İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. Uykuda. Uykuyu araken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan bir başınalığın çaresizliğini?
Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişi güzel bakarken. Hiç bir şey aramazken. Herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken. Yosun kokusunu yeniden duymaya çalışırken, bir kavşakta karşıdan karşıya geçerken, arabalar dünyasında yaşadığını son anda algılarken, büyük bir bulvarın tüm kahvelerinde oturanlardan hiç birini tanımazken, bir mağazadan gelişi güzel yiyecek seçerken ya dabir satıcıdan herhangi bir malı isterken, aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri, ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz?
Yaşam özlemini doyuracak bir olgu mümkün mü.
Her anı ölüdür.
Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın
ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi
koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını
yüzlerinde okuyorum.
Ve hepsine haykırmak istiyorum.
Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan
bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin “medeni durum”
dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak
benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine
saptadığınız için ben de eriştim.
Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki
de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli
kolay ki…
Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını,
aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir
değeri yok ki.. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün.
Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum.
Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı
anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için
giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz
için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin
vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin
vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir
şey yapıldı sanıyorsunuz.
Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz.
Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi
kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı
yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum
verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak
insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların
dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs
ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru
gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan
başka her şey olduğumu duyuyorum.
Herhangi bir yol. Bu yolun
İstanbul’da bitmesi bir rastlantı. Kenti, ülkeyi, yolları ben seçmedim
ki. Hiçbir yerde değilim. Hiçbir yerde olmayacağım. Hiçbir şeyi
benimsemeyeceğim. Uzay kentlerini andıran bu otelde yıllar boyu binlerce
insan konaklayacak. Ben onlardan birincisiyim. Burada oturuyorum ve
temmuz ayının zaman zaman bulutlanan gökyüzüne bakıyorum. İnsanlarla
konuşuyorum. Özlediğim tepelere bakıyorum. Her tepe benim değil mi. Her
toprak. Her insan. Her insan ben değil miyim. Her insan kendi sevgisini
taşımıyor mu. O halde neden ilişkileri bir tek insanda toplamak.
Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar.
Toplumdışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. Toplum dedikleri
kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse
algılamıyor. Aklımı ellerinizden kurtardım. Geçti. Ben gökyüzümün
altında, topraklarımın üzerinde olacağım. Toprakların dümdüz ve sonsuz
ufku boyunca sürekli gideceğim.
İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.