsanın durumudur.
Tıpkı güneşten haberi olmayan buzun
Kendini bir şey zannetmesi gibi.
Param olmadan birçok şey aldım.
Edep aldım, gönül aldım, öğüt aldım. İbret aldım.
İnsan,
Kıyafetiyle karşılanır,
İlmiyle ağırlanır,
Ahlakıyla uğurlanır.
Sukutumu mazur gör.
Adını dudaklarımdan çıkarmak bile
Paylaşmaktır seni.
Marifet nedir bilir misin?
Taşlara bakan gözlerin,
Çiçekleri görmesidir.
İnsan sözünü yağmur misali
Yumuşakça indirmeli kulaklara.
Kırıp dökmemeli, damla damla
Söylemeli, İnce ince sevmeli.
Ne kadar alçaktan uçarsan,
Düştüğünde o kadar az incinirsin.
Kibiri bırak, alçakgönüllü ol.
Bin sene de okusam, ne biliyorsun diye sorsalar
Haddimi biliyorum derim.
Üzülme dert etme can.
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan,
Nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana.
Elinde olmayanları söyleme bana,
Elinde olanlardan bahset can.
Üzülme,
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise
Bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahı karşına çıkmış.
Bil ki güzellikler de var bu hayatta.
Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
Hüzün olgunlaştırır.
Kaybetmek sabrı öğretir
Kürşat Başar - Başucumda Müzik
12 Temmuz 2015
Albert Einstein “İnsan, “Evren” dediğimiz bütünün bir parçasıdır."
Kürşat Başar - Kış İkindisinin Evinde
Charles Baudelaire - İnsan ve Deniz & Albatros
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan;
Gözlerinden, kollarından öpersin, ve kalbin
Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman,
O azgın, o vahşi haykırışında denizin.
Kendi aleminizdesiniz ikiniz de.
Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin;
Sırlarınız daima, daima içinizde;
Ey deniz, nerde senin iç hazinelerin?
Ama işte gene de binlerce yıldan beri
Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder;
Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi,
Ey hırslarına gem vurulmayan kardeşler!
Çeviri: Orhan Veli Kanık
Albatros
Sık sık, eğlenmek için, acımasız tayfalar
Yakalar kanadından bu deniz kuşlarını,
Ürkütücü sularda gemileri izleyen
Yolcuların yıllardır dost arkadaşlarını.
Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar
Güvertelerin üstüne kondukları zaman
Geniş kanatlarını sofuca bırakırlar,
Yorgun kürekler gibi, sular üstünde kayan.
Sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin !
Bak gaganı dürtüyor hoyrat tayfanın biri,
Ya öteki, bilir mi bu hale nasıl geldin,
Topallayıp öykünüyor uçtuğun günleri.
Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,
Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,
Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece
Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.
ÇEV: Erdoğan Alkan
Attilâ İlhan - Hangi Batı
arkadaşlar, bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir intibak olmak lâzımdır, yani sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkureler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı, halbuki bizde böyle mi olmuştur? o münevverlerin telkinleri milletimizin umk-u ruhundan alınmış mefkureler midir?
şüphesiz hayır, münevverlerimiz içinde çok iyi düşünenler vardır, fakat, umumiyet itibariyle şu hatamız vardır ki, tetkikat ve teteb-buatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almayız, münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz.
Münevverlerimiz milletimi en mes'ut millet yapayım der. başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der, lâkin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir, bir millet için saadet olan şey diğer millet için felâket olabilir, aynı sebep ve şerait birini mes'ut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir, onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim, lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarma mecburiyetindeyiz
milletimizin tarihini, ruhunu, ananatını sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz, itiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ münevveranımızın gençleri arasında halk ve avama tetabuk muhakkak değildir, memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki tetabuku tevlit etmek lâzımdır, bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi, biraz da münevverlerin çok hızlı gitmesi lâzımdır, lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir."
Mustafa Kemal Atatürk (konya gençleriyle konuşma) 20 mart 1923
Ahmet Erhan - Güneşin Altında Mutluluk Var & Bir soru işareti
Akşamüstü, çocukları cıvıldayıp dururken
Derin bir iç çekiş, tatlı bir yorgunluk
Ve yüzüne yayılan gülümseme birden...
Irmağın denize kavuşturmasının bir adı olmalı
Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır bir annenin
Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.
Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
Öpülan ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle aynı boyutta
Yalnızca yaşamaktır belki de kimbilir...
Mutluluğun resmini yaptınmı bilmem
Ama ben onun şiirini yazmak isterim...
Bir Soru İşareti
Bir kekik kokusu tüter sabahın seherinde
Denizde bir balık kayar, bir yıldız solar gökte
Ve sabah türkü gibi yayılır
Salyangozların izleri uzar toprakta
Otların arasında gider kaybolur
Bir salyangoz kadar olamadım, der şair
Ayak izlerimi tutmayan topraklarda yürüdüm
Unutmasını bilen kadınları sevdim
Trenle geceyarısı geçilen kentleri..
Şimdi bir soru işareti gibi kaldım şu dünyada.
Dokunup yaprakların üstüne düşmüş çiylere
Uzanıp gölgesine bir portakal ağacının
Kulak vererek cırcırböceklerinin sesine
Bu şiiri uyku haliyle yazdım
Akdeniz bir çaydanlık gibi fokurduyordu az ötede
Biraz sonra kalkıp yüzümü yıkarım artık
Sonra bir kitap okurum, ya da çiçekleri sularım.
Tezer Özlü * Leo Buscaglia * Ece Temelkuran
Loren Eiseley dünyamızı şöyle bir yer olarak tanımlar; " Öyle bir yer ki, burada bir örümcek bile sürekli yatıp uyumaya karşı çıkar ve bir yıldıza ağ kurmak gerekse bile bunu yapma yolunda ölebilir." Örümcek gibi, aramızda umutsuz yaşamak daha akıllıca görünse bile, ağ kurma işlemini durdurmaya karşı çıkanlar vardır. Elimizde var olan ipler olasılıkla çok zayıf ve duyarlı olmalarına karşın iyimserlik, merak, heyecan, sevgi ve yıldızlara dek yolculuğun içten hevesiyle örülmüş olacaklardır. Hedefimiz için mücadele etmeye değer. Çünkü, bu durumda hedef aldığımız yıldız herkes için insanlıkla doludur. Ben güçlü biçimde tek umudumuzun her yaşayan şeyde bütün gücümüzle yapacağımız sezinleme gerçekleştirmede olduğunu duyumsuyorum. Kişilik adını verdiğimiz elinizdeki benzersiz çalışmanın savaşımı bu yoldadır ve tek amacı da budur...Leo Buscaglia - Kişilik
Aşk, yoklukla oynanan bir oyundur. Yokluğunun ne kadar derinden hissedileceğine ne kadar güven duyuyorsan o kadar iyi bir oyuncu olabilirsin...Ece Temelkuran
11 Temmuz 2015
10 Temmuz 2015
Kasabanın delisi zekâsıyla tanınmaya başlamış. İnsanlar onun çok derin ve yargılaması ve anlaması güç birisi olduğunu söylüyorlarmış.
Zeki adam, zeki olma yolunda hata yapılabileceğini, oysa zeki görünmede hataya yer olmadığını söylemiş. Deli, sabırsızlanmaya ve bu numaranın kendisine hemen gösterilmesini istemeye başlamış. Bunun üzerine zeki adam onun kulağına bir şey fısıldamış ve o günden sonra kasabanın delisi diğer insanlar tarafından yavaş, yavaş zeki biri olarak tanınmaya başlanmış.
Kasabalılar aralarında dedikoduya başlamışlar: Nasıl olup da bu deli, zeki birine dönüşebilmiştir? Zeki adam ona ne söylemiştir?
O yalnızca deliye duyduğu her cümleyi anında olumsuzlamasını salık vermiş. Birisi, “Putlara tapmak işe yarıyor?” derse hemen yaramadığını söylemesi gerekiyormuş. Zeki adama, “Konuyla ilgili hiçbir şey bilmesem de böyle yapayım mı?” diye sormuş.
Zeki adam, “Hiçbir şeyi öğrenmeye çalışmak zorunda değilsin. Yalnızca söylenenin tersini söyle. Sana birisi Kalidas’ın eserlerinin harika olduğunu söylerse, hemen o eserlerin süprüntüden ibaret olduğunu söyle. Onlardan neden harika olduklarını kanıtlamalarını iste. Her kim Beethoven’in müziğinin cennetten çıkma olduğunu söylerse, öyle müziğin cehennemde bile çaldığını söyleyip, cennetten çıkma müziğin nasıl olduğunu kanıtlamalarını iste. Yalnızca her şeyi reddet ve birisi sana karşı çıktığında da iddiasını kanıtlamasını iste.”
İki hafta içinde kasabanın delisi zekâsıyla tanınmaya başlamış. İnsanlar onun çok derin ve yargılaması ve anlaması güç birisi olduğunu söylüyorlarmış. Birisi Shakespeare’in şiirlerinin çok güzel olduğunu söylerse, o bu şiirlerin beş para etmez olduğunu, okula giden her çocuğun bunları yazabileceğini iddia ediyormuş. Bu durumda karşısındaki insan kendine olan güvenini yitiriyormuş çünkü söylediğini kanıtlamak güçmüş
Lev Tolstoy " İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür. "
“Başka her şey de olduğu gibi matematiksel bir teori için de öyledir; güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.” CAYLEY, ARTHUR “Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.” EINSTEIN, ALBERT(1879-1955) “Hayat sadece iki şey için güzel; matematiği keşfetme ve öğretme” SIMEON POISSON Sık sık “ matematik, teoremleri ispatlamaktan ibarettir” sözünü işitiriz. Bir yazarın temel işi cümle yazmak değil midir? ROTA, GIAN-CARLO “Aptalların sorup akıllı insanların cevap veremediği bir çok soru vardır.” POLYA, GEORGE(1887-1985) “Mekanik matematiksel ilimlerin cennetidir, çünkü kişi onunla matematiğin meyvelerine ulaşır.” “Akıllarımız sınırlı, fakat bu sınırlılığın şartları içerisinde sonsuz olasılıklarla çevrilmişiz. İşte hayatın gayesi bu sonsuzluktan kavrayabildiğimiz kadar çok şey kavramak.” WHITEHEAD, ALFRED NORTH (1861-1947) “Sen de biliyorsun ki biz hepimiz aynı sebepten dolayı matematikçi olduk; tembeliz.” ROSENLICHT, MAX (1949) “Güzel cevap her zaman daha güzel soruyu sorana verilir.” E.E. CUMMINGS “Ormanda karşıma iki yol çıktı. Ben en az kullanılmış olanı seçtim.” R. FROST |
08 Temmuz 2015
Bir yolun varsa gidilecek sona bırakma, Bir sözün varsa dilden yüreğe, hiç susma, Görmen gerekiyorsa birini git yanına.! Okşaman gereken bir yürek varsa esirgeme elini, Hayat çok zalim...
04 Temmuz 2015
Kavuğunu alın ki başkaları da zalimi âlim sanıp kırılmasın.
Leylek adalete inanırmış ve bu inancından dolayı mahkemeye vermiş âlimi. Ve kazanmış ta davayı. Kadı, kısasa kısas hükmü gereği âliminde bir bacağının kırılmasına karar vermiş fakat leylek bu durumdan hoşnut kalmayarak itiraz etmiş.
“ aman kadı efendi, ayağını kırmayın, sadece kavuğunu alın yeterli” demiş kadı sormuş, “neden?”
leylek yanıt vermiş: “kavuğunu alın ki başkaları da zalimi âlim sanıp kırılmasın.”
01 Temmuz 2015
Onat Kutlar’ın Sivas Katliamı Üzerine Yazdığı Bir Mektup: “Sen Ne Müslümansın Ne de Sivaslı "
Sen,”Baza, baza! Çi hest-ü baza!“, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! ıster Kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!…” diyen kutbu Hazret-i Mevlana‘yı yaktın.
Sen nasıl müslüman olabilirsin? Yaktığın, göz göre göre, sırıtarak ve alkışlayarak yaktığın o mazlum yiğit, dürüst arkadaşım, o büyük cura ustası, halk ozanı, Sıvaslı Nesimi Çimen değildi.
Sen, bir toz tanesinde alemleri gören, yüce tanrının bir sureti iken senin gibi biri marifeti ile derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi‘yi bir kez daha yaktın.
Sen nasıl Sivaslısın?
Sen, “Kavaklar” şiirinin dizeleri, Sezen‘in sesiyle dalga dalga tüm Anadolu’ ya yayılan; yıllarını inanılmaz bir özveri güzelliği ile Anadolu kentlerinde öğrencilerine adayan, Türkçenin en iyi çağdaş ozanlarından Metin Altıok‘u vahşice yaktığını sanıyorsun.
Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus‘tur.
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil…”
diye yüzlerce yıl öncesinden seslenen Yunus Emre‘yi yaktın.
Yunus Emre’yi yakana Müslüman demek, İslam’a hakarettir.
İslam’a asıl hakareti sen ettin.
Sen, Cumhuriyet Türkiyesi’nin genç şairlerini, Behçet Aysan’ı Orhan Kaynar‘ı, kız-erkek gencecik çocuklarımızı, geleceğimiz olan geçlerimizi,
üstlerine benzin dökerek hunharca yakmakla kalmadın.
Kurtuluş Savaşımızın ilk kongrelerinin şanlı ve onurlu kenti Sivas’ı yaktın.
Ey soysuz! Sen nasıl Sıvaslı olabilirsin?
Sen, uğursuz zebani ateşinle bizim koca bir geçmişimizi yakmaya kalkıştın.
Koca bir uygarlık olan geçmişimizi, barbar ve ilkel kavimlerin karanlık geçmişlerine benzetmek için. Atının ayağı surları geçerken tüm dinlere, ırklara, inançlara güvence veren Fatih Sultan Mehmet‘in anısını; Itri‘den şeyh Galib‘e, şeyh Hamdullah‘dan Koca Sinan‘a, Baki Efendi‘den Süleyman Çelebi‘ye sevdiğimiz, değer verdiğimiz, gözümüz gibi koruduğumuz sonsuz bir kültürü bir hayvan gibi hiçe sayarak, yaratıkların en eşrefi otuz yedi canı yakarak yok ettin. Ortaçağ engizisyon papazları gibi.
Sen Müslüman olabilir misin?
Sen benim çocukluğumu, ilk gençliğimi yakmaya kalktın. Serin bayram sabahlarımı; cami sebillerindeki barışçı güvercinleri, babalarımızın alçakgönüllü mezarlarındaki selvileri, inançlı, nur yüzlü analarımızın hiç eksilmeyen dualarını, bir küfür gibi fırlattığın ateşle yakmaya kalkıştın.
Ey benim çocukluk arkadaşım Sezai Karakoç, aynı gençlik yıllarının şairi İsmet Özel, bu yaratık Müslümansa, siz nesiniz?
Ey benim elli yıllık ömrümün sakin, alçakgönüllü yüzü yerde, inançlı Anadolu halkı, sesime bir yankı verin.
Deyin ki hep beraber:
“Hayır! Müslüman bu değildir. O bir avuç gözü dönmüş katil bizden olamaz!“
Ey Sıvaslılar! Asıl siz yükseltin sesinizi. Anadolunun en eski töresi olan, ocağına misafir olana düşman bile olsa saygı gösterme geleneğini bir yana bırakıp, konuklarını kor ateşde yakan bu alçakların sizden olmadığını söyleyin.
Belki yanan yüreğimize bir merhem olur.
1993
Onat Kutlar