Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak...
Öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyi de yürekte tutmak! Bazen
duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.
Hayatın, kendini anlayanları cezalandırması dır bu. Durup, durup ardına
bakan kadınlar vardır. Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar.
Herşeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir
türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar. Güçlü, köklü bir
biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer,hasar
görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun.
Zaman ilerledikçe birçok sey, daha zor olmaya başlar. Beklentisi yüksek
olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde
geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor,geçip gittiğiyle kalıyor. Zaman,
aşk…herşey! Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler
değil, ayrıntılardır. Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine
çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar. Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.
Kendini Sevmezsen Karşındakini Temiz Sevemezsin...
Kendinden nefret eden insanlar tanıdım. Günün birinde yanlışlıkla biri
onlara aşık olduğu zaman, en çok istedikleri bu olduğu halde, o insana
düşman kesiliyorlar. Kendini sevmeyen ve sevilmez bulan biri, bir
başkasının da kendisini sevmesini kabul edemiyor. O zaman onu hor
görmeye, küçük görmeye başlıyor. İnsanın kendisiyle barışması önemli bir
eşik.
Bazı Kadınların Gölgesi Uzun Olur...
Günümüz erkekleri, gözüne baktığı zaman, kendi açıklarını
görebilecekleri bir kadın istemiyor. Röntgenini çeken bakışlar da
istemiyor. Bir tas su dökünüp, rahatlıkla arınıp, ertesi gün bir şey
hatırlamayacağı ilişkilerin kolaylığını seviyor. “Bazı kadınların
gölgeleri uzun, hatıraları ağır olur” diyor Gamenn. Gerçekten de
öyledir, hayata yayılır, bu da korkutur erkekleri!
Hayat Her Zaman Cömert Değildir...
Hayat Her Zaman Cömert Değildir...
Karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken; bir gün geri
dönüp, onları deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat
her zaman cömert davranmaz bize. Tersine, çoğu kez zalimdir. Her zaman
aynı fırsatları sunmaz. Toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça
kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların,
savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız
bir gün… Ve bir akşam üstü yanımızda kimsecikler olmaz; Ya da olması
gerekenler yanımızdakiler değildir…
Kelimelerin Gerçekliği Kalmadı...
İyi bir yazarın işi, kelimelerin gerçekliğini iade etmek. “İncelikli”
lafı çok moda oluyor, her şey için, “Ay çok incelikli bir şey, incelikli
bir film…” filan deniyor. Dünyanın en kaba halleri için bile,
“incelikli” lafı kullanılır oldu. Genelgeçer, o günün anahtarı oldu
kelimeler, maymuncuk gibi. Buna, “Söylem” de dahil, “Aşkım” da dahil,
“Keyif” de. Dilimizin içi boşaldı. Babamın kullandığı laflar, “izzetinefisli olmak”,
“tenezzül etmemek”, bunlar çok kıymetli şeylerdi. “Oğlum, asla tenezzül
etme!” derdi, “İzzetinefis sahibi biri bunu yapmaz!” Şimdi o
sözcüklerin Türkçeleri yok ama kendileri de kalmadı…
Sevmek de Şiir Yazmak Gibi Bir Yetenektir Aslında...
Aşkın en büyük zaferi aldanmak elbet. Ama yıllar geçtikçe insanın
kendini kandırması zorlaşıyor. Aşk sonuçta, duyguların arsızlığıyla
değil, kalbin yüzölçümüyle ilgili bir şey. Bazı kalpler gençken de
sevemezler. Sevmek de şiir yazmak gibi bir yetenektir aslında.
Üç Aynalı Kırık Oda...
“Bazı anlarda yüzün aldığı bir ifade, sevenin belleğinde sonsuzlaşır, insan o ifadeyi herşeyden çok daha fazla özler. o yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan, hatta ondan nefret ettikten sonra bile, o ifadeyi özler. bir andır o ama bütün zamanlara siner”
Bir şeyin gerçek’inden bu denli emin olmak...
Bir şeyin ‘gerçek’inden bu denli emin bir biçimde söz etmenin güveninden ürker; bu güvenin burnu büyüklüğünde temel bir yaşam bilgisi noksanlığı sezerim hep. Çünkü, bence bu kadar emin olmak, bilgi ile değil, yaşama azlığı, deneyim kıtlığı ile açıklanabilir. yaşama sahiden bulaşmış olan insanlar, ‘gerçek’ten ya da ‘gerçek’lerden dem vururken daha temkinli olur, bu çeşit konularda çoğul terazi kullanırlar. Bunun yanı sıra yaşama daha az bulaşmış, kuytusuna çekilip kapandıkları entelektüel çalışmalara odaklı hayatlarında, işin kuramsal, kavramsal donanımına ağırlık vermiş insanlar da öyle. kaba bir ayrımla öbeklendirdiğim bu her iki taraf da kendi yaşama seçimlerinin akarında görmüş geçirmiş; bilginin, kuru kuru bilindiğinde değil, ancak bünyeye katıldığında işe yaradığını öğrenmişlerdir…”
Üç Aynalı Kırık Odası "Aynalı Pastane"
Hayatlarını hiç yaşamamış insanlarla , hayatlarını çok yaşayarak savurup gitmiş insanlar, günün birinde aynı yere çıkıyorlar. Kaderlerinde esrarlı bir ortaklık, umutsuzluklarınnda yoğun bir benzerlik var. Yaşadıkları ya da yaşamadıkları ne olursa olsun, günün birinde hayat ve dünya, aynı biçimde boşalıveriyor gözlerinin önünde. Ayrı ayrı yürüdükleri yolların sonunda, aynı yere varıyorlar.Umutsuzluğun gün batımı renkleriyle bezenmiş uçsuz taraçasına.Aynı yolu yürümeyi sürdürmekle artık başka bir yola sapmanın hiçbir önem taşımadığı o kör noktaya… ”